ESERİN KİMLİĞİ
ESERİN ADI: Ya
Tahammül Ya Sefer
YAZARI: Mustafa KUTLU
YAYIN EVİ: Dergâh
BASKI SAYISI: 18.
Baskı Nisan 2015
SAYFA SAYISI: 124
İÇERİK (MUHTEVA)
ÖZELLİKLERİ:
HİKÂYENİN KAHRAMANLARI:
Asım Bey: Üniversite
de profesör, kilolu, göbeği önde giden biri.
Kerim: Köyden
getirilip Murat’ın yanına bırakılmış yetim bir çocuk.
İlhan: Asım
Bey’in oğlu, zayıf, iktisatta okuyor.
Murat: Üniversite
okuyor. İlhan’ı teslim alan kişidir. Dava adamıdır.
Fethanet Hanım: Asım
Bey’in karısıdır. Çok makyaj yapar ve kiloludur.
Nalân: Asım
Bey ve Fethanet Hanım’ın kızlarıdır.
Cevat: Nalân’ın
sevgilisidir.
Yunus Bey: Milletvekili,
kafası kel, zayıf biridir.
Neslihan: Yunus
Bey’in karısıdır.
Veysel: İlhan’ın
üniversite arkadaşı, hukukçudur.
Hüseyin Avni: Yaşlı
bir esnaf, hızlı konuşan esperili biridir.
Hüsnü Efendi: Yaşlı,
kendi halinde biri.
Ayhan Bey: Doktor,
Asım bey’in dava arkadaşıdır.
Eleni: Ayhan
Bey’in karısı.
Nazım Usta: Kunduracı
bir esnaf. Temiz giyinmesini seven titiz biri.
ESERDE
İŞLENEN KONU:
Ya Tahammül Ya Sefer hikâyesinde biri iç biri dış iki
çatışmayı ana konu olarak seçmiştir. İç çatışma kişilerin kendilerini
sorgulamaları, dış çatışma ise davalarıdır.
ESERİN ANA FİKRİ
İnsanların gençlik yıllarındaki ideallerinden ve
davalarından hayatın ilerleyen dönemlerinde vazgeçmelerinin ya da bu idealleri
ve davayı menfaatleri için kullanmaya başlamalarının adeta kısır bir döngü gibi
gerçekleştiğini anlatmaktadır.
Herkesin bir davası olmalı; ama kendi fikirlerinden taviz
vermeden davasını savunmalıdır.
ESERİN TÜRÜ:
Hikâye
ESERDE İŞLENEN TEMEL DEĞERLER:
Özgürlük, insanca yaşama, insan
hakları, değerler.
YAZARIN ÜSLUBU:
Hikaye çok özgün bir üslupla
yazılmış. Hikayede betimlemeler çok yer tutmuş. Bölümler arasında ki kopukluk ayrı
bir özellik vermiş hikayeye, hikayede kişilerin duygusal yönlerinin çok dazla
anlatıldığı görülebiliyor. Kişiler hakkında fazla bilgi verilmeden kişilerin
olaylar içerisinde tanıtılması kişilerin anlaşılmasını zorlaştırmış.
Yazar hikâye de dili çok sade
kullanmıştır. Düz anlatımlı bir dili olmasına karşın, kurduğu derinlikli hikâye
dünyası çarpıcıdır. Ya Tahammül Ya sefer bu yalın dilden kendine özgü bir güç
alıyor. Hem hızlı okuma ritmi sağlıyor hem de okunan metnin anlamını kaçırmamak
için okuyucunun ayrıca çapa göstermesi gerekiyor.
Hikâye boyunca erkek kahramanımız olan ilhan’ın
yaşadığı olaylar karşısındaki duygu ve düşüncelerini kendi ağzından dinliyoruz.
MEKÂN VE ZAMAN:
Medrese, kunduracı dükkânı, Asım Bey’in evi, Tatil köyü ve
matbaa.
Her mekâna göre farklı bir zaman vardır.
ÖZET:
Kerim, köyde babası öldükten sonra kunduracı Nazım Ustanın
yanında çırak olarak çalışmaya başladı. İdealist bir üniversite öğrencisi olan
Murat inandığı davasına hizmet etmek için bir dernek kurmuş ve burada sık sık
konferanslar verdirip, konuşmalar yaptırıyordu. Murat davasına son derece
bağlıydı. Kerim ise Murat Ağabeyi ve diğerleriyle olmaktan, onlara hizmet
etmekten zevk alıyordu. Her dediklerini anında yapıp onlara kolaylık
sağlıyordu. Kendisi de dava delisi olmuş çıkmıştı. Dernek her konuşmada tıklım
tıklımdı, insanlar oturacak yer bulamıyordu. Herkes elinden geleni yapıyordu.
Ellerinde çoğu eski ve kalın kitaplar olan mollalar bir odadan diğerine
giriyordu.
Aradan zaman geçti. Artık Murat Ağabey ceketi parmağında
omuzları düşmüş olarak geliyordu Nazım Ustanın yanına. Dernek işlemiyordu. Her
şey kötü gidiyordu. Konuşmalara çok az insan geliyordu kimsede eski coşku
kalmamıştı. Okuyan, üniversiteyi bitiren, gidiyor artık geri dönmüyordu. Bazen
birileri uğrayıp hal hatırdan sonra derneğe ne olduğunu soruyorlardı. Bu
derneği tekrar canlandırmak gerektiğini söyleyip ayrılıyorlar fakat bir daha
uğramıyorlardı.
Bir gün Murat Ağabey, Kerim’i tuttu. Aldı karşısına artık
kendisinin olmayacağını söyleyip derneğin anahtarını Kerim Ustaya verdi. Bu arada
Nazım Usta da ölmüştü. Kerim Usta dernekle baş başa kalmıştı. Yalnızdı ve terk
edilmişti aradan uzun süre geçti her gün birilerinin, Murat ağabeyinin,
gelmesini bekledi ama hiç gelen
olmadı.
Profesör Asım Bey mutfaktan gelen ses için yatağından
kalkmıştı. Sıcak ve bunaltıcı bir geceydi. Eşi yatakta döndükçe yatak
gıcırdıyordu ne kadar da şişmanlamıştı. Oysaki evlendiklerinde ne kadar
güzeldi. Mutfağa doğru gitti mutfaktaki oğlu İlhan’dı. Konuşmaya çalıştı
oğluyla oğlu önce cevap vermedi. Araları iyi değildi. İlhan babasına hilali
görüp görmediğini sordu. Babası gördüğünü ve çok hoş göründüğünü söyledi. Daha
sonra İlhan:”Yarın ramazan başlıyor.” dedi. Babası sinirlendi ama belli
etmemeye çalıştı. Gidip annesini uyandırmadan yatmasını söyledi. Baba-oğul ne
zaman tartışsalar İlhan kendisinin büyüdüğünü kendi kararlarını verebileceğini
söylüyordu.
Asım Bey ve ailesi köydeşlerdi. İlhan köye gidince
babaannesini ve geçmişte köyün nasıl olduğunu hatırladı ve şimdiyle kıyas
yapmak çokta zor olmadı. Eski yeşillikleri babaannesini, huzuru şimdi burada
bulunan binalar ve gürültüye değişmezdi. Ancak hayat değiştirmişti. Babaannesi
ölmüş yeşillikler yok edilerek yerine koca binalar villalar yapılmış her taraf
otoyollarla dolmuş araba sesleri kuşlarınkinden çok çıkmaya başlamıştı. O
babaannesiyle dedesiyle eğlenmeyi seviyordu plajlarda eğlenmeyi değil.
Dedesinin faytonunu, babaannesinin lavanta kokan çarşafını, kadınlar bölmesinde
kılmaya çalıştığı ancak uzunluğuna dayanamayıp uyuduğu teravih namazlarını
özlemişti. Bunları düşünürken bir yandan da köyün imamını düşünüyordu. İmam
ezan okuduktan sonra ona namaz kılmayı teklif etmişti ve o imama “Ben daha önce
hiç namaz kılmadım.” cevabını vermişti. İmam ona öğretebileceğini söylediğinde
çok sevinmişti. Ramazandı köyde çıktığı ufak gezintiden yatsı ezanı okunurken
dönüyordu. Eve vardığında Asım Bey ve diğerleri sarhoştu. Kimse ne dediğini
bilmiyordu, çok sinirlendi, dayanamadı ve masa örtüsünü tutup çekti. Üzerindeki
her şey yere düşüp içki şişeleri kırılırken rahatladığını hissediyordu.
Diğerleri ise İlhan’ın yaptığının şokundan kurtulmayı zor başarmıştı.
Asım Bey, oğlu İlhan’ı Doktor Ayhan Bey’in yanına götürmüştü.
Onun sorunu halledeceğine inanıyordu. İlhan’a olanları sordu doktor aldığı
cevaplar karşısında Asım Bey’e İlhan’ın depresyonda olduğunu söyleyip, üzerine
fazla gitmemelerini
önerdi.
Asım Bey zamanında dava dava diye ölürken neden şimdi davanın
adını bile duymak istemiyordu ya da bundan kendisi söz etmiyordu?
Bazen öyle günler oluyordu ki Murat Ağabey derginin parasını
bulamıyordu. Böyle zamanlarda oradan oraya koşar para toplamaya çalışırdı.
Böyle günlerde bazen Kerim’e adresler verir, onun oralara gitmesini ve oradan
para almasını isterdi. Kerime Asım Bey’in de bulunduğu fabrikaya gidip,
fabrikatör Kemalettin Bey’den para almasını söylemişti. Oraya Asım Beyle
görüşmek üzere gidecekti, her şeyi daha önce Murat Ağabeyle Asım Bey
konuşmuşlardı. Ama gittiğinde güvenlik görevlileri Kerim’i içeri almadılar Asım
Beyin orada olmasına rağmen o gün işe gelmediğini söylediler. Bunu Asım Bey
istemişti çünkü Fetanet’in yani sevdiği kızın babası Kemalettin Bey’in bunları
bilmesini istemiyordu. Kerim oradan uzaklaştı. Asım Bey doğru yapıp yapmadığını
günlerce düşündü davayı düşündü Fetanet’i düşündü ve Fetanet’i seçti. Onunla
evlendi evlendikten sonra mutlu olacağını sanıyordu ama şimdilerde sık sık
kavga ediyorlardı.
Ve şimdi evlenme sırası Fetanet Hanım ve Asım Beyin
kızlarınındı. İlhan düğüne gitmek istemiyordu ama annesinin baskısıyla gitmek
zorunda kaldı. İlhan düğünde umduğundan başka bir şey bulamadı ramazandı
düğünde bu bilinmesini rağmen içki içilmesine vb şeylere dayanamayıp evden ve
düğünden kaçarak medreseden çevrilmiş bir erkek yurduna yerleşti. Bu yurt o
bilmese bile babasının medresesiydi babası burada gençliğinin en hareketli dava
aşkıyla dolup taşan günlerini yaşamıştı. Yurtta Veysel adında biriyle daha
önceden yaz kursunda tanışmıştı. Onla çok iyi anlaşıyorlardı ancak diğer
arkadaşları onu kabullenememişlerdi diğerleri gibi değildi çünkü. O pijamasız
yatmıyordu, sürekli dişlerini fırçalıyordu, herkesin abdest alırken giydiği
takunyaları giymiyordu-mantar korkusu- ütüsüz hiçbir şey giymezdi.
Arkadaşları-Veysel hariç- İlhan’ı arkadaşlarından uzaklaştırıyordu onu hep
zengin şımarık çocuk olarak görüyorlardı.
Diğer taraftan Fetanet Hanım sinir krizi geçiriyordu. Asım
Bey’e bağırıp çağırıyordu. Asım Bey ise bunlara aldırmıyordu. Bir anda ceketini
alıp yağmur yağan sokaklara çıktı. Otobüse tramvaya biner gibi atlayarak bindi.
Medresenin önünde indi. İlhan’ı gördü. İlhan babasının onu hemen bulmasına çok
şaşırdı. Asım Bey ise yurdu görünce çok duygulanmıştı. Eski oda arkadaşlarını
hatırladı. Eski anıları gözünün önünden geçti. İlhan’a odasını arkadaşlarını
sordu ve bir ihtiyacı olup olmadığını da ilave etmeyi unutmadı. İlhan
isteklerini söyleyip sorulanları anlattıktan sonra birlikte birinin yurdundan
diğerinin medresesinden çıktılar. Asım Bey kunduracı Kerim Usta’yı aradı ama
bulamadılar. İlhan ona yabancı dili sayesinde yayın evi sahibi Murat Bey’den iş
teklifi aldığını anlattı. Murat Bey’i tanıyıp tanımadığını sordu. Asım Bey
hiçbir şey söylemedi. Bir kaç gün sonra İlhan, Murat Beyin yanına gitti. Murat
Bey bekârdı gömleği ve dişleri sararmıştı. İlhan hala sırlarını paylaşacağı
kafasındaki sorulara cevap bulacağı birini bulamamıştı. Murat Beye bu
düşünceyle gitmişti ama onun tavırları İlhan’ın hayal kırıklığına sebep oldu.
Asım Beyler gece arkadaşlarıyla birlikte eğlenmiş sabah geç
uyanmışlardı. Bugün de arkadaşlarıyla motor gezintisi için sözleşmişlerdi.
Bakan Yunus Bey uluslar arası bir kongreye katılmak, bu
vesile ile düzenlenen bir sergiyi açmak üzere İstanbul’a gidecekti. Yunus Bey,
Asım Beyin medresede oda arkadaşıydı sonradan siyasete atıldı ve bakanlığa
kadar yükseldi onunda dava hayatı da Asım Bey gibiydi. O da siyasetten sonra
kokteyllere katılma başlamış eşinin başını açtırmıştı. Şimdi ise saygın biri
olarak-kimin gözünde?-bir kongreye gidiyordu. O bu kongreyi çok önemsiyordu.
İlhan yine erkenden kütüphaneye damlamıştı. Geçen gün gördüğü
güzel kız yine ordaydı.
Asım Beyler tam kahvaltıya oturmuşlardı ki telefon çaldı.
Asım Bey telefona baktı ve rengi sarardı telefonun Asım Bey’e getirdiği haberde
Murat Bey’in vefat ettiği duyuluyordu. Fetanet Hanım ne olduğunu sordu ama Asım
Bey cevap vermek istemedi.
Yunus Bey uçakta biraz kestirirsem açılırım diye düşünmüştü.
Hiç konuşmadı. Yıpranmış resme bakıp duruyordu ikide bir arkasını çevirip
“Canım kardeşim Yunus’a…”diye başlayan cümleyi okuyordu. Bir ara yüzünü
gizleyip ağladı. Cenaze ikindi namazına müteakip kaldırılacaktı. Oraya gitmeli
miydi? Partisine, fikriyatına ve bütün yapıp ettiklerine muhalif olduğu
herkesçe bilinen bir kişinin cenazesinde görünmeli miydi? Ya kongre
ne olacaktı?
Veysel nefes nefese yurtları dolaştı, kahveleri, geçerken
kütüphaneye uğradı. İlhan’ı görüp Murat Bey’in vefat haberini verdi.
Yunus Bey, sayın bakanlığı bir yana bırakarak başını Asım
Bey’in omzuna koyup, bir güzel ağlamak istiyordu. Asım Bey arabasından hiç
inmeksizin bu merasimi yaşlı gözlerle bulunduğu yerden izlemek istiyordu. Hepsi
kalabalığa karıştılar. Merhum hakkında” daha dün…” diye başlaya kısacık
hatıralar anlattılar. Namazdan sonra cemaat imamın sorusuna “helal olsun, helal
olsun” diye karşılık verdi. Asım Bey ne helal edeceklerini anlamadı. Asıl
alacaklı olan Murat’tı zaten… Murat Bey’i toprağa vermişlerdi. Mezarının
başında Kerim Usta’nın gözyaşları toprağı ıslatıyordu. Nasıl olsa zamanında ona
Murat Ağabeyi sahip çıkmıştı.
Üniversitede mezuniyet günüydü ama İlhan gitmemişti.
Ailelerin arkasında bir yerden sessizce izlemişti mezuniyeti. Belki bu
diplomanın önemini kavrayamamıştı.
Veysel de mezun olmuştu atandığı yere gittiğinde İlhan’la
bağını koparmadı. Mektuplar yazdılar. Bir mektubunda İlhan’a köyünden
bahsetti. Köyde ki ırmaktan bahsetti. Ve İlhan’ı köye davet etti.
İlhan arkadaşının yanına vardı. Veysel evlenmiş, bir erkek çocuğu olmuş ve
şişmanlamıştı. Hep kravat takıyor ve takım elbise giyiyordu. Evi ırmağa
bakıyordu. Bahçesinde çeşit çeşit ağaçlar ve çiçekler vardı. Veysel hayatından
memnundu ve mutluydu.
İlhan gezdi eğlendi ırmağa girdi. Çok güzel günler geçirdi
ama şimdi köyden ve Veysel’den ayrılıyordu.
Veysel ”Önümüzdeki seçimlerde muhtemel aday olacağım.”dedi. İlhan
gülümsedi. O gülümseyince Veysel rahatladı. Veysel bu haberi son dakikaya kadar
ilhan ona ters cevaplar verip onu kararından vazgeçirmesin diye saklamıştı.
Otobüs kalkmak üzereydi. İlhan Veysel’in içine yerleştirdiği hayatı, gün gün
sivriltip, parlattığı geleceği şimdi anlıyordu. Veysel de babası, Yunus Bey ve
birçokları gibi davayı unutacak siyasete atılıp özünü kaybedecekti. Belki de bu
yüzden büyük insanlar, âlimler, mollalar, dava liderleri çok değildi ve
yetişmiyordu.
SON BAKIŞ:
Türk Edebiyatı’na yeni bir soluk kazandıran Mustafa KUTLU’nun
Şark Edebiyatı’ndan izler taşıyan (Tasavvufi izler )köylü ve şehirli yaşamından
kesitler sunduğu eserlerinden biridir Ya Tahammül Ya sefer…
Kutlu, bu eserde inandığı dava uğruna bir araya gelen, aynı
fikirleri savunan arkadaşların zaman tünelindeki yolculuğunu içkin anlatımıyla
fotoğraflar. Davaya tam anlamıyla adanmış yüreklerin; memlekete sahip çıkacak
çilekeş insanların, şu toprakları yeşertecek nesilleri ortaya çıkaracağına
hikâyenin kahramanları aracılığıyla değinir.
Kutlu, bu eserinde İlhan adlı bir delikanlının hayat
serüvenini hikâyeleştirir. Kitapta yetmiş seksenli yıllardaki dava erlerinin
hayat serüvenlerini gözler önüne serer. Yetmişlerde davalarına sımsıkı bağlı
olanların seksenlerden sonra neler yaptıklarını anlatır.
Hikâyenin kahramanı İlhan, babasının bir zamanlar nasıl bir
düşünceye sahip olduğunu, kütüphanelerinin tozlu raflarındaki dergilerleri
incelerken şahit olur. Babası ve dava arkadaşlarını yazılarından bir bir tanır.
Davası için her türlü fedakarlıkları yapan Murat’ı , Kerim’i.Diğer taraftan
doktor Ayhan, bakan Yunus ve babası Asım gibi bir zamanlar ki davalarının tam
tersini yapan herkesi. Hayatın gerçeklerinden köşe bucak kaçan insancıkları da
tanır. Oysa bu dava arkadaşlarının hepsi gençken davalarını şöyle
tanımlarlarmış: “Bizim hareketimiz mesuliyet hareketidir. Davamız hayata uymak
değil, hayatımızı hakka uydurmaktır.’’
Yayınladıkları her dergide bir emeğin bir adanmışlığın, bir
fedakarlığın izi olduğu yazılardaki paragraflardan, cümlelerden, kelimelerden
hatta hecelerden hissedilir. Fakat Murat ve Kerim dışındaki davadaşlar hayatın
dişlileri arasında -kendilerinden kaçarak- ezilmiş/ezilmeye devam
etmektedirler. Bir de Veysel vardır. İlhan’ın hayatındaki değişimlere sebep
olan, davet yolunda dökülenleri eleştiren. Murat‘ın etrafında toplanmak
gerektiğini savunan bir üniversite öğrencisidir. Zaman onun aleyhine de işler.
Yaşlılık bir gün onun da kapısını çalar. Bir zamanlar eleştirdiği, dama
çıkıp merdiveni kaldıranların yolundan yavaş yavaş ilerlemeye başlar. İlhan’ın
deyimiyle, “Bilinç altında olan gün gün sivrilip, patlatılan hayat tarzıdır.’’
bu. Fakat İlhan bu çarkın dişlileri arasında ezilmemek için kendi deyimiyle
kelimelerin saltanat kurduğu, kitaplara bile dost olamayan üniversitede öğretim
üyesi olma olasılığını da elinin tersiyle iter.
Sonuç olarak, sindirilmemiş, hazmedilmemiş bir dava, ne kadar
savunulursa savunulsun zamanla bireyi terk edeceğini, bu terk ediş neticesinde
dünyanın kölesi olan insanların civanmert dava erlerine her zaman özendiklerini
ve yaşam boyu mutsuzluk motifli ‘keşkelerle’ yaşadıklarını bu hikâye ile adeta
temaşa ediyoruz.
Yazar amacına ulaşmış, hikâyenin ana fikri açık ve
anlaşılırdır. Fakat hikâyedeki geçişler, anlatılan karakterler okuyucuda, acaba
bir şey mi kaçırdım şüphesine yol açıyor. Sayfalar ilerledikçe bu şüphe bulutu
kaybolur. Bazen de kendinizi hikayeyi okumanın zevkinin doruğuna anlatımın
güzelliğine kaptırdığınız anda hikaye bitiyor gibi oluyor. Tabiri caizse
her bölümde karşınıza çıkan cümleler sizi içine çekebildiği gibi umutlarınızı
boşa çıkarıp hikayenin başka bir bölümüne geçirebiliyor…
“Bizim hareketimiz mesuliyet hareketidir. Davamız hayata
uymak değil, hayatımızı hakka uydurmaktır.’’
Lise ve lisans eğitimi yıllarımda içinde bulunduğum
çevrelerin ve mekanların insanlarından söz eder. Yontulmuş taş getirin duvarı
öreyim. Hızlı yıllar. Kurulan gruplar, ders halkaları, arkadaşlıklar… Bu çevre ve mekanlarda kurulan dernekler,
neşredilen mecmualar.
Toplu, gruplar ve bireysel verilen eğitimler. Belli bir
zamandan sonra bu böyle olmaz haydi gruplara ayrılalım farklı çalışmalar
yapalım. Mekanların ve çevrelerin ağabeyleri ilk söz hakkı onların tabiî ki:
Ben bu arkadaşlarla grup kurmak istiyorum deyip arkadaşlar arasında bazılarını
seçmesi diğerlerini bilmem ama benim içimi sızlatmıştır. Kime göre, niye göre
seçildi bu arkadaşlarımız, ben niye o gruba girmedim.
Seçildiğim grubun hocası çok değerli bir insan. İlmine
diyecek. Edebiyatta ve kurana hakim biri. Ama karşıdan gelip gittiği için
verimli olmuyor.
Yeni yapılanmada verim alınamayınca arkadaşlardan
serzenişler, kopmalara, yeni gruplar.
Onların yerine görevlendirilen arkadaşları çalıştırmama amacı
ve hareketi.
Yıllar sonra 7 Haziran 2015 seçimleri sütlücede katıldığım
toplantı ve öne sürdüğüm fikirler ben ayrıldıktan sonra kabul görüyor. Bu fikir
ekseninde yeni yapılanmanın temelleri atılma çalışmaları. 1 kasım 2015
seçimlerinden sonra Topkapıdaki toplantıda arayışlar devam ediyor. Bu
toplantıda verimin düştüğünü görüyorum.
Zevkle okuduğum bir yazar. Sizlerle paylaşmak istedim.
Okuyun, lütfen zevk alacaksınız.