Kitabın
Adı: Ahlak
Yazar:
Nurettin TOPÇU
Yayınevi:
Dergâh
Sayfa
Sayısı: 222
Baskı
Sayısı: 4
KİTAPTAN
SEÇMELER…
AHLAKIN KONUSU
İnsanlar,
ilk medeniyetlerin kuruluşundan beri, kendi hareketlerinin değerlendirilmesi
temeline dayanan ahlak ile uğraştılar. Çin’de Konfüçyüs, Hindistan’da Buda
ahlaklı yaşamanın yollarını araştırırken bu yolların mutluluğa götürdüğünü
söylediler. Bunlar gibi, ilahi birer ahlak sistemi getiren peygamberler de,
ahlakdışı davranışların, sonunda insana pişmanlık getirici olduğunu ya da
insanlığı mutlaka felakete götüreceğini anlattılar. Eski Yunan’da ahlakın akla
dayalı sistem halinde kurucusu olan Sokrates, ahlak kültürünün ‘’kendini
bilmek’’ten başka bir şey olmadığını söyledi. Ondan önceki Yunan düşünürleri
hep madde dünyasının yapısını anlamaya çalışıyorlardı. Sokrates, onların yanlış
yolda olduklarını, hakikati araştıran gözlerimizi dışımızdaki dünyadan çekip
kendi içimize çevirmemiz gerektiğini ileri sürdü; insan düşüncesini ‘’fizikten
ahlaka yükseltti’’. Ona göre aklın, sapıklıklara düşmeden dosdoğru ilerleyişi
ile ahlakın hakikati elde edilir.
Akıl
insanı mutlaka iyiye götürür.
Eflatun
ahlakı ‘’iyilik ilmi’’ diye tarif etti.
Kant
ahlakı ‘’ ödev ilmi’’ diye tarif etti.
Bize
içinizden seslenen, doğru yolda yürümemizi öğreten vicdanın sesidir.
Ancak
kendi vicdanlarının sesine kulak tıkayanlardır ki her türlü ahlaksızlığı
yapabilirler ve böylelikle akıllarının gösterdiği yoldan uzaklaşmış olurlar.
İyilik
yapanların her zaman akıllı insanlar olduğunu görüyoruz. Akılsızların iyilik
yapma sevgisine sahip olduklarını söyleyemiyoruz. Büyük ve küçük iyilik yapan
bir insanın budala olduğunu düşünemiyoruz. Düşmanlarına bile iyilik yapanları
tebrik etmekten zevk duyuyoruz
Bazıları
da ahlakın konusunu duygular alanında aradılar.
Bir
iyilik yaptığımız zaman içimizde sevinç ve kendimizi tebrik duyguları
buluyoruz.
Milletleri
uğrunda, sahip oldukları varlıkları ve hatta canlarını bile feda eden
kahramanların bu hareketi bir fikir ve hikmet eseri olmaktan çok, içlerinde
sürekli olarak yaşattıkları yüksek duyguların zorunlu sonucudur.
Ahlak
hakkında daha yeni görüşleri ortaya koyan sosyologlar onu, toplumun emirleriyle
yasaklarına uymakta aradılar ve şöyle tarif ettiler: ‘’Belli bir devirde belli
bir insan topluluğu tarafından benimsenmiş olan davranış kaidelerin bütünüdür’’
. Bu anlayışa göre ahlaklık denen şey, devirler ve toplumlar arasında
değişebilir. Her toplum içinde yaşadığı şartların hazırladığı kendine özel bir
ahlak anlayışına sahiptir.
Kendi
varlığının zorunlu olarak ortaya koyduğu ahlakın dışında başka ahlak kaideleri
ona zorla kabul ettirilemez. Bunun için yapılan zorlamalar, toplum yapısında
sakatlıklar doğurur. Toplumun yaşattığı davranış kaidelerinin karşısında ferdin
işi, bu emirlere uymaktan ibarettir. Uymayanlar, anormal ve ahlakdışı
insanlardır.
Sosyolojinin
ahlak görüşünü daha ileri götürenler ahlakı, her toplumda benimsenmiş olan
yaşayış tarzının tanınmasından ibaret bir ‘’örf ve adetler ilmi’’ haline
getirdiler.
Ahlakın
konusu üzerindeki görüşlerin hepsinde ortaklaşa olan, onda ruhsal ve sosyal
unsur bulundurduğudur.
Ancak
düşünen varlık olan insanın serbest kararının eseri olan hareketler ahlaki
sayılıyorlar ve yalnız insan ahlak olayını yaşayabiliyor. Derece derece yüksek
ahlak değerini taşıyanlar hareketlerimiz, öbürlerinden daha şuurla
yaptıklarımızdır. Aynı zamanda hiçbir ahlak hareketi yoktur ki, değişik
görünüşler altında da olsa, gizli veya açık bir sevinç duygusuna bağlanmış
olmasın.
İnsan
eğer yalnız başına yaşasaydı, ahlak diye bir şey söz konusu olamazdı. Çünkü
ahlaklılık ve ahlaksızlık diye, mutlaka bir insanın başka insanlar üzerinde
yaptığı istenen veya istenmeyen etkilere denir. İnsanın kendi kendisine karşı
ahlaklı veya ahlaksız olabileceği düşünülemez.
AHLAK VE İLİM
Ahlakın Karakterleri
Bir ilimin var olabilmesi
için, onun kendine özel, yani başka ilimlerinkinden ayrı bir konusu ve bu
konuyu incelemeye elverişli yine kendine özel metotları bulunması lazımdır.
a) Hâlbuki ahlak, var olandan işe başlayarak, olması lazım geleni yani ideali
araştırır.
b) Ahlakın kaideleri, evrensel oldukları bilinen bir takım ilkelerden
çıkarılır.
a) Ahlak yalnız irade olayları alanında psikoloji ile elele veriyor.
b) Psikoloji, insan ruhunda hürriyetin var olup olmadığını araştırır.
Özet
Ahlakın kendine özel
konusu ve metotları vardır. O da bir ilimdir. Ancak ideali araştırması ve
kaideler ortaya koyması bakımından öbür ilimlerden ayrılır. Hürriyetimizin değerlendirilmesi
bakımından psikolojiden de ayrılır. Ahlak incelemelerinde sübjektif metot
kullanılır. Ahlak, örf ve adetleri tanıtan sosyolojiden de ayrılır.
AHLAK VE SANAT
Ancak ahlaklılık bununla
da kalmıyor. Başkalarını sevindirmek, yoksulları varlığa kavuşturmak,
mazlumları zulümden kurtarmak için yapılan davranışlarda, belli fertlere ve
cemiyetlere uzanan fedakârlıklarda bile sadece vicdanın emrine uymanın
kendimizde geçiren sevincini yaşıyoruz. Ahlakta başkalarına faydalı olmak belki
bir sonuçtur. Lakin ahlak hareketini yaparken her şeyden önce böyle davranmaya
mecbur olduğumuzu içten duyarız. Başka türlü davranmak bizi insanlığımızdan
utandırır.
Namık Kemal ile Mehmet
Akif’in kendindeki karakter ihtirasını şiirleştirirken insanın ahlaki sefaleti
karşısında bazen çok şiddetli olduğunu görüyoruz. Ömer Seyfettin, eski ve yeni
Türk Kahramanlarını yaşatan hikâyelerinde, hiçbir kuvvet karşısında alçalmayan
Türk ruhunun yüceliğini tanıtmak istemiştir. Faust dramını yazan Alman şairi
Goethe, aynı zamanda büyük bir ahlakçı idi.
AHLAK VE DİN
Geçen
asrın sonlarında Fransa’nın iki şehrinde yapılan istatistikler, dini inançları
zayıflatan öğretimin ilerlemesiyle intiharların da arttığını göstermektedir.
Eskimolar arasında yapılan araştırmada, toplu olarak dini merasimlerle
geçirilen kış mevsiminde intihar sayısının azaldığı, av yapmakla dağınık
geçirilen yazın intiharların çoğaldığı görülür. Bu gözlemler, dini inançların,
ruhu kuvvetlendirme yoluyla intiharı önlediğini ortaya koymaktadır. Yalnız
intihar değil, bütün ahlak dışı haller, ruhun zayıflamasından doğarlar.
Hırsızlık yapan, çok defa yoksulluğa dayanamayan zayıf ruhlu insandır. Kazanç
yolunda dostluklara kıyan, başkalarının üstün varlığına tahammül edemeyen haset
sahibidir. Zalimin zulmü, ruh kuvveti olmayan kişinin korkusundandır: Ya kendini
koruyamamak veyahut da etrafında kendinden başka ve üstün kuvvetlerin bulunması
korkusundan.
Fatih
Sultan Mehmet İstanbul’u aldıktan sonra bu şehrin Rum halkına çok iyi davrandı.
Onlara imtiyazlar verdi. Dileklerini benimsedi ve onları bazı vergilerden affetti.
Bu büyüklüğün karşısında Rumlar onu çok sevdiler. Daha fethin ikinci yıllarında
Türkleri İstanbul’dan çıkarmak ve Bizans’ı kurtarmak için, Avrupa’da Paris
şehri etrafında Hristiyan milletlerin katıldığı bir Haçlı ordusunu
hazırlanıyordu. Bundan Türk sultanı telaşlanmadı. Çünkü o, af yolu ile
Bizanslıların kalbini kazanmıştı. İstanbul’dan Paris’e koşup giden piskoposlar
(papazlar) heyeti, Haçlıları, şu sözlerle şaşırttılar ve emellerinden vaz
geçirdiler:
-Sakın
bizi kurtarmak için Türklerle harbe gelmeyin. Bizi karşınızda bulursunuz. Biz
Türk padişahı ile çok iyi anlaştık. Onunla yaşamak istiyoruz.
Bu
olay ruh kuvvetinin kılıç kuvvetine, hiçbir ölçüye vurulamayacak kadar
üstünlüğünü göstermektedir.
Başka
bir örneği de Haçlı Seferi’nden verelim: XI. Asrın sonunda Haçlılar, Kudüs
şehrini Müslümanlardan alınca bu şehrin Müslüman halkından yetmiş bin insanı
öldürdüler. Bu olaydan 88 yıl sonra Kudüs’ü Haçlılardan geri alan Türk
hükümdarı Salâhaddin-i Eyyubi, şehre girdikten sonra hiçbir insana dokunmadı, intikam
almadı, vaktiyle yapılan fenalığı, fenalıkla karşılamadı.
Bu
olayların ortaya koyduğu gibi, zulüm yapmayarak kalp kazananların bu hali,
ruhlarının kuvvetli oluşundan ileri gelmektedir.
Dünyamız
güzel, insanlar sevimli olur. Hayat yaşanmaya değer ve yeryüzünde sonsuz
yaşamanın aşkı canlanır. Ruhu kuvvetli insan, ahlaklı insandır. Kin, zulüm,
kıskançlık ve düşmanlık duyguları, ruhun kuvvetsizliğinden doğmaktadır.
Ahlaklı
insan, ruhundaki kuvveti arttırdıkça, kötülüklerden kurtulur, yalancılık, riyakârlık
ve dalkavukluk gibi kirlerden temizlenir. Olgunlaşır ve yükselir.
Ruh
kuvvetini bizde arttıran kaynağın dinde olduğunu söyledik. Dinlerde birtakım
düzenli hareketler halinde yapılan ibadetlere gelince, bunların gayesi de yine
ruh kuvvetini arttırmaktır. Bu gayeden ayrılınca manasız hareketler halinde
kalırlar ve kendilerini yapan insanı otomatlaştırırlar.
AHLAK DUYGUSU SAYGI
Hepimiz, insanın bütün yaratıklara üstlüğüne
inanıyoruz. Bu inanç her şeyden önce, başka varlıklarda bulunmayan değerlerin
kendimizde bulunduğu veya bulunması gerektiği düşüncesinden kaynayıp
gelmektedir. Bu inanca sahip olmadan yaşayamıyoruz. Şüphesiz insanda,
hayvanların sahip olduğu içgüdüleri şuurla besleyen duygular da vardır. Ancak
insan kendi şahsiyetini yuğurmada iken, hayal gücünün dünyasını, kendinde,
hiçbir zaman hayvanda benzeri görülmeyen yüksek duyguların bulunduğunu belirten
hayallerle doldurur. Başka insanlara da bu gözle bakar.
Saygı öyle bir cevherdir ki biz istesek de
istemesek de layık olduğu yerde mutlaka doğacaktır.
Saygı bütün ahlak duygularının kaynağıdır.
Kendilerine karşı saygı duyulanların bu
saygıya layık olup olmadıkları ayrı bir konudur. Saygıyı duyan insanın asıl
kendi ruhunda bir büyüklük yaşanmaktadır. Saygısı ne kadar çok ise insan o
kadar büyüktür.
Saygının hareketler halinde belirtilmesinde,
tarihimizden örnekler verelim: Osman Gazi, Anadolu’ya geldiği zaman misafir
olduğu Şeyh Edabali’nin evinde yatak konulan Kur’an’ın karşısında ‘’Allah
kitabının huzurunda yatılmaz’’ diye bütün geceyi saygı duruşunda geçirmişti.
Fatih Sultan Mehmet, Hükümet adetlerine aykırı
olduğu halde hocası Molla Gürani ile karşılaştığı yerde elini öperdi. Kendi
deyişi ile zamanın imam-ı azabı olan Molla Hüsrev’e camide bile rastlasa ayağa
kalkardı.
Yavuz Sultan Selim, Mısır Seferi’nden dönüşte
yolda atının ayağından kendisinin elbisesine çamur sıçratan İbni Kemal’in bu
hareketini kızgınlıkla karşılamamış, çamura bulaşan kaftanını çıkarmış ve
‘’Âlimlerin atının ayağından sıçrayan çamur bile bizim için şereftir. Alınız bunu
tabutuma örtünüz!’’ demişti. Bu hareketiyle ilme ve âlimlere karşı saygısını
gösterirken sonraki nesillere de en büyük örnek olmuştu.
Başkalarını aldatmak, başta gelen bir
saygısızlıktır. Aldatılan insanın, karar verici irade sahibi şahsiyetini
tanımamaktır, ondaki insan olan varlığı hiçe saymaktır.
Başkasına verdiği sözü tutmayan, başkalarının
insanlığına saygısız demektir. Bu bir ahlak düşüklüğüdür. Ahlaklı adam, verdiği
sözü mutlaka yapar.
Başkalarının her türlü fikirlerine saygılı
olmalıdır.
Hiç kimsenin başkalarının da kendisi gibi
düşünmelerini istemeye hakkı yoktur. Her günkü yaşanan olaylar üzerinde olduğu
gibi bir toplulukta, bir mecliste herkes kendi görüşünü serbestçe söyleyebilmen
ve karşısındakiler onu saygı ile dinleyebilmelidirler. Başkalarının görüşleri
bizimkine ne kadar aykırı olursa olsun, insan düşüncesinin eseri olduğu için
onu sakin, saygılı ve edepli halde dinlemeliyiz. Olgun ve medeni insanlar böyle
yaparlar. İnsana saygı bilmeyen geri ve barbar topluluklar ise, kendi
görüşlerine uymayan sözler söylenip tenkitler yapılınca bağırır, saldırır ve
yumruklaşırlar.
Olgun ve medeni insanların en değerli zihni
karakteri, hoşgörüdür. Hoşgörü, başkalarının görüş ve düşüncelerini, dini,
siyasi her türlü inançlarının saygıyla karşılamaktır. Başkaları bizden başka
türlü düşünebilirler, bize gülünç görünen örflere bağlanabilirler, bizim küçük
gördüğümüz değerleri yaşatabilirler. Bizim insanlık görevimiz, bunların hepsini
saygıyla karşılamaktır. Hoşgörüye sahip olmayışın doğurduğu hamlığa taassup adı
verilir. Taassup, düşüncenin her alanında hakikatle hürriyetin düşmanıdır,
fikirler dünyasında yapılan zulümdür.
Bir okulun veya herhangi bir kurumun kendinde
yaşattığı düzeni koruma kuvvetine disiplin denir. Disiplinsiz ne bir okul, ne
bir ordu, ne de herhangi bir kurum yaşayamaz. Düzen bozulunca işler aksar. Bu
halin ilerlemesi ise mutlaka yıkımdır. Disiplin bir kurumu yaşatan ruhsal bir
güçtür. Ona saygı duymalıdır. Her yerde toplum düzenini bozan davranışa anarşi
derler. Anarşi ahlakın tam karşısındadır.
İnsan, sözleriyle davranışlarında başkalarına
karşı nazik olmalıdır. Nezaket, medeni ve olgun insanın karakteridir. Yapmacık
değil de samimi yanı inanılmış olduğu zaman, insan karşısında duyulan saygının
eseridir. İnsanın büyüklüğüne inanmaktan doğar. Kaba olanlar, insanı bir
bedenden ibaret gören, ruh varlığından bilgisi olmayanlardır. Kabalık insanı
adım adım hayvanlığa yaklaştırır.
Hep birbirimize karşı nazik davranmakla
sevgimiz artar, ruhumuz kuvvetlenir ve yaşamak güzelleşir.
ALİ
FUAD BAŞGİL’DEN OKUMA PARÇASI
-Çalışmak için müsait gün ve saat bekleme. Bil
ki, her gün ve her saat çalışmanın en müsait zamanıdır.
-Çalışmak için müsait yer ve köşe arama. Bil
ki, her yer ve her köşe çalışmanın en müsait yeridir.
-Çalışmaya oturduğun zaman tıpkı ateş hattında
düşman gözetleyen bir asker gibi uyanık ol ve dikkat kesil. Bütün ruhi ve
bedeni kuvvetinle kendini işe ver.
-Çok düşün ve iyi bil ki, çalışmak mutlaka
hareket etmek veya okumak, yazmak değildir. Düşünen bir insan, maden
kuyularında kazma sallayan işçiden daha çok çalışıyordu.
-Sebat et, genç dostum, sebat et! Damlaya
damlaya göl olur. Aynı noktaya düşen damlacıklar, zamanla mermeri bile deler.
-Gece yatağına uzandığın zaman, o gün ne
yaptığını ve yarın ne yapacağını kendine sormadan uyuma.
-Dikkat et: Sözlerin ve yazıların kısa, açık
ve manalı olsun.
-Kişinin kıymeti dilinin altında ve kalemin
ucunda gizlidir. Onu söz ve yazı açığa vurur.
-Çok konuşma, Yerinde ve özlü konuş. Kıymet ve
tesir çok sözde değil, yerinde ve özlü sözdedir.
-Dilini tut ve bil ki, dil yarası bıçak
yarasından daha vahimdir.
-Bir kimsenin yüzüne karşı söyleyemeyeceğini
arkasından söyleme ve bil ki arkadan konuşma korkaklığın en iğrenç şeklidir.
-Yalan söyleme. Yalan söyleyen, tutulmak
korkusu içinde yaşayan hırsız gibidir.
-Herkesçe beğeniler asıl güzellik, ahlak
güzelliğidir. Çünkü ahlakı güzel insan her yaşta güzeldir.
-Dostlarına vefalı, düşmanlarına müsamahalı ol
ve yere yıktığın düşmanını tekmeleme, alicenaplık göster. Vefa ve alicenaplık
yüksek ahlakın iki parlak şiarıdır.
-Büyüklere hürmet et. Ta ki büyüdüğün zaman
sende küçüklerden hürmet göresin.
-Kusurlarını kendin gör. Ta ki onları tamir ve
ikmal edebilesin.
-İyiliğe karşı iyilik adalettir. İyiliğe karşı
kötülük cinayettir. Kötülüğe karşı iyilik ihsan ve atıfettir ve insanlığın en
büyük derecesidir.
-Kendinden üsttekilere değil, kendinden
alttakilere bak, rahat edersin.
İNSAN
HAYATININ GAYESİ ERDEM VE MUTLULUK
İnsan, yalnız fizyolojik fonksiyonlarıyla
yaşamayan yaratıktır. Onun bedene ait fonksiyonlarını belki bir vasıta olarak
kullanan ruhsal fonksiyonları vardır. Ruhsal yapı, insanı geçmişten gelerek
geleceğe çevrilen idealist bir varlık halinde yaşatmaktır. Onun yaşattığı temel
ideal, mutlu olmaktır.
SOSYAL
YAŞAYIŞ KURALLARI
İnsanın hür oluşu ona, toplum içinde yalnız
kendi isteklerine uyarak yaşamaya hak kazandırmaz. Hürriyetimiz sınırsız
değildir. Bedenin hürriyeti bir yandan ruhun hürriyeti sınırlandırır.
Hürriyetini seven insan, başkalarının
hürriyetine saygılı olmalıdır. Başkalarının hürriyetine saygılı olmak, toplum
düzenini kuran ve yaşatan bütün kurallarına uymakla olur.
Medeni hayat ilerledikçe sosyal yaşayışın
kuralları çoğalır.
Özet
Fertlerin her zaman uymaları zorunlu olan,
toplu yaşayış kuralları vardır. Ferdin hür oluşu, bunları çiğnemesinde değil,
belki onlara uymak istemesinde aranır. Medeniyet ilerledikçe bu kurallar
çoğalır. Disipline uymak, olgunlukla ahlaklılıktan doğar.
ALIŞKANLIK
VE AHLAK TERBİYESİ
İnsanlar
doğuştan, düşünme yetisine sahip oldukları gibi ahlak yetisine de sahiptirler.
Şuurun gelişmesinde zihnin terbiyesine lüzum olduğu gibi ahlakın gelişmesinde
de ahlaki terbiyeye ihtiyaç vardır. Çevrenin iyi şartları kötü bir insanın
iyiliğe doğru yönetilmesine yarayabildiği gibi, çevrenin fena şartları bir
iyinin kötülüğe sürüklenmesine yarayabilir. Kötülükten uzaklaştırmak ve iyileri
daha ileri iyiliklerin hizasına yükseltmek, ahlak terbiyesinin işidir.
Ahlakta
öğütlerin faydası vardır ancak kendine hazır olanlar üzerinde öğüt etkili olur.
Ona hazırlanmamış olanlar için öğüt ‘kuru nasihat’tir, onlar öğütlerden kuvvet
alamazlar, çünkü onu benimseyemezler.
1.Ahlaklılık ve ahlaklı davranış, söz veya
fikir halinde ileri sürülmeden önce onu hareket halinde yaşatmak ve ahlak
olayını yaşayan insanda iyilik duygusunu yaratmak lazımdır. Düşünmeden önce
duymalı, öğrenmeden önce ıstırabını çekmelidir. ‘’Bir şeyin ıstırabını
çekmeyen, onu ne tanır, ne de sever’’ deniyor. Musset’in sözüyle ‘’İnsan bir
çıraktır, onu yetiştiren ıstıraplar yani çekilen acılardır.’’ Acı çekmek,
yaşamakla olur. Bu sebepten insan yaşadıkça ve acılar çoğaldıkça ahlakı
yükselir ve değerlenir.
2.Ahlak terbiyesinde, kötülüklerin
denenmesinden kaçılmalıdır. Sempati duygusu, hareketler dünyasında ruhları
birbirine yaklaştırıcı ve davranışlarda da bulaşma sağlayıcı olduğundan, kötü
olmamak için kötülüklerden uzak durmamız gerekiyor. ‘’Ben kötü insanlara
yaklaşırım ama kötü olmam’’ sözü psikolojinin gerçeklerine aykırıdır. Üzüm
üzüme baka baka kararır. İnsan yaklaştıklarından huy kapar. Bu yüzden her
çevrenin kendine özel terbiyesi vardır.
3.Kendimizden örnek vererek iyiliği
sevdirmeliyiz. Bir öğretmen öğrencilerine kendindeki çalışma, saygı, ödev,
adalet ve millet sevgisi, kanunlara bağlılık gibi halleri davranışlar halinde
göstermeli, bütün bu üstün ahlak değerlerine kendi varlığını örnek yapmalıdır.
4.Ahlakı yükseltmede göz önünde tutulacak
önemli bir iş de, kişinin şahsiyetine değer vermektir. Bir insanın
kötülüklerini yumruk halinde yüzüne vurmakla o insan düzeltilemez.
Özet
Ahlak
terbiyesi çok basamaklı bir çalışma ile olur. Ahlaklılık bilgi olmadan önce
hareket halinde yaşanmalı ve böylece yaşanmış bir duygu olmalıdır. Kötülüklerin
denenmesi çok defa zararlı bir denemedir. İyiliği aşılayanın kendinden örnek
vermesi gereklidir. Eğitilen kişinin şahsiyetine değer vermelidir. Ahlak
yolunun aydınlatılmasında öğütlere de ihtiyaç vardır. Sonunda ahlaki davranış,
alışkanlık haline getirilmelidir. Geleceğimizin sahibi gençlikte kazanılan iyi
alışkanlıklardır. Kötü alışkanlıklar, insanı esir eden en tehlikeli
kuvvetlerdir.
AHLAKIN
PSİKOLOJİK GÖRÜNÜŞÜ
Ahlakın, biri psikolojik öbürü sosyolojik
olmak üzere iki türlü görünüşü vardır. Ahlaki davranışlarımıza temel olan değer
hükümleri düşüncenin eseridirler, ruh yapımızdan doğarlar. Adalet, merhamet,
ödeve bağlılık gibi değerlerin, insan düşüncesinin evrensel hakikatler diye
tanıdığı temeller olduğunu biliyoruz.
İyi ile kötüyü ayırt etme yetisi bizde
doğuştan vardır.
BENLİK
VE ŞAHSİYET
İnsan, düşüncesiyle ilkin kendi varlığını
anlıyor. Bu bilgi ile beraber kendi hareketlerini yine kendi idare ettiğini de
anlıyor. Bu anlayış benlik fikrini meydana getiriyor. Şu halde benlik veya
şahsiyet, insanın kendi kendinin farkında olması ve kendi hareketlerini idare etmesidir.
Özet
Benlik veya şahsiyet, insanın, kendi kendisinin farkında
olması ve kendi hareketlerini idare etmesidir. Şahsiyetin temel yapısında akıl
ve hürriyeti görüyoruz. Benliği meydana getiren unsurlar, maddi, ruhsal ve
sosyal olmak üzere üçe ayrılırlar. Çocuğun benliği vücudundan ibarettir.
Olgunlaşma ile ruhsal benlik meydana çıkarak maddi benliğin değerini azaltır.
Daha sonra sosyal benlik doğar. Bu, toplumdaki yerimizin bize sunduğu
benliktir. Sosyal benlik geliştikçe ruhsal benliği törpüleyici bir kuvvet
olabilir. Üst-ben, ana-babadan ve atalardan gelip de, içimize sinerek farkında
olmadan davranışlarımızı idare eder.
Şahsiyet, somut ve her zaman hareket hazır bulunması gereken
bir bütündür. Bütün hareketlerimizde şahsiyetimizin damgası vardır. İyi bir
ahlak terbiyesi, şahsiyetin bütününü değiştirme gayesini gütmek zorundadır.
KARAKTER
İnsan düşüncesinin ölüme kadar hiç kesilmeyen sürekli ve değişmez
bileşimine benlik veya şahsiyet demiştik. Onun davranışlar ve tepkiler halinde
görülen özelliklerine karakter diyoruz. Karakter, bir ferdi veya fertler
zümresini başkalarından ayırt eden, alışkanlık haline gelmiş hareket ve tepki
tarzlarının bütünüdür. Hareketlerin ortaya koyduğu karakter, insanın zeka,
duygu ve irade yapısının özelliklerini gösterir.