Kıymetli misafirler, Sevgili öğrenciler!
2015 – 2016 Eğitim-öğretim yılı Nüket Ercan Mesleki ve Teknik Anadolu Lisesi 5. Dönem Mezuniyet töreni ve etkinliklerine hoş geldiniz diyor, sizleri saygı ve sevgiyle selamlıyorum.
Bu günün haklı gururuyla kalpleri heyecanla çarpan siz öğrencilerimizi, velilerimizi ve yakınlarını tebrik ediyorum.
Üretimin toplumsal yaşamın esası olduğunu hepimiz biliyoruz. Buna dayanarak diyebiliriz ki mesleki ve teknik eğitim çok önemlidir. Ve tabiî ki bu üretimden sorumlu, üretim süreçlerinde yetkin ve eğitimli personele ihtiyaç çoktur.
DEĞERLİ VELİLERİMİZ
Emanet olarak aldığımız değerli evlatlarınızı, bütün idarecilerim, öğretmenlerim ve personelim ile canı gönülden emek vererek, kendinden emin, ne istediğini bilen, hedefleri için cesaretle hareket eden, bilgili, görgülü, yaşamı seven ve yaşatmayı görev bilen, medeniyet değerlerimizle bezenmiş, kültür kodlarımızla donanmış, sevgi dolu bireyler olarak, mezun etmenin haklı gururunu yaşıyoruz.
DEĞERLİ MESLEKTAŞLARIM,
Eğitim kurumlarının, insanı yüceltici, herkese, her görüşe hakkını verici, her türlü fikre, düşünceye hikmet nazarıyla bakıcı kuşatıcı ve kucaklayıcı evrensel ilkelerine göre; bizi biz yapan, tarih bilincimizi geliştiren bu topraklarda bir karşılığı olmalıdır.
Zihni, aklı, dünyası ödünç olan, taklidi yaşayan bir aydının -dolayısıyla genç kuşakların- dünyaya özgün şeyler verebileceğini sanmak, aslında zihnen köleleşmenin ve körleşmenin bir göstergesinden başka bir şey değil oysa!
Medeniyeti sözünde değil özünde yaşayan, bilen, pergelin sabit ayağını bizim medeniyet dinamiklerimize basıp, pergelin hareketli ayağıyla da bütün dünyalara, medeniyetlere, kültürlere açılan, bu dünyada yaşayan ama bu dünyayı yaşamayan, insanlığın yükünü omuzlarında taşıyan, çağ açacak, çağrısı çağını kuracak, çağlayan olup yeniden insanlığı barış yurduna kavuşturacak parlak, özgüveni yüksek öncü kuşaklar yetiştirecek tohumları toprağa düşürmeye bakmalı!
Kaybedecek vaktimiz yok: Önce insan, sonra insan ve her zaman insan! İnsan olmadan aslâ!
SEVGİLİ GENÇLER,
Okula ilk başladığınız günden bugüne değin, eğitildiniz, bilgi ve erdemle donatıldınız, şimdi ise bunun meyvesi mezuniyetinizi yaşıyorsunuz. Biliniz ki her mezuniyet bir başka basamağın başlangıcıdır. Okul günleriniz artık okul anılarına dönüşecektir. Sizlerin gelecekte başarıyla okulunuzu, bizleri ve ailelerinizi en iyi şekilde temsil edeceğinize olan inancım tamdır.
DEĞERLİ GENÇLER,
Bütün toplumların ve ulusların umutları ve güvenceleri genç nesillerdir. Elbette bizim de geleceğimiz ve güvencemiz sizlersiniz. Bu gerçeği gazi Mustafa Kemal “Bütün umudum gençliktedir” diyerek ülkeyi ve bütün değerlerini gençlere emanet ederek göstermiştir. İnanıyorum ki; sizler de umutlarımızı ve güvenimizi boşa çıkarmayacak ülkemizi çağdaş uygarlık düzeyine çıkaracaksınız. Buna bütün kalbimle inanıyorum.
31 Mayıs 2016 Salı
Mezuniyet Konuşması
17 Mayıs 2016 Salı
Tirende Bir Keman
ESERİN KİMLİĞİ
ESERİN
ADI: Tirende Bir Keman
YAZARI:
Mustafa KUTLU
YAYIN
EVİ: Dergâh
BASKI
SAYISI: 7. Baskı Eylül 2015
SAYFA
SAYISI: 207
İÇERİK
(MUHTEVA) ÖZELLİKLERİ:
HİKÂYENİN KAHRAMANLARI:
Kenan:
Sadullah:
Semiramis:
ESERDE İŞLENEN KONU:
Mustafa Kutlu Tirende Bir Keman kitabı ile bu kez okurlarına müzik
dolu bir tren yolculuğu sunuyor.
YAZARIN ÜSLUBU:
YAZARIN ÜSLUBU:
Bazen bir kitabı okuyup bitirdiğinizde
zihninizden geçebilecek her türden cümlenin yazarı tarafından zaten söylenmiş
olduğunu görür ve düğümlenen boğazınızdan geçmeyen kelimelerin gözünüzde yaşlar
biriktirdiğini fark edersiniz. Gerisi malum... Her yıl bir hikaye kitabı
yayınlamayı adet edinen Türk hikayeciliğinin en önemli isimlerinden Mustafa
Kutlu Tirende Bir Keman. Yine bildik Mustafa
Kutlu üslubu ve titizliğiyle insanı sarmalayan ve hiç fasılasız okuyup
bitireceğiniz bir eser olan Tirende Bir Keman, yazarın deyişiyle
"bekâretini kaybetmemiş masumiyet" günlerine göndermeler yanında
hikayelerinin ana temasını oluşturan taşra yaşantısına dair zengin ögelerle
süslü.
ESERİN ANA FİKRİ:
Toplumumuzun duygu ve düşüncelerine ayna tutan
Kutlu, hayat verdiği karakterlerle bize insanlık hâllerini anlatıyor.
ESERİN TÜRÜ:
Hikâye
ESERDE İŞLENEN TEMEL DEĞERLER:
Kimi zaman
güldüren çoğu zaman da hüzünlendiren musikişinas bir baba-oğlun hikâyesi,
okuyanların yüreğine dokunacak türden… Hayal kırıklıkları karşısında sonu
gelmeyen tiren yolculuklarına çıkan Kenan ve yolculukta onu yalnız bırakmayan
oğlu Sadullah... Gerisi ise istasyonları doldurup boşaltan yolcular misali
hayatlarına girip çıkmış insanlar… Değişmeyen şeyler de var elbette:
Yanlarından ayırmadıkları keman ve dillerinden düşürmedikleri şarkılar. Bir de
hasret ve gurbet… Ellili yılların havasını taşıyan bu şarkılarla yürüyen
duygusal bir hikâye.
ÖZET:
Kemancı Kenan'ın
hikayesi, çalıştığı gazinoda Semiramis'i ilk defa görmesiyle başlar. Semiramis,
annesi ile beraber gelmiştir. Annesinin eski bir arkadaşı olan Ali Rıza'ya
şarkı söyleyecek, beğenirse gazinoda çalışacaktır. Lakin Ali Rıza dışarıda
olduğundan, Kenan önce bir ben dinleyeyim diyerek Semiramis ve annesini buyur
eder. Semiramis'in sesi çok güzeldir, nitekim Kenan'la birbirlerine çoktan aşık
olmuşlardır birbirlerine. Ali Rıza gelince bir de o dinler Semiramis'in kadife
sesini. Bir yıl boyunca Kenan'dan eğitim aldıktan sonra gazinoda assolist
olarak işe başlamasına karar verilir. Kenan kendi evinde ağırlar Semiramis ve
annesini. Her gün dersin sonunda bir mola verip bir şeyler yiyip içerler ve bu
molalar gittikçe uzamaya başlar. Bir gün yine musiki dersinden sonra atlarlar bir
sandala, başlarlar kürek çekmeye. O sandalda Kenan Semiramis’e evlenme teklif
eder. Kız da sevinçle kabul eder ve kısa süre içinde evlenirler. Kız bir süre
sonra hamile kalır. Ali Rıza buna hiç memnun olmaz çünkü doğumdu bebekti derken
hayli zaman alacaktır kızın sahneye çıkması. Velhasıl, kız doğum yapar ve nur
topu gibi bir oğlan çocuğu dünyaya getirir. Adını Sadullah koyarlar. Semiramis
bu ismi çok alaturka bulduğundan Sado der küçük oğluna. Semiramis gazinoda
çıkmaya başlar. Hem de öyle bir çıkar ki sahneye, bütün İstanbul'da adını
duymayan kalmaz. Afişler bastırılır, röportajlar yapılır. Bu sırada Kenan ise
olanları sahne gerisinden sessizce izlemektedir. Ali Rıza gittikçe daha
cüretkar davranmaya başlamıştır Semiramis'e karşı. Kenan ise bunun sonunun
nereye gittiğini çok iyi bilmesine karşın, sessizce izler olanları.
Semiramis gittikçe oğluna ve kocasına karşı ilgisiz ve kayıtsız davranmaya başlamıştır. Nitekim küçük tartışmalarla başlayan sorunlar büyük kavgalara dönüşür ve evliliklerinin sonu olur. Sado da Kenan'la kalmıştır. Ayrılırlar ayrılmasına ama Semiramis'in arkasında keman çalmak, Kenan'a gittikçe daha ağır gelmeye başlamıştır. Sado'ya Kenan'ın annesi Naime bakmaktadır. Lakin o da bir süre sonra ölünce, Kenan ve Sado'ya yol görünür. Aklına gelen ilk yere, İzmir'e gider kucağındaki oğluyla. Eski arkadaşlarından biri olan Mehtap'ın evinin bir odasında yaşamaya başlar. Bir gazinoda iş bulur kendine fakat yaşadıklarını duymayan kalmadığından, işe başlamasıyla dedikodular da başlar. Bir gün iki adamla fena halde kavga eder ve işten atılır. Bunun üzerine, tekrar yollara düşerler. Şehir şehir gezip, sonunda Adana'ya varırlar. Burada gazino yoktur fakat Cellat Ali adıyla anılan bir adamın işlettiği bir meyhane vardır. Oraya giderek iş ister. İster istemesine ama yöre halkı Türk sanat musikisi bilmeyip, yalnızca türkü söyleyip eğlenmekle yetinmektedirler. Bu sırada Kenan ve Sado yaşlı bir çift olan Sabire Nine ve Halim Baba'nın evleri yanındaki küçük kulübeye yerleşirler. Bir süre işler çok iyi gider. Türk sanat musikisiyle tanışan yöre halkı çok severler Kenan'ı. Lakin bir süre sonra yine eski müşteriler kalır yalnızca. Azla da yetinmeyi bildiklerinden, böylece geçinip giderler.
Sado iyice büyüyüp serpilmiş, ortaokula geçmiştir. Bir yandan okula gidip bir yandan da babasından keman çalmak öğrenen Sado, babası gibi yaman bir kemancı olacaktır anlaşılan. Bir gün babanın oğluna verdiği ders sırasında kemanın bir teli kopar. Kasabada tel taktıracağı bir yer olmadığından, Kenan civar kasabalardan birine doğru yola çıkar bir kara tirenle. Kemanın telini taktırır ve geri dönmek üzere yeniden tirene biner. Tirende kompartımanlardan birinden bir müzik sesi geldiğini duyar ve içeriye kafasını uzattığı anda kendini çilingir sofrasında bulur. Kemanını öttürür, bir iki güzel şarkı söyleyip iki de tek atar. İneceği durağa geldiğinde aralarında topladıkları bahşişi sıkıştırırlar Kenan'ın eline. Epeyi bir parayı gören Kenan, parayı cebine atar ve kasabasına geri döner. Döndüğü gibi de meyhanede yangın çıktığı haberini alır. Meyhane yanıp küle dönmüş, Kenan'ın ekmek ocağı sönmüştür. Bunun üzerine tirende kemancılık yapmaya karar verir.
Bir iki seferde bilet parasını çıkarır. Sonrasında ise işler açılır, epeyi para kazanmaya başlar. Lakin gittikçe yaşlandığından, sesi de bozulmaya başlamıştır. Kendisiyle beraber şarkı söyleyecek birini bulması gerekmektedir. O da o sırada ortaokulda okuyan Sado'yu alır yanına. Sado'nun sesi güzeldir, iyi para kazanırlar. Haydarpaşa-Kars arasında gider gelirler defalarca. Bir gece, bir çilingir sofrasına davet edilirler. Davete icabet ederler ama Kenan'ın gözü hiç tutmamıştır adamları. Türkü çalmalarını isterler. Kenan ise bilmediğini söyler. Onlar türkü ismi sayarlar, Kenan hep bilmiyorum der. Bu inatlaşma bir kavgaya dönüşür ve içlerinden biri Kenan'ı itip yere düşürür. Kafasını çarpan Kenan, oracıkta can verir. Sado çok korkmuştur. Ağlamaya başlar. Adamlar önce Kenan'ı sonra da Sado'yu ve ardından keman kutusunu tirenden aşağı karların üzerine atarlar. Çok korkan Sado, ileri yürür ve babasını bulur. Bedeni soğuk, gözleri kapalıdır. Sado umutsuzca bir tirenin gelmesini bekler babasının başında. Uzaktan bir tirenin ışıklarını görür görmez ayağa kalkıp deli gibi elini kolunu sallayarak kendini fark ettirmeye çalışır. Nitekim Sado'yu fark eden makinist belli ki bir derdi var diye düşünerek tireni durdurup Sado ve Kenan'ın ölü bedenini içeri alır. Sado babasının başında, kasabalarına varana kadar ağlar.
Kasabaya vardığında, Sabire Ninesiyle beraber ağlaşırlar. Babasının cenazesini kaldırdıktan sonra da ninesiyle yaşamaya devam eder. Ortaokula tekrar yazılır ve zar zor da olsa okulu bitirir. Sabire Nine'nin kocası Halim Baba'dan kalma küçük bir dükkan vardır ve Sado dükkanı tekrar işletmeye karar verir. Dükkan kısa süre içinde çiçek gibi olur ve içi tıka basa dolar. Satışlar da iyi gitmektedir.
Sado askere gidip geldikten sonra bir yandan dükkanı işletirken bir yandan da düğünlerde keman çalmaya başlar. İşte böyle düğünlerden birinde görür Şefika'yı. Görür görmez de abayı yakar genç kıza. Şefika annesiyle beraber yaşamakta ve evlerinin önünde küçük bir tezgahta meyve ve sebze satmaktadır. Bir gün Sado bu tezgaha gelir ve armut ısmarlar. Şefika'ya onu düğünde gördüğünü ve evlenmek istediğini söyler. Şefika da onu görmüştür ve evlenme teklifini hemen kabul eder. Kısa bir süre sonra da evlenirler. Şefika ve Sabire Nine reçelle turşu yapıp satmakta, Sado ise dükkanı işletmektedir ve gül gibi geçinip gitmektedirler. Lakin Şefika'nın bir eşkıya tarafından kandırılıp kaçırılmasıyla mutluluklarına gölge düşer. Sado hemen karakola gider fakat olan olmuş, giden gitmiştir artık. Sado bir tirene biner, şehir şehir dolaşarak Şefika'yı aramaya başlar. Ama her şehirde umudu da gittikçe azalarak yok olmaktadır. Bu sırada, yolu derme çatma bir meyhaneye düşer. Bu arada Alev adında bir şarkıcı sahneye çıkmaktadır ve Sado da keman çalmak üzere işe girer. Alev'le karşılaştıkları an, Sado'nun Kenan'a ne kadar benzediğini görür. Sahne arkasında Sado'ya bazı sorular sorar ve Sado'nun kendi oğlu olduğunu anlar. Sado her şeyden habersiz, Alev'le aralarındaki ilişkiye ve bağa bir anlam verememektedir. Annesinden habersiz, işten ayrılır ve tekrar bir tirene binerek karısını aramak üzere yollara düşer.
Bindiği bir tirende bir şarkı sesi duyan Sado, sesi Şefika'ya çok benzetir ve kompartımana doğru gider. Kapıyı araladığında, Şefika'yla birbirlerini görüp heyecan ve sevinç karışımı bir duyguyla birbirlerine sarılırlar. Fakat Şefika'yı kaçıran eşkıya, kendi masasından kimsenin kadın alamayacağını söyleyerek silahını doğrultur ve Sado'nun önüne geçen karısını tek kurşunda öldürür. Şefika'yı ve ardından da Sado'yla keman kutusunu tirenden dışarı atarlar. Kahrolan Sado, karısının yanı başında ağlamaya başlar. Biraz ileride, yağan kar keman kutusunun üzerini ağır ağır kapatmaktadır.
Semiramis gittikçe oğluna ve kocasına karşı ilgisiz ve kayıtsız davranmaya başlamıştır. Nitekim küçük tartışmalarla başlayan sorunlar büyük kavgalara dönüşür ve evliliklerinin sonu olur. Sado da Kenan'la kalmıştır. Ayrılırlar ayrılmasına ama Semiramis'in arkasında keman çalmak, Kenan'a gittikçe daha ağır gelmeye başlamıştır. Sado'ya Kenan'ın annesi Naime bakmaktadır. Lakin o da bir süre sonra ölünce, Kenan ve Sado'ya yol görünür. Aklına gelen ilk yere, İzmir'e gider kucağındaki oğluyla. Eski arkadaşlarından biri olan Mehtap'ın evinin bir odasında yaşamaya başlar. Bir gazinoda iş bulur kendine fakat yaşadıklarını duymayan kalmadığından, işe başlamasıyla dedikodular da başlar. Bir gün iki adamla fena halde kavga eder ve işten atılır. Bunun üzerine, tekrar yollara düşerler. Şehir şehir gezip, sonunda Adana'ya varırlar. Burada gazino yoktur fakat Cellat Ali adıyla anılan bir adamın işlettiği bir meyhane vardır. Oraya giderek iş ister. İster istemesine ama yöre halkı Türk sanat musikisi bilmeyip, yalnızca türkü söyleyip eğlenmekle yetinmektedirler. Bu sırada Kenan ve Sado yaşlı bir çift olan Sabire Nine ve Halim Baba'nın evleri yanındaki küçük kulübeye yerleşirler. Bir süre işler çok iyi gider. Türk sanat musikisiyle tanışan yöre halkı çok severler Kenan'ı. Lakin bir süre sonra yine eski müşteriler kalır yalnızca. Azla da yetinmeyi bildiklerinden, böylece geçinip giderler.
Sado iyice büyüyüp serpilmiş, ortaokula geçmiştir. Bir yandan okula gidip bir yandan da babasından keman çalmak öğrenen Sado, babası gibi yaman bir kemancı olacaktır anlaşılan. Bir gün babanın oğluna verdiği ders sırasında kemanın bir teli kopar. Kasabada tel taktıracağı bir yer olmadığından, Kenan civar kasabalardan birine doğru yola çıkar bir kara tirenle. Kemanın telini taktırır ve geri dönmek üzere yeniden tirene biner. Tirende kompartımanlardan birinden bir müzik sesi geldiğini duyar ve içeriye kafasını uzattığı anda kendini çilingir sofrasında bulur. Kemanını öttürür, bir iki güzel şarkı söyleyip iki de tek atar. İneceği durağa geldiğinde aralarında topladıkları bahşişi sıkıştırırlar Kenan'ın eline. Epeyi bir parayı gören Kenan, parayı cebine atar ve kasabasına geri döner. Döndüğü gibi de meyhanede yangın çıktığı haberini alır. Meyhane yanıp küle dönmüş, Kenan'ın ekmek ocağı sönmüştür. Bunun üzerine tirende kemancılık yapmaya karar verir.
Bir iki seferde bilet parasını çıkarır. Sonrasında ise işler açılır, epeyi para kazanmaya başlar. Lakin gittikçe yaşlandığından, sesi de bozulmaya başlamıştır. Kendisiyle beraber şarkı söyleyecek birini bulması gerekmektedir. O da o sırada ortaokulda okuyan Sado'yu alır yanına. Sado'nun sesi güzeldir, iyi para kazanırlar. Haydarpaşa-Kars arasında gider gelirler defalarca. Bir gece, bir çilingir sofrasına davet edilirler. Davete icabet ederler ama Kenan'ın gözü hiç tutmamıştır adamları. Türkü çalmalarını isterler. Kenan ise bilmediğini söyler. Onlar türkü ismi sayarlar, Kenan hep bilmiyorum der. Bu inatlaşma bir kavgaya dönüşür ve içlerinden biri Kenan'ı itip yere düşürür. Kafasını çarpan Kenan, oracıkta can verir. Sado çok korkmuştur. Ağlamaya başlar. Adamlar önce Kenan'ı sonra da Sado'yu ve ardından keman kutusunu tirenden aşağı karların üzerine atarlar. Çok korkan Sado, ileri yürür ve babasını bulur. Bedeni soğuk, gözleri kapalıdır. Sado umutsuzca bir tirenin gelmesini bekler babasının başında. Uzaktan bir tirenin ışıklarını görür görmez ayağa kalkıp deli gibi elini kolunu sallayarak kendini fark ettirmeye çalışır. Nitekim Sado'yu fark eden makinist belli ki bir derdi var diye düşünerek tireni durdurup Sado ve Kenan'ın ölü bedenini içeri alır. Sado babasının başında, kasabalarına varana kadar ağlar.
Kasabaya vardığında, Sabire Ninesiyle beraber ağlaşırlar. Babasının cenazesini kaldırdıktan sonra da ninesiyle yaşamaya devam eder. Ortaokula tekrar yazılır ve zar zor da olsa okulu bitirir. Sabire Nine'nin kocası Halim Baba'dan kalma küçük bir dükkan vardır ve Sado dükkanı tekrar işletmeye karar verir. Dükkan kısa süre içinde çiçek gibi olur ve içi tıka basa dolar. Satışlar da iyi gitmektedir.
Sado askere gidip geldikten sonra bir yandan dükkanı işletirken bir yandan da düğünlerde keman çalmaya başlar. İşte böyle düğünlerden birinde görür Şefika'yı. Görür görmez de abayı yakar genç kıza. Şefika annesiyle beraber yaşamakta ve evlerinin önünde küçük bir tezgahta meyve ve sebze satmaktadır. Bir gün Sado bu tezgaha gelir ve armut ısmarlar. Şefika'ya onu düğünde gördüğünü ve evlenmek istediğini söyler. Şefika da onu görmüştür ve evlenme teklifini hemen kabul eder. Kısa bir süre sonra da evlenirler. Şefika ve Sabire Nine reçelle turşu yapıp satmakta, Sado ise dükkanı işletmektedir ve gül gibi geçinip gitmektedirler. Lakin Şefika'nın bir eşkıya tarafından kandırılıp kaçırılmasıyla mutluluklarına gölge düşer. Sado hemen karakola gider fakat olan olmuş, giden gitmiştir artık. Sado bir tirene biner, şehir şehir dolaşarak Şefika'yı aramaya başlar. Ama her şehirde umudu da gittikçe azalarak yok olmaktadır. Bu sırada, yolu derme çatma bir meyhaneye düşer. Bu arada Alev adında bir şarkıcı sahneye çıkmaktadır ve Sado da keman çalmak üzere işe girer. Alev'le karşılaştıkları an, Sado'nun Kenan'a ne kadar benzediğini görür. Sahne arkasında Sado'ya bazı sorular sorar ve Sado'nun kendi oğlu olduğunu anlar. Sado her şeyden habersiz, Alev'le aralarındaki ilişkiye ve bağa bir anlam verememektedir. Annesinden habersiz, işten ayrılır ve tekrar bir tirene binerek karısını aramak üzere yollara düşer.
Bindiği bir tirende bir şarkı sesi duyan Sado, sesi Şefika'ya çok benzetir ve kompartımana doğru gider. Kapıyı araladığında, Şefika'yla birbirlerini görüp heyecan ve sevinç karışımı bir duyguyla birbirlerine sarılırlar. Fakat Şefika'yı kaçıran eşkıya, kendi masasından kimsenin kadın alamayacağını söyleyerek silahını doğrultur ve Sado'nun önüne geçen karısını tek kurşunda öldürür. Şefika'yı ve ardından da Sado'yla keman kutusunu tirenden dışarı atarlar. Kahrolan Sado, karısının yanı başında ağlamaya başlar. Biraz ileride, yağan kar keman kutusunun üzerini ağır ağır kapatmaktadır.
SON BAKIŞ:
Mustafa Kutlu'nun
kaleminden dökülen bu hikaye, hepimizden birer parça taşıyor. Aslında kitapta
hepimizin kaderi anlatılıyor. Kitap, bittiğinde buruk bir gülümseme bırakıyor
gerisinde.
2015 – 2016 eğitim –
öğretim yılı başlarken bu sene okuma yılımın adı ararken neden Mustafa Kutlu
olmasın diye zihnimin bir köşesinde sürekli dururdu bu düşünce. Daha önceki
değerlendirme yazılarında bu düşünce serüveninden söz etmiştim. Yılsonu
yaklaşırken değerli üstadımın eserlerini bitirmek üzereyim. Okuduğum her eser
için okur –yazar çevrelerde eserle ilgili bütün değerlendirmeleri de okudum.
Eğitim camiasına
Üstadım ismini bir kez daha hatırlattım, hatta ezberlettim. Birçok öğretmenimiz
ve öğrencimiz Mustafa Kutlu’nun eserlerini okumaya başladılar. Türk Dili ve
Edebiyatı öğretmenlerimiz öğrencilerimize performans görevi olarak Mustafa
Kutlu’nun eserlerini inceleme görevi verdiler. Avrupa’da doğmuş, büyümüş ve
eğitimini orada tamamlamış olan can dostum üstadımın sayesinde Türk toplumunu
daha iyi tanımaya başladığını söyledi.
Tirende Bir Keman
hikayesini okuduğumu zaman diliminde ülkemizde ve dünyamızda yüreğimizin
kabullenemediği ama maalesef gözlerimizin istemeye istemeye aşina olmaya
başladığı olaylar cereyan etmeye devam ediyor. Terör olayları akıllara zarar
bir şekil aldı. Siyasi irade kongre kararı aldı. Yazılı medyada Hayrettin
Karaman Bey ile Yusuf Kaplan Beyin karşılıklı yazışmaları devam ediyor. Bu yıl
rahle- i tedrisatımızdan geçip sendikamızın yönetiminde söz sahibi olmasını
arzuladığımız bazı arkadaşlarımızdan gereken verimi alamadık.
Şuna kanaat getirdim
‘yoldan önce yol arkadaşı’.
Yarına dair
ümitlerimizi yitirmeden çalışmalarımıza devam ediyoruz.
Ümitlerimi hayallerimle besleyip omuzlarımdaki yükü
bırakıp bir yere yanıma bir kuran, bir seccade, bir çuval kitap alıp çıksam bir
dağ başına. Yaslansam bir çınar ağacına okusam da okusam… Yüreğimin ateşi
sönene dek…
3 Mayıs 2016 Salı
Nur
ESERİN KİMLİĞİ
ESERİN
ADI: Nur
YAZARI:
Mustafa KUTLU
YAYIN
EVİ: Dergâh
BASKI
SAYISI: 7. Baskı Eylül 2015
SAYFA
SAYISI: 207
İÇERİK
(MUHTEVA) ÖZELLİKLERİ:
HİKÂYENİN KAHRAMANLARI:
Nur: Bizi biz yapan hikâye kahramanları vardır mesela, kalp
atışlarını avuçlarımızda, hüzünlerini gönlümüzde hissettiğimiz. Nur işte böyle
karakter.
Sinan: Orta halli, bol çocuklu, babasız bir ailenin çocuğu.
Kadırga’da izbe bir yerde oturuyorlar. Baba erken yaşta göçüp gitmiş ahirete...
Sinan, küçük bir mimarlık ofisinde çalışıyor.
Kadırgalı Hamal Ali: Sinan’ın
babası. Onun şahsında Anadolu insanını anlatır Mustafa Kutlu.
Demirci Cemil: Sinan’ın ağabeyi. Cezaevinde hakikatı bulmuş
ve bir erenin dizinin dibine oturmuş bir hak yolu yolcusu.
Çiçek: Sinan’ın kız kardeşi.
Dr. Cüneyt: Çiçek’in tedavisiyle ilgilenen ve aşık olan
genç doktor.
Raci Bey: Nur’un babası
ESERDE İŞLENEN KONU:
Bir hakikat yolculuğu olarak tanımlanabilecek
olan hikâyede, Genç bir mimar olan Nur'un iç sıkıntılarına çare bulmak için
çaldığı kapılar ve yol üstünde tanıştığı insanlar anlatılıyor. Ana karakterin
etrafında şekillenen resimde yerlerini alan her bir kişiyi, Mustafa Kutlu bir
ressam edasıyla tek tek gözümüzün önünde canlandırıyor: Genç ve heyecanlı bir
mimar olan Sinan, babası Kadırgalı hamal Ali, ağabeyi delikanlı Demirci Cemil,
hasta kardeş Çiçek, onun yavuklusu Cüneyt, Nur'un babası Raci bey… ve daha birçok
kişi bu küçük hikayede yerlerini alıp bize bir insanlık durumunu anlatıyorlar.
ESERİN ANA FİKRİ:
Mimari
ile ilgili tartışmalarda 'ruh ve imanın maddeye geçmesi' şeklindeki metafizik
düşüncenin olumlandığı da göz önüne alınırsa metnin esas konusunun 'Rabbini
bilen kendini bilir' söyleyişi üzerine bina edilen tasavvuf ve dolayısıyla hal
ilmi olduğu söylenebilir
ESERİN TÜRÜ:
Hikâye
ESERDE İŞLENEN TEMEL DEĞERLER:
Günümüz insanının değişmeyen "boşluk"
probleminin bir kişiyi merkeze alarak anlatımı olan bu kitap, Mustafa Kutlu
okurları için hem tanıdık bir hikâye özelliği taşıyor hem de uzak diyarların
bir masalını anlatıyormuş gibi bizi başka insanların dünyasına götürüyor.
ÖZET:
“Aman Allah’ım! Yahu
arkadaş dünyada bu kadar güzel bir göz, güzel bir yüz olabilir mi? İri hareli,
uzun kirpikli ela gözler, hilal kaşlar; kaş dedikse hiçbir yanı alınmamış
hilkatten böyle. Minik kalkık bir burun, zarif ağız ve çene. Koyu kestane gür
saçlar parıl parıl o kuğu boyun üzerine dökülmüş. Ne desem boş, bu
güzelliği tarife dil yetmez. Bir de beyaz dişlerini, gamzelerini göstererek
gülümsemez mi. Toprak ayağımın altından kaydı, bayağı bir sallandım. Gel de
düşme. Buğulu, esrarlı bir sesle konuştu. Ya Rabbi bu bir insan mı, yoksa melek
mi?” Mustafa Kutlu böyle başlıyor
hikayesine. Cami çıkışında ayakkabılarını bağlayan bir genç ve usulca
onun yanına yaklaşan güzel mi güzel bir kız...
Kızın adı Nur, cami çıkışında Sinan’ın yanına yaklaşıp
birkaç soru soruyor, tasavvufi meseleler. Sinan da temiz, iyi kalpli bir genç,
yanıtsız bırakmıyor Nur’un sorularını. Bir bir olabildiğince yanıtlıyor. Tanışıyorlar
ayaküstü, ikisi de mimar. Hani ilk görüşte aşk derler ya… “Nur’un bir kalbi var. Ama kanıyor”.
Nur, annesi ve babası hayatta olmasına rağmen, bir boşluğun içinde büyür.
Ninesi büyütür kızcağızı. Gün gelip de nine de öbür tarafa göçünce Nur çıkmaza
düşer… Hakikat arayışı... Yoluna Sinan çıkar, birlikte sorulara cevaplar
ararlar.
Sinan tertemiz, sadakatli bir genç, namazında
niyazında… Kendini çoktan Hakka adamış. Nur ise çıkmazda, gönlü
boşluklarla dolu... Bir zaman sonra hakikati bulup bir şeyhin dizinin dibine
yerleşiyor. Kutlu modern-tasavvufi bir aşk ile karşılıyor okurunu. Zamanlaması
harika. Öyle ya, bu devirde herkese bir Nur gerek… Hikayede Yeşilçam havası
hissediliyor... Sinan orta halli, bol çocuklu, babasız bir ailenin çocuğu.
Kadırga’da izbe bir yerde oturuyorlar. Baba erken yaşta göçüp gitmiş ahirete...
Sinan, küçük bir mimarlık ofisinde çalışıyor.
Nur ise tabi ki tam tersi, varlıklı bir ailenin tek
evladı. En kaliteli okullarda eğitim görmüş, mimar olmuş, her şeyi yerli
yerinde. Ancak anne ve babası küçükken ayrılmışlar, ninesi göz kulak
olmuş, büyütmüş. Klasik bir hikaye gibi görülüyor Nur. Ama verilmek istenilen
mesajlar dikkate değer. Hikaye kahramanları Nur’un ve Sinan’ın mimar olmaları
bir rastlantı değil. Okuruna her daim toplumsal mesajlar vermeyi yeğleyen
yazarımız hikayede de bu düşüncelerine yer veriyor. “Kurtulmak için kurtarmak lazım” diyerek sona
eriyor hikayemiz. Nur mutlu bir sonla bitmeyen, hüzünlü bir hikaye...
SON
BAKIŞ:
Hikayeciliğimizin
usta ismi ilk kez bir kadın kahramanı merkeze alıyor. Kutlu,
Nur'da mistik problemleri olan kolejli bir mimarın fani aşka gönül indirmeyip
hakiki aşkın peşine düşmesini ve varlıktan hiçliğe uzanan yolculuğunu
anlatıyor.
Eşyanın hakikatine Nur'lu yolculuk
Daha okuduğum deneme kitaplarında sıklıkla bahsettiği, itirazını dillendirdiği şehirleşme ve betonlaşmanın nasıl bir maraz olduğuna, neleri yıkıp, yok ettiğine dair uzun bir cevap niteliği taşıyor. Bir yandan maddiyata bağlanmanın arazlarına işaret ederken öte yandan manevi hastalıklardan kurtuluşun reçetesini veriyor.
Daha okuduğum deneme kitaplarında sıklıkla bahsettiği, itirazını dillendirdiği şehirleşme ve betonlaşmanın nasıl bir maraz olduğuna, neleri yıkıp, yok ettiğine dair uzun bir cevap niteliği taşıyor. Bir yandan maddiyata bağlanmanın arazlarına işaret ederken öte yandan manevi hastalıklardan kurtuluşun reçetesini veriyor.
İlk
kez bir kadın kahramanı merkeze alıp anlatıyor hikâyesini. Belli ki
"Kutlu'nun hikâyelerinde neden hiç kadın kahraman yok? Kadınlar neden bu
kadar görünmez halde?' sorusu kulağına gitmiş. Bu soruya cevap bekleyenlerin
beklediğine fazlasıyla değiyor.
Öyle ki kitaba da adını veriyor bu kadın. Nur, bir ahir zaman dervişesi. Zengin bir ailenin kolejli kızı, bir mimar. Ama mistik problemleri var. Çok tekke gezmiş, çok şeyh görmüş, nasibini bulamamış.' Önceleri ne aradığını bilmiyor, kendisi gibi mimar olan Sinan'a rastlıyor bir gün. Ve sorularına Onunla birlikte cevap aramaya koyuluyor. Ruh diyor ısrarla. Kalbi merak ediyor. ‘Bana eşyanın hakikatini göster' diye yakarıyor Allah'a.
Öyle ki kitaba da adını veriyor bu kadın. Nur, bir ahir zaman dervişesi. Zengin bir ailenin kolejli kızı, bir mimar. Ama mistik problemleri var. Çok tekke gezmiş, çok şeyh görmüş, nasibini bulamamış.' Önceleri ne aradığını bilmiyor, kendisi gibi mimar olan Sinan'a rastlıyor bir gün. Ve sorularına Onunla birlikte cevap aramaya koyuluyor. Ruh diyor ısrarla. Kalbi merak ediyor. ‘Bana eşyanın hakikatini göster' diye yakarıyor Allah'a.
Varlıktan hiçliğe yol bulmak
Sinan,
Kutlu'nun tabiriyle tevekkül sahibi, Hakk'a teslim olmuş. Nur ise daha
fazlasına talip. Bunun için Sinan'ın verdiği cevapların yetmediği noktada bir
mürşid-i kamil aramaya koyuluyor. Uzun arayışlar sonunda buluyor da. Hakikati
arayan, varlıktan hiçliğe uzanan, fani aşka gönül indirmeyip hakiki aşkın
peşine düşen bir yangın yeri Nur'un gönlü. O ateşi söndürmek için durmadan
okuyor, soruyor. Kâh Yunus'a açıyor derdini kâh İbni Arabi'den medet umuyor.
Bir
vazgeçişi anlatıyor Kutlu. Kapitalizmin dişlileri arasında yalan vaatlerle
‘mutluluk' pazarlanan insanların kalbindeki sancının fani olanın bütün ayak
bağlarından yüz çevirmek, hakikate talip olmakla dindirilebileceğini hikâye
ediyor. Bu arayışta en sağlam yol arkadaşı olan tasavvuf ve hal ehlinden
istifadenin nasıl zorlaştığını anlıyoruz bir kez daha Nur'un yolculuğuna eşlik
ederken. Tekkelerin kapatılması ile hayatımızdaki bu damarın nasıl
koparıldığını, işaret taşlarımızın nasıl sökülüp atıldığını ama buna rağmen her
devirde Hak dostlarının himmetlerinin üzerimizden eksilmediğini okuyoruz satır
aralarında.
Göz kamaştıran mutlu son
Kutlu'nun
kahramanlarının iki mimar oluşu da boşuna değil elbette. Birbirlerine gizliden
aşık olan Sinan ve Nur'un mesleki kaygıları da ortak zira. Sinan, düşüncelerine
tercüman olan bir röportajı Nur'a okurken biz de yazarın uyarılarına kulak
vermiş oluyoruz: "Müslüman ülkeler
meselenin farkında bile değil ne yazık ki. Onlar için beton kutsal bir malzeme
haline gelmiştir. Çünkü beton demek para demek, ne kadar çok beton dökülürse o
kadar çok para kazanıyorlar. Modern mimâri insanın yerine eşyayı ölçü alan bir
bakış açısına sahip olmuştur. Bu mimari anlayış ne yazık ki insana değil
tüketim toplumu yaratan kapitalist sisteme hizmet etmektedir. Bu düzende mimari
sanayiye, mimarlar da sermayeye teslim olmuştur artık" Nur'un mürşidini
ararken gittiği yerlerde yaptığı tespitler de yine benzer kaygıların söze
dökülmüş hâli: "Eski şehirlerimizin icabına kısa zamanda baktık. ‘Eskiyi
unut, yeni yolu tut' denilmişti. Şehirlerimiz kimliğini kaybedince insanların
tutunacak dalı kesilmişti. Nesiller arasında irtibat kalmadı. Artık ne bir
mimarimiz var, ne bir musikimiz. Sinan demişti bir kere, Tanpınar'ın sözüdür
diye: Cedlerimiz inşa etmiyorlar, ibadet ediyorlardı." Nur'un arayışı nasıl mı nihayet buluyor? Elbette
mutlu son... Ama öyle böyle değil.
Nur
hikayesini okurken ilk başlarda aşk kitabı gibi görülür. Belli bir bölümden
sonra muhteşem bir aşk (ilahi) hikayesi olduğu anlaşılır.
Nur
hikayesini okurken Bosna Hersekli yetim kardeşlerimiz geldi kardeşlerimizle
güzel vakit geçirdik. İlk önce 60. Yıl ilkokuluna, İlçe milli eğitime, İmam
Hatip Lisesine, Aybars Ak Orta Okuluna götürdük. Kardeşlerimizle çok güzel
vakit geçirdik.
Kardeşlerimizle
aramızda gönülden gönüle giden bir yol, gönül dili ile anlaşma vardı.
Bize
lisan rehberliğinde yardımcı olan kardeşimiz tasavvufla alakadar olduğu için
yolda kendisine Nur’dan söz ettim.
Benden
yeni özet bekleyen Can Dostumla telefon görüşme imkanımız oldu. Nur’un
hikayesini sabırsızlıkla beklediğini söyledi.
Bu
sabah görüştüğümüzde yazının bitmek üzere olduğunu kendisine söyledim.
Hakikatı
arayanlar, hakikatı bulanlar ve hakikatı yaşayanların hikayesidir Nur. Fedakarlığın
aşikar özetidir Nur. Sevgiliye ulaşmak için bedenen infakta bulunandır Nur. Bir
cami avlusunda başlayan ve bir hastane koridorunda sevilenin elinden tutarak
sevgiliye hicret etmenin hikayesidir Nur.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)