16 Ekim 2017 Pazartesi

TARLA KUŞUNUN SESİ

ESERİN KİMLİĞİ

ESERİN ADI: Tarla Kuşunun Sesi
YAZARI: Mustafa KUTLU
YAYIN EVİ: Dergâh
BASKI SAYISI: 1. Baskı Ekim 2017

SAYFA SAYISI: 224


İÇERİK (MUHTEVA) ÖZELLİKLERİ:

ESERDE İŞLENEN KONU:
 
  Türk hikâyeciliğinin usta kalemi ve Edebiyatımızın üstatlarından Mustafa Kutlu yeni kitabı Tarla Kuşunun Sesi ile okurlarıyla buluştu.

Halk Destanı tarzında yazılan hikâyede bir ailenin üç kuşak boyu yaşamı, devirleri ve yaşadıkları hikâyeye konu ediliyor.


Kalabalık bir aileyi hikâyeye konu olarak alan Kutlu, bu hikâyesinde de günlük hayatın zengin unsurlarını yine ustaca kullanıyor. Aileye, topluma toplumun kültür kodlarıyla bakan Kutlu, bu hikâyesinde diğer hikâyelerinden farklı bir yöntem izleyerek hikâyenin arka planında dönemin tarihi olaylarına değiniyor.


ESERİN ANA FİKRİ

Bir ailenin kuşaklar boyu yaşamının tarihi gelişmeler ve olaylarla birlikte halk destanı tarzında anlatılması.

ESERİN TÜRÜ:


Hikâye


ESERDE İŞLENEN TEMEL DEĞERLER:

Yörük boyunun yayla hayatından yerleşik hayatı geçişi ve kuşaklar boyu yaşantılarının Halk destanı edasıyla anlatılması.

 Kuşaklar boyu aile ve millet hayatı.

ESERİN ŞAHIS KADROSU:

Molla Murat:
Tabur İmamı:
Kahveci Şerafettin:
Hamza Abi:
Kopuk Bilal:
Gülseren (Hamzanın kızı):
Mustafa Efendi:
Terzi Orhan ve Kızı Zeynep:
Saliha Hanım (Saffet Beyin Kızı):
Saffet Bey:
Nuri (Asker arkadaşı):
Daye:
Gülhanım (İkinci hanımı):
Murat’ın Annesi:
Murat’ın Amcası:
Deli Ziya:
Babo:
Mustafa(Murat’ın çocuğu):
Bekir (Murat’ın çocuğu):
Bilal (Murat’ın çocuğu):
Kamil Usta (Değirmen Ustası):
Karaduman (Eşkıya):
İmam Necati:
Titiz Hoca (İmam):
Cavit (Kahvehane Sakini):
Binnaz (Irgat başı):
Çolak Hüseyin (Binnaz’ın babası):
Hamit (Mustafa’nın çocuğu, Mollanın torunu):
Hasan Efendi (Kahya):
Arap Çavuş (Karakol Komutanı):
Muallim Celil:
Cemile (Hamit’in nişanlısı):
Yusuf, Ziya, Ayşe, Sefa (Hamit ile Cemile’nin çocukları):
Cemil (Yusuf’un oğlu, Hamit’in torunu):
Ömer (Hamit’in torunu):
Ayla (Hamit’in gelini):
Terzi Melahat:
Parlak Perçimli Oğlan (Şoför):
Sefa (Hamit’in oğlu, futbol takımının kaptanı):
Hakkı Baba (Sefa’nın ortağı):
Kara Kısmet ve Kızı Ayşe:
Kara Kısmet’in Kocası Reşat:
Kale Spor Başkanı:
Nazilli Spor Başkanı:
Fenerbahçeli Yönetici:
Eleni:
Sofi (eleni’nin annesi):
Kale Spor Futbol Takımı:
Sezai (Futbolcu):
Çengel Ahmet (Futbolcu):
Malzemeci Tombalak:
Şoför Abdullah:
Yakup (Yusuf’un oğlu, zeka özürlü):
İskender Usta (Marangoz):
Galip Hoca:
Volvo Niyazi (Kamyoncu):
Kalfa Recep (Eczacı Çırağı):
Baki Bey:
Asuman (Ayşe’nin arkadaşı):
Hanım Anne (Recep’in annesi):
Yüncü Hacı Abdullah:
Kamyoncu Sefer (Hacı Abdullah’ın oğlu):
İrfan (Sefer’in oğlu eczacı):
Deli Dursun:
Hemşire Hülya (Ölü bulunan):
Berber Tevfik:
Aşçı Arif:
Emlakçı ziya:
Baki Bey:
Garip Ömer (Eski futbolcu):
İsmail Hakkı (Balıkçı):
Keko:
Dişçi Faruk: 
Kel Ahmet (Futbol Hocası):


YAZARIN ÜSLUBU:

Mustafa Kutlu’nun İyiler Ölmez kitabıyla ile ilgili yapmış olduğumuz değerlendirmede şimdiye kadar okuduğumuz Mustafa Kutlu’nun anlatım tarzından farklı yazılmış bir hikâye diye yazmıştık.
Ancak, güz mevsimi ile birlikte kitaplıklarımıza ve gönüllerimize misafir olarak gelen Tarla Kuşunun Sesi hikâyesi Kutlu’nun şimdiye kadar okuduğumuz ve değerlendirmesini yazdığımız bütün kitaplarından, üstadımızın bilinen üslubundan çok farklı yazılmış.

Mustafa Kutlu, bilinen ve tanıdık üslubuna bu kitapta da özen göstermekle beraber bazı farklılıklar yapmış. Yerel unsurları, köy ve köylü motiflerini ustaca kullanmış.

Birbirinden farklı statüye sahip gençlerin aşklarını ustaca anlatan Kutlu, evlilik sonrası ortaya çıkan kültür uyumsuzluklarını anlatır ve boşanan eşlerden söz eder.

Aile birliğine önem gösteren Kutlu, ilk kez bu kitabında eşinden ayrılıp yeni bir eşle evlenen bir hikâye kahramanında söz eder. Aşkı baki tutup sevginin önünü açıyor.

Genellikle yerel unsurlara, milli kültüre ve medeniyete önem veren, hikâyelerinde ve denemelerinde değinen Kutlu, bu hikâyesinde tarihi olayları, tarihi şahsiyetleri ve arka planlarını irdeler. Bunlarla ilgili değerlendirmelerde bulunur.

Hikâyeyi okuduğumuzda yazarımızın sık sık müdahalede bulunduğunu anlatılan destanın havasından çıkarak günlük konuşmalardan örnekler aktardığına tanık oluyoruz.

 Kutlu’nun kendi ifadesiyle “çok farklı bir kitap olacak. Benim hikâyelerim içinde de orijinal bir yeri var.  Hiç böyle yapmamıştım. 1850’den 2000’lere kadar gelen bir ailenin hikâyesini anlattım. Bir Yörük ailesinin Osmanlı ve cumhuriyet dönemi birlikte anlatılıyor. Birinci bölümde, destansı, benim yaptığım halk hikâyeleri tarzında; ikinci bölümde ise daha çok Dostoyevski’ye benzeyen farklı bir anlatım ile öyküyü anlattım. Yani iki dönemde iki ayrı dil ve anlatım biçimi kullandım.”


HİKÂYENİN ÖZETİ:

Arkadaşlar bu Molla’nın zuhuru ilkin vaaz kürsüsünde başladı. Şöyle ki kendisi dağda yetişmiş okuma-yazma bilmez bir Yörük delikanlısı idi. Ama zeki, ama atılgan. Askerde Tabur İmamı bunu keşfediyor. Diyor ki delikanlı sende cevher gördüm, istersen yamacıma yanaş seni okutayım. Tabii bunun canına minnet. Emrin olur deyip diz çökmüş. Tabur İmamı’nın çakmak çakmak gözlerine bakarak hıfzını tamamlamış. Ara sıra imamete geçip namaz kıldırmaya başlamış. Tabur İmamı "Murat sen artık yarı piştin sayılır, bundan gerisi ilimdir, var mısın?" deyince, bu bir topuk selamı çakıp hocanın elini öperek yine diz çökmüş.
Efendi hadis olur, Kur’an olur, fıkıh olur, tasavvuf dâhil az zamanda ilim deryasına dalmış ki, baştan ayağa nur olmuş nur.

Molla Murat:
- Zevklenme Mustafendi… Yalanın da bir haddi var. Nedir o, nur falan.
- Doğrudur efendim, sözlerimde kıl kadar yanlış yoktur. Nerde kalmıştık, ha, ilim deryasında balık gibi yüzmeye başlamış.
Bir denizden ötekine gidip gelerek dolmuş da dolmuş. O kadar dolmuş ki arkadaşlar, zaman zaman kendini unutup hocasına karşı çıkmaya başlamış.
- Höst bre nâbekâr. Hocaya karşı çıkmak ne demek?
- Efendim biz duyduğumuzu söylüyoruz. Hoca bakmış bunu zapt edemiyor, zaten tezkereyi almış. Hadi demiş, seni azat ettim, git filan falan yerlerde, şu şu hocalardan oku, benim sana himmetim bu kadardır.
Murat’ta ne de olsa bir Yörük asaleti var. Hocasının elini öpüp hayır duasını alarak tozlu yollara düşüyor.
Arkadaşlar o zamanın vesaiti olarak kâh katır sırtında, kâh yelkenlide, kâh yalın ayak keçe külâh belde belde dolaşıp  nerde bir âlim var ondan ders alarak, Rumeli’nde, Anadolu’da; Şam, Halep, Bağdat, Tebriz, Buhara, Semerkant…
- Yahu yalan, bunca yer dolaşmaya bir ömür yetmez. Dinlemeyin bu sefili.
Muhabbeti can kulağı ile dinleyen kahve milleti:
- Dur hele Molla.
- Bırak anlatsın.
- Yalanı varsa, mübalağa ediyorsa, biz onu ayıklarız.
- Ha şöyle! Mübalağa da bir sanattır. Biz adamın derya-deniz ilim ile dolarak, artık kabına sığmayıp taşarak, cedel vadisinde pehlivanım diyenleri bir bir devirerek nasıl mat ettiğinden bahsediyoruz.
Neyse madem uzatma diyor, uzatmayalım. Döne dolaşa gelmiş Bursa’ya. Kendisi gelmeden şöhreti gelmiş. İlmiye, askeriye, belediye her ne varsa harekete geçip, yollarına halılar sererek…

- Ben kalkıyorum, artık dayanamayacağım.
Cemaat:
- Otur Molla, otur. Lafa limon sıkma.
- Yahu hatırınız var. Yoksa bu sefili bir dakika dinlemek cinnete sebep olur ki kat’iyyen yasaktır yani.
- Ne yapalım yolda yoldaşımız, halde haldaşımız, pîrimiz, efendimiz. Anlatmasam çatlarım.
- Anlat, anlat.
- Evet, Bursa’ya geliyor. Tabii o zamanlar böyle kamburu çıkmış, ağzında diş kalmamış, gözde fer dizde derman…
- Uzatma, uzatma.
- Yani ak düşmemiş sakallar simsiyah, kara göz karakaş, başta ak sarık. Yakışıklı ama ne kadar. Tüm Bursa kadınları kafeslere doluşup seyrine durmuş. Bu sanki bir şehzade, halkı selamlayarak kır at üzerinde Ulucami kurbuna kadar gelmiş. Orada attan inip yer öpmüş.
- Saygıya bak saygıya.
- Ee! Ne de olsa kalp gözü açık. Kim bilir kimleri gördü ki, eğildi.
Kim bilir, kimler bilir? Bilen bilir. Okuyan, gezen, gören, duyan. Bu satırları Mustafa Kutlu’nun son kitabı Tarla Kuşunun Sesi’nden okuduk.[1]
 Molla Murat ile Mustafa Efendi diyaloglarından alıntı yapılan bölümden de aşılacağı üzere destanın anlatımı bir kıraathane ortamdaı yapılmış, karşılıklı diyalog şeklinde.
Mustafa Kutlu, Tarla Kuşu Sesi kitabında 1850’lerden başlayarak 2000’li yıllara kadar bir ailenin üç kuşak hayat hikâyelerini konu edinmiş bu hikâyesinde.
Ailenin birinci yaşam öyküsünü Molla Murat, ikinci aşamasını Hamit, üçüncü ve son aşamasını Sefer üzerinden anlatır.
Destanımızın birinci bölümünde varoluşu ikinci bölümde gelişimleri ve yerleşik hayata geçişi son bölümde ise çağın ve teknolojinin gelişimi ile birlikte ailenin son kuşak neslinden olanların sürünüşleri dile getirilir.




[1] Mehmet şeker / yenişafak