DUYGUSUZ NESİL TEHLİKESİ
EĞİTİMİN ROLÜ VE
ÇIKIŞ YOLU
Günümüz gençliğinde gözle görülür bir duyarsızlaşma
yaşanıyor. Hayatın gerçeklerinden uzak, duygudaşlık yetisi zayıflamış, yalnızca
kendi mutluluğunu ön planda tutan bir nesil yetişiyor. Öğrencilerimiz,
fedakârlık, vefa, merhamet gibi değerlerden giderek uzaklaşıyor. Örneğin,
şehitlerimize ağlayan anne babalarını anlamakta zorlanıyor, başkalarının
acılarını kendi dünyalarında bir anlamlandıramıyorlar. Açlık çeken çocukları,
savaşta yok olan hayatları izlerken adeta bir film sahnesi seyrediyor gibiler.
Çünkü onlar için hayatın tek gayesi eğlenmek. Eğlenemedikleri her an,
hayatlarına dair büyük bir eksiklik hissediyorlar.
Bu duyarsızlık ve vurdumduymazlık, sadece toplumsal
olaylara karşı değil, en yakındaki insanlara karşı da geçerli. Öğrencilerimiz,
öğretmenlerinin ve ailelerinin onlar için yaptığı fedakârlıkların farkında
değil. Kendi emekleri olmadan elde ettikleri imkânları doğal bir hak olarak
görüyorlar. Anne babaları tarafından sunulan imkânların kıymetini bilmeden,
vefayı unutmuş bir şekilde büyüyorlar. Cep telefonları, bilgisayarlar
ellerinden alındığında büyük bir öfkeye kapılıyorlar. Tarihe, geçmişin
kahramanlık hikâyelerine ilgisizler. Atalarının uğruna can verdiği vatanı,
basit bir mal gibi görmeye başladıklarında ise tehlike büyüyor. Peki, biz bu
noktaya nasıl geldik?
Öncelikle, eğitim sistemimizdeki eksiklikleri ve
aksaklıkları göz önünde bulundurmalıyız. Uzun yıllardır öğrencilerimizi sadece
akademik başarıya yönlendiren, onların duygu dünyasını ihmal eden bir eğitim
anlayışı hâkimdi. Çocuklarımızı hayatın zorluklarından uzak büyütüyorduk.
Açlık, yokluk, yorgunluk gibi kavramları hiç deneyimlemeyen bireyler olarak
yetişiyorlardı. Her şey onlara hazır sunuluyor, en küçük bir sıkıntıyla
karşılaştıklarında nasıl başa çıkacaklarını bilemiyorlardı. Onları koruma
içgüdümüz, farkında olmadan hayatın gerçeklerinden uzaklaştırıyordu. Yağmurun
altında yürümemiş, yorulmanın ne olduğunu hissetmemiş, paylaşmanın değerini
öğrenmemiş bireyler olarak büyüyorlardı. İşte bu yüzden duygudaşlık duyguları
zayıflıyor, vefa ve sorumluluk bilinci gelişmiyordu. Bu sorunları çözmek,
gençlerimizi daha bilinçli ve duyarlı bireyler olarak yetiştirmek amacıyla
Maarif Eğitim Modeli hayata geçirildi.
Bu noktada, Maarif Eğitim Modeli’nin önemi devreye
giriyor. Eğitim sistemimiz, çocukları yalnızca akademik olarak değil, insani
değerler bakımından da yetiştirmelidir. Maarif Eğitim Modeli, öğrencilerin
sadece bilgiyle değil, duygularıyla da büyümesini amaçlayan bir felsefeye
dayanıyor. Matematik, fen bilimleri kadar; ahlâk, merhamet, paylaşım ve vefa
gibi değerleri de öğrencilere kazandırmayı hedefliyor.
Okullarımız, sadece sınav başarısı için değil, iyi
insan yetiştirmek için de eğitim vermelidir. Öğrencilerimize tarihimizi,
atalarımızın fedakârlıklarını öğretmeli, vatan sevgisini kazandırmalıyız.
Mehmet Akif Ersoy’un dediği gibi, “İnsan,
ancak çalıştığını kazanır.” Çocuklarımız çalışmanın, emek vermenin değerini
bilmeli. Yunus Emre’nin “Sevelim,
sevilelim” sözünü ilke edinerek, sevgiyi, paylaşmayı, fedakârlığı
öğrenmeliler.
Eğer doğru bir eğitim politikası izlenmezse, 20 yıl
sonra yetişen nesil nasıl anne baba olacak? Nasıl çocuk yetiştirecek? Toplumu
nasıl yönlendirecek? Geleceğimizin teminatı olan gençler, eğer bugünden doğru
eğitilmezse, yarının tehlikesi hâline gelebilirler. Bu nedenle, eğitimciler,
aileler ve devlet olarak el ele vererek çocuklarımızı hayatın gerçekleriyle
tanıştırmalı, onlara sadece eğlenmeyi değil, sorumluluk almayı ve paylaşmayı da
öğretmeliyiz.
Unutmayalım ki, “Vatanını
en çok seven, görevini en iyi yapandır.” Eğer çocuklarımızı vatanına,
insanına, tarihine duyarlı bireyler olarak yetiştirmezsek, gelecekte ülkemizin
en büyük sorunu vicdanı olmayan bir nesil olacaktır. O yüzden harekete geçmeli,
çocuklarımızı insanî değerlerle donatarak yetiştirmeliyiz. Çünkü duyarsızlaşmış
bir nesil, yalnızca kendi geleceğini değil, hepimizin geleceğini tehdit eder.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder