UTKU’NUN RESMİ
Utku, okuldan eve dönerken yüzünde kocaman bir gülümseme vardı. Elinde
sıkıca tuttuğu renkli resmi rüzgârdan korumaya çalışarak adımlarını
hızlandırdı. Bu, sadece bir resim değildi onun için. Kalbinden gelenlerin,
hayal gücünün ve ailesine duyduğu sevginin bir yansımasıydı. Resimde güneş
parlıyordu, gökyüzü maviye boyanmıştı. Ortada, el ele tutuşmuş üç kişi vardı:
annesi, babası ve kendisi. Gözlerinden kalpler çıkıyor gibiydi hepsinin.
Öğretmeni resmi görünce gözleri parlamıştı. “Bu sadece bir çizim değil,”
demişti, “bu bir duygu resmi.” Sınıftaki arkadaşları alkışlamış, Utku’nun içi
sevinçle dolmuştu. Eve gidip ailesiyle bu mutluluğu paylaşmak için
sabırsızlanıyordu.
Kapıdan içeri girer girmez bağırdı:
— Anne! Bugün öğretmenim resmimi
çok beğendi!
Mutfaktan tencere sesleri geldi. Annesi sırtı dönük halde yemek
hazırlıyordu. Tavaya soğanları atarken aceleyle seslendi:
— Tamam, canım...
Ama dönüp bakmadı bile. Utku’nun yüzündeki gülümseme biraz silindi. Bir
umutla salona yöneldi.
— Baba! Bak, bu resmi ben yaptım!
Babası bilgisayar başında, gözlüğünün ucundan ekrana odaklanmıştı. Yalnızca
başını hafifçe çevirip şöyle dedi:
— Güzel olmuş...
Utku’nun eli ağırlaştı. Renkli kâğıdı yavaşça yanına indirdi. Kimse resmine
gerçekten bakmamıştı. Kimse gözlerinin içini görmemişti. İçinde bir şeylerin
düğümlendiğini hissetti. Usulca odasına yürüdü, kapısını kapattı.
Resmi masasına bıraktı. Sonra pencereye yönelip dışarı baktı. Gökyüzünde
hâlâ güneş vardı ama onun içindeki güneş, sanki yavaş yavaş bulutların arkasına
saklanıyordu.
Sessizliğin
Ardından
Utku’nun annesi, mutfakta yemek pişirmeye devam ederken bir anda Utku’nun
sesi kulağında yankılandı: “Öğretmenim resmimi çok beğendi!”
Durdu. Elindeki tahta kaşığı bıraktı. İçine bir huzursuzluk çöktü.
Aynı anda babası, bilgisayara yazdığı e-postayı gönderdikten sonra bir an
duraksadı. Utku’nun sesi zihnine geri döndü: “Baba! Bak, bu resmi ben yaptım!”
Gözleri monitöre odaklıydı ama aklı odasına çekilen küçük çocuğundaydı.
Anne ve baba göz göze geldiklerinde, aynı şeyi hissettiler.
"Biz neyi kaçırdık?"
Annesi ellerini kurulayıp, babasıyla birlikte Utku’nun odasının kapısını
tıklattı.
— Utku, canım... İçeri gelebilir miyiz?
Utku cevap vermedi ama kapı hafifçe aralandı. Anne ve babası içeri
girdiklerinde, resim hâlâ masadaydı. Annesi yaklaştı, eline aldı.
— Bu… Çok güzel bir resim, dedi fısıltıyla. Sonra diz çöküp Utku’nun yanına
oturdu.
— Bunu bizim için mi yaptın?
Utku başını salladı, gözleri dolmuştu ama sessizdi. Babası da eğildi, bu
sefer göz göze geldiler.
— Özür dilerim oğlum, seni duymadım. Ama şimdi görmek istiyorum. Anlat bana, bu
resmi çizerken ne hissettin?
Utku ilk kez gülümsedi o gün.
— Beraber pikniğe gitmiştik ya… O günü düşündüm. O gün çok mutlu olmuştum. Hep
öyle olalım istedim.
Anne ile baba birbirlerine baktılar. Bazen çocukların dünyasına girmek için
yalnızca birkaç dakikamızı vermemizin yeterli olduğunu fark ettiler. Ve o
birkaç dakikanın, çocukların kalbinde kocaman bir yer kapladığını…
Kalpten
Kalbe Giden Yol
O akşam, yemek masasında daha çok konuşuldu. Sorular soruldu, cevaplar
dinlendi. Utku'nun resmi buzdolabına asıldı. Her sabah gözlerinin önünde olsun
diye...
Çünkü artık anne ile baba biliyordu:
Bir çocuğu dinlemek, ona ‘önemli
olduğunu’ hissettirmek demektir. Ve bu, dünyadaki en güzel resimlerden bile
daha değerlidir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder