KİŞİSEL ÖZELLİKLERİ…
"Abdurrahim Karakoç şahsiyet abidesi bir yiğit, bir
bilge, bir alperen olarak hayatımıza giren en tatlı, en güzel şairlerimizden
birisidir."
Abdurrahim Karakoç, dâvâ
şiirleriyle tanınmış ve sevilmişti. Hâlbuki o aynı zamanda bir gurbet, bir
hasret, bir muhabbet ve bir sevda şairiydi.
"Abdurrahim Karakoç, Türkiye'de millî ve İslâmî şiirin
seçkin simâlarından biridir. 'Hak Yol İslâm Yazacağız' isimli şiiri birçok
insan tarafından ezberlenmiş ve hala dillerde pelesenk olmaya devam ediyor.
Köküne, geleneklerine, değerlerine ve milletine bağlı, ufku açık, yerli zeminde
sanat yapan çok değerli bir şairdi. Halk edebiyatımızın gerçek
temsilcilerindendi. Sadece meşhur olan 'Mihriban' gibi şiirleriyle değil, duygu
yüklü ve fikir yoğunluklu şiirleriyle de edebiyat tarihimizin unutulmayanları
arasında yer almıştır.
En çok dikkat çeken
özelliği, özü sözü bir oluşudur. Dobra dobra konuşan, mertçe yazan ve
fikirlerini açık bir şekilde ilan eden nev'i şahsına münhasır bir münevver, bir
kalem ve kelâm ustasıydı.
Bugün şiir yazan genç şairlerin önünde kale gibi duran, usta
bir isimdir Abdurrahim Karakoç.
Erdemlerle yüklü
eserleriyle her zaman hatırlanacak bir söz kahramanıdır. Her zaman okunması,
şiirlerinden ve fikirlerinden ışık alınması gereken bir edibimiz, bir
sanatkârımızdır. Çorak bir vadide has şiirler, öz eserler vermiştir.
Abdurrahim Karakoç toplumun atan nabzı, sızlayan vicdanıdır.
Gördüğü çarpıklıkları alenen yazar, gerekli yerleri ve makamları iğneler,
hastalıklara deva, sıkıntılara çâre arar.
"Tohdur Beğ"
onun biraz mizahî ama daha ziyade yaşanmış acıları yansıtan ilgi çekici bir
şiirdir:
Hemen ardından gelen "Hakim Beğ" de benzer
çağrışımları olan, sızılı insanların hislerine tercüman olan bir başka sosyal
boyutlu şiirdir:
Şairimiz de arada bir bunaldığında, problemler karşısında
usandığında yaradanına sığınır. Sevdikleri için ettiği "Dua" bu
iltica şiirlerinden biridir:
Bir başka yakarış şiiri de "Yalvarış"tır. Bu şiirde
insanoğlunun serencamı ve ömrünün kısalığını veciz ifadelerle dile getirir.
Şiirin ilk kıtası bile sadece bu haliyle insanoğluna önemli ikazlarda
bulunuyor:
Ve elbette Abdurrahim Karakoç'un bugün için en çok sevilen
şiiri "Mihriban"dır. Bir başka adı ise "Aşk". Musa
Eroğlu'nun bestelediği ve sazıyla çalıp söylediği bu şiir âşıkların
dillerinden, sevdalıların gönlünden düşmeyen bir türküdür.
Kuvvetli teşbihler, semboller ve hâfızalara kazınan
kelimeler...
Abdurrahim Karakoç,
diğer yüzlerce şiirini bir kenara bıraksak bile "Mihriban" şiiriyle
halk edebiyatımızın müstesna köşelerinden birini her zaman işgal edecektir.
Çünkü milletimiz şairimizin hüznünü benimsemiş, duygularına râm olmuştur. Onun
nezih ifadelerle dillendirdiği bu aşk sıradan bir tutku değil, manevi boyutu da
olan bir sevdadır.
Abdurrahim Karakoç, sadece şiir yazıp kenara çekilen
şairlerimizden değildir. O şiir üzerine, kültür üzerine, medeniyet ve sanat
üzerine düşünen, düşündüklerini kaleme alan bir edebiyatçıdır.
Abdurrahim Karakoç’un şiirlerini Dadaloğlu’na Karacaoğlan’a
bazıları da Fuzuli’ye benzettiler. Erzurumlu Emrah, Bayburtlu Zihni, Nef’i,
Seyrani ve Dertli’den daha iyi olduğunu söyleyenler de oldu. Oysaki Abdurrahim
Karakoç sadece kendisi idi. Halk şiiri ile kendine has bir tarz ve köşe
oluşturmayı başarmıştı. Hece ölçüsünü ustaca kullandı. En güzel aşk, tabiat ve
yergi şiirlerini yazdı. Çok güçlü ironiye sahip ve imajları kendine hastı.
şiirleri daha yaşarken dilden dile dolaşıyordu. Tarihin altın sayfasına geçecek
ölümsüz eserler verdi.
Zor zamanların adamıydı. Elini taşın altına ürperti duymadan
koyardı. Çekinmezdi, çıkar gözetmezdi. Bir derdi, bir ihtiyacı olan herkesin
yanındaydı.
Halk şiiri geleneğinden geliyordu. Ama sesini yenileyerek
boyutları çok çok genişleterek.
Kavga şiirleri sokakları tutuşturdu, sokaklar durulunca içine
yöneldi, duyarlı aşk şiirleri yazmaya başladı., sırtından zırhını çıkardı.,
elindeki – dilindeki keskin kılıcı tarihin müzesine astı. Bileğine kondurup
bileğinden uçurduğu beyaz barış güvercinlerini yüreğine yönlendirdi. Can
özünden besmeleyi çekende dedi göklerin kapılarını aralandı. Hak yol islam
yazacağız dedi, bütün Müslüman topluluklarının ortak marşı oldu. Sarı saçlarına
deli gönlümü bağlamışım, çözülmüyor Mihriban dedi evrensel bir türkü oldu.
Sosyal içerikli şiirleri dünyanın birçok yerinde radyolarda yayınlandı.
İlmini, irfanını, aşkını, sevdasını oy benim vatanım, oy
Anadolum diye seslendiği bu topraklardan alıyordu.
Biz utangaç bir nesildik, hala da öyleyiz. Bütün aşkları
içimizde yaşadık, içimizde bitirdik. Gönül sarayımızda gelip geçenleri mahcup
duygularla hep içimizde yaşadık. O kavga neslinin de sevebileceğini,
ağlayabileceğini, aşkın o alevden girdabına düşebileceğini ancak Karakoç gibi
şairlerdeki aşk edebini gördükten sonra anladık.
Orada Anadolu insanının kelimenin tam manasıyla yüreği vardı.
Sevdasıyla, acısıyla, hüznüyle, ince ince eleştirisiyle Anadolu yüreği.
Bir de unutursun diye bir mihribanı var. O daha acı ve sitem
yüklü. Sanki unutma diye bir çağrıdır, bir sancıdır.
Şurası muhakkak nerede
bir dava adamından, bir fikir adamından ve bilge insandan bahsediliyorsa
biliniz ki böyle şahsiyetlerin mayasında aşk vardır. Yüreği aşkla yoğrulanların
hayatları çile ile yoğrulur. Aynı zamanda büyük dava adamları, fikir adamları,
büyü şahsiyetler gönlünün Mihriban aşkıyla sulamadan yola revan olmazlar.
Aşkı sanıldığı gibi onun Mihriban’ından değil aşka yönelmiş
mihrabından öğrendik daha çok. Herkesin bir Mihribanı olmadı belki ama
Mihriban, aşka nişane kaldı hepimizin dilinde. Onun aşk ile hu çeken koca bir
derviş gibi yüreğinin peşine takılıp, sürüklendik hudutsuz diyarlara…
Kuşların göz bebeğine Hak yol İslam yazacağız diyecek kadar yola revan olmuşlardır. Hatta bu yola
kendilerini o kadar çok vermiş ki aşk kağıda dökülemez deyip kendinden
geçebilmiştir.
Anne – babalar çocuklarını, öğretmenler öğrencilerini,
şairlerse bir milleti eğitirler.
Sadece inanmak kafi değildir. İnandığını yaşamak, hayat
nizamına geçirmektir asıl olan. Birçokları zamanı kendilerine uyduracakları
yerde, kendileri zamana uyarak ayakta kalmaya çalışırlar. Kimi dinlerseniz
Vahdet şuurundan söz ediyor. Ama bakıyorsunuz ki her Müslüman bir diğer
Müslümanda kabahat aramakla meşgul. Sanki çıplak fotoğraf çekme hastaları.
Kimse bir başkasının giyinmiş, temiz fotoğrafını çekmek istemiyor.
Hak yol islam yazacağız dedi: Gönülleri fethetti, unutulmaz
bir slogandan öte, hepimize bir ideal, bir hedef oldu mısraları…
Mihriban dedi; aşıkların yüreği lambada yanan alev gibi
titredi…
İsyanlı Sükut dedi; herkes kendini buldu bu şiirde, acı acı
gülümsedi halimize…
Hakim Beğ dedi; mahkemelerde bir türlü sonuçlanmayan davaları
en güzel biçimde anlattı.
Tohdur Beğ dedi; hastane çilemizi resmetti…
Hasan’a Mektup yazdı. Ha Hasana ha sana dedi okuyucusuna
memleket ahvalini anlattı.
Gerdanlıklar dizdi, inci gibi… Her biri atasözü olacak
evsafta koca koca laflar etti. Kulağımıza küpe oldu sözleri…
Söz konu; sevgilinin sokağından bile geçmeyi saygısızlık
sayan nesiller, sevgilinin saç telini mendil arasında kutlu bir emanet gibi
taşıyan nesiller, yüzünde göz izi olmayan, gözünde yüz izi olmayan nesiller,
Mihriban timsali gençlerin nesliydi.
Kimi şiirler ya da yazılar marka değeri taşır. Necip Fazıl;
Kaldırımlar; Arif Nihat; Bayrak, Atilla İlhan; Ben Sana Mecburum, Cahit Sıtkı;
Otuz Beş Yaş, Abdurrahim Karakoç için de bundan sonra Mihriban şairi denilecek.