TOPRAĞIN KALBİNDEN SICACIK GÜNLER
Bazı yerler vardır ki
zaman orada ağır ağır yürür, rüzgâr bile eski bir hikâye anlatır gibi eser.
Bizim köy de işte öyle bir yerdi; başı dumanlı dağların eteğinde, toprağın
kokusuna karışan umutlarla dolu, sıcacık bir dünya... Çocuk kalbimizin en derin
köşesinde sakladığımız oyunlar, sevinçler ve küçük hayaller, her gün yeniden
doğardı orada. Yaşam zordu belki ama sevgi, dayanışma ve paylaşmanın gücüyle
her şey güzelleşirdi. Ve biz, toprağın kalbinden doğan o sıcacık günlerde,
hayatı küçük mutluluklarla kucaklamayı öğrendik...
Ben, Doğu Anadolu'nun yüksek dağlarının eteklerinde,
küçük ve güzel bir köyde dünyaya geldim. Bizim köy, her mevsimde başka bir
güzelliğe bürünür. Kışın kar, her şeyi bembeyaz bir örtü gibi sarar. Yazınsa
güneş tepemizde pırıl pırıl parlar; toprağın kokusu, havaya karışır.
Kışın pencereden izlediğimiz beyaz dünya, yazın yerini rengârenk çiçeklere,
serin rüzgârlara bırakır. Biz çocuklar, yaza kavuşmayı dört gözle bekleriz. Yaz
geldi mi kırlara koşar, gün batımına kadar oyunlar oynar, bazen yorgunluktan
sofrada uyuyakalırız. Anacığımın sıcak kucağında yatağa taşınır, tatlı rüyalara
dalardık.
Babam marangozdur. Ellerinden çıkan her tahta
parçası bir başka güzeldir. Kapılar, sandalyeler, oyuncaklar… Her biri babamın
emek kokan eserleri gibi kokar. Yazın köyde iş çoktur. Bazen kasabaya gider,
siparişleri yetiştirir. Dönüşte bizlere şeker, helva ya da daha önce hiç
görmediğimiz güzel yiyecekler getirir. Ama biz onu en çok özlemle bekleriz;
hediyeler değil, babamızın sıcak gülümsemesidir gönlümüze bayram ettiren.
Annem, köyümüzün en şefkatli insanıdır. Bir komşu
hastalansa hemen elindeki işi bırakır, ocağın başına geçer, sıcacık bir çorba
kaynatır. Bakır tasa koyar, dua ederek gönderir. Ellerinden her iş gelir:
İneklerimizi sağar, peynir, yoğurt, yağ yapar. Tavuklarımızı besler, bahçedeki
çiçekleri sularken bile şarkılar mırıldanır. Bahar geldiğinde civcivler
bahçemizde koşturur; kardeşimle onların peşinden koşar, her birine isimler
takarız.
Küçük kardeşim Hatice, henüz bazı harfleri
söyleyemez. Onun tatlı telaffuzları bazen bizi güldürür, bazen de anlamakta zorlanırız.
Böyle zamanlarda annem hemen devreye girer; Hatice'nin ne dediğini bir bakışta
anlar.
Benim adım Mehmet. On bir yaşındayım. Dördüncü
sınıfa gidiyorum. Kitapları çok severim. Özellikle uzun kış gecelerinde,
dışarıda fırtına uğuldayıp kar pencereleri döverken, biz evimizin sıcak
köşesine çekiliriz. Babam sedire uzanır, annem kazak örerken sessizce dinler.
Ben elimde kitap, yüksek sesle okurum.
Babam hikâyelerdeki kötü karakterlere öfkelenir,
bazen söylenir. Annem duygulu yerlerde başörtüsünün ucuyla gözyaşlarını gizlice
siler. Her sayfada birlikte kahramanların heyecanına kapılır, hikâyeleri
kalbimizde yaşarız. Kitap bittiğinde evimizin içinde bir sevinç dalgası
yayılır; sanki macerayı biz yaşamışız gibi.
Annemin açtığı bazlamalar o soğuk gecelerin en
tatlı mükâfatıdır. Çaydanlıktan yükselen fokurtular, odun ateşinin çıtırtıları
arasında bazlamaları yerken, Allah’a hep yoksulları da doyurması için dua
ederiz.
Bizim köyde sevgi, yardımlaşma, umut, çalışkanlık
ve şefkat hep iç içedir.
Kışın beyazı, yazın sıcağı, toprağın kokusu ve insanların yürekten
gülümsemesiyle büyürüz.
Çünkü bizler,
hayatı sadece yaşamakla kalmayıp, her anını yüreklerimizde saklarız.
Ve
biliriz ki:
"Emekle yoğrulan hayatlar,
sevgiyle filiz verir."
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder