BİR BABANIN HİKÂYESİ
‘Karlar Ülkesi’
Doğunun yükseklerinde, dağların arasında saklı bir
ilçe vardı: Malazgirt. Kış burada sadece mevsim değil, bir sınav gibiydi.
Aylarca yere düşen her kar tanesi, beyaz bir battaniye gibi toprağı örtüyor,
sokakları sessizliğe bürüyordu. Rüzgâr öyle keskin esiyordu ki, bazen insanın
içini bile titretiyordu. Ama bu beyaz sessizliğin içinde sıcacık bir ev vardı.
İşte o evde, Selim adında bir baba ve kızı Elif yaşıyordu.
Selim, hayata karşı dimdik duran bir adamdı. Bir
zamanlar kalabalık, mutlu bir ailesi vardı. Eşi Zeynep’le birlikte bu küçük evi
elleriyle yapmış, her köşesine sevgi katmışlardı. Baharda evlerinin önü mor
menekşelerle dolardı. Sabahları Zeynep çiçeklere su verir, Selim ise mutfakta
demlediği çayı tepsiyle getirirdi. Sonra birlikte beşiğinde uyuyan Elif’i
seyrederlerdi.
Ama hayat her zaman bahar gibi gülümsemezdi.
Zeynep, uzun süren bir hastalığın ardından sonsuzluğa uğurlandı. O gün
gökyüzünden sadece kar değil, Selim’in gözlerinden de yaşlar yağmıştı. Ama
Elif’e baktığında içindeki karlar biraz eridi. “Artık onun için ayakta
kalmalıyım,” dedi kendine. Ve o günden sonra hiç yılmadı.
Elif büyüdü. Artık yürümeyi, konuşmayı, kitap
okumayı öğrendi. Ve her sabah, babasının yanında soba yakmayı da… Selim, her
sabah elleriyle odun kırar, sobayı tutuşturur ve dua ederdi:
“Allah’ım, bana güç ver. Elif’i annesinin hayalini
taşıyarak büyüteyim…”
Kışın yollar buz tutsa da, rüzgâr camları dövse de,
evin içi sıcacıktı. Bazen elektrikler kesilirdi, ama Selim eline gaz lambasını
alır, Elif’e annesinden kalan hikâyeleri anlatırdı. Elif de gözlerini babasına
diker, onun güçlü ama hüzünlü bakışlarını hafızasına kazırdı.
Bir gün, Selim pencereden dışarıya baktı. Bahçedeki
ağaçların dalları, karla kaplı eller gibi göğe uzanmıştı. Hava griydi ama
içinde umut vardı. Derin bir nefes alıp Elif’e döndü:
— “Bak kızım,” dedi, “Bu topraklar şimdi
dinleniyor. Ama yakında uyanacak. Bahar gelince her şey yeniden canlanır. İnsan
da öyle… Zor günler geçince, içinden bir ışık doğar.”
Elif gülümsedi. “Peki, baba, bahar gelince yine
çiçek dikecek miyiz?”
Selim gözlerini uzaklara dikti ve sessizce
gülümsedi.
— “Hem de annenin sevdiği gibi… Rengârenk. Hayat
gibi.”
Ve o gün, karların ortasında iki yürek birbirine
sarıldı. Çünkü gerçek sıcaklık, sobadan değil; sevgiden, anılardan ve umuttan
geliyordu.
Bahar o yıl biraz gecikti. Ama sonunda güneş
karları eritti, toprak canlandı. Selim ve Elif, birlikte bahçeye çıktılar. Her
fidanı ekerken bir dilek dilediler. Kimi zaman gülümsediler, kimi zaman sessiz
kaldılar.
Selim içinden şöyle geçirdi:
“Kış ne kadar uzun sürerse sürsün, sonunda bahar mutlaka gelir. Tıpkı acıların ardından gelen umut gibi…”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder