ESERİN KİMLİĞİ
ESERİN ADI: Bu
Böyledir
YAZARI: Mustafa KUTLU
YAYIN EVİ: Dergâh
BASKI SAYISI: 13.
Baskı Eylül 2014
SAYFA SAYISI: 90
İÇERİK (MUHTEVA)
ÖZELLİKLERİ:
HİKÂYENİN KAHRAMANLARI:
Bu Böyledir’deki sekiz hikâyenin tamamında yer alan şahıs
kadrosu birbirleriyle bağlantılıdır. Süleyman ve ailesinin yanı sıra eserde yer
verilen ana şahıslara ait müstakil bölümler mevcuttur. Bu şahıslar, ana
kahraman olan Süleyman’ın hâl ve geçmiş zaman dilimlerinde onun hayatından
geçen kişilerden müteşekkildir. Eserlerinin genelinde şimdiki zamanı anlatan
Kutlu, Bu Böyledir’de yapıcı geriye dönüş tekniği ile
Süleyman’ın hayatında iz bırakan ve hâli hazırda hayatta bulunmayan kahramanlar
hakkında okuyucunun kafasında oluşan soruların cevabını verir. Bu şahıs
kadrosunu oluşturan figürlerin kimisi ana kahraman, kimisi dekoratif konumdadır.
Kutlunun Bu Böyledir’de gerek ana kahramanı gerekse figüratif kahramanları
tanıtırken farklı teknikler uyguladığı görülür. Bazen açıklama yöntemi ile
şahıs hakkındaki bilgileri bizzat kendisi verir bazen de dramatik yöntemi
kullanır ve şahıs; davranış, düşünce ve duygularıyla kendi kendini ortaya
koyar. Özellikle modern roman ve hikâyede sık sık uygulanan iç monolog ve
bilinç akımı teknikleri Kutlu’nun hikâyelerinde kahramanın kendi kendisini
tanıtmasına imkân sağlaması bakımından önem arz eder. Kutlu’nun bu konuda
kullandığı bir başka yol ise şahsın, hikâyenin diğer kahramanlarınca okuyucuya
tanıtılmasıdır. Örneğin, hikâyenin başkahramanı, olan Süleyman hakkındaki ilk
bilgiler, onun eşi tarafından verilir: “Süleyman tuğla ocaklarında çalışıyordu.
Yüzü gözü güneşten kavrulmuştu. Zayıftı. Kafası üç numara kazınmıştı. Sipsivri
bir oğlandı.” Eserde bulunan sekiz hikâyenin tamamı orta yaşlarda düz bir tip
olan Süleyman’ın çevresinde gelişiyor. Süleyman hafızlığa devam ediyor, annesi
ve kardeşlerine bakmak için tuğla fabrikasında çalışıyor. İki yıldır kaldığı
felsefe dersinden geçiyor. Evleniyor. Bütün bunlar özetleme tekniği ile
Süleyman’ın ağzından verilir: “Felsefeden geçip diplomaya kavuştum.
ESERDE İŞLENEN KONU:
Batılılaşama
serüvenimiz içinde bazı sanatçılarımız hep Batı’yı referans almış ve bunda o
kadar ileri gitmişler ki bu toplumun köklerine inmeyi akıllarına bile
getirememişler. Akıllarına getirdiklerinde ise olumsuz çağrışımlar üzerinde
durmuşlardır.
Allah’ın, es
Sâni’, el Bedi’ gibi sıfatlara sahip olduğunu ve evrenin, Allah’ın sanatının
bir tecellisi olduğunu gören bazı sanatçılarımız ise, hiçbir şeyin olamayacağı
gibi sanatın da Allah’tan bağımsız olamayacağını kabul ederler.
Mustafa
Kutlu’nun da bariz/ayırıcı özelliklerinden birisidir bu. Kutlu, hikâyelerinde,
kişiyi, onun yaşadığı evi, evin bulunduğu mahalleyi, mahallenin bulunduğu şehri
anlatırken bizim köklerimize işaret etmeyi asla ihmal etmemiş, bu toplumun
medeniyet köklerine sürekli vurgu yapmıştır. Öyle ya bin yılı aşkın bir süredir
kendisiyle şekillenen değerlerden soyutlayarak bu toplum nasıl anlaşılabilir. O
bunu görmezden gelmemiştir. Mesela birçok hikâyesinde olduğu gibi bu hikâyede
de (s. 13, 37) camiyi mekânın ayrılmaz bir parçası olarak yansıtır. Cami,
köyde/mahallede/şehirde vardır ve davetkârdır. Yeşillikler içerisinde bir huzur
adasıdır.
İnsani
ilişkileri temiz bir üslupla ele alır. Bir hikâyenin bir romanın yazılması için
illa çarpık ilişkilerin işlenmesi, cinsel tasvirlerin yapılması gerekmediğini,
insanın tabii ve fıtri duygularının cinselliğin karanlığı içinde kaybedilmeden
de anlatılabileceğini ispat eder.
Bir kuş sesi
kadar güzel, bir ney sesi kadar içli ve bir çimen yeşili kadar ferahlatıcı bir
üslubu yanında Kutlu, hikâyelerinde farklı anlatım tarzlarını başarıyla
kullanır. Örneğin bu hikâyenin bir yerinde (s.36) Kur’an’ın çokça kullandığı
çarpıcı ve dikkat çekici üslubu kullandığı gözden kaçmaz:
“…Ağaçların
devrildiği, kayaların demir matkaplarla delindiği, suların önünün kesildiği zaman;
Bulutların kirlendiği zaman; O durgun göl kenarında, kamışlıkta, akşam,
balıkların ve su kuşlarının, rüzgârın ve titreyen çimenlerin, kertenkelenin,
sincabın ve tarla kuşunun birlikte söylediği ilahi ansızın kesildiği zaman…
Görüldü ki;
ovayı bir baştan bir başa bıçak gibi kesen geniş, kara, parlak, sıvaşık bir yol
açılıvermiş.”
Tasvirleri çok
canlıdır. Berrak suyuyla şarıl şarıl akan bir dereyi tasvir ediyorsa, size o
suyun sesini, güneşin altın sarısı rengiyle su da yansımasını hatta suyun
tadını hissettirir. Daha da ötesi tasvir etmediği halde derenin etrafındaki
yeşillikleri ve suyun altında yıkana yıkana kayganlaşmış küçük renkli taşları
bile görürsünüz.
Mustafa
Kutlu’nun bu hikâyesi de dâhil hemen hemen bütün hikâyelerinde şu şarıltısı,
toprak kokusu, güneş parıltısı ve gökyüzünün mavisi yani kısaca her insanın
yakın olmak isteyeceği şeyler var. Onu okurken, su şarıltısını dinler, toprağı
koklar, güneşin hararetinde sırtınızı ısıtır ve sonsuz bir maviliği
seyredersiniz. Cırcır böceğinin geceye esrarlı bir hava katan sesini, söğüt
ağacının serinleten yapraklarını, çalı çırpıyı, mavi mavi, pembe pembe, kadife
kadife gülen çiçekleri de eklemek gerek. Bir de mahalleyi, mahallenin, üstü
ağaç dallarıyla kaplanmış çeşmesini, bodur ve sevimli minaresiyle camisini,
insana dünya ahiret dengesini hatırlatan mezarlığını görürsünüz onun
hikâyelerinde. Ama her şeyden önce bu tabiatta, bu mahallede yaşayan, gülen
güldüren, ağlayan ağlatan, hüzünlenen, inanan iman eden insan üzerinde durur.
Sade cümleler içinde hikmet dolu ifadeler kullanır. Bu ifadeler bu kısa
halleriyle bile aslında bir hayat tarzının, bir uygarlığın eleştirisidir.
Örneğin, “Lunapark parlıyor,
kendinden başka her şeyi karartarak” cümlesiyle (s. 9) belki de batı tarzı
ışıklandırılmış yerlerdeki eğlence şekline bir eleştiri getirmekte, aslında
gecenin gece gibi gündüzün de gündüz gibi yaşanması gerektiği üzerinde durmaktadır.
Nitekim hikâyesinin başka bir yerinde (s. 39) insanların artık geç yatıp geç
kalktıklarından bahseder. Hikâyenin kahramanlarından Yorgancı Hafız Yaşar bu
durumu, “gece gecedir, gündüz de gündüz” diyerek eleştirdiğinde alaycı
bakışlara maruz kalır. O ise bu bakışlara ısrarla, “Evet öyle diyorum. Gece
ibadet ve uyku, gündüz, çalışma” karşılığını verir. (s. 40) Bu bize, “Uykuyu
dinlenme yaptık, geceyi (karanlığıyla sizi örten) bir elbise yaptık. Gündüzü
geçim zamanı yaptık” (Nebe, 9-11) ayetlerini hatırlattı. Mustafa Kutlu’nun
hikâyelerini yazarken Kur’an’dan beslendiğini de
ESERİN ANA FİKRİ
Hayatta başarılı olamamış bir insanın
başarısızlığının devam etmesi.
ESERİN TÜRÜ:
Hikâye
YAZARIN ÜSLUBU:
Kutlu’nun,
hikâyelerinde genel olarak “Tasavvufî dil üzerinde çalışmakta” olduğu
görülebilir. Bu dil, doğal olarak mecazlarla sembollerle ve metaforlarla
doludur. Kutlu’nun bu yönü, Bu Böyledir’de
sembolik, bol çağrışımlı ve mecaz yönüyle dikkat çeker ve yazarın az sözle çok
şeyler anlatmak istediği görülebilir. Kendisi bu konuda şunları söyler: “Sözü
mümkün olduğu kadar yoğunlaştırmak, aza indirmek taraftarıyım.” Eserleri, şiir
tadında, lirik bir hava içerisindedir. Bu durum onun “…şairliğinden
kaynaklanıyor.” Onun hikâyeleri tüm bu yönlerine rağmen muğlâk ve kapalı değil
tam aksine sade, samimi ve açıktır. O, eserlerini günümüz insanının rahat bir
şekilde anlaması için onlara güncel bir dille seslenen hikâyeler yazar. Halk
tarafından konuşulan ve anlaşılan dili kullanır. Az da olsa yöresel ifadelere ayran
ezmek (s. 25), sökün etmek (s. 56) gibi yer verir. Ayrıca halk
arasında sıkça kullanılan argoya kaçan ifadeleri kullanmaktan da çekinmediği
görülür: lan (s. 13), ulan (s. 53, 67), teres (s. 47), karı
aklı (s. 50), karı milleti (s. 48), kart karı (s. 50), basmış
kalayı (s. 68).20 Kutlu’nun Bu
Böyledir adlı hikâyesinde ayrıca türkülere, şiirlere ve Kuran-ı
Kerim’deki ayetlerden aynen alınmış veya esinlenmiş cümlelere yer verildiği
görülür. Kahramanlarını da kendi şivelerine göre konuşturur. Onlar, kendi
yaşadıkları yerden kendilerine has kelimelerle konuşabilirler.
ZAMAN:
Kutlu’nun
hikâyelerinde, geçmiş veya gelecek zamandan kesitler sunulsa da şimdiki zaman
ihmal edilmez ve yaşanılan zamanla bağlantılar kurulur. Kutlu böyle yaparak içerisinde
bulunulan anın değerinin anlaşılmasına çalışır. Kutlu, bir mülakatında şunları
söyler: “Benim hikâyelerim hep şimdiyi anlatır. İki de bir hem geçmişe hem
geleceğe bakarken asıl olarak şimdinin şiddetini, şimdinin insanlara
yüklediklerini dile getirir.”6 Onun hikâyeleri hatıralardan ve hayallerden
müteşekkil şimdidir. Bu Böyledir adlı
hikâye yaz mevsiminde gerçekleşir ve yaşanılan -şimdiki- zamanı anlatır. Zaman
itibariyle kesin bir saat verilemez. Ancak hikâyenin başında lunaparkın geceyi
aydınlatan ışıkları görünür. Hikâyenin bitişinde ise saatler gece on biri
gösterir. Bunlar göz önüne alındığında hikâye, akşam başlar ve birkaç saat
sonra gece biter, denilebilir. Zaman olarak hikâyede kronolojik bir seyir takip
edilir. Eserde şimdiki zaman anlatır fakat gerektiğinde geri dönüş ve ileri
sıçrayışlarla hikâye içerik bakımından desteklenir. Eserde zamanla alakalı en
dikkat çekici şey, lunaparkta zamanın geçtiği hissedilmesine rağmen saatin on
birde sabit kalmasıdır.
MEKAN:
Her
anlatının gerçek veya hayali bir mekâna ihtiyacı vardır. Genel olarak anlatılan
olayların sahnesi durumunda olan mekân, Kutlu’da beraber yaşanılan toplumun
maddi ve manevi değerlerini içinde barındıran bir yerdir. Okuyucunun yabancı
olmadığı, bildiği, toplumun büyük bir kesiminin aşina olduğu yerleri tercih
eder. Buralarda okuyucu da yaşamıştır veya hâlen yaşamaktadır. Yazar, gerçek
hayatta karşılaştığı mekânları, hiçbir şekilde bozmadan, aynen resmetmeye
çalışmaktadır. Genel itibariyle hikâye ve romanlarda anlatılan mekânlar ve
mekânların yapılan betimlemeleri, orada oturan kişilerin ruh hâlinin ve sosyal
kimliğinin öğrenilmesinde yardımcı olur. Kutlu’nun eserlerinde bu durum ile sık
sık karşılaşılır. Bu Böyledir’de
genel olarak tabiatın veya çevrenin ayrıntılı betimlemelerine fazla yer
verilmemiştir. Buna karşın “Çok katlı binalar, mağazalar, tıkış tıkış arabalar”10
gibi cümleler, şehirleşmenin onun ruhunda meydana getirdiği sıkıntıyı vermesi
açısında örnek olarak gösterilebilir.
ÖZET:
Kutlu’nun
hikâyeleri gerçek hayatın bir parçasıdır. Olağanüstü üstü sayılabilecek,
okuyucu şaşırtacak büyük olaylara yer verilmez. Onun hikâyelerinde hayatta
rastlanılan, yaşanılan durumlarla karşılaşılır. Ancak Kutlu, bunları sanatın
sağladığı imkânlarla edebîleştirir ve amacı doğrultusunda onu, yeniden
biçimlendirir. Bu durum, Bu Böyledir
adlı eserde de görülür. Kendi içerisinde sekiz bölümden oluşan Bu Böyledir adlı eser, ismini
birinci bölümdeki hikâyeden alır. Bu hikâyede lunaparkın renkli ve hareketli
tasviri yapılır. Buradaki insanların ve bunların amaçlarından bahsedilir. Bu
kısımda Süleyman, karısı Zinnure ve küçük kızları ile birlikte lunaparktadır.
Süleyman, poligonda atış yapar ve tavşanı vurmaya çalışır. Tavşanı vurduğunda
talihinin döneceğini düşünür. İkinci bölüm “Bahtımın Yıldızı”nda Süleyman’ın
gençlik, okul ve evlenme dönemleri hakkında bilgiler verilir. Zengin bir adam
olan Rauf Bey’in oğluyla evlenme hayalleri kuran Zinnure’nin hikâyesi, kendi
ağzından anlatılır. “Süleyman’ın Seçimi” adlı bölümde Süleyman kendisini
sınıfta bırakan felsefe hocası Şinasi ile Lunaparkta karşılaşır. Bu esnada
geriye dönüşle felsefe dersi ile macerasını, nasıl memur olduğunu, Hafız
Yaşar’la karşılaşmasını okuyucuya aktarır. “Red Cephesi”nde şehirleşme sonucunda
yolların yapımı, elektriğin gelişi ve hayatın değişmesine karşı Yorgancı Hafız
Yaşar’ın tek kişilik direnişi anlatılır. Hikâyenin “Manifatura” adlı beşinci
bölümünde, bilinç akışı yönteminin çok başarılı bir şekilde uyguladığı görülür.
Burada Süleyman’ın dayısı Rafet’i, dolayısıyla da günümüz modern insanı
anlatılır. Bunların ibadet esnasındaki yoğunlaşamamasına ve huşu eksikliğine
değinilir. “Kahkaha Çiçeği” adlı başlık, Süleyman’ın felsefe hocası olan
Şinasi’nin eşinden ayrılması sonucunda bir otel odasında yaşamını devam
ettirmek zorunda kalması gibi bilgileri içerir. “Su Sesi”nde evlenememiş genç
bir kız olan, zabıt kâtibi Sabahat’in gözünden hayat anlatılır. “Son” adlı
hikâye birinci hikâyenin devamı niteliğindedir. Süleyman ve ailesinin
lunaparktan çıkmaya çabalaması ve çıkamama macerası burada tüm yönleriyle
anlatılır.
SON BAKIŞ:
Doksan sayfalık bir
hikaye kitabı ve onun ilgili yapılmış onlarca çalışma. Bu kitabı okuyup
bitirdikten sonra bir bakayım yapılan çalışmalara dedim. Sayısız çalışma buldum
internette. Üniversitede hocam olan sayın M. Fatih Andı Beyin Bu Böyledir
hikaye kitabı ile ilgili Seksen Sonrası Türk Hikayesi Sempozyum bildirisi
buldum, okudum.
Bu Böyledir Hikayesi
ismini Hz. Zekeriya ve Hz. Meryem’in durumlarını Yüce Allah’a arz ettiklerinde
cevaben aldıkları Bu Böyledir hitabına atfen yazılmış.
Hikayemizin baş
kahramanının ismi ve soy ismi bireysel özellikleriyle son derece çelişkili. Hz.
Süleyman (as) ve Kanuni Sultan Süleyman’a benzer hiçbir özelliği olmayan
hikayemizin baş kahramanının soyadı bir başka çelişki taşır bünyesinde: Koç…
İnsanların
hayatlarında değişiklikler önemlidir, ancak bu değişiklikler bir anda olmamalı.