ASKER YOLU
BEKLERKEN
Köy Meydanı sabahın erken saatlerinde alışılmadık bir canlılığa bürünmüştü.
Mollaali Köyü, güneşin ilk ışıklarıyla birlikte uyandı. Huzur veren su sesine
bu kez davul zurnanın ezgileri, ardından da çocukların neşeli kahkahaları eşlik
ediyordu.
Bugün köyde başka bir heyecan vardı. Ahmet, Mehmet ve Serhat, asker
uğurlaması için hazırlık yapıyorlardı. Bu üç genç, çocukluklarından beri yan
yana büyümüş, birlikte top oynamış, aynı okulda okumuş, aynı türküleri
mırıldanmışlardı. Şimdi ise aynı gururla vatani görevlerine doğru yola
çıkacaklardı.
Köy halkı meydanda toplanmıştı. Kadınlar, çocuklar, yaşlılar… Herkesin
yüzünde hem gurur hem de biraz hüzün vardı. Ahmet’in annesi, oğlunun ellerine
kına yakarken gözyaşlarını içine akıtıyordu. Bu gelenek, evladını Allah’a
emanet etmenin bir simgesiydi. Mehmet’in küçük kardeşi Yusuf, abisinin koluna
sarılmış, hiç bırakmak istemiyordu.
— Abi, askerlik çok uzun sürer mi?
— Geçer hemen Yusuf'um. Göz açıp kapayıncaya kadar dönerim.
Yusuf başını eğdi. O, ağlamamaya çalışsa da gözleri dolmuştu. Annesi yanına
geldi, saçlarını okşadı:
— Abin vatan borcunu ödemeye gidiyor kuzum. O da senin gibi bir zamanlar
küçüktü, şimdi büyüdü.
Küçük Serap ise Serhat’ın yeğeniydi. Elinde bayrakla meydanda dans
ediyordu. Serhat gülümsedi, eğilip yanına geldi:
— Sen bu bayrağı tutmaya devam et, biz de onu koruyacağız, olur mu?
— Tamam, söz!
Davulun sesi yükseldikçe köydeki coşku da artıyordu. Halaylar çekiliyor,
omuz omuza şarkılar söyleniyordu. Meydandaki herkes tek yürek olmuştu. Bu sadece
bir uğurlama değil, aynı zamanda birlik ve beraberliğin ta kendisiydi.
Saat 08.45 olduğunda sessizlik çöktü. Çünkü ayrılık anı yaklaşmıştı.
Gençler sırt çantalarını takarken, babalar omuzlarına hafifçe vurup, “Yolun
açık olsun evlat!” diyordu. Ahmet gözlerini annesinden ayıramadı:
— Hakkını helal et ana...
— Helal olsun oğlum. Sen dik dur, biz arkandayız.
Köyün yaşlılarından dede Halil, bastonuna yaslanmış, gözleri buğulu bir
şekilde gençlere bakıyordu. Yavaşça yaklaştı, elindeki küçük defteri uzattı:
— Bu, senin deden askerdeyken yazdığı şiirlerden birkaçıdır. Belki geceleri
okuyup memleketi hatırlarsın Ahmet.
Ahmet defteri alıp saygıyla başını eğdi.
Saat 09.15'te tren istasyonuna gitme vakti gelmişti. Gençler yavaşça
meydandan ayrılırken herkes el sallıyor, dualar ediyordu. Küçük Yusuf elindeki
bayrağı yukarı kaldırdı, Serap da diğer eliyle kalp yaptı.
Trene bindiklerinde Ahmet camdan dışarı baktı. Gözleri dolmuştu ama içinde
bir gurur vardı. Yanındaki Serhat fısıldadı:
— Biz sadece asker olmaya gitmiyoruz, aynı zamanda köyümüzün, ailemizin ve
kardeşlerimizin hayallerini korumaya gidiyoruz.
Tren hareket ettiğinde, köy meydanında tek kalan şey; yerdeki karanfiller
ve gökyüzünde dalgalanan bir bayraktı.
Bir köyde başlayan küçük hikâyeler, aslında bir milletin büyük destanlarına
dönüşür. Çocukların ağabeylerini gururla uğurladığı, annelerin dualarla
evlatlarını yolcu ettiği her uğurlama, yeni bir sevgi halkası örer. Çünkü
sevgiyle büyüyen her çocuk, vatanını da kardeşini de hep yürekten sever.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder