SÖYLEŞİ:
Aslı
Kemal GÜRBEY Acem Asaf Yıldırım’ın, “Hayatın Sessiz Uyarısı” isimli kitabı bu
hafta Kalan Yayınları’ndan çıktı. Acem Asaf Yıldırım ile kitap hakkında söyleşi
yaptık. Buyurun söyleşimize…
Merhaba Acem Bey. Yeni
eseriniz hayırlı olsun. Öncelikle sizi okurlarımıza tanıtarak başlamak
istiyorum. Acem Asaf Yıldırım kimdir?
Acem
Asaf Yıldırım: Eğitimde Adanmış Bir Ruh
Eğitim, sadece bilgi
aktarmak değil, aynı zamanda bireylerin ha yatına dokunmak ve onların
potansiyellerini açığa çıkarmaktır. İşte Acem Asaf Yıldırım, bu anlayışla eğitim
dünyasına adım atmış, hayatını eğitime adamış bir eğitimcidir. “Ancak
bedel ödeyenlerin gerçek bir hikâyesi vardır ve sadece hikâyesi olanların
kalıcı olması mümkündür.” sözü, onun eğitimdeki felsefesini özetler
niteliktedir. Bu biyografide, Yıldırım’ın hayat yolculuğunu, eğitim anlayışını
ve gerçekleştirdiği çalışmaları yakından tanıyacağız.
Acem Asaf Yıldırım,
tarihin derin izlerini taşıyan Muş’un Malazgirt ilçesinde dünyaya geldi.
İlköğrenimini doğduğu topraklarda tamamladıktan sonra İstanbul’a taşındı.
Eğitimine İstanbul Bağcılar Dr. Kemal Naci Ekşi Anadolu Lisesi’nde devam etti.
Türk dili ve edebiyatına olan ilgisi, onu İstanbul Üniversitesi Edebiyat
Fakültesi’ne yönlendirdi. Burada aldığı akademik eğitim, onun kelimelere ve
eğitime olan tutkusu nu daha da pekiştirdi. Yüksek lisans eğitimini ise
İstanbul Sabahattin Zaim Üniversitesi’nde tamamlayarak eğitim alanındaki
bilgisini derinleştirdi.
Acem Asaf Yıldırım, meslek hayatına Türkçe öğretmeni olarak adım attı. Öğrencileriyle kurduğu güçlü bağ, onu yalnızca bir öğretmen değil, aynı zamanda bir yol gösterici haline getirdi. Eğitim yönetimi alanındaki yetkinliği sayesinde çeşitli okullarda idarecilik yaptı. Ayrıca, Milli Eğitim Müdürlüğü’nün düzenlediği yarışmalarda jüri olarak görev aldı ve uluslararası eğitim programlarına katılarak farklı ülkelerin müfredatlarını inceledi. Bu süreç, onun eğitimdeki bakış açısını zenginleştirdi ve idealist bir eğitimci olarak gelişmesini sağladı.
Acem Asaf Yıldırım’a göre
eğitim, bireylerin içlerindeki potansiyeli keşfetmeleri için bir araçtır. Ona
göre, öğrenciler yalnızca akademik bilgiyle değil, aynı zamanda eleştirel
düşünme ve karakter eğitimiyle de donatılmalıdır. Fikir üretmenin, yaratıcı
düşünmenin ve insan ilişkilerinde esnek olmanın önemini vurgular. Öğretmenlerin
yalnızca bilgi aktaran değil, aynı zamanda öğrencilerine ilham veren bireyler
olması gerektiğine inanır. Eğitimde sabır, sevgi ve adanmışlık ilkelerini
benimseyerek, öğrencilerini geleceğe hazırlama konusunda büyük bir özveri
gösterir.
Acem Asaf Yıldırım,
eğitimi yalnızca sınıf duvarlarıyla sınırlamayan bir anlayışa sahiptir. YouTube
(https://www.youtube.com/@acemasafyldrm6470)
kanalında eğitim ve kültür konularında içerikler paylaşarak daha geniş
kitlelere ulaşmaktadır. Ayrıca, Eğitim İş Kolunda faaliyet gösteren bir
sendikada büyük emekler sarf etti. Muşlu Bürokrat ve Akademisyenler Platformu
ile İstanbul Muşlular Derneği’nde aktif roller üstlenerek hemşerilikleriyle
bilgi ve deneyimlerini paylaşır. Sosyal medya üzerinden de eğitimle ilgili
görüşlerini paylaşarak geniş bir kitleye hitap eder. Twitter’da (“@AcemAsaf1453”) kullanıcı adıyla
yaptığı paylaşımlar, eğitim anlayışını ve adanmışlığını yansıtır.
Eğitimci kimliğinin yanı sıra yazın dünyasında da
aktif bir isim olan Acem Asaf Yıldırım, edebiyat, eğitim ve ahlak konularında
kaleme aldığı yazılarıyla dikkat çekmektedir. Kendi blogunda (yildirimacem.blogspot.com),
öğrencilere ve eğitimcilere yönelik değerli içerikler sunarak eleştirel okuma
becerilerini geliştirmeye katkıda bulunur. Özellikle kitap değerlendirme
soruları hazırlayarak öğrencilerin derinlemesine analiz yapmalarını teşvik eder.
Yazıları aracılığıyla ahlaki değerler ve sosyal
hayat üzerine önemli tavsiyeler veren Yıldırım, gençlerin karakter gelişimine
de rehberlik etmektedir. Eğitime olan tutkusu, idealizmi ve adanmışlığı
sayesinde eğitim camiasında öne çıkan bir isimdir. Bilgiye olan bitmek bilmeyen
merakı, öğrencileriyle kurduğu samimi bağlar ve eğitim alanına sunduğu
katkılar, onu ilham veren bir eğitimci kılmaktadır.
Yayımlanmış eserleri arasında ‘Hayatın Sessiz Uyarısı’ adlı kitabı öne çıkarken,
akademik çalışmaları da bilim dünyasında yankı uyandırmıştır. Ulusal ve
Uluslararası hakemli dergilerde yayımlanan "Türkiye Yüzyılı Maarif
Eğitim Modelinde Sevinç, Hüzün, Öfke, Korku ve Umut Duygularının
İncelenmesi" ve "Türkiye
Yüzyılı Maarif Eğitim Modeli ve Türkçe Dersi Temalarındaki Eğilimlerin
İncelenmesi" başlıklı araştırmaları, eğitim alanında önemli bir
akademik katkı sunmaktadır.
Kitabınızı
beğenerek okudum. Bütün öğretmenlerin, öğrencilerin de okumasını öneriyorum.
Herkese ilham olacak fikirlerin bir arada olduğu güzel bir çalışma olmuş.
“Hayatın Sessiz Uyarısı” kitabını yazma fikri nasıl ortaya çıktı?
Öncelikle kitabımı beğenerek
okuduğunuz ve tavsiye ettiğiniz için teşekkür ederim. Hayatın Sessiz Uyarısı kitabını yazma fikri, eğitim sistemimizde
önemli bir eksikliği fark etmemle ortaya çıktı: Öğrenciler için yazılmış deneme
türündeki kitapların azlığı.
Deneme, insanı düşünmeye sevk eden,
sorgulatan ve hayatın içinden konulara farklı açılardan bakmayı öğreten bir
türdür. Ancak ne yazık ki, ders kitaplarında bu türden yeterince örnek yer
almıyor. Oysa, Türkiye Yüzyılı Maarif Eğitim Modeli’nin temel hedeflerinden
biri de öğrencilerin eleştirel düşünme becerilerini geliştirmek. Öğrenciler,
sadece bilgiyi ezberleyen bireyler değil, aynı zamanda sorgulayan, analiz eden
ve yorumlayan bireyler olmalı. Bu modelin sunduğu değerler ve eğilimler, ne
yazık ki ders kitaplarında henüz tam anlamıyla yer bulmuş değil. İşte bu
boşluğu bir nebze olsun doldurabilmek için Hayatın Sessiz Uyarısı kaleme alındı.
Dünyadaki farklı eğitim sistemlerine
baktığımızda, özellikle Finlandiya eğitim modelinde denemelerin büyük bir yer
tuttuğunu görüyoruz. Orada öğrenciler, sadece klasik ders kitaplarıyla değil,
deneme türündeki metinlerle de eğitiliyorlar. Çünkü deneme okumak, bireyin
kendi düşüncelerini şekillendirmesine, bir konu üzerine farklı perspektifler
geliştirmesine yardımcı oluyor. Bu anlayıştan ilham alarak, öğrencilerin hem
duygu dünyalarına dokunacak hem de onları düşünmeye yönlendirecek bir eser
ortaya koymak istedim.
Sonuç olarak, Hayatın Sessiz Uyarısı, gençlerin
hayatı sorgulamalarına, kendilerini daha iyi tanımalarına ve Türkiye Yüzyılı
Maarif Eğitim Modeli’nin ruhuna uygun olarak düşünme yetilerini
geliştirmelerine katkı sağlamak amacıyla yazıldı. Eğer bu kitap, bir öğrencinin
dahi zihninde yeni bir pencere açabiliyorsa, onu düşündürebiliyorsa, bu benim
için en büyük mutluluk kaynağıdır.
Kitabınızı
okuma ve öğrenme sevgisini teşvik etmek amacıyla yazdınız. Sizce bir çocuğun
okuma alışkanlığı kazanmasında en önemli etken nedir?
Bir çocuğun okuma alışkanlığı
kazanmasında en önemli etken, kitapla kurduğu duygusal bağdır. Eğer bir
çocuk kitap okumayı sadece bir zorunluluk olarak görüyorsa, bu alışkanlığı
kalıcı hale getirmek zorlaşır. Oysa kitap, bir keşif yolculuğu gibi
hissettirdiğinde, okuma gerçek bir tutkuya dönüşebilir.
Ben de Hayatın Sessiz Uyarısı kitabını tam olarak bu düşünceyle kaleme
aldım. Amacım, öğrencileri sıkıcı bir anlatımla bilgiye boğmak değil; onlara
hayatın içinden konular sunarak, düşündüren ve merak uyandıran bir pencere
açmaktı. Çünkü insan merak ettiği şeyi sever, sevdiği şeyi öğrenmekten keyif
alır.
Bir çocuğun okuma alışkanlığı
kazanmasında aile büyük bir rol oynar. Küçük yaşta kitaplarla tanışan, evde
kitap okunduğunu gören bir çocuk, okumayı hayatının doğal bir parçası olarak
benimser. Aynı şekilde, öğretmenlerin de kitapları sadece ders materyali olarak
değil, bir dost olarak tanıtması gerekir. Mesela, sınıfta bir hikâye
anlatırken, "Bu hikâyeyi okuyunca
ne hissettiniz?" gibi sorular sormak, öğrencilerin kitaba duygusal
olarak bağlanmasını sağlar.
Ayrıca, çocuklar kendilerini
buldukları kitapları daha çok severler. Bu yüzden, onlara hitap eden,
onların dünyasına dokunan eserlerle tanışmaları çok önemlidir. Mesela,
Nasrettin Hoca fıkralarını okuyan bir çocuk, sadece gülmekle kalmaz, aynı
zamanda hayata dair derin bir bilgelikle de karşılaşır. Dede Korkut
Hikâyeleri’ni okuyan bir genç, cesaretin, dostluğun ve erdemin değerini daha
iyi kavrar. Kitaplar, tıpkı bir dost gibi, insanın iç dünyasını zenginleştirir.
Okumanın keyifli bir alışkanlığa
dönüşmesi için zorunluluktan uzak, keşfetmeye dayalı bir yaklaşım gerekir. Eğer
bir çocuk kitap okurken sıkılmıyor, aksine heyecanlanıyorsa, artık onun için
yeni bir dünyanın kapıları açılmış demektir. İşte o zaman, okuma sadece bir
alışkanlık değil, bir yaşam biçimi olur.
Unutmayalım, bir kitap bir hayatı
değiştirebilir. Belki de tam şu anda, bir sayfanın içinde seni bekleyen
bambaşka bir dünya vardır. O dünyayı keşfetmeye ne dersin?
Eğitimde
bilginin yanı sıra sevgi, merhamet, adalet ve sabır gibi insani değerlerin de
önemli olduğunu vurguluyorsunuz. Günümüz eğitim sisteminde bu değerlerin
yeterince yer bulduğunu düşünüyor musunuz?
Eğitim, sadece bilgi aktarmak
değildir. Bir çocuğa matematik formüllerini, tarihi olayları ya da bilimsel
gerçekleri öğretmek yeterli değildir; ona sevgi, merhamet, adalet ve sabır
gibi insani değerleri de kazandırmak gerekir. Çünkü insanı gerçek anlamda
donanımlı ve güçlü kılan, bilgisi kadar karakteridir.
Türkiye Yüzyılı Maarif Eğitim
Modeli, eğitimin yalnızca akademik başarıya odaklanmasını değil, aynı zamanda değer
temelli bir eğitim anlayışını benimsemesini amaçlar. Sevgi, merhamet,
adalet ve sabır gibi değerler, bu modelin temel taşlarındandır. Bir öğrenci,
sadece derslerinde başarılı olmakla değil, aynı zamanda vicdanlı, ahlaklı ve
erdemli bir birey olmakla da yetiştirilmelidir. Bu model, “iyi insan
yetiştirmenin, iyi eğitim vermekten geçtiği” anlayışıyla hareket eder.
Bugün dünyada pek çok ülke eğitimi
yalnızca teknik bilgi ve beceriler üzerine kurarken, Türkiye vicdanın ve
merhametin simgesi haline gelmiş bir ülke olarak bu değerleri eğitim
sistemine de yansıtmayı hedeflemektedir. Biz, ecdadımızdan beri merhameti,
adaleti ve sevgiyi en büyük güç olarak gören bir milletiz. Osmanlı Devleti’nden
bugüne kadar, mazlumlara kucak açan, zor durumda olanlara yardım elini uzatan
bir toplum olduk. Eğitim sistemimiz de işte bu kadim mirasın izinde
şekillenmelidir.
Eğer bir eğitim sistemi sevgi ve
merhameti merkeze almazsa, yalnızca başarılı bireyler yetiştirir; ancak iyi
insanlar yetiştiremez. Bilginin yanında adaleti gözetmeyen bir nesil, sahip
olduğu bilgiyi insanlığın yararına değil, zararına kullanabilir. Sabır ve
vicdan olmadan bilim ilerleyebilir ama insanlık geride kalır. İşte bu
yüzden, eğitimde değerler eğitimi bir seçenek değil, bir zorunluluktur.
Türkiye Yüzyılı Maarif Eğitim
Modeli’nin temelinde, “önce insan” anlayışı vardır. Bu model, bireyleri
sadece akademik başarıya hazırlamakla kalmaz, onları hayatı güzelleştirecek
ahlaki donanımla da yetiştirir. Sevgiyle büyüyen bir çocuk, merhametli bir
insan olur. Adaletle yetişen bir nesil, dünyaya huzur getirir. Sabırla eğitilen
bir genç, geleceği inşa eder.
Sonuç olarak, eğitimin yalnızca
bilgiyle değil, insanı insan yapan değerlerle de beslenmesi gerektiğine
inanıyorum. Türkiye’nin, dünyada vicdanı ve merhameti temsil eden ülkelerin
başında gelmesi, eğitim sistemimizin de bu değerleri güçlü bir şekilde
benimsemesi gerektiğinin en büyük kanıtıdır.
Unutmayalım: Bilgi güçtür, ama
bilgelik insanlıktır.
Kitabınızda
Maarif Eğitim Modeli’nden bahsediyorsunuz. Bu modelin temel ilkeleri nelerdir
ve eğitim sistemine nasıl bir katkı sunabilir?
Türkiye
Yüzyılı Maarif Eğitim Modeli, eğitimi sadece akademik başarıya indirgemeyen,
öğrenciyi bir bütün olarak ele alan yenilikçi bir anlayıştır. Bu modelin temel
ilkeleri, öğrencilerin akademik, sosyal, ahlaki ve duygusal
gelişimlerini desteklemeyi hedefler. Yani bilgiyle donanmış ama aynı
zamanda merhametli, adil, üretken ve duyarlı bireyler yetiştirmeyi amaçlar.
Maarif Eğitim Modeli’nin Temel
İlkeleri:
1.
Bütüncül
Eğitim Anlayışı
Maarif modeli, öğrencinin sadece sınav başarısına odaklanmasını değil, hayatın
her alanında güçlü bireyler olmasını destekler. Akademik bilgi kadar ahlaki
değerler, sosyal beceriler ve duygu yönetimi de eğitim sürecinin önemli bir
parçasıdır.
2.
Değer
Temelli Eğitim
Sevgi, merhamet, adalet ve sabır gibi insani değerler, bu modelin temel
taşlarındandır. Bilgiyi ahlakla bütünleştiren bir eğitim anlayışı, bireyleri
sadece başarılı değil, aynı zamanda iyi insanlar olarak yetiştirir.
3.
Eleştirel
ve Analitik Düşünme
Öğrenciler, bilgiyi ezberlemek yerine sorgulamayı, analiz etmeyi ve yorumlamayı
öğrenir. Bu sayede, akademik hayatta olduğu kadar günlük yaşamda da
karşılaştıkları sorunlara çözüm üretebilen bireyler haline gelirler.
4.
İlgi
ve Yetenek Odaklı Eğitim
Her öğrenci farklıdır ve farklı yeteneklere sahiptir. Maarif modeli, bireysel
yetenekleri keşfetmeyi ve geliştirmeyi teşvik eder. Sanattan bilime, spordan
edebiyata kadar her alanda öğrencinin kendini ifade edebilmesi için imkânlar
sunar.
5.
Duygusal
ve Sosyal Zekâyı Güçlendirme
Başarı sadece akademik bilgilerle değil, duygusal ve sosyal becerilerle
de mümkündür. Empati kurabilen, ekip çalışmasına yatkın, kendini doğru ifade
edebilen bireyler yetiştirmek, bu modelin en önemli hedeflerinden biridir.
Eğitim Sistemine Katkıları:
- Akademik ve Sosyal Yaşamda Güçlü Bireyler Yetiştirir: Öğrenciler sadece
derslerinde başarılı olmakla kalmaz, aynı zamanda sosyal hayatlarında da
bilinçli ve etkili bireyler haline gelirler.
- Bilginin Kalıcı Olmasını Sağlar: Ezbercilik yerine
anlamaya dayalı bir eğitim, öğrencilerin öğrendiklerini
içselleştirmelerini sağlar.
- Toplumsal Dayanışmayı Güçlendirir: Merhamet, adalet ve
sabır gibi değerler aşılanan bireyler, daha güçlü bir toplumun temelini
oluşturur.
- Türkiye’yi Kültürel ve Bilimsel Alanda Öne Çıkarır: Maarif modeliyle
yetişen nesiller, ülkemizin gelecekte bilimde, sanatta ve teknolojide daha
güçlü bir konuma gelmesini sağlayacaktır.
Türkiye
Yüzyılı Maarif Eğitim Modeli, bilgiyle ahlakı, teoriyle pratiği,
bireysel gelişimle toplumsal faydayı birleştiren bir sistemdir. Bu
model, öğrencileri hem akademik hem de sosyal yaşamlarında sağlam temellerle
geleceğe hazırlayan bir yol haritası sunmaktadır.
Bilgi,
ancak değerlerle birleştiğinde anlam kazanır. İşte Maarif Eğitim Modeli, bu
anlayışın eğitimdeki karşılığıdır.
İyi eğitimin
anlamı her insana göre değişiyor. İyi öğretmenin anlamı da öyle. Sizin için ne
gibi anlamları olduğunu merak ediyorum? Bu temelde size iki sorum olacak: 1)
İyi eğitim nedir? 2) İyi öğretmen kimdir?
Eğitim, her
bireyin içinde saklı olan potansiyeli keşfetmek ve onu en iyi şekilde
geliştirmek için verilen bir imkândır. Ancak iyi bir eğitim, sadece bilgi
aktarmaktan ibaret değildir. O, insanın kendini tanımasını, düşünmesini,
üretmesini ve topluma faydalı bir birey olmasını sağlayan bir süreçtir. İyi bir eğitim ve iyi bir öğretmen, bireyin
ihtiyacına, niteliğine ve potansiyeline göre şekillenmelidir.
1) İyi
Eğitim Nedir?
İyi eğitim, her bireyin kendi
yetenekleri doğrultusunda en iyi şekilde yetişmesini sağlayan eğitimdir. Her
öğrenci farklıdır; öğrenme hızı, ilgisi ve yetenekleri birbirinden ayrıdır. Bu nedenle iyi bir eğitim, bireyi bir kalıba
sokmaya çalışmak yerine, onun güçlü yanlarını keşfedip geliştiren bir süreç
olmalıdır.
İyi eğitimin temel taşları
şunlardır:
- Bireysel Potansiyeli Ortaya
Çıkarmak: Her
öğrenci bir dünyadır. İyi eğitim, öğrencinin yeteneklerini keşfeder ve ona
uygun yollar sunar.
- Ezberden Uzak, Anlamaya Dayalı
Eğitim:
Bilginin sadece aktarılması değil, içselleştirilmesi gerekir. Öğrenci,
bilgiyi günlük hayatta nasıl kullanacağını öğrenmelidir.
- Değerleri ve Erdemleri
Aşılamak: Bilgi,
ahlak ve erdemle birleşmezse, bireyin ve toplumun yararına hizmet etmez.
Merhamet, adalet, sabır ve sorumluluk gibi insani değerler eğitimin
temelinde olmalıdır.
- Hayata Hazırlamak: İyi eğitim, öğrenciyi sadece
akademik başarıya değil, hayatın tüm yönlerine hazırlar. Sosyal
becerileri, iletişimi, empatiyi ve problem çözme yetisini geliştirir.
Türkiye Yüzyılı Maarif Eğitim
Modeli, tam da bu anlayış üzerine kuruludur. Bireyin sadece sınav başarısını
değil, duygusal, ahlaki ve sosyal gelişimini de önceleyen bir eğitim
modeli sunar. Böylece öğrenci, sadece bilgiyle değil, güçlü bir karakterle de
donanmış olur.
2) İyi
Öğretmen Kimdir?
İyi bir öğretmen, sadece ders anlatan
kişi değildir. O, öğrencisinin içinde saklı olan ışığı keşfeden, ona ilham
veren ve yol gösteren bir rehberdir. Gerçek
öğretmen, sadece bilgi aktaran değil, insan yetiştiren kişidir.
İyi bir öğretmenin sahip olması
gereken özellikler şunlardır:
- Adanmışlık: Öğretmenlik bir meslek değil,
bir gönül işidir. Öğrencisinin başarısını kendi başarısı gören, onun
gelişimi için emek veren öğretmen, gerçekten fark yaratır.
- Sevgi ve Merhamet: Bir öğrencinin en iyi öğrenme
ortamı, sevildiğini ve anlaşıldığını hissettiği ortamdır. Sevgiyle verilen eğitim, kalplerde iz
bırakır.
- Sabır ve Anlayış: Her öğrencinin öğrenme hızı
farklıdır. İyi öğretmen, sabırla ve şefkatle her öğrencinin ihtiyacına
göre yönlendirme yapar.
- İlham Veren ve Yol Gösteren: Öğrencisine sadece bilgi
vermekle kalmaz, onu hayata hazırlar. Onun düşünmesini, sorgulamasını, üretmesini teşvik eder.
- Kendi Gelişimini Sürekli
Sürdürmek:
Öğrenme sadece öğrencilere özgü değildir. Gerçek bir öğretmen, kendini
geliştirmeyi hiç bırakmaz ve öğrencilerine de bu ruhu aşılar.
Tarih boyunca büyük öğretmenler,
öğrencilerinin hayatlarını değiştiren rehberler olmuştur. Mevlânâ’nın Şems’i, Akşemseddin’in Fatih
Sultan Mehmet’i, Nurettin Topçu’nun genç nesillere kazandırdığı eğitim anlayışı
bize gösteriyor ki, öğretmen sadece ders anlatan değil, öğrencisini hayata
hazırlayan bir bilge olmalıdır.
İyi eğitim, bireyin ruhuna, zihnine
ve karakterine dokunan eğitimdir. İyi öğretmen ise öğrencisinin içindeki
potansiyeli keşfeden ve ona yol gösteren kişidir. Türkiye’nin eğitimde güçlü bir geleceğe ulaşması, işte bu iki temel
unsurun sağlamlaştırılmasına bağlıdır. Eğitim sistemimiz, ezberci değil, sorgulayan; bireyleri tek tip
değil, kendi potansiyeline uygun olarak yetiştiren bir yapıya dönüşmelidir.
Bilgi
öğretebilirsiniz, ama ilham vermek ayrı bir sanattır. İşte iyi öğretmen, bu
sanatın ustasıdır.
Türk eğitim hayatında size ilham
veren isimler kimler? Onlardan öğrendiğiniz en değerli şey neydi?
Eğitim, yalnızca bilgi aktarmak değildir; insanın ruhunu besleyen, ona
anlam kazandıran ve karakterini inşa eden bir yolculuktur. Tarih boyunca bu
kutsal yolculuğa ışık tutan birçok isim olmuştur. Onlar, bilgiyi hikmetle
harmanlayan, eğitimi sadece zihinsel bir süreç olarak değil, aynı zamanda
ahlaki ve vicdani bir inşa olarak gören büyük rehberlerdir.
Bu yolculukta
ilham aldığım isimlerden biri Aliya İzzetbegoviç’tir. O, sadece
bir lider değil, aynı zamanda derin bir düşünür ve eğitim felsefesine katkı
sunan önemli bir isimdir. "Yeryüzünün öğretmeni olmak için, gökyüzünün öğrencisi olmak
gerek." sözüyle eğitimin özünü en güzel şekilde özetler.
Bu söz, gerçek eğitimin ancak yüksek bir hakikate yönelmekle mümkün olacağını
vurgular. Bir öğretmen, öğrencilerine rehberlik edebilmek için önce kendini
yetiştirmeli, öğrenmeye ve gelişmeye devam etmelidir.
Eğitimde
ilham aldığım isimlerden biri de Nurettin Topçu’dur. O, eğitimi
sadece akademik bir süreç olarak görmemiş, insanın ruhunu besleyen, ahlaki
değerleri merkeze alan bir anlayışı savunmuştur. Öğretmen, yalnızca ders
anlatan değil, öğrencisinin kalbine dokunan bir rehberdir. Bu
anlayış, eğitimin ruhunu oluşturmalıdır.
Bir diğer
ilham kaynağım İsmail Hakkı Tonguç’tur. Onun öncülüğünde kurulan Köy
Enstitüleri, eğitimin toplumsal kalkınmadaki rolünü gözler önüne sermiştir. Eğitim sadece bireyi
değil, toplumu da dönüştürmelidir. Tonguç’tan öğrendiğim en
önemli şey, eğitimin toplumun her kesimine ulaşması gerektiğidir.
Evrensel
ölçekte beni etkileyen isimlerden biri John Dewey’dir. "Eğitim hayata
hazırlık değil, hayatın kendisidir." diyerek, öğrencinin
bizzat deneyimleyerek öğrenmesi gerektiğini savunmuştur. Maria Montessori
ise eğitimde bireyselliğin önemini vurgulamış ve her çocuğun farklı bir öğrenme
süreci olduğunu belirtmiştir. Onun "Öğretmen bir rehberdir, öğrenci ise
keşfetmeye açık bir yolcudur." sözü eğitime bakış açımı derinden
etkilemiştir.
Bu anlayış, Türkiye Yüzyılı Maarif
Eğitim Modeli’nin de temel felsefesidir. Model, sadece akademik
başarıya değil, öğrencinin ahlaki, vicdani ve estetik gelişimine de önem verir.
Sevgi,
merhamet, adalet ve sabır gibi insani değerler, eğitimin temel taşlarıdır.
Aliya’nın
sözünü düşündüğümüzde, iyi bir öğretmenin önce iyi bir öğrenci olması gerektiği
sonucuna varırız. Mevlânâ, "İlim ilim bilmektir, ilim kendin
bilmektir." diyerek eğitimin, insanın kendi varlığını keşfetmesiyle
başladığını söyler. Yunus Emre, "Bana seni gerek seni." derken
eğitimin nihai hedefinin insanın hakikati bulması olduğunu ifade eder.
Türkiye,
tarih boyunca vicdanın ve merhametin sesi olmuş bir medeniyetin temsilcisidir.
Eğitim sistemimiz de bu köklü mirastan beslenerek, bilgiyle birlikte ahlakı,
akademik başarıyla birlikte insanî değerleri ön plana
çıkarmalıdır. Eğitim, sadece bilgi yüklemek değil, insanı insan yapan erdemleri
kazandırmaktır.
Eğitim sadece
matematik formüllerinden, ezberlenmiş tarihlerden, sınavlara hazırlanmış
bilgilerden ibaret değildir. Eğitim, insanın ruhunu besleyen, ona yön veren,
adaletli ve vicdanlı bireyler yetiştiren bir süreçtir.
Aliya
İzzetbegoviç’in sözünden ilham alarak diyebiliriz ki:
Eğer bizler
gökyüzünün öğrencileri olmayı başarabilirsek, yeryüzünün öğretmenleri olarak
bilgiyi hikmetle yoğurup insanlığa fayda sunabiliriz. Eğitim
ancak bu şekilde insanı tamamlar ve toplumları yükseltir.
Bu kapsamlı
kitabı hazırlarken sizi en çok zorlayan şey neydi? Yayın sürecinde ne tür
deneyimler yaşadınız?
Bir kitabın yazım süreci, yazarın
kendi iç dünyasına yaptığı derin bir yolculuktur. Ancak bu yolculuk, sadece
kelimeleri kâğıda dökmekle sınırlı değildir; kitabın yayınlanması süreci de en
az yazım kadar zorluklarla doludur. Bu kitabı hazırlarken karşılaştığım en
büyük engellerden biri, yayıncılık
alanındaki tecrübe eksikliğimdi. Yazmak, bir duygu ve fikir işçiliği
gerektirirken, kitabın yayımlanması tamamen farklı bir dinamiktir.
Özellikle deneme türündeki yayınların sayıca az olması ve yayınevlerinin bu
türe mesafeli duruşu, süreci daha da zorlaştırdı. Günümüzde edebiyat piyasası,
daha çok popüler akımlar üzerine yoğunlaşmış durumda. Deneme türünün okur
kitlesi nispeten dar olduğu için, pek çok yayınevi bu tür eserlere mesafeli yaklaşıyor.
Bu da, kitabın doğru ellerde hayat bulmasını zorlaştıran bir faktör oldu.
Ancak Kalan Basım Yayın gibi, edebi eserlere değer veren yayınevlerinin
desteği bu sürecin dönüm noktalarından biri oldu. Hem sürece olan ilgileri hem
de hızlı ve çözüm odaklı yaklaşımları sayesinde, kitabın okurlarla buluşması
daha sağlam bir zemine oturdu. Yayıncılık dünyasında, eserinize inanan ve onun
değerini görebilen bir yayıneviyle çalışmak gerçekten büyük bir şans.
Bu süreç bana sabırlı olmayı, vazgeçmemeyi ve doğru insanlarla
iş birliği yapmanın önemini öğretti. Bir kitabı yazmak kadar, onu hayata
geçirmek de sabır isteyen bir yolculuk. Ancak sonunda, düşüncelerinizin
satırlara dökülüp okurlarla buluştuğunu görmek, tüm zorluklara değen bir duygu.
Toplumumuzla
ilgili bir soru sormak istiyorum. Sizce okumaya önem veren bir toplum muyuz?
Türk toplumu, tarih boyunca okumaya
ve öğrenmeye büyük bir değer vermiştir. Ancak bu değer, her zaman yalnızca
yazılı metinlerle sınırlı kalmamış, aynı zamanda derin bir sözlü edebiyat geleneğiyle
şekillenmiştir. Şifahî kültürümüz, Türk halkının bilgiye olan sevgisini ve onu
aktarırken izlediği yolu göstermektedir. Bugün hâlâ yaşadığımız, geçmişten
gelen bu gelenekler, aslında okumaya verdiğimiz önemin bir göstergesidir.
Türklerin tarihsel kökenlerine
bakıldığında, Uygurca ve Göktürkçe gibi ilk yazılı Türkçe
formlarında da okuma ve yazma pratiklerine dair izler görmek mümkündür. Ancak,
bu dönemlerde okuma alışkanlıkları, daha çok şifahî (sözlü) geleneklerle şekilleniyordu. Destanlar, efsaneler, şiirler ve hikâyeler,
nesilden nesile sözlü olarak aktarılıyor, dinleyiciyi büyüleyerek onların
zihninde kalıcı izler bırakıyordu. Göktürkler'in ve Uygurlar’ın yazılı
metinlerinin büyük kısmı, tarihî olayları ve değerleri gelecek kuşaklara
aktarmak amacıyla yazılmış olsa da, o dönemin okuma alışkanlıkları daha çok dinleyerek öğrenme üzerinden
şekilleniyordu.
Osmanlı İmparatorluğu'nda ise Osmanlıca, edebiyatın ve kültürün
yaygınlaştığı bir döneme işaret eder. Bu dönemde medrese eğitimi, okuma
alışkanlıklarının gelişmesinde önemli bir rol oynamıştır. Fakat yine de halk
arasında, yazılı metinlerden çok, özellikle tasavvufi şiirler, halk hikâyeleri
ve nasihatler gibi sözlü kültür
ürünleri yaygın bir şekilde aktarılmaktadır. Osmanlı'da okuma ve yazma oranı
başlangıçta oldukça sınırlı olsa da, şifahî kültür bu boşluğu doldurmuş, halkın
bilgiye ulaşmasını sağlamıştır.
Cumhuriyet’in ilk yıllarında, okuma
alışkanlıklarının daha sistemli hale gelmesi için önemli reformlar yapılmıştır.
Okuma yazma seferberlikleri ve
halk kütüphanelerinin açılması, toplumun büyük kesimlerine kitapları ve okuma
alışkanlıklarını tanıtmıştır. Ancak, geçmişten gelen şifahî kültürün izleri hâlâ canlıdır. Bugün bile, insanlar
arasında kitap okuma kadar, şarkı
söylemek, masal anlatmak
ve hikâye dinlemek gibi sosyal
pratikler devam etmektedir. Özellikle geleneksel düğünlerde, kahvehanelerde ya
da köylerde yapılan sohbetler, bir tür oral
kültür aktarımı olarak okuma ve öğrenme alışkanlıklarının canlı
kalmasına yardımcı olmuştur.
Evet, Türk toplumu okumaya önem
veren bir toplumdur. Ancak bu okuma
alışkanlığı, başlangıçta sadece yazılı metinlerle sınırlı kalmamış, şifahî kültürle şekillenmiştir. Eski
yazıtlar, destanlar, şiirler ve halk hikâyeleri, okuma alışkanlıklarımızın
tarihi temel taşlarını oluşturur. Bugün okuma oranımız arttıkça, eski sözlü
geleneklerin ve kültürel mirasın da hala değerli bir şekilde yaşatıldığını
görmekteyiz. Eğitim sistemimizde de bu geçişi görmek, okuma kültürünün Türk
toplumunun özünde var olduğunun bir göstergesidir.
“Hayatın
Sessiz Uyarısı” kitabı yayımlandı. Bundan sonra nasıl bir yazın yolculuğu
planlıyorsunuz?
“Hayatın Sessiz Uyarısı” kitabımın
yayımlanmasının ardından yazın yolculuğumun devamı için pek çok farklı yön var
aklımda. Öncelikle, benzer bir eser kaleme almak istiyorum. Akademik dünyaya katkı sağlamak,
bilgiyle harmanlanmış derinlemesine bir çalışma ortaya koymak için yeni
projeler üzerinde düşünüyorum. Eğitim ve insan ruhu üzerine olan bu
yolculuğumun, daha geniş bir kesime ulaşması adına önemli adımlar atmayı
hedefliyorum. Ayrıca, bir ressamın ve
Balkanlar'dan gelen aşkın birleşiminden doğacak bir hikâye yazmayı
düşünüyorum. Bu hikâye, tarihin ve kültürün izleriyle şekillenecek ve duygusal
bir derinlik arayacak.
Tabii ki, bu projeleri hayata
geçirmek için önce cesaretimi toplamak gerekiyor. Zira her yeni yazı, bir
öncekinin çok ötesine geçmeye çalışırken insana bazen korku, bazen belirsizlik
getirebilir. Ama ben, yazmanın, insanın içsel yolculuğunu anlatmanın bir yol
olduğunu düşündükçe cesaretim artıyor. Gelecekteki yazın yolculuğumda hem
akademik dünyaya hem de edebiyat dünyasına katkı sağlayacak eserlerle yer
almayı umut ediyorum.
Söyleşiyi
sonlandırırken okurlarınızın bol olmasını diliyorum. Bana zaman ayırdığınız
için de ayrıca teşekkür ederim.
Bu güzel sohbet için ben de size
teşekkür ederim. Zaman ayırıp sorularınızı sormak, düşüncelerimi paylaşmak
gerçekten keyifliydi. Nezaketiniz ve zarafetiniz beni de çok mutlu etti.
Okurlarımın bol olması dileğiniz için minnettarım, umarım yazılarım insanlara
ilham verebilir ve onların hayatlarına dokunabilir. Sizlere de yolculuğunuzda
başarılar ve mutluluklar dilerim!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder