KALBİN SESSİZ DİLİ
Ben Elif. 7. sınıfa gidiyorum. Okulumuz, şehir merkezine biraz uzak ama
kocaman bahçesi olan, sarı boyalı, üç katlı bir bina. İlkbaharda bahçedeki
çiçekler açar, kuş sesleri koridorlardan bile duyulur. Hele sabahları okulun
önünde sıraya geçerken, yüzüme vuran hafif rüzgarla bir ferahlık gelir içime.
Bu okulda çok şey öğrendim ama en çok da insan olmayı...
Sınıfımız ikinci katta, güneş alan, camları geniş bir odada. Sıralarımız
ikili. Tahtanın tam karşısında oturuyorum. Pencereye yakın olmam hoşuma gidiyor
çünkü dışarıyı izlemeyi, hayal kurmayı seviyorum. Kimi zaman kuşların peşinden
gidiyor gözüm, kimi zaman bulutlara bakıp, “Şu anda başka bir şehirde acaba kim
ne hissediyor?” diye düşünüyorum.
Sınıfımızda 28 kişi var. Herkesin ayrı bir dünyası, ayrı bir hali var. Kimi
yüksek sesle konuşur, kimi sessizdir; kimi şakacıdır, kimi hep dalgın. Ben
biraz sessiz olanlardanım. Kendimce çizim yapar, kitap okurum, bazen de içimde
konuşurum. Beni en iyi tanıyan, defterimdir belki de.
Bir gün Türkçe dersinde, öğretmenimiz Meltem Hanım sınıfa girdi. Gözlüğünü
düzeltti, her zamanki gibi zarifçe gülümsedi. Onun gelişiyle sınıfa bir huzur
gelir. Saçları omzuna kadar, kıyafetleri sade ama çok özenlidir. En çok da
konuşurken insanın gözünün içine bakarak anlatmasını severim. Çünkü bizi
gerçekten dinlediğini bilirim.
“Çocuklar,” dedi, “Bugün bazı özel deyimlerden konuşacağız. Ama bu deyimler
öyle sıradan değil, kalbin diliyle ilgili olanlar.” Tahtaya yazdı:
Gönül almak, gönlünden geçirmek, gönlünde kalmak, gönül kırmak.
Kalbim bir tuhaf oldu. Bu kelimeler çok tanıdık geldi. Sanki biz onları
konuşmadan önce çoktan yaşamışız gibi. Meltem Öğretmen devam etti:
“Bazen bir söz, bir hareket, bir bakış… Karşımızdakinin kalbini
etkileyebilir. Kırabiliriz de, mutlu da edebiliriz. Gönül almak, bir kalbi
onarmaktır. Gönül kırmak ise bazen farkında bile olmadan, birini üzmek
demektir.”
O an defterime hemen yazdım bu deyimleri. Yanına küçük kalpler ve yıldızlar
çizdim. Aklımda ise hep aynı soru dönüyordu: “Ben hiç farkında olmadan birini
kırdım mı acaba?”
O gün ders bitince, büyük bir heyecanla birkaç gündür uğraştığım bir resmi
yanı başımda oturan Zeynep’e gösterdim. Zeynep sınıfın en enerjik ve dobra
kızı. Düşüncesini hemen söyler ama bazen biraz fazla hızlı söyler.
“Zeynep bak, bu resmi dün gece çizdim. Sence nasıl olmuş?”
Zeynep resmi eline aldı, şöyle bir baktı. Sonra dudaklarını büktü ve,
“Hmm… Çocukça olmuş biraz. Sanki 4. sınıf çizmiş gibi,” dedi.
Sanki içime incecik bir iğne battı. “Çocukça” kelimesi kulağımda
yankılandı. Bir şey demedim. Gülümsedim ama içimde bir burukluk oldu. O resim
için saatlerce uğraşmıştım. Hayal gücümden çıkmış bir dünyayı çizmiştim oysa…
Teneffüs boyunca konuşmadım. O resme bir daha bakamadım. Kalbim kırılmıştı.
Sessizce otururken aklıma Meltem Öğretmen’in sabah söylediği cümle geldi:
“Kalpler cam gibidir çocuklar. Kırıldığında izi kalır. Ama dikkatli olursak
hiç kırmadan da yaşayabiliriz.”
O gün eve gidince defterime uzun uzun yazdım. “Gönül kırmak” deyiminin
yanına, şu cümleyi ekledim:
“Bazen tek bir kelime, koca bir kalbi yaralayabilir.”
Ama işte tam burada bir şey oldu. Kalbimin kırıldığı yerde bir fikir doğdu:
Ya ben Zeynep’in kalbine dokunsam? Gönül almayı denesem?
Ertesi sabah, Zeynep’in sırasına bir not bıraktım. Notun üstüne minik bir
kalp ve gülümseyen bir yüz çizdim. İçine şunları yazdım:
“Belki fark etmedin ama dün söylediklerin beni biraz üzmüştü. Ama sana
darılmadım. Sadece resmim benim için özeldi. Umarım yine birlikte resim
çizeriz. Arkadaşlık bazen susmak değil, bazen de içtenlikle konuşmaktır.”
Dersin başında Zeynep, notu bulunca başını yavaşça bana çevirdi. Gözleri
biraz utanmış gibiydi. Sonra sessizce yanıma geldi.
“Elif… Çok özür dilerim. Cidden üzmek istemedim seni. Bazen ağzımdan düşünmeden
çıkıyor sözler,” dedi.
Gülümsedim. “Ben de seni suçlamadım. Ama hissettiklerimi söylemek istedim.
Resim çizerken seninle hayal kurmayı seviyorum.”
O an gülümsedi, sonra yanağıma hafifçe dokundu.
“İstersen bu hafta birlikte yeni bir çizim yapalım,” dedi.
O gün kalbimde bir şey değişti. Küçücük bir notla, bir arkadaşlığı yeniden
yeşertmenin ne kadar kıymetli olduğunu öğrendim. Bazen birini anlamak, büyük
cümleler kurmakla değil; küçük ama içten davranışlarla olur.
Şimdi ne zaman biri kırılmış gibi görünse, içimden hep Meltem Öğretmen’in o
cümlesi geçiyor:
“Kalbin dili sessizdir ama çok şey anlatır. Dikkatli dinleyin.”