YADİGÂRIN USTASI
Erzincan'a doğru yol alırken heyecanlıydım. Bakırcılık sanatını
araştırıyordum ve bu mesleğin en usta ellerinden biriyle tanışmak üzereydim.
Adını sıkça duyduğum Hasan Usta, sadece yaptığı bakır işleriyle değil,
insanlara olan sıcaklığıyla da tanınıyordu.
Şehre vardığımda beni Mustafa Bey karşıladı. O da Hasan Usta’yı yakından
tanıyordu ve yol boyunca ondan bahsetti:
"Erzincan’da bakırcılığın kalbi Hasan Usta’nın atölyesidir. Yaptığı
her iş, adeta bir sanat eseri gibidir. Ama onu asıl özel kılan, yılların deneyimini
büyük bir sevgiyle paylaşmasıdır. Atölyesinin adı Yadigâr’dır. Çünkü orada
üretilen her şey bir hatıranın, bir emeğin izlerini taşır."
Bu sözler içimdeki merakı iyice artırdı. Mustafa Bey’le birlikte dar
sokaklardan geçerek eski taş binaların bulunduğu mahalleye ulaştık. Küçük bir
dükkânın önüne geldiğimizde tabelada yazan isim dikkatimi çekti: “YADİGÂR”.
İçeri girdiğimde bakırın çekiçle şekillendirilirken çıkardığı ritmik
sesleri duydum. Raflarda parıldayan ibrikler, tabaklar ve kazanlar vardı. Her
biri ince ince işlenmişti, üzerlerindeki desenler adeta bir hikâye anlatıyordu.
Atölyenin ortasında yaşlı ama dinç bir adam, elinde çekiciyle bir bakır tabağa
işleme yapıyordu.
Mustafa Bey beni ona doğru yönlendirdi.
"Hasan Usta, bak misafirimiz var. Seninle tanışmak istiyor."
Yaşlı usta, işini bırakıp başını kaldırdı. Yüzünde sıcak bir gülümsemeyle
ayağa kalktı.
"Hoş geldin evlat. Bakırcılığa meraklı mısın?" diye sordu.
"Sanata ve ustaların emeğine hayranım." dedim.
Bu cevap hoşuna gitmiş olacak ki, hafifçe başını salladı ve eliyle oturmam
için bir yer gösterdi. Sonra masasının üzerindeki bakır tabağı eline alıp
işlemeleri göstererek konuşmaya başladı:
"Bak, bu desenler Erzincan’ın ruhunu taşır. Her motifin bir anlamı
vardır. Şu yıldız şekli birlik ve beraberliği, şu dal motifleri ise bereketi
simgeler. Biz burada yalnızca bir kap, bir kazan yapmayız. Geçmişi geleceğe
taşırız."
Onu dinlerken zamanın nasıl geçtiğini fark etmemiştim. Gözleri anlatırken
parlıyordu, elindeki bakır sanki onunla birlikte nefes alıyordu. Atölyedeki her
bir eşyayı tek tek göstererek yapım süreçlerini anlattı. Bakırcılığın bir
meslekten çok, bir yaşam biçimi olduğunu söyledi.
"Eskiden her evde bakır kaplar olurdu. Şimdi çoğu insan hazır ürünler
alıyor. Ama biz yine de bu sanatı yaşatmaya çalışıyoruz. Çünkü el emeği, ruhu
olan bir şeydir. Bir insanın elinden çıkmış bir eşya, ona dokunan herkeste bir
iz bırakır."
Sohbetimiz ilerledikçe, Hasan Usta’nın yalnızca bir zanaatkâr değil, aynı
zamanda büyük bir hikâye anlatıcısı olduğunu anladım. Bana eski ustalardan,
eski Erzincan çarşılarından ve mesleğin nasıl değiştiğinden bahsetti.
Atölyeden ayrılma vakti geldiğinde içimde büyük bir hayranlık ve saygı
hissi vardı. Hasan Usta, bana yalnızca bakırcılığı değil, emeğin ve sabrın
değerini de öğretmişti. Vedalaşırken elime küçük, zarif bir bakır tabak
tutuşturdu.
"Bunu hatıra olarak al. Üzerindeki işlemeleri unutma. Çünkü sanat
yaşatıldıkça anlam kazanır."
O an, Hasan Usta’nın atölyesinin neden Yadigâr adını taşıdığını çok
daha iyi anladım. Orası, yalnızca bir dükkân değil; geçmişin izlerini geleceğe
taşıyan bir mirastı.
Erzincan’dan ayrılırken, çantamda o küçük bakır tabak, zihnimde ise Hasan
Usta’nın anlattıkları vardı. Ve ben artık biliyordum: Gerçek ustalar,
yalnızca elleriyle değil, ruhlarıyla da sanatlarını yaşatırlar.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder