UMUT,
SEVGİ VE DAYANIŞMANIN HİKÂYESİ
‘Dağların Eteğinde Bir Hayat’
Doğu Anadolu’nun yüksek dağlarının eteklerinde,
hayat zorluklarla yoğrulur. Sert iklim şartları, uzun kışlar ve kısa yazlar
insanların karakterine de şekil verir burada. Kar, neredeyse yılın yarısında
köylerin üzerine beyaz bir sessizlik örter; ama o beyazlık, insanların
yüreklerindeki sıcaklığı asla soğutamaz.
Yaz, burada sadece bir mevsim değildir; özlenen bir
kavuşmadır. İlkbaharın gelişiyle, dağların yamaçlarında tomurcuklanan çiçekler
gibi, umut da insanların yüreğinde filizlenir. Çocuklar çıplak ayaklarıyla
toprağa basar, kırlarda koşar, oyunların, kahkahaların peşinde gün batımına
kadar yorulurlar. Akşam olup da sofralar kurulunca, yorgunluktan sofrada
uyuyakalmak, buralarda çocukluğun en samimi halidir.
Hayat, kolay değildir. Geçim kaygısı, herkesin
ortak derdidir. Babalar yazın ilçelere inşaat işlerine gider; analar, evde
kalan işlerin ve çocukların yükünü sırtlanır. Ama bu zorlukların içinde bile
insanlar birbirine sırt çevirmez. Komşuluk burada yalnızca bir selamlaşma
değil, hayatı birlikte omuzlama biçimidir. Bir hasta haberi duyulsa, ocakta
hemen bir çorba kaynar; sıcak bir tas, kapı kapı dolaşır. Kimse "Benim
değil" demez; herkes birbirinin yükünü paylaşır.
Paylaşmak, yardım etmek, şefkat göstermek burada
hayata tutunmanın doğal yoludur. Kimin tavuğu civciv çıkarsa, kimin ineği
yavrulasa, sevinç bir tek evde kalmaz, köyün her evine yayılır. Kimi zaman
şehre giden bir baba, dönüşte yanında getirdiği birkaç şeker, bir avuç helva
ile çocukların gözlerinde bayram sevinci uyandırır. O küçük hediyeler, burada
kocaman birer armağandır; sevginin ve özlemin somut halidir.
Ve kitaplar...
Kış gecelerinde rüzgârın uğultusu evleri sararken, bir köşede kaynayan çayın
fokurtusu eşliğinde açılan kitaplar, başka dünyalara açılan kapılardır.
Çocuklar okunan hikâyeleri sadece dinlemez; kahramanların sevinçlerini,
acılarını kalplerinde hisseder. Babalar, kötülere kızar; analar, acıklı
yerlerde gözyaşlarını gizlemeye çalışır. O hikâyeler, sobanın sıcaklığıyla
birlikte evleri ısıtır, ruhları besler. Kitaplar, yalnız bilgi taşımaz;
değerleri, sevgiyi ve insan olmanın inceliklerini de taşır.
Bu topraklarda insanlar, zor şartlara rağmen umudu
kaybetmezler. Hayatın yükü ağırdır ama yürekler merhametle, şefkatle hafifler.
İşte bu yüzden Doğu Anadolu’nun insanı yılmaz; her kışın ardında gelecek baharı
sabırla bekler. Çünkü bilir ki hayat, dayanışmayla, umutla ve sevgiyle anlam
kazanır.
Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli tam da bu ruhu
yaşatmak ister:
Çocukları yalnızca bilgiyle donatmakla kalmaz; karakter, erdem, estetik ve
insanlık değerleriyle de yetiştirmeyi amaçlar. Kitaplardan sadece bilgi almak
değil, duyguyu, ahlakı ve insan sevgisini de öğrenmek gerekir.
Burada, dağların eteğinde büyüyen çocuklar gibi...
Sabırla, paylaşarak, birbirine sırt vererek.
Çünkü geleceği inşa edecek nesiller, sadece aklıyla
değil; yüreğiyle de büyüyen nesiller olacaktır.
Ve gerçek eğitim, yalnızca okul sıralarında değil; hayatın tam içinde, karla
kaplı dağ yollarında, bir tas çorba paylaşırken, bir hikâye dinlerken, bir
civciv sevinçle kucaklanırken başlar.
İşte bu yüzden, geleceğin Türkiye’si, şefkatiyle,
adaletiyle, bilgeliğiyle daha da güzelleşecek.
Ve umut, o küçük köylerden, o küçücük sıcak yüreklerden tüm ülkeye yayılacak.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder