21 Şubat 2025 Cuma

TELEFON DİNLEME

 TELEFON DİNLEME

‘Merhaba, ahizenin diğer ucundaki dostum,’

"Paranoyak olmamız, takip edilmediğimiz anlamına gelmez." Bu sözü şiar edinmiş bir kuşaktan olduğum için, pazar gecesi internete düşen ve üç yıldır dinlenen yedi bin kişilik listede adımı görmek beni şaşırtmadı. Gençliğimde "devlet dinliyordur," derken, 28 Şubat civarında "derin devlet dinliyordur," demeye başlamıştım. Son yıllarda ise bu hatlara bir yenisinin daha eklendiğinden en ufak şüphem yoktu.

Yine de şaşırmamak, insanı düşünmekten alıkoymuyor. Üç yıl boyunca telefonla yaşayan ya da yaşamak zorunda kalan birini dinleyen kişi nasıl biridir, diye merak ediyor insan. O yüzden bu mektup, doğrudan sana... Ahizenin diğer ucundaki, paralel hatta bekleyen, görünmez kulağa.

Telefon konuşmalarımız bazen yarım kalıyor, bazen de yüz yüze çözülen meselelerle kapanıyor. Sen ise bir noktadan sonra kaybolan hikâyeleri asla tamamlayamıyorsun. Mesela, beni ilk dinlemeye başladığında İstanbul’daki hasta arkadaşımın durumunu bilmiyordun. Artık öğrenme şansın da yok, çünkü mezarına bile çoktan gittik. Annemin hastalığı ciddiye alınacak bir şey değil ama kullandığı ilaçları reddetmeye devam ediyor. Tedavi süreci uzuyor. Babamı merak ettiysen söyleyeyim, keyfi yerinde. Telefonunu neredeyse hiç açmaz, ev telefonu saatlerce çalsa bile umursamaz. Onun hakkında pek fazla bilgin yoktur.

Oğlumla hâlâ eve geç gelmesi yüzünden tartışıyoruz. Ben de onun yaşında aynı şeyleri yapmadım mı? Ama insan baba olunca ister istemez sinirleniyor. Neyse ki kızım henüz küçük, onunla büyük sorunlarımız başlamadı. Eşim ise kronik ve kalıtımsal romatizması için İzmir’den Tayfun’un önerdiği bitkisel bir ilaç deneyecek. Henüz tahlillerini yaptıramadık, yoğunluktan. Tayfun’la konuşmalarımız seni yanıltmasın, bütün arkadaşlarım aynı ideolojiden değil. Ama hepsi dürüst insanlar, bunu bunca yıl dinledikten sonra senin de anlamış olman lazım.

Telefonla konuşmadığım için hakkında hiçbir fikrin olmayan insanlar da var. Sabah büronun önünde simit-peynir satan seyyar satıcıyı, spor salonunun otoparkına bakan çocuğu tanımazsın. Mahallede yıllardır aynı fırından ekmek alırım ama fırıncıyla bir kere bile telefonda konuşmadım. Ekmeği Ankara’da bir numaradır, istersen adresini veririm. Gençken yanında çalıştığım Namık Abi’nin manavını belediye kapattı, yerine taksi durağının karşısında bir köfteci açıldı. Duraktaki şoförlerin çoğu çocukluk arkadaşım.

Sabahları ve akşamları selamlaştığım onlarca insan var ama sen onları da bilemezsin. Çünkü aramızda yalnızca telefon var.

Bu sabah işe gelirken geceden yağmur yağmıştı. Yerler ıslak, hava serindi. Arabada Seda Kırgız’ın "Sesler" albümünden "Geceler" çalıyordu. Kediler uyuşuk dolaşıyordu, gökyüzü "Yine yağacağım," der gibi asılmıştı tepemize. Bunlardan haberin olmadı tabii.

Peki ya sen? Ne yer, ne içersin? Annen baban var mı? Mahallende insanlarla selamlaşır mısın? Aynı fırından mı ekmek alırsın? Bunları bilmiyorum. Anlatmak istersen çaldır kapat, anlarım. Ama tahmin ettiğim kadar kötüyse durumun, bir müdahale lâzım. Belki karanlık bir odada, kulaklık başında, saatlerce kayıt dinleyip deşifre yapıyorsundur. Belki yaptığın iş karakterini dümdüz etti, belki de içten içe bunun sıkıntısını çekiyorsundur.

İnsanlar telefonda ağlar, güler, üzülür, çırpınır. Kendi mahremlerini fısıldarlar, kötü bir haber aldıklarında sessizce kalakalırlar. Sevindirici haberleri heyecanla paylaşırken yanlış tuşlara basarlar. Sen bunların hepsini dinliyorsun. Kaydediyorsun. Not alıyorsun. Tüm bunları gizlice yapıyorsun. Bir gölge gibi saklanıyorsun.

Zor iş.

Eğer bu yük sana ağır gelmeye başladıysa, kulaklığını atıp kaçmadıysan, Erol Göka ya da Mehmet Bekaroğlu’nu arayabilirsin. Onlar uzman. Telefon numaralarını verebilirim.

Pardon… Sende zaten hepimizin numarası vardı, değil mi?

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder