17 Mayıs 2018 Perşembe

AHLAK

 Kitabın Adı: Ahlak
Yazar: Nurettin TOPÇU
Yayınevi: Dergâh
Sayfa Sayısı: 222
Baskı Sayısı: 4

KİTAPTAN SEÇMELER…
AHLAKIN KONUSU

İnsanlar, ilk medeniyetlerin kuruluşundan beri, kendi hareketlerinin değerlendirilmesi temeline dayanan ahlak ile uğraştılar. Çin’de Konfüçyüs, Hindistan’da Buda ahlaklı yaşamanın yollarını araştırırken bu yolların mutluluğa götürdüğünü söylediler. Bunlar gibi, ilahi birer ahlak sistemi getiren peygamberler de, ahlakdışı davranışların, sonunda insana pişmanlık getirici olduğunu ya da insanlığı mutlaka felakete götüreceğini anlattılar. Eski Yunan’da ahlakın akla dayalı sistem halinde kurucusu olan Sokrates, ahlak kültürünün ‘’kendini bilmek’’ten başka bir şey olmadığını söyledi. Ondan önceki Yunan düşünürleri hep madde dünyasının yapısını anlamaya çalışıyorlardı. Sokrates, onların yanlış yolda olduklarını, hakikati araştıran gözlerimizi dışımızdaki dünyadan çekip kendi içimize çevirmemiz gerektiğini ileri sürdü; insan düşüncesini ‘’fizikten ahlaka yükseltti’’. Ona göre aklın, sapıklıklara düşmeden dosdoğru ilerleyişi ile ahlakın hakikati elde edilir.
Akıl insanı mutlaka iyiye götürür.
Eflatun ahlakı ‘’iyilik ilmi’’ diye tarif etti.
Kant ahlakı ‘’ ödev ilmi’’ diye tarif etti.
Bize içinizden seslenen, doğru yolda yürümemizi öğreten vicdanın sesidir.
Ancak kendi vicdanlarının sesine kulak tıkayanlardır ki her türlü ahlaksızlığı yapabilirler ve böylelikle akıllarının gösterdiği yoldan uzaklaşmış olurlar.
İyilik yapanların her zaman akıllı insanlar olduğunu görüyoruz. Akılsızların iyilik yapma sevgisine sahip olduklarını söyleyemiyoruz. Büyük ve küçük iyilik yapan bir insanın budala olduğunu düşünemiyoruz. Düşmanlarına bile iyilik yapanları tebrik etmekten zevk duyuyoruz
Bazıları da ahlakın konusunu duygular alanında aradılar.
Bir iyilik yaptığımız zaman içimizde sevinç ve kendimizi tebrik duyguları buluyoruz.
Milletleri uğrunda, sahip oldukları varlıkları ve hatta canlarını bile feda eden kahramanların bu hareketi bir fikir ve hikmet eseri olmaktan çok, içlerinde sürekli olarak yaşattıkları yüksek duyguların zorunlu sonucudur.
Ahlak hakkında daha yeni görüşleri ortaya koyan sosyologlar onu, toplumun emirleriyle yasaklarına uymakta aradılar ve şöyle tarif ettiler: ‘’Belli bir devirde belli bir insan topluluğu tarafından benimsenmiş olan davranış kaidelerin bütünüdür’’ . Bu anlayışa göre ahlaklık denen şey, devirler ve toplumlar arasında değişebilir. Her toplum içinde yaşadığı şartların hazırladığı kendine özel bir ahlak anlayışına sahiptir.
Kendi varlığının zorunlu olarak ortaya koyduğu ahlakın dışında başka ahlak kaideleri ona zorla kabul ettirilemez. Bunun için yapılan zorlamalar, toplum yapısında sakatlıklar doğurur. Toplumun yaşattığı davranış kaidelerinin karşısında ferdin işi, bu emirlere uymaktan ibarettir. Uymayanlar, anormal ve ahlakdışı insanlardır.
Sosyolojinin ahlak görüşünü daha ileri götürenler ahlakı, her toplumda benimsenmiş olan yaşayış tarzının tanınmasından ibaret bir ‘’örf ve adetler ilmi’’ haline getirdiler.
Ahlakın konusu üzerindeki görüşlerin hepsinde ortaklaşa olan, onda ruhsal ve sosyal unsur bulundurduğudur.
Ancak düşünen varlık olan insanın serbest kararının eseri olan hareketler ahlaki sayılıyorlar ve yalnız insan ahlak olayını yaşayabiliyor. Derece derece yüksek ahlak değerini taşıyanlar hareketlerimiz, öbürlerinden daha şuurla yaptıklarımızdır. Aynı zamanda hiçbir ahlak hareketi yoktur ki, değişik görünüşler altında da olsa, gizli veya açık bir sevinç duygusuna bağlanmış olmasın.
İnsan eğer yalnız başına yaşasaydı, ahlak diye bir şey söz konusu olamazdı. Çünkü ahlaklılık ve ahlaksızlık diye, mutlaka bir insanın başka insanlar üzerinde yaptığı istenen veya istenmeyen etkilere denir. İnsanın kendi kendisine karşı ahlaklı veya ahlaksız olabileceği düşünülemez.

AHLAK VE İLİM
Ahlakın Karakterleri

Bir ilimin var olabilmesi için, onun kendine özel, yani başka ilimlerinkinden ayrı bir konusu ve bu konuyu incelemeye elverişli yine kendine özel metotları bulunması lazımdır.
a)     Hâlbuki ahlak, var olandan işe başlayarak, olması lazım geleni yani ideali araştırır.
b)    Ahlakın kaideleri, evrensel oldukları bilinen bir takım ilkelerden çıkarılır.

a)     Ahlak yalnız irade olayları alanında psikoloji ile elele veriyor.
b)    Psikoloji, insan ruhunda hürriyetin var olup olmadığını araştırır.

Özet
Ahlakın kendine özel konusu ve metotları vardır. O da bir ilimdir. Ancak ideali araştırması ve kaideler ortaya koyması bakımından öbür ilimlerden ayrılır. Hürriyetimizin değerlendirilmesi bakımından psikolojiden de ayrılır. Ahlak incelemelerinde sübjektif metot kullanılır. Ahlak, örf ve adetleri tanıtan sosyolojiden de ayrılır.


AHLAK VE SANAT

Ancak ahlaklılık bununla da kalmıyor. Başkalarını sevindirmek, yoksulları varlığa kavuşturmak, mazlumları zulümden kurtarmak için yapılan davranışlarda, belli fertlere ve cemiyetlere uzanan fedakârlıklarda bile sadece vicdanın emrine uymanın kendimizde geçiren sevincini yaşıyoruz. Ahlakta başkalarına faydalı olmak belki bir sonuçtur. Lakin ahlak hareketini yaparken her şeyden önce böyle davranmaya mecbur olduğumuzu içten duyarız. Başka türlü davranmak bizi insanlığımızdan utandırır.
Namık Kemal ile Mehmet Akif’in kendindeki karakter ihtirasını şiirleştirirken insanın ahlaki sefaleti karşısında bazen çok şiddetli olduğunu görüyoruz. Ömer Seyfettin, eski ve yeni Türk Kahramanlarını yaşatan hikâyelerinde, hiçbir kuvvet karşısında alçalmayan Türk ruhunun yüceliğini tanıtmak istemiştir. Faust dramını yazan Alman şairi Goethe, aynı zamanda büyük bir ahlakçı idi.

AHLAK VE DİN

Geçen asrın sonlarında Fransa’nın iki şehrinde yapılan istatistikler, dini inançları zayıflatan öğretimin ilerlemesiyle intiharların da arttığını göstermektedir. Eskimolar arasında yapılan araştırmada, toplu olarak dini merasimlerle geçirilen kış mevsiminde intihar sayısının azaldığı, av yapmakla dağınık geçirilen yazın intiharların çoğaldığı görülür. Bu gözlemler, dini inançların, ruhu kuvvetlendirme yoluyla intiharı önlediğini ortaya koymaktadır. Yalnız intihar değil, bütün ahlak dışı haller, ruhun zayıflamasından doğarlar. Hırsızlık yapan, çok defa yoksulluğa dayanamayan zayıf ruhlu insandır. Kazanç yolunda dostluklara kıyan, başkalarının üstün varlığına tahammül edemeyen haset sahibidir. Zalimin zulmü, ruh kuvveti olmayan kişinin korkusundandır: Ya kendini koruyamamak veyahut da etrafında kendinden başka ve üstün kuvvetlerin bulunması korkusundan.
Fatih Sultan Mehmet İstanbul’u aldıktan sonra bu şehrin Rum halkına çok iyi davrandı. Onlara imtiyazlar verdi. Dileklerini benimsedi ve onları bazı vergilerden affetti. Bu büyüklüğün karşısında Rumlar onu çok sevdiler. Daha fethin ikinci yıllarında Türkleri İstanbul’dan çıkarmak ve Bizans’ı kurtarmak için, Avrupa’da Paris şehri etrafında Hristiyan milletlerin katıldığı bir Haçlı ordusunu hazırlanıyordu. Bundan Türk sultanı telaşlanmadı. Çünkü o, af yolu ile Bizanslıların kalbini kazanmıştı. İstanbul’dan Paris’e koşup giden piskoposlar (papazlar) heyeti, Haçlıları, şu sözlerle şaşırttılar ve emellerinden vaz geçirdiler:
-Sakın bizi kurtarmak için Türklerle harbe gelmeyin. Bizi karşınızda bulursunuz. Biz Türk padişahı ile çok iyi anlaştık. Onunla yaşamak istiyoruz.
Bu olay ruh kuvvetinin kılıç kuvvetine, hiçbir ölçüye vurulamayacak kadar üstünlüğünü göstermektedir.
Başka bir örneği de Haçlı Seferi’nden verelim: XI. Asrın sonunda Haçlılar, Kudüs şehrini Müslümanlardan alınca bu şehrin Müslüman halkından yetmiş bin insanı öldürdüler. Bu olaydan 88 yıl sonra Kudüs’ü Haçlılardan geri alan Türk hükümdarı Salâhaddin-i Eyyubi, şehre girdikten sonra hiçbir insana dokunmadı, intikam almadı, vaktiyle yapılan fenalığı, fenalıkla karşılamadı.
Bu olayların ortaya koyduğu gibi, zulüm yapmayarak kalp kazananların bu hali, ruhlarının kuvvetli oluşundan ileri gelmektedir.
Dünyamız güzel, insanlar sevimli olur. Hayat yaşanmaya değer ve yeryüzünde sonsuz yaşamanın aşkı canlanır. Ruhu kuvvetli insan, ahlaklı insandır. Kin, zulüm, kıskançlık ve düşmanlık duyguları, ruhun kuvvetsizliğinden doğmaktadır.
Ahlaklı insan, ruhundaki kuvveti arttırdıkça, kötülüklerden kurtulur, yalancılık, riyakârlık ve dalkavukluk gibi kirlerden temizlenir. Olgunlaşır ve yükselir.
Ruh kuvvetini bizde arttıran kaynağın dinde olduğunu söyledik. Dinlerde birtakım düzenli hareketler halinde yapılan ibadetlere gelince, bunların gayesi de yine ruh kuvvetini arttırmaktır. Bu gayeden ayrılınca manasız hareketler halinde kalırlar ve kendilerini yapan insanı otomatlaştırırlar.

AHLAK DUYGUSU SAYGI

Hepimiz, insanın bütün yaratıklara üstlüğüne inanıyoruz. Bu inanç her şeyden önce, başka varlıklarda bulunmayan değerlerin kendimizde bulunduğu veya bulunması gerektiği düşüncesinden kaynayıp gelmektedir. Bu inanca sahip olmadan yaşayamıyoruz. Şüphesiz insanda, hayvanların sahip olduğu içgüdüleri şuurla besleyen duygular da vardır. Ancak insan kendi şahsiyetini yuğurmada iken, hayal gücünün dünyasını, kendinde, hiçbir zaman hayvanda benzeri görülmeyen yüksek duyguların bulunduğunu belirten hayallerle doldurur. Başka insanlara da bu gözle bakar.
Saygı öyle bir cevherdir ki biz istesek de istemesek de layık olduğu yerde mutlaka doğacaktır.
Saygı bütün ahlak duygularının kaynağıdır.
Kendilerine karşı saygı duyulanların bu saygıya layık olup olmadıkları ayrı bir konudur. Saygıyı duyan insanın asıl kendi ruhunda bir büyüklük yaşanmaktadır. Saygısı ne kadar çok ise insan o kadar büyüktür.
Saygının hareketler halinde belirtilmesinde, tarihimizden örnekler verelim: Osman Gazi, Anadolu’ya geldiği zaman misafir olduğu Şeyh Edabali’nin evinde yatak konulan Kur’an’ın karşısında ‘’Allah kitabının huzurunda yatılmaz’’ diye bütün geceyi saygı duruşunda geçirmişti.
Fatih Sultan Mehmet, Hükümet adetlerine aykırı olduğu halde hocası Molla Gürani ile karşılaştığı yerde elini öperdi. Kendi deyişi ile zamanın imam-ı azabı olan Molla Hüsrev’e camide bile rastlasa ayağa kalkardı.
Yavuz Sultan Selim, Mısır Seferi’nden dönüşte yolda atının ayağından kendisinin elbisesine çamur sıçratan İbni Kemal’in bu hareketini kızgınlıkla karşılamamış, çamura bulaşan kaftanını çıkarmış ve ‘’Âlimlerin atının ayağından sıçrayan çamur bile bizim için şereftir. Alınız bunu tabutuma örtünüz!’’ demişti. Bu hareketiyle ilme ve âlimlere karşı saygısını gösterirken sonraki nesillere de en büyük örnek olmuştu.
Başkalarını aldatmak, başta gelen bir saygısızlıktır. Aldatılan insanın, karar verici irade sahibi şahsiyetini tanımamaktır, ondaki insan olan varlığı hiçe saymaktır.
Başkasına verdiği sözü tutmayan, başkalarının insanlığına saygısız demektir. Bu bir ahlak düşüklüğüdür. Ahlaklı adam, verdiği sözü mutlaka yapar.
Başkalarının her türlü fikirlerine saygılı olmalıdır.
Hiç kimsenin başkalarının da kendisi gibi düşünmelerini istemeye hakkı yoktur. Her günkü yaşanan olaylar üzerinde olduğu gibi bir toplulukta, bir mecliste herkes kendi görüşünü serbestçe söyleyebilmen ve karşısındakiler onu saygı ile dinleyebilmelidirler. Başkalarının görüşleri bizimkine ne kadar aykırı olursa olsun, insan düşüncesinin eseri olduğu için onu sakin, saygılı ve edepli halde dinlemeliyiz. Olgun ve medeni insanlar böyle yaparlar. İnsana saygı bilmeyen geri ve barbar topluluklar ise, kendi görüşlerine uymayan sözler söylenip tenkitler yapılınca bağırır, saldırır ve yumruklaşırlar.
Olgun ve medeni insanların en değerli zihni karakteri, hoşgörüdür. Hoşgörü, başkalarının görüş ve düşüncelerini, dini, siyasi her türlü inançlarının saygıyla karşılamaktır. Başkaları bizden başka türlü düşünebilirler, bize gülünç görünen örflere bağlanabilirler, bizim küçük gördüğümüz değerleri yaşatabilirler. Bizim insanlık görevimiz, bunların hepsini saygıyla karşılamaktır. Hoşgörüye sahip olmayışın doğurduğu hamlığa taassup adı verilir. Taassup, düşüncenin her alanında hakikatle hürriyetin düşmanıdır, fikirler dünyasında yapılan zulümdür.
Bir okulun veya herhangi bir kurumun kendinde yaşattığı düzeni koruma kuvvetine disiplin denir. Disiplinsiz ne bir okul, ne bir ordu, ne de herhangi bir kurum yaşayamaz. Düzen bozulunca işler aksar. Bu halin ilerlemesi ise mutlaka yıkımdır. Disiplin bir kurumu yaşatan ruhsal bir güçtür. Ona saygı duymalıdır. Her yerde toplum düzenini bozan davranışa anarşi derler. Anarşi ahlakın tam karşısındadır.
İnsan, sözleriyle davranışlarında başkalarına karşı nazik olmalıdır. Nezaket, medeni ve olgun insanın karakteridir. Yapmacık değil de samimi yanı inanılmış olduğu zaman, insan karşısında duyulan saygının eseridir. İnsanın büyüklüğüne inanmaktan doğar. Kaba olanlar, insanı bir bedenden ibaret gören, ruh varlığından bilgisi olmayanlardır. Kabalık insanı adım adım hayvanlığa yaklaştırır.
Hep birbirimize karşı nazik davranmakla sevgimiz artar, ruhumuz kuvvetlenir ve yaşamak güzelleşir.

ALİ FUAD BAŞGİL’DEN OKUMA PARÇASI

-Çalışmak için müsait gün ve saat bekleme. Bil ki, her gün ve her saat çalışmanın en müsait zamanıdır.
-Çalışmak için müsait yer ve köşe arama. Bil ki, her yer ve her köşe çalışmanın en müsait yeridir.
-Çalışmaya oturduğun zaman tıpkı ateş hattında düşman gözetleyen bir asker gibi uyanık ol ve dikkat kesil. Bütün ruhi ve bedeni kuvvetinle kendini işe ver.
-Çok düşün ve iyi bil ki, çalışmak mutlaka hareket etmek veya okumak, yazmak değildir. Düşünen bir insan, maden kuyularında kazma sallayan işçiden daha çok çalışıyordu.
-Sebat et, genç dostum, sebat et! Damlaya damlaya göl olur. Aynı noktaya düşen damlacıklar, zamanla mermeri bile deler.
-Gece yatağına uzandığın zaman, o gün ne yaptığını ve yarın ne yapacağını kendine sormadan uyuma.
-Dikkat et: Sözlerin ve yazıların kısa, açık ve manalı olsun.
-Kişinin kıymeti dilinin altında ve kalemin ucunda gizlidir. Onu söz ve yazı açığa vurur.
-Çok konuşma, Yerinde ve özlü konuş. Kıymet ve tesir çok sözde değil, yerinde ve özlü sözdedir.
-Dilini tut ve bil ki, dil yarası bıçak yarasından daha vahimdir.
-Bir kimsenin yüzüne karşı söyleyemeyeceğini arkasından söyleme ve bil ki arkadan konuşma korkaklığın en iğrenç şeklidir.
-Yalan söyleme. Yalan söyleyen, tutulmak korkusu içinde yaşayan hırsız gibidir.
-Herkesçe beğeniler asıl güzellik, ahlak güzelliğidir. Çünkü ahlakı güzel insan her yaşta güzeldir.
-Dostlarına vefalı, düşmanlarına müsamahalı ol ve yere yıktığın düşmanını tekmeleme, alicenaplık göster. Vefa ve alicenaplık yüksek ahlakın iki parlak şiarıdır.
-Büyüklere hürmet et. Ta ki büyüdüğün zaman sende küçüklerden hürmet göresin.
-Kusurlarını kendin gör. Ta ki onları tamir ve ikmal edebilesin.
-İyiliğe karşı iyilik adalettir. İyiliğe karşı kötülük cinayettir. Kötülüğe karşı iyilik ihsan ve atıfettir ve insanlığın en büyük derecesidir.
-Kendinden üsttekilere değil, kendinden alttakilere bak, rahat edersin.

İNSAN HAYATININ GAYESİ ERDEM VE MUTLULUK

İnsan, yalnız fizyolojik fonksiyonlarıyla yaşamayan yaratıktır. Onun bedene ait fonksiyonlarını belki bir vasıta olarak kullanan ruhsal fonksiyonları vardır. Ruhsal yapı, insanı geçmişten gelerek geleceğe çevrilen idealist bir varlık halinde yaşatmaktır. Onun yaşattığı temel ideal, mutlu olmaktır.

SOSYAL YAŞAYIŞ KURALLARI

İnsanın hür oluşu ona, toplum içinde yalnız kendi isteklerine uyarak yaşamaya hak kazandırmaz. Hürriyetimiz sınırsız değildir. Bedenin hürriyeti bir yandan ruhun hürriyeti sınırlandırır.
Hürriyetini seven insan, başkalarının hürriyetine saygılı olmalıdır. Başkalarının hürriyetine saygılı olmak, toplum düzenini kuran ve yaşatan bütün kurallarına uymakla olur.
Medeni hayat ilerledikçe sosyal yaşayışın kuralları çoğalır.
Özet
Fertlerin her zaman uymaları zorunlu olan, toplu yaşayış kuralları vardır. Ferdin hür oluşu, bunları çiğnemesinde değil, belki onlara uymak istemesinde aranır. Medeniyet ilerledikçe bu kurallar çoğalır. Disipline uymak, olgunlukla ahlaklılıktan doğar.

ALIŞKANLIK VE AHLAK TERBİYESİ

İnsanlar doğuştan, düşünme yetisine sahip oldukları gibi ahlak yetisine de sahiptirler. Şuurun gelişmesinde zihnin terbiyesine lüzum olduğu gibi ahlakın gelişmesinde de ahlaki terbiyeye ihtiyaç vardır. Çevrenin iyi şartları kötü bir insanın iyiliğe doğru yönetilmesine yarayabildiği gibi, çevrenin fena şartları bir iyinin kötülüğe sürüklenmesine yarayabilir. Kötülükten uzaklaştırmak ve iyileri daha ileri iyiliklerin hizasına yükseltmek, ahlak terbiyesinin işidir.
Ahlakta öğütlerin faydası vardır ancak kendine hazır olanlar üzerinde öğüt etkili olur. Ona hazırlanmamış olanlar için öğüt ‘kuru nasihat’tir, onlar öğütlerden kuvvet alamazlar, çünkü onu benimseyemezler.
1.Ahlaklılık ve ahlaklı davranış, söz veya fikir halinde ileri sürülmeden önce onu hareket halinde yaşatmak ve ahlak olayını yaşayan insanda iyilik duygusunu yaratmak lazımdır. Düşünmeden önce duymalı, öğrenmeden önce ıstırabını çekmelidir. ‘’Bir şeyin ıstırabını çekmeyen, onu ne tanır, ne de sever’’ deniyor. Musset’in sözüyle ‘’İnsan bir çıraktır, onu yetiştiren ıstıraplar yani çekilen acılardır.’’ Acı çekmek, yaşamakla olur. Bu sebepten insan yaşadıkça ve acılar çoğaldıkça ahlakı yükselir ve değerlenir.
2.Ahlak terbiyesinde, kötülüklerin denenmesinden kaçılmalıdır. Sempati duygusu, hareketler dünyasında ruhları birbirine yaklaştırıcı ve davranışlarda da bulaşma sağlayıcı olduğundan, kötü olmamak için kötülüklerden uzak durmamız gerekiyor. ‘’Ben kötü insanlara yaklaşırım ama kötü olmam’’ sözü psikolojinin gerçeklerine aykırıdır. Üzüm üzüme baka baka kararır. İnsan yaklaştıklarından huy kapar. Bu yüzden her çevrenin kendine özel terbiyesi vardır.
3.Kendimizden örnek vererek iyiliği sevdirmeliyiz. Bir öğretmen öğrencilerine kendindeki çalışma, saygı, ödev, adalet ve millet sevgisi, kanunlara bağlılık gibi halleri davranışlar halinde göstermeli, bütün bu üstün ahlak değerlerine kendi varlığını örnek yapmalıdır.
4.Ahlakı yükseltmede göz önünde tutulacak önemli bir iş de, kişinin şahsiyetine değer vermektir. Bir insanın kötülüklerini yumruk halinde yüzüne vurmakla o insan düzeltilemez.



Özet
Ahlak terbiyesi çok basamaklı bir çalışma ile olur. Ahlaklılık bilgi olmadan önce hareket halinde yaşanmalı ve böylece yaşanmış bir duygu olmalıdır. Kötülüklerin denenmesi çok defa zararlı bir denemedir. İyiliği aşılayanın kendinden örnek vermesi gereklidir. Eğitilen kişinin şahsiyetine değer vermelidir. Ahlak yolunun aydınlatılmasında öğütlere de ihtiyaç vardır. Sonunda ahlaki davranış, alışkanlık haline getirilmelidir. Geleceğimizin sahibi gençlikte kazanılan iyi alışkanlıklardır. Kötü alışkanlıklar, insanı esir eden en tehlikeli kuvvetlerdir.

AHLAKIN PSİKOLOJİK GÖRÜNÜŞÜ

Ahlakın, biri psikolojik öbürü sosyolojik olmak üzere iki türlü görünüşü vardır. Ahlaki davranışlarımıza temel olan değer hükümleri düşüncenin eseridirler, ruh yapımızdan doğarlar. Adalet, merhamet, ödeve bağlılık gibi değerlerin, insan düşüncesinin evrensel hakikatler diye tanıdığı temeller olduğunu biliyoruz.
İyi ile kötüyü ayırt etme yetisi bizde doğuştan vardır.

BENLİK VE ŞAHSİYET

İnsan, düşüncesiyle ilkin kendi varlığını anlıyor. Bu bilgi ile beraber kendi hareketlerini yine kendi idare ettiğini de anlıyor. Bu anlayış benlik fikrini meydana getiriyor. Şu halde benlik veya şahsiyet, insanın kendi kendinin farkında olması ve kendi hareketlerini idare etmesidir.
Özet
Benlik veya şahsiyet, insanın, kendi kendisinin farkında olması ve kendi hareketlerini idare etmesidir. Şahsiyetin temel yapısında akıl ve hürriyeti görüyoruz. Benliği meydana getiren unsurlar, maddi, ruhsal ve sosyal olmak üzere üçe ayrılırlar. Çocuğun benliği vücudundan ibarettir. Olgunlaşma ile ruhsal benlik meydana çıkarak maddi benliğin değerini azaltır. Daha sonra sosyal benlik doğar. Bu, toplumdaki yerimizin bize sunduğu benliktir. Sosyal benlik geliştikçe ruhsal benliği törpüleyici bir kuvvet olabilir. Üst-ben, ana-babadan ve atalardan gelip de, içimize sinerek farkında olmadan davranışlarımızı idare eder.
Şahsiyet, somut ve her zaman hareket hazır bulunması gereken bir bütündür. Bütün hareketlerimizde şahsiyetimizin damgası vardır. İyi bir ahlak terbiyesi, şahsiyetin bütününü değiştirme gayesini gütmek zorundadır.

KARAKTER

İnsan düşüncesinin ölüme kadar hiç kesilmeyen sürekli ve değişmez bileşimine benlik veya şahsiyet demiştik. Onun davranışlar ve tepkiler halinde görülen özelliklerine karakter diyoruz. Karakter, bir ferdi veya fertler zümresini başkalarından ayırt eden, alışkanlık haline gelmiş hareket ve tepki tarzlarının bütünüdür. Hareketlerin ortaya koyduğu karakter, insanın zeka, duygu ve irade yapısının özelliklerini gösterir.

8 Mayıs 2018 Salı

2017 - 2018 ÖĞRETİM YILI MEZUNİYET KONUŞMASI

22. dönem mezuniyet programımıza hoş geldiniz diyor, sizleri saygıyla selamlıyorum.

Bugün burada,  ortak bir sevinci paylaşmak için toplanmış bulunuyoruz. Sevincimiz bugün itibariyle okulumuzdan 189 öğrencimizi geleceğe uğurluyoruz.

Bu gururu bize yaşatan öğretmen Kadromuza; ortaya özgüvenleri yüksek, insan ilişkilerinde başarılı,  Milli ve Manevi değerlerimize bağlı, erdemli, kişilikli ahlaklı vatanını ve milletini seven, demokrasiye inanmış ve insan haklarına saygılı gençler yetiştirdikleri için kendilerine bir kez daha teşekkür ediyorum.

Kıymetli velilerimiz, sizler bu törenin, en mutlu ve en onurlu kişilersiniz. Çocuklarınızın dört yıllık  eğitim yaşamı boyunca, onların sevinçlerini ve üzüntülerini paylaştınız. En kötü zamanlarında onların en büyük destekçisi, siz oldunuz. Bundan sonraki öğrenim hayatlarında hem de yaşamlarında onların en büyük destekçileri olmaya devam edeceksiniz. Öğrencilerimizin yetişmelerinde ve okulumuzun gelişmesinde yardım ve çabalarınız için hepinize ayrı ayrı teşekkür ederim.

Sevgili Öğrencilerimiz,  Sizinle son iki yıldır birlikte olabildik. Ancak inanıyorum ki biz sizlerle, bu süre zarfında kalpten kalbe ve asla kopmayacak bir bağ kurduk. Dönem sonu itibariyle mezun olacak ve hayatın basamaklarını tırmanmaya başlayacaksınız. Burada kazandığınız insani değerleri, birlik beraberlik ruhunu, akılcı düşünebilmeyi,  görev ve iyi vatandaşlık bilincini ve medeni çizgiyi mütemadiyen hissedeceksiniz, yaşayacaksınız. Bir düşünür  “ insan gayesi nispetinde büyüktür” der. Sizlere gaye insan olmayı, medeniyet ülküsünü ve yenilikçiliği, değişimciliği, milli ve manevi değerlere saygıyı öğretebilmişsek huzur içinde olduğumuzu bilmelisiniz.

Sevgili öğrenciler, bir yerde herkes birbirine benziyorsa; orada kimse yok demektir. Bu yüzden bu okulda kazandığınız donanımla tüm yaşantınızda, farklılıklarımızı zenginlik olarak görecek ve hep birlikte geleceğimizi tarihimizde olduğu gibi birlik ve beraberlik anlayışı ile aydınlatacaksınız. Çanakkale’yi  geçilmez yapanları, Çanakkale Şehitliğinde, Dumlupınar'da Kocatepe’ de, Malazgirt’ te, bu Toprakları vatan yapmak için 15 Temmuzda can verip, yan yana yatanları, Ay yıldızlı şanlı bayrağımıza renk verenleri tanımalı ve çok daha önemlisi, anlamalıyız. Onların torunları olarak biz de yan yana, omuz omuza olmalı bu ülkeyi hep beraber geleceğe, aydınlık yarınlara taşımalıyız.

Unutmayınız ki, geçmişten devraldığımız sorumluluklarımız yerine getirilmeyi, çağdaş medeniyet seviyesine ulaşma onunda üzerine çıkma hedefimiz, gerçekleştirmeyi beklemektedir. Yani sizleri beklemektedir. Bunun için çok çalışmalıyız ve mutlaka tecrübelerden dersler çıkarmalıyız.

Çünkü dünden ders almamış olanın yarını da dün' dür.  Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ün deyişiyle; "çalışmadan, yorulmadan, üretmeden, öğrenmeden yaşamanın yollarını aramayı alışkanlık haline getirmiş milletler; önce haysiyetlerini, sonra hürriyetlerini daha sonrada istiklal ve istikballerini kaybetmeye mahkûmdurlar. "

İşte sizler tüm bu ilkeler doğrultusunda, nerede olursanız olun hangi görevde bulunursanız bulunun asla unutulmamalı ki farkınız varsa farkedilirsiniz.
 Bu farka sahip olmanız için hayat boyu, ya çevrenize model olun ya da bir modeliniz  olsun. Şanlı tarihimiz yaşam boyu model alacağımız şahsiyetlerle doludur. Bağımsızlık aşkımızın kahramanı Gazi Mustafa Kemal modeliniz olsun. Bizans surlarına diz çöktüren, uygarlık tarihinin taşlarını yerinden oynatan, istikbalin padişahı, Fatih Sultan Mehmet modeliniz olsun. Avrupa kapılarına sözde değil, özde insan haklarını götüren Dünya İmparatoru, Muhteşem Süleyman modeliniz olsun. 8 yıllık iktidarına 80 yılı sığdıran ve adeta dönemin ikindi güneşi kabul edilen Yavuz Sultan Selim modeliniz olsun. Hoşgörü akımının öncüsü Mevlana modeliniz olsun. Gönül coğrafyamızda medeniyetimiz için mücadele eden, hürriyet aşkımızın şairi Mehmet Akif Ersoy modeliniz olsun. İnsanlığın yüz akı fahr-i kâinat efendimiz modeliniz olsun.

Bu duygu ve düşüncelerle sizleri başarılı ve sağlıklı bir yaşama uğurlarken, törenimizi onurlandırılan tüm konuklara şükranlarımı arz eder, Ataköy Atatürk ortaokulu adına saygılar sunarım.