ASIMIN NESLİ VE ÖZELLİKLERİ:
İLHAM
KAYNAĞI
Âsım b. Ömer b. Hattâb’ın dayısı olup (İbn
Hacer anne tarafından dedesi olduğunu söylüyorsa da bu yanlıştır) Medineli ilk Müslümanlardandır. Hicretten
sonra Hz. Peygamber onunla Abdullah b. Cahş arasında kardeşlik bağı (muâhât*)
kurdu. Bedir Savaşı’nda müşriklerin elebaşlarından Ukbe b. Ebû Muayt’ı öldüren
Âsım, Uhud Savaşı’nda Müslümanlar dağıldığında Hz. Peygamber’in yanında kaldı.
Bu savaşta azılı müşrik kadınlardan Sülâfe’nin iki oğlunu (Uhud savaşında da okçuların arasında yer alıyordu ve bu savaşta
müşriklerin sancaktarlarından Müsafi bin Talhâ ile kardeşi Haris bin Talha’yı
ok ile öldürdü.) öldürdüğü için Sülâfe onun başını getirene yüz deve
vereceğini vaad etmiş, ayrıca kafatasıyla şarap içmeye yemin etmişti. Âsım b.
Sâbit ok atmakta maharet sahibi olduğu için müslümanlar arasında Hz.
Peygamber’in okçusu olarak da ün yaptı. Onun kumandasında yedi (veya on)
kişilik bir heyet, istek üzerine Hz. Peygamber tarafından muallim olarak Adal
ve Kare kabilelerine gönderildi. Bu heyet, Kureyş’in Uhud’dan sonra
müslümanlara bir daha saldırıp saldırmayacağını öğrenmekle de görevliydi.
Yolda, adı geçen kabilelerin elçilerinden biri, müslümanlarca öldürülmüş olan
Hâlid b. Süfyân’ın intikamını almak için fırsat kollayan Lihyânoğulları’na
-önceden yaptıkları bir anlaşmaya göre- gizlice haber ulaştırdı. Bunun üzerine
Lihyânlılar’dan yüz kadar okçu, Mekke ile Usfân arasındaki Recî‘ suyu
yakınlarında müslümanları kuşatarak teslim olmalarını istedi. Ancak Âsım b.
Sâbit, “Allahım! Peygamberini durumumuzdan haberdar et!” diye dua ettikten
sonra teslim olmayı reddederek savaşa girdi. Önce ok, sonra mızrak, daha sonra
da kılıçla savaşan Âsım müşriklerden bir kişiyi öldürmüş, iki kişiyi de
yaralamıştı. Çantasında yedi ok bulunduğu, her biriyle bir kişi öldürdüğü de
rivayet edilmiştir. Çetin bir mücadele sonunda, “Allahım! Ben ilk günler senin dinini korudum, sen de bugün benim
cesedimi koru!” dedi ve ardından şehid oldu. Âsım’ın başını Sülâfe’ye
götürüp yüz deveyi almak isteyen Lihyânlılar, âniden üzerlerine saldıran arılar
yüzünden onun naaşına yaklaşamadılar. Arıların dağılması için geceyi beklemeye
mecbur kalan Lihyânlılar bu defa da birdenbire yağmaya başlayan yağmurun
meydana getirdiği sellerin Âsım’ın naaşını sürüklemesiyle emellerine
kavuşamadılar. Âsım’ın cesedi daha sonra da bulunamadı. Bu hadiseden dolayı
Âsım “Hamiyyü’d-debr” (arıların koruduğu kişi) lakabıyla meşhur olmuştur.
MEHMET AKİF ERSOY VE ASIM'IN NESLİ
Osmanlı
Devletinin çöküş sürecine girdiği ve durumun gittikçe kötüye gittiği açıkça
fark edildiği zaman sanatçıların, edebiyatçıların, bilim adamlarının ve düşünürlerin
Osmanlı nasıl kurtulur? Sorusuna cevap
aradıkları ve üç temel çözüm reçetesi ileri sürdükleri bilinmektedir. Bunlar:
1. İslamcılık,
2. Türkçülük
3. Batıcılıktır.
İslamî
düşünce ve yaşam tarzını ön plana çıkaran Mehmet Akif Ersoy toplumu ayakta
tutan dinî değerlerin erozyona uğradığı kanaatindedir. Dolayısıyla Osmanlının
kurtulabilmesi için öncelikle hurafelerden arınmış İslamî bir anlayış ön plana
çıkarılmalı, halkın vurdumduymazlık, tembellik, cahillik ve korkaklıktan
arındırılması sağlanmalıdır. Osmanlı bilim ve teknolojide geri kaldığı için
gerilemiştir. Bu sebeple Batının öncülüğünü yaptığı ilmî gelişmelere vakit
kaybetmeden hemen ayak uydurmak gerekir. Fakat onların ahlakı, kültürü, âdeti
ve gelenekleri asla benimsenmemelidir. Öte yandan Osmanlıyı oluşturan farklı
etnik gruplar bağımsızlık arzusuyla çeşitli yörelerde, özellikle Balkanlarda
isyanlar çıkarmakta, böylece onlar Hıristiyan-Batının rüyalarını süsleyen
Osmanlının yok olması arzusuna hizmet etmektedirler. Akife göre bu yapı
içerisinde Müslüman halkları İslam dini çerçevesinde, Hıristiyanları ise
Osmanlılık ruhunda birleştirmek gerekmektedir. Bu bağlamda onun kısmen Osmanlıcılık
fikrine de sıcak durduğu söylenebilir.
Batıcılık
akımına gelince burada çözümün Avrupalılaşmak olduğu hususunda ısrar
edilmektedir. Özellikle Tevfik Fikret bu fikrin öncülerinden birisidir. Ona
göre Batı ilerlerken Osmanlı sürekli gerilemiştir. Şu anda Avrupa her açıdan
üstünlüğü temsil etmektedir. O halde tek çıkar yol sadece teknolojik alanda
değil, kültür dâhil her alanda Batılılaşmaktır. İşte bu noktada Mehmet Akif ile
Tevfik Fikretin ciddi biçimde farklılaştığı görülür.
Türkçülük
akımının önde gelen temsilcilerinden Ziya Gökalp ise meseleyi Türk dünyası
açısından değerlendirmekte ve Turancılık fikrini işlemektedir. Gerçi o, Türkleşmek,
İslamlaşmak, Muasırlaşmak isimli çalışmasında kurtuluşun hem Türk milletinden,
hem Muhammed ümmetinden hem de Avrupa medeniyetinden olmakla sağlanabileceğini
belirtmektedir. Ancak onun temel vurgusu Türklük olduğu için ezanın ve Kuranın
Türkçeleştirilmesi, böylece halkın duyduğunu ve okuduğunu anlaması, neticede
İslamın Türklük kapsamında yorumlanması arzulanmaktadır. Mehmet Akif bu fikre
de karşıdır. Bu noktada Akif’in Türklüğü, dolayısıyla ırk ve milliyet
kavramlarını reddetmediğini, ancak Osmanlıyı dağılmaktan kurtarmak için bunları
yeterli görmediğini söylemek gerekir. Esasen onun karşı olduğu husus kavmiyetçiliktir.
Zira Hıristiyanlar kendi kavmiyetçiliklerini ön plana çıkararak Osmanlıdan
kopmuşlardır. Bu sebeple eğer resmi siyaset kavmiyetçilik üzerinden
şekillenirse devlet daha da küçülecek ve geri dönülemez bir çöküşe maruz
kalacaktır.
Anlaşılan
Osmanlı devleti yıkıldıktan ve Türkiye Cumhuriyeti kurulduktan sonra Akif bu
fikirlerinde revizyona gitmiş ve özü
sağlam, sözü sağlam adam ol ırkına çek,
Kahraman ırkıma bir gül, ne bu şiddet bu celal vb. ifadelerle adeta
Türk-İslam sentezcisi bir düşünceye doğru kaymıştır.
Mehmet
Akif’in gerek kişisel dinî yaşantısı ve din algısı, gerekse dinin bireysel ve
toplumsal hayattaki yeri ve değeri ile ilgili görüşlerini hem Safahatında yer
alan şiir ve manzumelerinden hem de Sebilu’r-Reşattaki nesirlerinden çıkartabilmek
mümkündür.
Mehmet
Akif dürüst kişiliği, ahlakı, karakteri, İslami duyarlılığı, millî değerlere
bağlılığı ile ön plana çıkmış bir kişiliktir.
Onu istiklal savaşımızın hemen her safhasında
halkı bilinçlendirmek için kürsüde vaaz eder bir halde bulmaktayız.
Doğduğumdan beridir aşığım istiklale,
bana hiç tasmalık etmiş değil altın lale
derken
Türk milletinin tam bağımsız olmadan yaşayamayacağını açıkça haykırmaktadır.
İşte bu noktada onun Müslüman Türk gencinin nasıl olması gerektiği üzerinde durduğunu
görmekteyiz. Burada o, ideal bir gençlik arzulamakta ve bu gençliği Asımın
nesli diye adlandırmaktadır.
ASIM KİMDİR?
Safahatın
altıncı bölümüne de ismi verilen Asım aslında Köse İmamın, yani Ali Şevki
Hocanın oğludur. Köse İmam ise Akif’in babası Tahir Efendinin eski bir
öğrencisidir. Akif onu çok sevmekte ve sosyal sorunlar, siyaset, din, ahlak,
kişilik, vatan sevgisi, tarih şuuru, teknolojik ilerleme, bilim, medeniyet vb.
hususlardaki fikirlerini Asımla özdeşleştirmektedir. Bu sebeple edebiyatımızda
Asım, Mehmet Akif’in manevî oğlu olarak bilinir.
Safahatın
Asım kısmı incelenecek olursa, onun nasıl bir gençliği temsil ettiği daha rahat
anlaşılabilir. Asımda dört kişi, yani
1.
Hocazâde (Mehmet
Akif),
2.
Köse İmam (Ali Şevki Hoca),
3.
Asım (Köse İmamın
oğlu) ve
4.
Emin (Akif’in oğlu) arasında geçen konuşmalar
yer almaktadır.
Aslında
Emin’in konuşmada aldığı rol pek azdır. Asımın konuşmaya katılması da eserin
sonlarına doğru gerçekleşir. Asıl söyleşi Hocazâde ile Köse İmam arasındadır.
Eser manzum hikâye tarzında konuşma üslubuyla kaleme alınmıştır. Akif’in
belirttiğine göre konuşmalar I. Dünya Savaşı olanca hızıyla devam ederken ve Fatih
yangınından önce Hocazade’nin Sarıgüzeldeki evinde geçmektedir.
ESERİN ÖZETİ
Köse
İmam hocasının (Tahir Efendi) oğlunu (Akif) ziyarete gider. Bu iki arkadaş enfiye
çeker, çay içer. Söz Akif’in babasından açılır. Tahir Efendi kendini
yetiştirmiş ve geliştirmiş iyi bir insandır. Ama oğlu tabir-i caizse zübbedir.
Bu sebeple de hiçbir işte gereği gibi başarılı olamamıştır. Köse İmam onun
şiirle uğraşmasından hoşlanmaz. Zira şairler eyyamcıdır. İyi gün dostudur.
Gününü gün edip yaşamaya çalışır. Üstelik onlar edebiyatı da
edepsizleştirmişlerdir. Bir de tasavvuf adıyla dünyanın boş olduğunu
söylemişler, rakı ve şarap peşinde koşmuşlardır. Hem ehl-i tasavvuf hem de şair
olarak Sadi, Attar ve Süleyman Çelebi bu söylenenlerden istisnadır. Esasen
Hocazâdeye (Akif) şair diyen de yoktur. Ona kimileri mevlitçi, kimileri bidatçi
kimileri de baytar demektedir. Sohbet devam ederken çaylar gelir, fakat şeker
olmadığı için çaylar üzümle içilir. Söz savaşa gelir dayanır. İngilizlerin aç
gözlülüğü şiddetli bir biçimde eleştirilir. Bu arada Köse İmamoğlu Asım ile
ilişkili bir hususta Hocazâdeye dert yanmak ister, lakin önce anlatacağı bir
başka konu vardır hemen ona geçer. Köse İmam semtlerine emekli bir paşanın
yerleştiğini, bunun kimde satılık bir mal varsa hemen kapattığını, beleşten
sekiz ev, dört arsa sahibi olduğunu aktarır. Bu adam bir gün Köse İmama gelerek
hanımını boşayıp hizmetlisi Eleni ile evlenme ilmühaberi yazdırmak ister. Köse
İmam bu teklifi kabul etmez, fakat zaman o kadar kötüdür ki parayı gören hemen
ona ilmühaber yazıverir. Neticede emekli paşa hanımını boşar ve Rum kızıyla
evlenir. Tüm malını mülkünü de onun üstüne yapar. Hocazâde ile Köse İmam bir
olup mahkemeye durumu bildiren bir dilekçe yazarlar.
Manzumenin
devamında Köse İmam vaziyetin çok kötü olduğunu, kendisinin de bunaldığını
aktarır. Hocazâde ise bir kır düğünü tasviri yapar ki, burada halkın yaşadığı
sıkıntılar, yokluklar, sefillikler, ahlakî ve dinî erozyon göz önüne serilir.
Halbuki 30-40 yıl öncesi işler daha farklıydı diye yakınan Hocazâdeye Köse
İmam; Geçmişe mazi derler, sen gelecekten haber ver, der. Bunun üstüne Hocazâde
Ramazanda oruç tutmamak için sefere çıkan Kır Ağasının Rüyasını anlatır.
Aslında rüyada görülen şey o kadar bulanık ve o kadar belirsizdir ki, bu durum
tam da milletin içinde bulunduğu hali yansıtmaktadır.
Köse
İmam yaşananlardan ziyadesiyle şikâyetçidir. Millet kötürüm olmuştur. Ayağa
kalkamamaktadır. Kalkanların da gittiği yer belli değildir. Bugünkü nesil sarıklı
birini görse onu hemen ıskatçı, çerçi ve leşçi diye aşağılamaktadır. Bu şu
anlama gelmektedir: Geleneksel değerlere sahip çıkanlar dışlanmaktadır. Bunun
üstüne Hocazâde; Siz de o sağmal ineği asırlardır sağdınız. itirazında
bulunarak bir kısım hacının hocanın gerçekten de menfaatperest olduğunu
vurgular. Konuşma bu noktaya gelince Osmanlı Devletinde uzun yıllar tartışılan
mektep-medrese ikiliği gündeme gelir. Köse İmam medreseyi, Hocazâde ise
medresenin ıslah edilmesinin gerekliliğini savunur. Aslında Hocazâde medresenin
köylüye yaptığı hizmeti inkâr etmemektedir. Köse İmamın ağzından sistemin nasıl
tıkandığını, eğitimde nasıl bir ikilik yaşandığını göstermeye çalışır. Hocazâde
Konyada yaşanan bir hadiseyi nakleder. Köylüler öğretmeni köyden kovmuşlardır.
Çünkü öğretmen köylüye yabancı durmaktadır. Namaz kılmamakta, oruç tutmamakta,
gusül abdesti almamaktadır. Aslına köylünün isteği pek fazla değildir. Köyü
için bir mektep bir de yol talep etmektedir. Bu onun bilgiye ve okumaya çok
fazla değer verdiğini gösterir. Fakat bu tür öğretmenlerin elinde okumaktansa
çocuğunun cahil kalmasına razıdır. Köse İmam köylünün kanaatini paylaşmaktadır.
Köylüyü kimin adama edeceği meselesine gelince Köse İmam sırasıyla önce medrese
sonra mektep der. Hocazâde ise her iki eğitim kurumunda da bir hayır kalmadığı,
bunlarla işin yürüyemeyeceği düşüncesindedir. Gerçekten de medreselerin
enkazından mektepler kurulmak istenmiş, fakat bu hususta pek başarılı olunamamıştır.
Köse İmam: Yıkmak kolaydır, lakin yapmak zordur, diyerek gereğince düşünmeden,
üstünkörü bir şekilde gerçekleştirilen değişim ve dönüşüm çabalarını açıkça, bu
arada inançsızlık ve kayıtsız şartsız Batıcılık anlayışını üstü kapalı bir
şekilde eleştirince Hocazâde onu sakacıktan mürteci diye nitelendirir. Bunun
üzerine Köse İmam şöyle der:
Zulmü alkışlayamam, zalimi asla övemem;
Gelenin keyfi için geçmişe kalkıp sövemem.
Biri ecdadıma saldırdı mı hatta boğarım?
Boğamazsın ki!
Hiç olmazsa yanımdan kovarım.
Üç buçuk soysuzun ardında zağarlık yapamam;
Hele hak namına haksızlığa ölsem tapamam.
Dolduğumdan beridir âşığım istiklale;
Bana hiç tasmalık etmiş değil altın lale.
Yumuşak başlı isem kim dedi uysal koyumun
Kesilir belki, fakat çekmeye gelmez boynum.
Kanayan bir yara gördün mü yanar ta ciğerim.
Onu dindirmek için kamçı yerim, çifte yerim,
Adam aldırmada geç git diyemem aldırırım.
Çiğnerim, çiğnenirim hakkı tutar kaldırırım.
Bu
dizeler aslında Akif’in kendi kanaatleridir. Fakat o bunu Köse İmamın ağzından
aktarır. Aslında burada Asımın neslinin nasıl olması gerektiğinin ilk ipuçları
da ortaya çıkmaktadır. Buna göre Asım öncelikle tarihiyle, kültürüyle,
toplumuyla ve diniyle barışık olacaktır. Bunlarla birlikte o ürkek, korkak ve
çekingen değil, mücadeleci bir karakter gösterecektir. Dahası Hıristiyan
Batının baskı ve tahakküme karşı milletin ve dinin istiklâlini savunacak,
namusunu koruyacak, gerekirse bunlar için canının bile feda edebilecektir.
Köse
İmam ile Hocazâde arasındaki konuşma olanca hızıyla devam ederken, pek çok konu
işlenmekte, arada fıkralar anlatılmakta, espriler yapılmaktadır. Türkçülük
akımı da eleştirilerden nasibini almaktadır. Osmanlıcılık-İslamcılık fikrini
politik alanda hayata geçirme projesinin mimarı II. Abdulhamid’in istibdadı
eleştirilir.
Halkın
İslami yaşantısı da bin perişandır. Yaşanan dini İslamla bağdaştırmak oldukça
güçtür. Bununla birlikte Köse İmama nispetle Hocazâde geleceğe daha iyimser ve
umutlu bakmaktadır. Çünkü eğer Kuran doğru dürüst anlaşılıp yaşanabilirse
sıkıntıları aşmak daha kolay bir hal alacaktır. Hocazâde bunu şöyle özetler:
"Doğrudan doğruya Kur'an'dan alıp ilhamı,
Asrın idrakine söyletmeliyiz İslam'ı.
Kuru dava ile olmaz bu, fakat ilim ister
Ben o kudrette adam görmüyorum, sen göster?
...
Beşerin hakka refik olmak için vicdanı
Beşeriyetle birlikte yürümektir şanı,
Yürümez dersen eğer, ruhu gider İslam'ın;
O yürür, sen yürümezsen ne olur encamın."
Burada
da Asımın neslinin Kuranı hurafelerden arınmış bir şekilde anlaması, bu
anlamanın statik değil, gelişen bilgiyle yoğrularak dinamik bir karakter arz
etmesi istenmektedir. Asım Kurana sadık, İslam’a gönülden bağlı olmalıdır. Ama
Kuran sadece mezarlıklarda ölülere rahmet için ya da fal tutmak için
okunmamalıdır. Kuranın gayesi insanları hidayete erdirmekse onun bir yaşam
şekline dönüştürülmesi gerekmektedir.
İşte bu noktada genelde İslam dünyasının,
özelde Osmanlı devletinin geri kalmasında dinin ne kadar etkili olduğu
tartışması tezahür etmektedir. Batıcıların büyük bir kısmı geri kalmanın asıl
sebebi olarak İslam’ı gösterirlerken Akif bu hususta Kuranı anlamamak ve İslam’ı
yaşamamak başta olmak üzere cahillik ve tembellik üzerinde durur. Buna göre
Asımın nesli Kuranı doğru dürüst anlamak ve hakkıyla yaşamak zorundadır.
Köse
İmam ile Hocazâde arasındaki konuşma devam ederken toplumsal kurtuluş için Hz.
Ömer’in adaleti ön plana çıkarılır. (Esasen
Mehmet Akif Kocakarı ile Ömer isimli manzumesinde bu hususu açıkça ilan
etmektedir.) Ancak gerek II. Abdülhamit gerekse ondan sonra yaşananlar Köse
İmama göre iç karartıcı gelişmelerdir. Hocazâde ise Asımın nesline güvenmektedir.
Hatta Hocazâde Köse İmama; Bugünlerde oğlanın yaptıklarına fazlaca kızdığın
için ona haksızlık ediyorsun, diyerek Asımı savunur. Çünkü istikbal Asımın
nesline boyun eğecektir.
Köse
İmam Hocazade’ye Asım ile ilgili bazı şikâyetlerde de bulunmaktadır. Bu
noktadan sonra konuşmalar şu şekilde devam eder:
Köse
İmamın aktardığına göre Asım oruçla alay edenleri dövmüştür. Bu sebeple o,
Hocazade’den Asıma nasihatte bulunmasını ister. Kendisinin oğluna
söylediklerini ve onun bunlara nasıl cevap verdiğini anlatır. Zira Asım
meyhaneleri basmakta, kumarbazları tehdit etmekte, gece toplanıp cümbüş
edenleri hırpalamaktadır. Köse İmam ise tüm bunların onun görevi olmadığını
söyler. Babasının naklettiğine göre Asım kendini şu şekilde savunur: İnsanlar
aç ve yoksulluktan bin perişanken meyhanelerde, kumarhanelerde yapılanlara
nasıl göz yumulacaktır? Cümbüş yapanlar efendice eğlenseler kimsenin bir şey
demeye hakkı yoktur. Fakat onlar komşuların matemine, Susunuz! İhtarına
uymamaktadırlar. Dahası Asım kumarbazlardan zorla para almakta ve öksüzlere
dağıtmaktadır. Hatta o, daha ileri giderek Bab-ı Aliyi basmayı planlamaktadır.
Babası (Köse İmam) Asımın kendini bu şekilde savunmasını haklı bulmaz ve memlekette
huzurun kaba kuvvetle değil, kanunla gerçekleşebileceğini söyler. İşte bu
noktada Köse İmam oğlunun bu deli düşüncelerden vazgeçmesi için Hocazade’nin
Asıma nasihatte bulunmasını ister. Bu sırada Emin, Asımı getirir, Köse İmam
dışarı çıkar.
Hocazâde
Asımı karşısına alır, önce biraz edebiyattan konuşurlar. Sonra hafifçe Köse
İmamı çekiştirirler. Ama Hocazade’nin Asıma asıl söyleyecekleri başkadır.
Hocazâde
Muhammed Abduh ile Afganî arasındaki bir tartışmayı Asıma aktarır. Olay şu şekildedir:
Afganî öğrencisi Abduhtan hızlı bir şekilde inkılâp yapılmasını istemektedir.
Zira artık nazariyatla uğraşma devri geçmiştir. Abduh ise yeni bir medrese
kurmayı, buradan yetişecek yeni Cemalattin Afganilerin çeşitli yerlere
gönderilerek önce zihniyette inkılâp yapılması taraftarıdır. Afganî bunun 20
yıl alacağını, hâlbuki kendisinin 20 gün beklemeye tahammülü olmadığını söyler.
Fakat Abduh bu düşüncede değildir.
Hocazâde bu olaydan bir ders çıkararak
der ki;
İnkılâp
istiyorum ben de, fakat Abduh gibi Yoksa, ellerde kör alet efeler tertibi, Bab-ı
Alileri basmak, adam asmakla değil, Çek bu işten bütün ihvanını, kendin de
çekil.
Bunun
için Asım vakit kaybetmeden hemen Avrupa’ya tahsile gitmelidir. Doğuyu uyandırmak
ve kalkındırmak için Avrupa’nın bilimini öğrenmelidir. Gençlerin beyni Avrupa’nın
müspet bilimlerini Doğuya aktaran kanallar haline dönüşmelidir. Neticede Asım
ikna olur ve öğrenimini tamamlamak üzere Berlin’e gitmeye söz verir. Çünkü
milletin ikbali için hem fazilet hem de marifetin birlikte bulunması gerekir.
Yani hem İslami kültüre sahip çıkılacak hem de Avrupa’nın bilim ve
teknolojisinden uzak durulmayacak.
Mehmet
Akif manevi oğul edindiği Asımı sevmekte ve beğenmektedir. Hedeflerini ve
yetiştirmek istediği nesli onunla sembolleştirmektir. Bu sebeple de o, Asıma
ziyadesiyle güvenmektedir. Asım ise özellikle Çanakkale Savaşında onun bu
güvenine layık olduğunu açıkça göstermiştir.
Asımın nesli diyordum ya nesilmiş gerçek
İşte çiğnetmedi namusunu çiğnetmeyecek.
Asımın
nesli Çanakkale’de muhteşem bir destana imza atmıştır. Şanlı Türk tarihinin
altın sayfalarına öylesine muazzam bir zafer daha eklenmiştir ki, Hz. Peygamber
bu zaferi kendisine armağan edenleri kucağı açık bir halde beklemektedir. Bu
durum Akif’i daha da ümit var kılmaktadır.
Asımın
neslinin hem savaşlarda gösterdiği üstün başarı, hem de ilim ve İslamla
yoğrulmuş zihinsel yapısı tarihte yaşanan ihtişamlı günlere yeniden geri
dönüşün müjdecisidir. Ancak bu yol oldukça meşakkatli ve çok çalışma isteyen
bir yoldur. Tevekkül etmek tembellik yapmak değildir. Eğer ecdat böyle
düşünseydi şimdi elde ne vatan kalırdı ne de din. Azim ile çalışmak,
ümitsizliğe kapılmamak, Allah’ın yardımından ümit kesmemek, Kuranı benliğe
sindirerek yaşamak, Avrupacın kötü olan örfünü, inancını ve ahlakını değil, sadece
ilmini almak Asımın temel vazifesidir.
Türk
edebiyatında dine bağlı modernleşme düşüncesini Asım’ın şahsında ortaya koyan
Mehmet Akif’in hemen hemen tam karşısında yer alan Tevfik Fikret ise oğlu
Haluka Avrupa’ya gitmesini ve orada ne bulursa almasını tembihlemektedir.
Akif’in
Asımı zulme ve emperyalizme karşı çıkarken, dinî ve kültürel değerleri
öncelerken, Batının sadece ilmini alırken, üstelik bunu Doğunun uyanması ve
kalkınması için yaparken kimliği, kültürü ve tarihiyle barışık bir genç
portresi çizmektedir. Ancak Tevfik Fikret’in Haluku Batı kültüründe ne bulduysa
aldığı için sonunda İslam dininden de vazgeçerek Hıristiyan olmuştur. Yani
irtidat etmiştir. Batının bilgisini doğuya taşıyamadığı gibi, kendi kimliğine
ve kültürüne de bütünüyle yabancılaşmıştır. Üstelik ne I. Dünya Savaşında ne de
Kurtuluş Savaşında sesi sedası çıkmamıştır. Sorgusuz sualsiz Batılılaşmak
sadece Müslümanlıktan değil, Türklük başta olmak üzere sosyo-kültürel
değerlerden de vazgeçmeyi beraberinde getirmiştir.
Özetle
Akif Asımın nesli derken iman, irfan, fazilet ve bilgi ile donanmış;
karakterli, ahlaklı, kişilikli; vatanına, milletine ve dinine sahip çıkan,
dahası bunları yüceltmek için tüm imkânlarını seferber eden bir gençliğin
hayalini kurmaktadır.
ASIMIN NESLİNİN ÖZELLİKLERİ:
- Asım’ın nesli,
ahlaklı, erdemli, bilgili; kendisinde güzel ve kahramanca özellikleri
barındıran bir genç modelidir.
2.
Asım, bir insanda
olması gereken tüm erdemlere bürünmüş olan, duruşu ve ahlakıyla örnek bir genç
olarak anlatılmıştır.3.
Asım üzerinden
Müslüman gençlik idealize edilmiştir.4.
Asımın Nesli, davetçidir.
İlhamını doğrudan kurandan alıp çağın idrakine İslamiyeti söyletendir5.
Asımın nesli, her
şey kötüye giderken, insanlar hissizleşmişken; karanlığın aydınlanacağını söyleyendir.6.
Asım öncelikle
tarihiyle, kültürüyle, toplumuyla ve diniyle barışık olacaktır.7.
Asım ürkek,
korkak ve çekingen değil, mücadeleci bir karakterdir.8.
Hıristiyan
Batının baskı ve tahakküme karşı milletin ve dinin istiklâlini savunacak,
namusunu koruyacak, gerekirse bunlar için canının bile feda edebilecektir.9.
Asımın Nesli
Kurana sadık, İslam’a gönülden bağlı olmalıdır.10.
Asımın nesli
Kuranı hurafelerden arınmış bir şekilde anlar, bu anlamanın statik değil,
gelişen bilgiyle yoğrularak dinamik bir karakter arz eder.11.
Asımın nesli
Kuranı doğru dürüst anlayan ve hakkıyla yaşayandır.12.
Asımın nesli
güvenilen ve emanete sadık olandır.13.
Asım nesli
istikbali münevver olan nesildir. İstikbal Asımın nesline ram olacaktır.14.
Asımın nesli, eylemci, kavgacı ve aktivisttir.15.
Asımın nesli
durumdan vazife çıkarandır.16.
Asımın nesli
sosyal olaylara duyarlı, komşu haklarına saygılı olandır.17.
Asımın nesli çok okuyan, edebiyatla ilgilenen,
sporla meşgul olandır.18.
Asımın nesli ilim
için hicret edendir. (yeryüzü
coğrafyasına)19.
Asımın nesli ilmi
doğu toplumunu uyandırmak ve kalkındırmak için tahsil edendir.20.
Asımın nesli bilim ve teknolojiyi takip
edendir.21.
Asımın nesli
geleceğin müjdeleyicisidir.22.
Asımın nesli
tevekkül sahibi, lakin miskin ve tembel olan değildir.23.
Azim ile
çalışmak, ümitsizliğe kapılmamak, Allah’ın yardımından ümit kesmemek, Kuranı
benliğe sindirerek yaşamak, Ecnebi memleketlerin kötü olan örfünü, inancını ve
ahlakını değil, sadece ilmini almak Asımın neslinin temel görevidir.24. Asımın nesli zulme
ve emperyalizme karşı çıkandır.25.
Asımın nesli
iman, irfan, fazilet ve bilgi ile donanmış; karakterli, ahlaklı, kişilikli;
vatanına, milletine ve dinine sahip çıkan, dahası bunları yüceltmek için tüm
imkânlarını seferber eden bir gençliktir.KAYNAKÇA:
1.
Safahat
2.
Diyanet İşleri Başkanlığı, İslam Ansiklopedisi
3.
Asım Yapıcı, blog sayfası
4.
Recep Durmaz, Asımın Nesli