17 Şubat 2025 Pazartesi

 SÖYLEŞİ: Aslı Kemal GÜRBEY Acem Asaf Yıldırım’ın, “Hayatın Sessiz Uyarısı” isimli kitabı bu hafta Kalan Yayınları’ndan çıktı. Acem Asaf Yıldırım ile kitap hakkında söyleşi yaptık. Buyurun söyleşimize…

Merhaba Acem Bey. Yeni eseriniz hayırlı olsun. Öncelikle sizi okurlarımıza tanıtarak başlamak istiyorum. Acem Asaf Yıldırım kimdir?

Acem Asaf Yıldırım: Eğitimde Adanmış Bir Ruh

Eğitim, sadece bilgi aktarmak değil, aynı zamanda bireylerin ha yatına dokunmak ve onların potansiyellerini açığa çıkarmaktır. İşte Acem Asaf Yıldırım, bu anlayışla eğitim dünyasına adım atmış, hayatını eğitime adamış bir eğitimcidir. “Ancak bedel ödeyenlerin gerçek bir hikâyesi vardır ve sadece hikâyesi olanların kalıcı olması mümkündür.” sözü, onun eğitimdeki felsefesini özetler niteliktedir. Bu biyografide, Yıldırım’ın hayat yolculuğunu, eğitim anlayışını ve gerçekleştirdiği çalışmaları yakından tanıyacağız.

Acem Asaf Yıldırım, tarihin derin izlerini taşıyan Muş’un Malazgirt ilçesinde dünyaya geldi. İlköğrenimini doğduğu topraklarda tamamladıktan sonra İstanbul’a taşındı. Eğitimine İstanbul Bağcılar Dr. Kemal Naci Ekşi Anadolu Lisesi’nde devam etti. Türk dili ve edebiyatına olan ilgisi, onu İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi’ne yönlendirdi. Burada aldığı akademik eğitim, onun kelimelere ve eğitime olan tutkusu nu daha da pekiştirdi. Yüksek lisans eğitimini ise İstanbul Sabahattin Zaim Üniversitesi’nde tamamlayarak eğitim alanındaki bilgisini derinleştirdi.

Acem Asaf Yıldırım, meslek hayatına Türkçe öğretmeni olarak adım attı. Öğrencileriyle kurduğu güçlü bağ, onu yalnızca bir öğretmen değil, aynı zamanda bir yol gösterici haline getirdi. Eğitim yönetimi alanındaki yetkinliği sayesinde çeşitli okullarda idarecilik yaptı. Ayrıca, Milli Eğitim Müdürlüğü’nün düzenlediği yarışmalarda jüri olarak görev aldı ve uluslararası eğitim programlarına katılarak farklı ülkelerin müfredatlarını inceledi. Bu süreç, onun eğitimdeki bakış açısını zenginleştirdi ve idealist bir eğitimci olarak gelişmesini sağladı. 

Acem Asaf Yıldırım’a göre eğitim, bireylerin içlerindeki potansiyeli keşfetmeleri için bir araçtır. Ona göre, öğrenciler yalnızca akademik bilgiyle değil, aynı zamanda eleştirel düşünme ve karakter eğitimiyle de donatılmalıdır. Fikir üretmenin, yaratıcı düşünmenin ve insan ilişkilerinde esnek olmanın önemini vurgular. Öğretmenlerin yalnızca bilgi aktaran değil, aynı zamanda öğrencilerine ilham veren bireyler olması gerektiğine inanır. Eğitimde sabır, sevgi ve adanmışlık ilkelerini benimseyerek, öğrencilerini geleceğe hazırlama konusunda büyük bir özveri gösterir.

Acem Asaf Yıldırım, eğitimi yalnızca sınıf duvarlarıyla sınırlamayan bir anlayışa sahiptir. YouTube (https://www.youtube.com/@acemasafyldrm6470) kanalında eğitim ve kültür konularında içerikler paylaşarak daha geniş kitlelere ulaşmaktadır. Ayrıca, Eğitim İş Kolunda faaliyet gösteren bir sendikada büyük emekler sarf etti. Muşlu Bürokrat ve Akademisyenler Platformu ile İstanbul Muşlular Derneği’nde aktif roller üstlenerek hemşerilikleriyle bilgi ve deneyimlerini paylaşır. Sosyal medya üzerinden de eğitimle ilgili görüşlerini paylaşarak geniş bir kitleye hitap eder. Twitter’da (“@AcemAsaf1453”) kullanıcı adıyla yaptığı paylaşımlar, eğitim anlayışını ve adanmışlığını yansıtır.

Eğitimci kimliğinin yanı sıra yazın dünyasında da aktif bir isim olan Acem Asaf Yıldırım, edebiyat, eğitim ve ahlak konularında kaleme aldığı yazılarıyla dikkat çekmektedir. Kendi blogunda (yildirimacem.blogspot.com), öğrencilere ve eğitimcilere yönelik değerli içerikler sunarak eleştirel okuma becerilerini geliştirmeye katkıda bulunur. Özellikle kitap değerlendirme soruları hazırlayarak öğrencilerin derinlemesine analiz yapmalarını teşvik eder.

Yazıları aracılığıyla ahlaki değerler ve sosyal hayat üzerine önemli tavsiyeler veren Yıldırım, gençlerin karakter gelişimine de rehberlik etmektedir. Eğitime olan tutkusu, idealizmi ve adanmışlığı sayesinde eğitim camiasında öne çıkan bir isimdir. Bilgiye olan bitmek bilmeyen merakı, öğrencileriyle kurduğu samimi bağlar ve eğitim alanına sunduğu katkılar, onu ilham veren bir eğitimci kılmaktadır.

Yayımlanmış eserleri arasında Hayatın Sessiz Uyarısı’ adlı kitabı öne çıkarken, akademik çalışmaları da bilim dünyasında yankı uyandırmıştır. Ulusal ve Uluslararası hakemli dergilerde yayımlanan "Türkiye Yüzyılı Maarif Eğitim Modelinde Sevinç, Hüzün, Öfke, Korku ve Umut Duygularının İncelenmesi" ve "Türkiye Yüzyılı Maarif Eğitim Modeli ve Türkçe Dersi Temalarındaki Eğilimlerin İncelenmesi" başlıklı araştırmaları, eğitim alanında önemli bir akademik katkı sunmaktadır.

Kitabınızı beğenerek okudum. Bütün öğretmenlerin, öğrencilerin de okumasını öneriyorum. Herkese ilham olacak fikirlerin bir arada olduğu güzel bir çalışma olmuş. “Hayatın Sessiz Uyarısı” kitabını yazma fikri nasıl ortaya çıktı?

Öncelikle kitabımı beğenerek okuduğunuz ve tavsiye ettiğiniz için teşekkür ederim. Hayatın Sessiz Uyarısı kitabını yazma fikri, eğitim sistemimizde önemli bir eksikliği fark etmemle ortaya çıktı: Öğrenciler için yazılmış deneme türündeki kitapların azlığı.

Deneme, insanı düşünmeye sevk eden, sorgulatan ve hayatın içinden konulara farklı açılardan bakmayı öğreten bir türdür. Ancak ne yazık ki, ders kitaplarında bu türden yeterince örnek yer almıyor. Oysa, Türkiye Yüzyılı Maarif Eğitim Modeli’nin temel hedeflerinden biri de öğrencilerin eleştirel düşünme becerilerini geliştirmek. Öğrenciler, sadece bilgiyi ezberleyen bireyler değil, aynı zamanda sorgulayan, analiz eden ve yorumlayan bireyler olmalı. Bu modelin sunduğu değerler ve eğilimler, ne yazık ki ders kitaplarında henüz tam anlamıyla yer bulmuş değil. İşte bu boşluğu bir nebze olsun doldurabilmek için Hayatın Sessiz Uyarısı kaleme alındı.

Dünyadaki farklı eğitim sistemlerine baktığımızda, özellikle Finlandiya eğitim modelinde denemelerin büyük bir yer tuttuğunu görüyoruz. Orada öğrenciler, sadece klasik ders kitaplarıyla değil, deneme türündeki metinlerle de eğitiliyorlar. Çünkü deneme okumak, bireyin kendi düşüncelerini şekillendirmesine, bir konu üzerine farklı perspektifler geliştirmesine yardımcı oluyor. Bu anlayıştan ilham alarak, öğrencilerin hem duygu dünyalarına dokunacak hem de onları düşünmeye yönlendirecek bir eser ortaya koymak istedim.

Sonuç olarak, Hayatın Sessiz Uyarısı, gençlerin hayatı sorgulamalarına, kendilerini daha iyi tanımalarına ve Türkiye Yüzyılı Maarif Eğitim Modeli’nin ruhuna uygun olarak düşünme yetilerini geliştirmelerine katkı sağlamak amacıyla yazıldı. Eğer bu kitap, bir öğrencinin dahi zihninde yeni bir pencere açabiliyorsa, onu düşündürebiliyorsa, bu benim için en büyük mutluluk kaynağıdır.

Kitabınızı okuma ve öğrenme sevgisini teşvik etmek amacıyla yazdınız. Sizce bir çocuğun okuma alışkanlığı kazanmasında en önemli etken nedir?

Bir çocuğun okuma alışkanlığı kazanmasında en önemli etken, kitapla kurduğu duygusal bağdır. Eğer bir çocuk kitap okumayı sadece bir zorunluluk olarak görüyorsa, bu alışkanlığı kalıcı hale getirmek zorlaşır. Oysa kitap, bir keşif yolculuğu gibi hissettirdiğinde, okuma gerçek bir tutkuya dönüşebilir.

Ben de Hayatın Sessiz Uyarısı kitabını tam olarak bu düşünceyle kaleme aldım. Amacım, öğrencileri sıkıcı bir anlatımla bilgiye boğmak değil; onlara hayatın içinden konular sunarak, düşündüren ve merak uyandıran bir pencere açmaktı. Çünkü insan merak ettiği şeyi sever, sevdiği şeyi öğrenmekten keyif alır.

Bir çocuğun okuma alışkanlığı kazanmasında aile büyük bir rol oynar. Küçük yaşta kitaplarla tanışan, evde kitap okunduğunu gören bir çocuk, okumayı hayatının doğal bir parçası olarak benimser. Aynı şekilde, öğretmenlerin de kitapları sadece ders materyali olarak değil, bir dost olarak tanıtması gerekir. Mesela, sınıfta bir hikâye anlatırken, "Bu hikâyeyi okuyunca ne hissettiniz?" gibi sorular sormak, öğrencilerin kitaba duygusal olarak bağlanmasını sağlar.

Ayrıca, çocuklar kendilerini buldukları kitapları daha çok severler. Bu yüzden, onlara hitap eden, onların dünyasına dokunan eserlerle tanışmaları çok önemlidir. Mesela, Nasrettin Hoca fıkralarını okuyan bir çocuk, sadece gülmekle kalmaz, aynı zamanda hayata dair derin bir bilgelikle de karşılaşır. Dede Korkut Hikâyeleri’ni okuyan bir genç, cesaretin, dostluğun ve erdemin değerini daha iyi kavrar. Kitaplar, tıpkı bir dost gibi, insanın iç dünyasını zenginleştirir.

Okumanın keyifli bir alışkanlığa dönüşmesi için zorunluluktan uzak, keşfetmeye dayalı bir yaklaşım gerekir. Eğer bir çocuk kitap okurken sıkılmıyor, aksine heyecanlanıyorsa, artık onun için yeni bir dünyanın kapıları açılmış demektir. İşte o zaman, okuma sadece bir alışkanlık değil, bir yaşam biçimi olur.

Unutmayalım, bir kitap bir hayatı değiştirebilir. Belki de tam şu anda, bir sayfanın içinde seni bekleyen bambaşka bir dünya vardır. O dünyayı keşfetmeye ne dersin?

Eğitimde bilginin yanı sıra sevgi, merhamet, adalet ve sabır gibi insani değerlerin de önemli olduğunu vurguluyorsunuz. Günümüz eğitim sisteminde bu değerlerin yeterince yer bulduğunu düşünüyor musunuz?

Eğitim, sadece bilgi aktarmak değildir. Bir çocuğa matematik formüllerini, tarihi olayları ya da bilimsel gerçekleri öğretmek yeterli değildir; ona sevgi, merhamet, adalet ve sabır gibi insani değerleri de kazandırmak gerekir. Çünkü insanı gerçek anlamda donanımlı ve güçlü kılan, bilgisi kadar karakteridir.

Türkiye Yüzyılı Maarif Eğitim Modeli, eğitimin yalnızca akademik başarıya odaklanmasını değil, aynı zamanda değer temelli bir eğitim anlayışını benimsemesini amaçlar. Sevgi, merhamet, adalet ve sabır gibi değerler, bu modelin temel taşlarındandır. Bir öğrenci, sadece derslerinde başarılı olmakla değil, aynı zamanda vicdanlı, ahlaklı ve erdemli bir birey olmakla da yetiştirilmelidir. Bu model, “iyi insan yetiştirmenin, iyi eğitim vermekten geçtiği” anlayışıyla hareket eder.

Bugün dünyada pek çok ülke eğitimi yalnızca teknik bilgi ve beceriler üzerine kurarken, Türkiye vicdanın ve merhametin simgesi haline gelmiş bir ülke olarak bu değerleri eğitim sistemine de yansıtmayı hedeflemektedir. Biz, ecdadımızdan beri merhameti, adaleti ve sevgiyi en büyük güç olarak gören bir milletiz. Osmanlı Devleti’nden bugüne kadar, mazlumlara kucak açan, zor durumda olanlara yardım elini uzatan bir toplum olduk. Eğitim sistemimiz de işte bu kadim mirasın izinde şekillenmelidir.

Eğer bir eğitim sistemi sevgi ve merhameti merkeze almazsa, yalnızca başarılı bireyler yetiştirir; ancak iyi insanlar yetiştiremez. Bilginin yanında adaleti gözetmeyen bir nesil, sahip olduğu bilgiyi insanlığın yararına değil, zararına kullanabilir. Sabır ve vicdan olmadan bilim ilerleyebilir ama insanlık geride kalır. İşte bu yüzden, eğitimde değerler eğitimi bir seçenek değil, bir zorunluluktur.

Türkiye Yüzyılı Maarif Eğitim Modeli’nin temelinde, “önce insan” anlayışı vardır. Bu model, bireyleri sadece akademik başarıya hazırlamakla kalmaz, onları hayatı güzelleştirecek ahlaki donanımla da yetiştirir. Sevgiyle büyüyen bir çocuk, merhametli bir insan olur. Adaletle yetişen bir nesil, dünyaya huzur getirir. Sabırla eğitilen bir genç, geleceği inşa eder.

Sonuç olarak, eğitimin yalnızca bilgiyle değil, insanı insan yapan değerlerle de beslenmesi gerektiğine inanıyorum. Türkiye’nin, dünyada vicdanı ve merhameti temsil eden ülkelerin başında gelmesi, eğitim sistemimizin de bu değerleri güçlü bir şekilde benimsemesi gerektiğinin en büyük kanıtıdır.

Unutmayalım: Bilgi güçtür, ama bilgelik insanlıktır.

Kitabınızda Maarif Eğitim Modeli’nden bahsediyorsunuz. Bu modelin temel ilkeleri nelerdir ve eğitim sistemine nasıl bir katkı sunabilir?

Türkiye Yüzyılı Maarif Eğitim Modeli, eğitimi sadece akademik başarıya indirgemeyen, öğrenciyi bir bütün olarak ele alan yenilikçi bir anlayıştır. Bu modelin temel ilkeleri, öğrencilerin akademik, sosyal, ahlaki ve duygusal gelişimlerini desteklemeyi hedefler. Yani bilgiyle donanmış ama aynı zamanda merhametli, adil, üretken ve duyarlı bireyler yetiştirmeyi amaçlar.

Maarif Eğitim Modeli’nin Temel İlkeleri:

1.      Bütüncül Eğitim Anlayışı
Maarif modeli, öğrencinin sadece sınav başarısına odaklanmasını değil, hayatın her alanında güçlü bireyler olmasını destekler. Akademik bilgi kadar ahlaki değerler, sosyal beceriler ve duygu yönetimi de eğitim sürecinin önemli bir parçasıdır.

2.      Değer Temelli Eğitim
Sevgi, merhamet, adalet ve sabır gibi insani değerler, bu modelin temel taşlarındandır. Bilgiyi ahlakla bütünleştiren bir eğitim anlayışı, bireyleri sadece başarılı değil, aynı zamanda iyi insanlar olarak yetiştirir.

3.      Eleştirel ve Analitik Düşünme
Öğrenciler, bilgiyi ezberlemek yerine sorgulamayı, analiz etmeyi ve yorumlamayı öğrenir. Bu sayede, akademik hayatta olduğu kadar günlük yaşamda da karşılaştıkları sorunlara çözüm üretebilen bireyler haline gelirler.

4.      İlgi ve Yetenek Odaklı Eğitim
Her öğrenci farklıdır ve farklı yeteneklere sahiptir. Maarif modeli, bireysel yetenekleri keşfetmeyi ve geliştirmeyi teşvik eder. Sanattan bilime, spordan edebiyata kadar her alanda öğrencinin kendini ifade edebilmesi için imkânlar sunar.

5.      Duygusal ve Sosyal Zekâyı Güçlendirme
Başarı sadece akademik bilgilerle değil, duygusal ve sosyal becerilerle de mümkündür. Empati kurabilen, ekip çalışmasına yatkın, kendini doğru ifade edebilen bireyler yetiştirmek, bu modelin en önemli hedeflerinden biridir.

Eğitim Sistemine Katkıları:

  • Akademik ve Sosyal Yaşamda Güçlü Bireyler Yetiştirir: Öğrenciler sadece derslerinde başarılı olmakla kalmaz, aynı zamanda sosyal hayatlarında da bilinçli ve etkili bireyler haline gelirler.
  • Bilginin Kalıcı Olmasını Sağlar: Ezbercilik yerine anlamaya dayalı bir eğitim, öğrencilerin öğrendiklerini içselleştirmelerini sağlar.
  • Toplumsal Dayanışmayı Güçlendirir: Merhamet, adalet ve sabır gibi değerler aşılanan bireyler, daha güçlü bir toplumun temelini oluşturur.
  • Türkiye’yi Kültürel ve Bilimsel Alanda Öne Çıkarır: Maarif modeliyle yetişen nesiller, ülkemizin gelecekte bilimde, sanatta ve teknolojide daha güçlü bir konuma gelmesini sağlayacaktır.

Türkiye Yüzyılı Maarif Eğitim Modeli, bilgiyle ahlakı, teoriyle pratiği, bireysel gelişimle toplumsal faydayı birleştiren bir sistemdir. Bu model, öğrencileri hem akademik hem de sosyal yaşamlarında sağlam temellerle geleceğe hazırlayan bir yol haritası sunmaktadır.

Bilgi, ancak değerlerle birleştiğinde anlam kazanır. İşte Maarif Eğitim Modeli, bu anlayışın eğitimdeki karşılığıdır.

İyi eğitimin anlamı her insana göre değişiyor. İyi öğretmenin anlamı da öyle. Sizin için ne gibi anlamları olduğunu merak ediyorum? Bu temelde size iki sorum olacak: 1) İyi eğitim nedir? 2) İyi öğretmen kimdir?

Eğitim, her bireyin içinde saklı olan potansiyeli keşfetmek ve onu en iyi şekilde geliştirmek için verilen bir imkândır. Ancak iyi bir eğitim, sadece bilgi aktarmaktan ibaret değildir. O, insanın kendini tanımasını, düşünmesini, üretmesini ve topluma faydalı bir birey olmasını sağlayan bir süreçtir. İyi bir eğitim ve iyi bir öğretmen, bireyin ihtiyacına, niteliğine ve potansiyeline göre şekillenmelidir.

1) İyi Eğitim Nedir?

İyi eğitim, her bireyin kendi yetenekleri doğrultusunda en iyi şekilde yetişmesini sağlayan eğitimdir. Her öğrenci farklıdır; öğrenme hızı, ilgisi ve yetenekleri birbirinden ayrıdır. Bu nedenle iyi bir eğitim, bireyi bir kalıba sokmaya çalışmak yerine, onun güçlü yanlarını keşfedip geliştiren bir süreç olmalıdır.

İyi eğitimin temel taşları şunlardır:

  • Bireysel Potansiyeli Ortaya Çıkarmak: Her öğrenci bir dünyadır. İyi eğitim, öğrencinin yeteneklerini keşfeder ve ona uygun yollar sunar.
  • Ezberden Uzak, Anlamaya Dayalı Eğitim: Bilginin sadece aktarılması değil, içselleştirilmesi gerekir. Öğrenci, bilgiyi günlük hayatta nasıl kullanacağını öğrenmelidir.
  • Değerleri ve Erdemleri Aşılamak: Bilgi, ahlak ve erdemle birleşmezse, bireyin ve toplumun yararına hizmet etmez. Merhamet, adalet, sabır ve sorumluluk gibi insani değerler eğitimin temelinde olmalıdır.
  • Hayata Hazırlamak: İyi eğitim, öğrenciyi sadece akademik başarıya değil, hayatın tüm yönlerine hazırlar. Sosyal becerileri, iletişimi, empatiyi ve problem çözme yetisini geliştirir.

Türkiye Yüzyılı Maarif Eğitim Modeli, tam da bu anlayış üzerine kuruludur. Bireyin sadece sınav başarısını değil, duygusal, ahlaki ve sosyal gelişimini de önceleyen bir eğitim modeli sunar. Böylece öğrenci, sadece bilgiyle değil, güçlü bir karakterle de donanmış olur.

2) İyi Öğretmen Kimdir?

İyi bir öğretmen, sadece ders anlatan kişi değildir. O, öğrencisinin içinde saklı olan ışığı keşfeden, ona ilham veren ve yol gösteren bir rehberdir. Gerçek öğretmen, sadece bilgi aktaran değil, insan yetiştiren kişidir.

İyi bir öğretmenin sahip olması gereken özellikler şunlardır:

  • Adanmışlık: Öğretmenlik bir meslek değil, bir gönül işidir. Öğrencisinin başarısını kendi başarısı gören, onun gelişimi için emek veren öğretmen, gerçekten fark yaratır.
  • Sevgi ve Merhamet: Bir öğrencinin en iyi öğrenme ortamı, sevildiğini ve anlaşıldığını hissettiği ortamdır. Sevgiyle verilen eğitim, kalplerde iz bırakır.
  • Sabır ve Anlayış: Her öğrencinin öğrenme hızı farklıdır. İyi öğretmen, sabırla ve şefkatle her öğrencinin ihtiyacına göre yönlendirme yapar.
  • İlham Veren ve Yol Gösteren: Öğrencisine sadece bilgi vermekle kalmaz, onu hayata hazırlar. Onun düşünmesini, sorgulamasını, üretmesini teşvik eder.
  • Kendi Gelişimini Sürekli Sürdürmek: Öğrenme sadece öğrencilere özgü değildir. Gerçek bir öğretmen, kendini geliştirmeyi hiç bırakmaz ve öğrencilerine de bu ruhu aşılar.

Tarih boyunca büyük öğretmenler, öğrencilerinin hayatlarını değiştiren rehberler olmuştur. Mevlânâ’nın Şems’i, Akşemseddin’in Fatih Sultan Mehmet’i, Nurettin Topçu’nun genç nesillere kazandırdığı eğitim anlayışı bize gösteriyor ki, öğretmen sadece ders anlatan değil, öğrencisini hayata hazırlayan bir bilge olmalıdır.

İyi eğitim, bireyin ruhuna, zihnine ve karakterine dokunan eğitimdir. İyi öğretmen ise öğrencisinin içindeki potansiyeli keşfeden ve ona yol gösteren kişidir. Türkiye’nin eğitimde güçlü bir geleceğe ulaşması, işte bu iki temel unsurun sağlamlaştırılmasına bağlıdır. Eğitim sistemimiz, ezberci değil, sorgulayan; bireyleri tek tip değil, kendi potansiyeline uygun olarak yetiştiren bir yapıya dönüşmelidir.

Bilgi öğretebilirsiniz, ama ilham vermek ayrı bir sanattır. İşte iyi öğretmen, bu sanatın ustasıdır.

Türk eğitim hayatında size ilham veren isimler kimler? Onlardan öğrendiğiniz en değerli şey neydi?

 Eğitim, yalnızca bilgi aktarmak değildir; insanın ruhunu besleyen, ona anlam kazandıran ve karakterini inşa eden bir yolculuktur. Tarih boyunca bu kutsal yolculuğa ışık tutan birçok isim olmuştur. Onlar, bilgiyi hikmetle harmanlayan, eğitimi sadece zihinsel bir süreç olarak değil, aynı zamanda ahlaki ve vicdani bir inşa olarak gören büyük rehberlerdir.

Bu yolculukta ilham aldığım isimlerden biri Aliya İzzetbegoviç’tir. O, sadece bir lider değil, aynı zamanda derin bir düşünür ve eğitim felsefesine katkı sunan önemli bir isimdir. "Yeryüzünün öğretmeni olmak için, gökyüzünün öğrencisi olmak gerek." sözüyle eğitimin özünü en güzel şekilde özetler. Bu söz, gerçek eğitimin ancak yüksek bir hakikate yönelmekle mümkün olacağını vurgular. Bir öğretmen, öğrencilerine rehberlik edebilmek için önce kendini yetiştirmeli, öğrenmeye ve gelişmeye devam etmelidir.

Eğitimde ilham aldığım isimlerden biri de Nurettin Topçu’dur. O, eğitimi sadece akademik bir süreç olarak görmemiş, insanın ruhunu besleyen, ahlaki değerleri merkeze alan bir anlayışı savunmuştur. Öğretmen, yalnızca ders anlatan değil, öğrencisinin kalbine dokunan bir rehberdir. Bu anlayış, eğitimin ruhunu oluşturmalıdır.

Bir diğer ilham kaynağım İsmail Hakkı Tonguç’tur. Onun öncülüğünde kurulan Köy Enstitüleri, eğitimin toplumsal kalkınmadaki rolünü gözler önüne sermiştir. Eğitim sadece bireyi değil, toplumu da dönüştürmelidir. Tonguç’tan öğrendiğim en önemli şey, eğitimin toplumun her kesimine ulaşması gerektiğidir.

Evrensel ölçekte beni etkileyen isimlerden biri John Dewey’dir. "Eğitim hayata hazırlık değil, hayatın kendisidir." diyerek, öğrencinin bizzat deneyimleyerek öğrenmesi gerektiğini savunmuştur. Maria Montessori ise eğitimde bireyselliğin önemini vurgulamış ve her çocuğun farklı bir öğrenme süreci olduğunu belirtmiştir. Onun "Öğretmen bir rehberdir, öğrenci ise keşfetmeye açık bir yolcudur." sözü eğitime bakış açımı derinden etkilemiştir.

Bu anlayış, Türkiye Yüzyılı Maarif Eğitim Modeli’nin de temel felsefesidir. Model, sadece akademik başarıya değil, öğrencinin ahlaki, vicdani ve estetik gelişimine de önem verir. Sevgi, merhamet, adalet ve sabır gibi insani değerler, eğitimin temel taşlarıdır.

Aliya’nın sözünü düşündüğümüzde, iyi bir öğretmenin önce iyi bir öğrenci olması gerektiği sonucuna varırız. Mevlânâ, "İlim ilim bilmektir, ilim kendin bilmektir." diyerek eğitimin, insanın kendi varlığını keşfetmesiyle başladığını söyler. Yunus Emre, "Bana seni gerek seni." derken eğitimin nihai hedefinin insanın hakikati bulması olduğunu ifade eder.

Türkiye, tarih boyunca vicdanın ve merhametin sesi olmuş bir medeniyetin temsilcisidir. Eğitim sistemimiz de bu köklü mirastan beslenerek, bilgiyle birlikte ahlakı, akademik başarıyla birlikte insanî değerleri ön plana çıkarmalıdır. Eğitim, sadece bilgi yüklemek değil, insanı insan yapan erdemleri kazandırmaktır.

Eğitim sadece matematik formüllerinden, ezberlenmiş tarihlerden, sınavlara hazırlanmış bilgilerden ibaret değildir. Eğitim, insanın ruhunu besleyen, ona yön veren, adaletli ve vicdanlı bireyler yetiştiren bir süreçtir.

Aliya İzzetbegoviç’in sözünden ilham alarak diyebiliriz ki:
Eğer bizler gökyüzünün öğrencileri olmayı başarabilirsek, yeryüzünün öğretmenleri olarak bilgiyi hikmetle yoğurup insanlığa fayda sunabiliriz. Eğitim ancak bu şekilde insanı tamamlar ve toplumları yükseltir.

Bu kapsamlı kitabı hazırlarken sizi en çok zorlayan şey neydi? Yayın sürecinde ne tür deneyimler yaşadınız?

Bir kitabın yazım süreci, yazarın kendi iç dünyasına yaptığı derin bir yolculuktur. Ancak bu yolculuk, sadece kelimeleri kâğıda dökmekle sınırlı değildir; kitabın yayınlanması süreci de en az yazım kadar zorluklarla doludur. Bu kitabı hazırlarken karşılaştığım en büyük engellerden biri, yayıncılık alanındaki tecrübe eksikliğimdi. Yazmak, bir duygu ve fikir işçiliği gerektirirken, kitabın yayımlanması tamamen farklı bir dinamiktir.

Özellikle deneme türündeki yayınların sayıca az olması ve yayınevlerinin bu türe mesafeli duruşu, süreci daha da zorlaştırdı. Günümüzde edebiyat piyasası, daha çok popüler akımlar üzerine yoğunlaşmış durumda. Deneme türünün okur kitlesi nispeten dar olduğu için, pek çok yayınevi bu tür eserlere mesafeli yaklaşıyor. Bu da, kitabın doğru ellerde hayat bulmasını zorlaştıran bir faktör oldu.

Ancak Kalan Basım Yayın gibi, edebi eserlere değer veren yayınevlerinin desteği bu sürecin dönüm noktalarından biri oldu. Hem sürece olan ilgileri hem de hızlı ve çözüm odaklı yaklaşımları sayesinde, kitabın okurlarla buluşması daha sağlam bir zemine oturdu. Yayıncılık dünyasında, eserinize inanan ve onun değerini görebilen bir yayıneviyle çalışmak gerçekten büyük bir şans.

Bu süreç bana sabırlı olmayı, vazgeçmemeyi ve doğru insanlarla iş birliği yapmanın önemini öğretti. Bir kitabı yazmak kadar, onu hayata geçirmek de sabır isteyen bir yolculuk. Ancak sonunda, düşüncelerinizin satırlara dökülüp okurlarla buluştuğunu görmek, tüm zorluklara değen bir duygu.

Toplumumuzla ilgili bir soru sormak istiyorum. Sizce okumaya önem veren bir toplum muyuz?

Türk toplumu, tarih boyunca okumaya ve öğrenmeye büyük bir değer vermiştir. Ancak bu değer, her zaman yalnızca yazılı metinlerle sınırlı kalmamış, aynı zamanda derin bir sözlü edebiyat geleneğiyle şekillenmiştir. Şifahî kültürümüz, Türk halkının bilgiye olan sevgisini ve onu aktarırken izlediği yolu göstermektedir. Bugün hâlâ yaşadığımız, geçmişten gelen bu gelenekler, aslında okumaya verdiğimiz önemin bir göstergesidir.

Türklerin tarihsel kökenlerine bakıldığında, Uygurca ve Göktürkçe gibi ilk yazılı Türkçe formlarında da okuma ve yazma pratiklerine dair izler görmek mümkündür. Ancak, bu dönemlerde okuma alışkanlıkları, daha çok şifahî (sözlü) geleneklerle şekilleniyordu. Destanlar, efsaneler, şiirler ve hikâyeler, nesilden nesile sözlü olarak aktarılıyor, dinleyiciyi büyüleyerek onların zihninde kalıcı izler bırakıyordu. Göktürkler'in ve Uygurlar’ın yazılı metinlerinin büyük kısmı, tarihî olayları ve değerleri gelecek kuşaklara aktarmak amacıyla yazılmış olsa da, o dönemin okuma alışkanlıkları daha çok dinleyerek öğrenme üzerinden şekilleniyordu.

Osmanlı İmparatorluğu'nda ise Osmanlıca, edebiyatın ve kültürün yaygınlaştığı bir döneme işaret eder. Bu dönemde medrese eğitimi, okuma alışkanlıklarının gelişmesinde önemli bir rol oynamıştır. Fakat yine de halk arasında, yazılı metinlerden çok, özellikle tasavvufi şiirler, halk hikâyeleri ve nasihatler gibi sözlü kültür ürünleri yaygın bir şekilde aktarılmaktadır. Osmanlı'da okuma ve yazma oranı başlangıçta oldukça sınırlı olsa da, şifahî kültür bu boşluğu doldurmuş, halkın bilgiye ulaşmasını sağlamıştır.

Cumhuriyet’in ilk yıllarında, okuma alışkanlıklarının daha sistemli hale gelmesi için önemli reformlar yapılmıştır. Okuma yazma seferberlikleri ve halk kütüphanelerinin açılması, toplumun büyük kesimlerine kitapları ve okuma alışkanlıklarını tanıtmıştır. Ancak, geçmişten gelen şifahî kültürün izleri hâlâ canlıdır. Bugün bile, insanlar arasında kitap okuma kadar, şarkı söylemek, masal anlatmak ve hikâye dinlemek gibi sosyal pratikler devam etmektedir. Özellikle geleneksel düğünlerde, kahvehanelerde ya da köylerde yapılan sohbetler, bir tür oral kültür aktarımı olarak okuma ve öğrenme alışkanlıklarının canlı kalmasına yardımcı olmuştur.

Evet, Türk toplumu okumaya önem veren bir toplumdur. Ancak bu okuma alışkanlığı, başlangıçta sadece yazılı metinlerle sınırlı kalmamış, şifahî kültürle şekillenmiştir. Eski yazıtlar, destanlar, şiirler ve halk hikâyeleri, okuma alışkanlıklarımızın tarihi temel taşlarını oluşturur. Bugün okuma oranımız arttıkça, eski sözlü geleneklerin ve kültürel mirasın da hala değerli bir şekilde yaşatıldığını görmekteyiz. Eğitim sistemimizde de bu geçişi görmek, okuma kültürünün Türk toplumunun özünde var olduğunun bir göstergesidir.

“Hayatın Sessiz Uyarısı” kitabı yayımlandı. Bundan sonra nasıl bir yazın yolculuğu planlıyorsunuz?

“Hayatın Sessiz Uyarısı” kitabımın yayımlanmasının ardından yazın yolculuğumun devamı için pek çok farklı yön var aklımda. Öncelikle, benzer bir eser kaleme almak istiyorum. Akademik dünyaya katkı sağlamak, bilgiyle harmanlanmış derinlemesine bir çalışma ortaya koymak için yeni projeler üzerinde düşünüyorum. Eğitim ve insan ruhu üzerine olan bu yolculuğumun, daha geniş bir kesime ulaşması adına önemli adımlar atmayı hedefliyorum. Ayrıca, bir ressamın ve Balkanlar'dan gelen aşkın birleşiminden doğacak bir hikâye yazmayı düşünüyorum. Bu hikâye, tarihin ve kültürün izleriyle şekillenecek ve duygusal bir derinlik arayacak.

Tabii ki, bu projeleri hayata geçirmek için önce cesaretimi toplamak gerekiyor. Zira her yeni yazı, bir öncekinin çok ötesine geçmeye çalışırken insana bazen korku, bazen belirsizlik getirebilir. Ama ben, yazmanın, insanın içsel yolculuğunu anlatmanın bir yol olduğunu düşündükçe cesaretim artıyor. Gelecekteki yazın yolculuğumda hem akademik dünyaya hem de edebiyat dünyasına katkı sağlayacak eserlerle yer almayı umut ediyorum.

Söyleşiyi sonlandırırken okurlarınızın bol olmasını diliyorum. Bana zaman ayırdığınız için de ayrıca teşekkür ederim.

Bu güzel sohbet için ben de size teşekkür ederim. Zaman ayırıp sorularınızı sormak, düşüncelerimi paylaşmak gerçekten keyifliydi. Nezaketiniz ve zarafetiniz beni de çok mutlu etti. Okurlarımın bol olması dileğiniz için minnettarım, umarım yazılarım insanlara ilham verebilir ve onların hayatlarına dokunabilir. Sizlere de yolculuğunuzda başarılar ve mutluluklar dilerim!

 

 

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder