8 Ocak 2016 Cuma

BU BÖYLEDİR

ESERİN KİMLİĞİ

ESERİN ADI: Bu Böyledir
YAZARI: Mustafa KUTLU
YAYIN EVİ: Dergâh
BASKI SAYISI: 13. Baskı Eylül 2014
SAYFA SAYISI: 90
İÇERİK (MUHTEVA) ÖZELLİKLERİ:

HİKÂYENİN KAHRAMANLARI:

Bu Böyledir’deki sekiz hikâyenin tamamında yer alan şahıs kadrosu birbirleriyle bağlantılıdır. Süleyman ve ailesinin yanı sıra eserde yer verilen ana şahıslara ait müstakil bölümler mevcuttur. Bu şahıslar, ana kahraman olan Süleyman’ın hâl ve geçmiş zaman dilimlerinde onun hayatından geçen kişilerden müteşekkildir. Eserlerinin genelinde şimdiki zamanı anlatan Kutlu, Bu Böyledir’de yapıcı geriye dönüş tekniği ile Süleyman’ın hayatında iz bırakan ve hâli hazırda hayatta bulunmayan kahramanlar hakkında okuyucunun kafasında oluşan soruların cevabını verir. Bu şahıs kadrosunu oluşturan figürlerin kimisi ana kahraman, kimisi dekoratif konumdadır. Kutlunun Bu Böyledir’de gerek ana kahramanı gerekse figüratif kahramanları tanıtırken farklı teknikler uyguladığı görülür. Bazen açıklama yöntemi ile şahıs hakkındaki bilgileri bizzat kendisi verir bazen de dramatik yöntemi kullanır ve şahıs; davranış, düşünce ve duygularıyla kendi kendini ortaya koyar. Özellikle modern roman ve hikâyede sık sık uygulanan iç monolog ve bilinç akımı teknikleri Kutlu’nun hikâyelerinde kahramanın kendi kendisini tanıtmasına imkân sağlaması bakımından önem arz eder. Kutlu’nun bu konuda kullandığı bir başka yol ise şahsın, hikâyenin diğer kahramanlarınca okuyucuya tanıtılmasıdır. Örneğin, hikâyenin başkahramanı, olan Süleyman hakkındaki ilk bilgiler, onun eşi tarafından verilir: “Süleyman tuğla ocaklarında çalışıyordu. Yüzü gözü güneşten kavrulmuştu. Zayıftı. Kafası üç numara kazınmıştı. Sipsivri bir oğlandı.” Eserde bulunan sekiz hikâyenin tamamı orta yaşlarda düz bir tip olan Süleyman’ın çevresinde gelişiyor. Süleyman hafızlığa devam ediyor, annesi ve kardeşlerine bakmak için tuğla fabrikasında çalışıyor. İki yıldır kaldığı felsefe dersinden geçiyor. Evleniyor. Bütün bunlar özetleme tekniği ile Süleyman’ın ağzından verilir: “Felsefeden geçip diplomaya kavuştum.

ESERDE İŞLENEN KONU: 

Batılılaşama serüvenimiz içinde bazı sanatçılarımız hep Batı’yı referans almış ve bunda o kadar ileri gitmişler ki bu toplumun köklerine inmeyi akıllarına bile getirememişler. Akıllarına getirdiklerinde ise olumsuz çağrışımlar üzerinde durmuşlardır.
Allah’ın, es Sâni’, el Bedi’ gibi sıfatlara sahip olduğunu ve evrenin, Allah’ın sanatının bir tecellisi olduğunu gören bazı sanatçılarımız ise, hiçbir şeyin olamayacağı gibi sanatın da Allah’tan bağımsız olamayacağını kabul ederler.
Mustafa Kutlu’nun da bariz/ayırıcı özelliklerinden birisidir bu. Kutlu, hikâyelerinde, kişiyi, onun yaşadığı evi, evin bulunduğu mahalleyi, mahallenin bulunduğu şehri anlatırken bizim köklerimize işaret etmeyi asla ihmal etmemiş, bu toplumun medeniyet köklerine sürekli vurgu yapmıştır. Öyle ya bin yılı aşkın bir süredir kendisiyle şekillenen değerlerden soyutlayarak bu toplum nasıl anlaşılabilir. O bunu görmezden gelmemiştir. Mesela birçok hikâyesinde olduğu gibi bu hikâyede de (s. 13, 37) camiyi mekânın ayrılmaz bir parçası olarak yansıtır. Cami, köyde/mahallede/şehirde vardır ve davetkârdır. Yeşillikler içerisinde bir huzur adasıdır.
İnsani ilişkileri temiz bir üslupla ele alır. Bir hikâyenin bir romanın yazılması için illa çarpık ilişkilerin işlenmesi, cinsel tasvirlerin yapılması gerekmediğini, insanın tabii ve fıtri duygularının cinselliğin karanlığı içinde kaybedilmeden de anlatılabileceğini ispat eder.
Bir kuş sesi kadar güzel, bir ney sesi kadar içli ve bir çimen yeşili kadar ferahlatıcı bir üslubu yanında Kutlu, hikâyelerinde farklı anlatım tarzlarını başarıyla kullanır. Örneğin bu hikâyenin bir yerinde (s.36) Kur’an’ın çokça kullandığı çarpıcı ve dikkat çekici üslubu kullandığı gözden kaçmaz:
“…Ağaçların devrildiği, kayaların demir matkaplarla delindiği, suların önünün kesildiği zaman; Bulutların kirlendiği zaman; O durgun göl kenarında, kamışlıkta, akşam, balıkların ve su kuşlarının, rüzgârın ve titreyen çimenlerin, kertenkelenin, sincabın ve tarla kuşunun birlikte söylediği ilahi ansızın kesildiği zaman
Görüldü ki; ovayı bir baştan bir başa bıçak gibi kesen geniş, kara, parlak, sıvaşık bir yol açılıvermiş.”
Tasvirleri çok canlıdır. Berrak suyuyla şarıl şarıl akan bir dereyi tasvir ediyorsa, size o suyun sesini, güneşin altın sarısı rengiyle su da yansımasını hatta suyun tadını hissettirir. Daha da ötesi tasvir etmediği halde derenin etrafındaki yeşillikleri ve suyun altında yıkana yıkana kayganlaşmış küçük renkli taşları bile görürsünüz.
Mustafa Kutlu’nun bu hikâyesi de dâhil hemen hemen bütün hikâyelerinde şu şarıltısı, toprak kokusu, güneş parıltısı ve gökyüzünün mavisi yani kısaca her insanın yakın olmak isteyeceği şeyler var. Onu okurken, su şarıltısını dinler, toprağı koklar, güneşin hararetinde sırtınızı ısıtır ve sonsuz bir maviliği seyredersiniz. Cırcır böceğinin geceye esrarlı bir hava katan sesini, söğüt ağacının serinleten yapraklarını, çalı çırpıyı, mavi mavi, pembe pembe, kadife kadife gülen çiçekleri de eklemek gerek. Bir de mahalleyi, mahallenin, üstü ağaç dallarıyla kaplanmış çeşmesini, bodur ve sevimli minaresiyle camisini, insana dünya ahiret dengesini hatırlatan mezarlığını görürsünüz onun hikâyelerinde. Ama her şeyden önce bu tabiatta, bu mahallede yaşayan, gülen güldüren, ağlayan ağlatan, hüzünlenen, inanan iman eden insan üzerinde durur.
Sade cümleler içinde hikmet dolu ifadeler kullanır. Bu ifadeler bu kısa halleriyle bile aslında bir hayat tarzının, bir uygarlığın eleştirisidir.
 Örneğin, “Lunapark parlıyor, kendinden başka her şeyi karartarak” cümlesiyle (s. 9) belki de batı tarzı ışıklandırılmış yerlerdeki eğlence şekline bir eleştiri getirmekte, aslında gecenin gece gibi gündüzün de gündüz gibi yaşanması gerektiği üzerinde durmaktadır. Nitekim hikâyesinin başka bir yerinde (s. 39) insanların artık geç yatıp geç kalktıklarından bahseder. Hikâyenin kahramanlarından Yorgancı Hafız Yaşar bu durumu, “gece gecedir, gündüz de gündüz” diyerek eleştirdiğinde alaycı bakışlara maruz kalır. O ise bu bakışlara ısrarla, “Evet öyle diyorum. Gece ibadet ve uyku, gündüz, çalışma” karşılığını verir. (s. 40) Bu bize, “Uykuyu dinlenme yaptık, geceyi (karanlığıyla sizi örten) bir elbise yaptık. Gündüzü geçim zamanı yaptık” (Nebe, 9-11) ayetlerini hatırlattı. Mustafa Kutlu’nun hikâyelerini yazarken Kur’an’dan beslendiğini de

ESERİN ANA FİKRİ

Hayatta başarılı olamamış bir insanın başarısızlığının devam etmesi.

ESERİN TÜRÜ:

Hikâye

YAZARIN ÜSLUBU:

Kutlu’nun, hikâyelerinde genel olarak “Tasavvufî dil üzerinde çalışmakta” olduğu görülebilir. Bu dil, doğal olarak mecazlarla sembollerle ve metaforlarla doludur. Kutlu’nun bu yönü, Bu Böyledir’de sembolik, bol çağrışımlı ve mecaz yönüyle dikkat çeker ve yazarın az sözle çok şeyler anlatmak istediği görülebilir. Kendisi bu konuda şunları söyler: “Sözü mümkün olduğu kadar yoğunlaştırmak, aza indirmek taraftarıyım.” Eserleri, şiir tadında, lirik bir hava içerisindedir. Bu durum onun “…şairliğinden kaynaklanıyor.” Onun hikâyeleri tüm bu yönlerine rağmen muğlâk ve kapalı değil tam aksine sade, samimi ve açıktır. O, eserlerini günümüz insanının rahat bir şekilde anlaması için onlara güncel bir dille seslenen hikâyeler yazar. Halk tarafından konuşulan ve anlaşılan dili kullanır. Az da olsa yöresel ifadelere ayran ezmek (s. 25), sökün etmek (s. 56) gibi yer verir. Ayrıca halk arasında sıkça kullanılan argoya kaçan ifadeleri kullanmaktan da çekinmediği görülür: lan (s. 13), ulan (s. 53, 67), teres (s. 47), karı aklı (s. 50), karı milleti (s. 48), kart karı (s. 50), basmış kalayı (s. 68).20 Kutlu’nun Bu Böyledir adlı hikâyesinde ayrıca türkülere, şiirlere ve Kuran-ı Kerim’deki ayetlerden aynen alınmış veya esinlenmiş cümlelere yer verildiği görülür. Kahramanlarını da kendi şivelerine göre konuşturur. Onlar, kendi yaşadıkları yerden kendilerine has kelimelerle konuşabilirler.

ZAMAN:

Kutlu’nun hikâyelerinde, geçmiş veya gelecek zamandan kesitler sunulsa da şimdiki zaman ihmal edilmez ve yaşanılan zamanla bağlantılar kurulur. Kutlu böyle yaparak içerisinde bulunulan anın değerinin anlaşılmasına çalışır. Kutlu, bir mülakatında şunları söyler: “Benim hikâyelerim hep şimdiyi anlatır. İki de bir hem geçmişe hem geleceğe bakarken asıl olarak şimdinin şiddetini, şimdinin insanlara yüklediklerini dile getirir.”6 Onun hikâyeleri hatıralardan ve hayallerden müteşekkil şimdidir. Bu Böyledir adlı hikâye yaz mevsiminde gerçekleşir ve yaşanılan -şimdiki- zamanı anlatır. Zaman itibariyle kesin bir saat verilemez. Ancak hikâyenin başında lunaparkın geceyi aydınlatan ışıkları görünür. Hikâyenin bitişinde ise saatler gece on biri gösterir. Bunlar göz önüne alındığında hikâye, akşam başlar ve birkaç saat sonra gece biter, denilebilir. Zaman olarak hikâyede kronolojik bir seyir takip edilir. Eserde şimdiki zaman anlatır fakat gerektiğinde geri dönüş ve ileri sıçrayışlarla hikâye içerik bakımından desteklenir. Eserde zamanla alakalı en dikkat çekici şey, lunaparkta zamanın geçtiği hissedilmesine rağmen saatin on birde sabit kalmasıdır.
MEKAN:
Her anlatının gerçek veya hayali bir mekâna ihtiyacı vardır. Genel olarak anlatılan olayların sahnesi durumunda olan mekân, Kutlu’da beraber yaşanılan toplumun maddi ve manevi değerlerini içinde barındıran bir yerdir. Okuyucunun yabancı olmadığı, bildiği, toplumun büyük bir kesiminin aşina olduğu yerleri tercih eder. Buralarda okuyucu da yaşamıştır veya hâlen yaşamaktadır. Yazar, gerçek hayatta karşılaştığı mekânları, hiçbir şekilde bozmadan, aynen resmetmeye çalışmaktadır. Genel itibariyle hikâye ve romanlarda anlatılan mekânlar ve mekânların yapılan betimlemeleri, orada oturan kişilerin ruh hâlinin ve sosyal kimliğinin öğrenilmesinde yardımcı olur. Kutlu’nun eserlerinde bu durum ile sık sık karşılaşılır. Bu Böyledir’de genel olarak tabiatın veya çevrenin ayrıntılı betimlemelerine fazla yer verilmemiştir. Buna karşın “Çok katlı binalar, mağazalar, tıkış tıkış arabalar”10 gibi cümleler, şehirleşmenin onun ruhunda meydana getirdiği sıkıntıyı vermesi açısında örnek olarak gösterilebilir.

ÖZET:

Kutlu’nun hikâyeleri gerçek hayatın bir parçasıdır. Olağanüstü üstü sayılabilecek, okuyucu şaşırtacak büyük olaylara yer verilmez. Onun hikâyelerinde hayatta rastlanılan, yaşanılan durumlarla karşılaşılır. Ancak Kutlu, bunları sanatın sağladığı imkânlarla edebîleştirir ve amacı doğrultusunda onu, yeniden biçimlendirir. Bu durum, Bu Böyledir adlı eserde de görülür. Kendi içerisinde sekiz bölümden oluşan Bu Böyledir adlı eser, ismini birinci bölümdeki hikâyeden alır. Bu hikâyede lunaparkın renkli ve hareketli tasviri yapılır. Buradaki insanların ve bunların amaçlarından bahsedilir. Bu kısımda Süleyman, karısı Zinnure ve küçük kızları ile birlikte lunaparktadır. Süleyman, poligonda atış yapar ve tavşanı vurmaya çalışır. Tavşanı vurduğunda talihinin döneceğini düşünür. İkinci bölüm “Bahtımın Yıldızı”nda Süleyman’ın gençlik, okul ve evlenme dönemleri hakkında bilgiler verilir. Zengin bir adam olan Rauf Bey’in oğluyla evlenme hayalleri kuran Zinnure’nin hikâyesi, kendi ağzından anlatılır. “Süleyman’ın Seçimi” adlı bölümde Süleyman kendisini sınıfta bırakan felsefe hocası Şinasi ile Lunaparkta karşılaşır. Bu esnada geriye dönüşle felsefe dersi ile macerasını, nasıl memur olduğunu, Hafız Yaşar’la karşılaşmasını okuyucuya aktarır. “Red Cephesi”nde şehirleşme sonucunda yolların yapımı, elektriğin gelişi ve hayatın değişmesine karşı Yorgancı Hafız Yaşar’ın tek kişilik direnişi anlatılır. Hikâyenin “Manifatura” adlı beşinci bölümünde, bilinç akışı yönteminin çok başarılı bir şekilde uyguladığı görülür. Burada Süleyman’ın dayısı Rafet’i, dolayısıyla da günümüz modern insanı anlatılır. Bunların ibadet esnasındaki yoğunlaşamamasına ve huşu eksikliğine değinilir. “Kahkaha Çiçeği” adlı başlık, Süleyman’ın felsefe hocası olan Şinasi’nin eşinden ayrılması sonucunda bir otel odasında yaşamını devam ettirmek zorunda kalması gibi bilgileri içerir. “Su Sesi”nde evlenememiş genç bir kız olan, zabıt kâtibi Sabahat’in gözünden hayat anlatılır. “Son” adlı hikâye birinci hikâyenin devamı niteliğindedir. Süleyman ve ailesinin lunaparktan çıkmaya çabalaması ve çıkamama macerası burada tüm yönleriyle anlatılır.

  SON BAKIŞ:

Doksan sayfalık bir hikaye kitabı ve onun ilgili yapılmış onlarca çalışma. Bu kitabı okuyup bitirdikten sonra bir bakayım yapılan çalışmalara dedim. Sayısız çalışma buldum internette. Üniversitede hocam olan sayın M. Fatih Andı Beyin Bu Böyledir hikaye kitabı ile ilgili Seksen Sonrası Türk Hikayesi Sempozyum bildirisi buldum, okudum.
Bu Böyledir Hikayesi ismini Hz. Zekeriya ve Hz. Meryem’in durumlarını Yüce Allah’a arz ettiklerinde cevaben aldıkları Bu Böyledir hitabına atfen yazılmış.
Hikayemizin baş kahramanının ismi ve soy ismi bireysel özellikleriyle son derece çelişkili. Hz. Süleyman (as) ve Kanuni Sultan Süleyman’a benzer hiçbir özelliği olmayan hikayemizin baş kahramanının soyadı bir başka çelişki taşır bünyesinde: Koç…
İnsanların hayatlarında değişiklikler önemlidir, ancak bu değişiklikler bir anda olmamalı.