28 Şubat 2025 Cuma

KEÇENİN USTASI

 

KEÇENİN USTASI

‘Ahmet Yaşar Kocataş’

Ahmet Yaşar, henüz altı yaşındayken babasının dükkânında keçeye dokunduğunda içinde büyük bir merak uyandı. Babası, usta elleriyle yumuşacık yünleri sıkıştırıp sert ve dayanıklı keçeler yapıyordu. Küçük Ahmet, babasının her hareketini dikkatle izliyor, keçeciliğin büyüleyici dünyasını öğrenmek için sabırsızlanıyordu. Babası ona bazen küçük parçalar verip şekil vermesini sağlıyor, Ahmet de bunu büyük bir keyifle yapıyordu.

Ahmet, ilkokulu bitirene kadar okuldan kalan zamanlarını babasının yanında geçirerek keçeciliğin inceliklerini öğrenmeye başladı. Babası ona sabırla keçeyi nasıl yoğuracağını, hangi yünün daha kaliteli olduğunu ve renklerin nasıl uyum sağlayacağını öğretiyordu. Ahmet’in elleri zamanla ustalaşmaya başladı. Keçe, onun için sadece bir malzeme değil, bir sanat eseri haline geliyordu.

İlkokulu bitirdiğinde, arkadaşları farklı meslekler hayal ederken Ahmet’in gönlü çoktan Keçeciliğe kaymıştı. Çırak olarak başladığı bu meslek, zamanla onun hayatının en önemli parçası haline geldi. Günlerce çalışarak keçe yapmayı öğrendi, babasının ustalıkla hazırladığı ürünleri şekillendirdi. Yaptıkları, sadece bir zanaat değil, aynı zamanda bir kültürel mirastı.

Ancak hayatın akışı onu iki yıl boyunca dükkândan uzaklaştırdı. 1970 yılında askere giden Ahmet, Ankara ve İzmir’de vatani görevini yaptı. Fakat aklında hep Keçecilik vardı. Askerden döndüğünde, hiç zaman kaybetmeden tekrar dükkâna geçti ve babasının yanında çalışmaya devam etti.

Ahmet, yıllar geçtikçe babasının tüm bilgisini öğrendi ve kendi tarzını oluşturmaya başladı. Babasının vefatından sonra mesleği tek başına sürdürmeye devam etti. Onun yaptığı keçe ürünleri sadece Afyonkarahisar’da değil, Türkiye’nin farklı yerlerinde de ilgi görmeye başladı. Yurt içindeki sergilere katıldı, hatta bazı eserleri yurtdışında bile gösterildi. İnsanlar, onun yaptığı keçelerin kalitesini ve sanatsal değerini hayranlıkla izliyordu.

Ahmet Yaşar Kocataş’ın başarısı kısa sürede fark edildi. Kültür Bakanlığı, onun eserlerini envantere aldı ve hakkında belgeseller çekildi. 2015 yılında ise UNESCO tarafından "Yaşayan İnsan Hazineleri" listesine alındı. Bu unvan, onun mesleğine olan sevgisini ve Keçeciliği yaşatma çabasını tüm dünyaya gösterdi.

Bugün, Afyonkarahisar Keçeciler Çarşısı’nda Ahmet Yaşar Kocataş hâlâ tezgâhının başında. Ellerinde yılların emeği var, gözlerinde mesleğine duyduğu büyük sevgi… Geleneksel Türk el sanatlarından biri olan Keçeciliği genç nesillere öğretmek için çabalıyor. Onun yaptığı her keçe parçasında, yılların deneyimi, emeği ve ustalığı saklı. Çünkü Ahmet Yaşar Kocataş, sadece bir keçe ustası değil, aynı zamanda bir kültür elçisi ve geçmişten geleceğe uzanan bir mirasın taşıyıcısıdır.

GELENEKSEL BİR AŞK HİKÂYESİ

 

GELENEKSEL BİR AŞK HİKÂYESİ

Güneşin ilk ışıklarıyla birlikte köyde tatlı bir telaş başlamıştı. Muhammet Ensar, ailesiyle birlikte büyük bir heyecan içindeydi. O gün, sevdiği Elif Beren’i istemeye gideceklerdi. Geleneklere uygun olarak en güzel çiçekler hazırlandı, misafirlere ikram edilecek tatlılar kutulara kondu. Muhammet Ensar’ın annesi, oğlunun yakasına nazar boncuğu takarken, babası ona sabırlı ve saygılı olması gerektiğini öğütledi.

Elif Beren’in evine vardıklarında, onları güler yüzle karşılayan aile büyükleri başköşeye oturdu. Sohbet eşliğinde çaylar içildi, ardından Muhammet Ensar’ın babası, büyük bir saygıyla Elif Beren’i oğluna istedi. Kısa bir sessizliğin ardından Elif Beren’in babası gülümseyerek başını salladı:

“Allah’ın emri, Peygamber’in kavliyle kızımız Elif Beren’i oğlunuz Muhammet Ensar’a veriyoruz.”

Bu sözlerin ardından tatlılar dağıtıldı, dualar edildi. Geleneğe uygun olarak kahveler hazırlandı. Muhammet Ensar’ın kahvesi tuzluydu. Tuzlu kahveyi içtiğinde yüzünü buruşturmadan gülümsemesi herkesi neşelendirdi. Böylece iki aile, yeni bir bağ kurmanın mutluluğunu yaşadı.

Aradan geçen haftalar sonunda nişan günü gelip çattı. Aileler, akrabalar ve dostlar bu özel günde bir araya geldi. Nişan yüzükleri kırmızı kurdele ile birbirine bağlandı. Muhammet Ensar’ın dedesi makası eline alarak kurdeleyi kesti ve “Bir yastıkta kocayın, ömür boyu mutlu olun” diyerek dua etti. Nişan merasiminden sonra herkes geleneksel müzikler eşliğinde oyunlar oynadı, gençler ve büyükler mutluluğu paylaştı.

26 Şubat 2025 Çarşamba

MAARİF EĞİTİM MODELİ'NİN İDEAL ÖĞRENCİ PROFİLİ

 

MAARİF EĞİTİM MODELİ'NİN İDEAL ÖĞRENCİ PROFİLİ

Eğitim, sadece derslerde başarılı olmak değil, aynı zamanda iyi bir insan olmayı öğrenmektir. Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli, öğrencileri sadece akademik başarıya yönlendiren bir sistem yerine, onların hem bilgili hem de ahlaklı bireyler olarak yetişmesini amaçlar. Bu modelin temel hedefi, yetkin ve erdemli bireyler yetiştirmektir. Yetkinlik, öğrencinin bilgiyi öğrenme, anlama ve kullanma becerisidir. Erdem ise, öğrencinin iyi, adaletli ve sorumluluk sahibi bir insan olmasıdır.

Maarif Modeli, eğitimi dört temel kavram üzerine kurar: ontolojik bütünlük, epistemolojik bütünlük, zamansal bütünlük ve aksiyolojik olgunluk. Ontolojik bütünlük, bireyin hem bedenen hem de ruhen sağlıklı olması gerektiğini vurgular. Epistemolojik bütünlük, bilgiyi sadece öğrenmek değil, aynı zamanda onu anlamlandırıp faydalı hale getirmektir. Zamansal bütünlük, geçmişten ders alıp geleceği doğru planlamayı ifade eder. Aksiyolojik olgunluk ise, ahlaki ve estetik değerleri benimsemek, adaletli ve vicdanlı bireyler yetiştirmeyi amaçlar.

Maarif Modeli’ne göre ideal bir öğrenci şu önemli özelliklere sahip olmalıdır: ahlaklı, bilgili, cesur, estetik duyarlılığı yüksek, iradeli, merhametli, sağlıklı, sorgulayıcı, üretken ve vatansever. Ahlaklı bir öğrenci, dürüstlük ve adaleti yaşamının merkezine koyar. Bilgili öğrenci, öğrendiklerini sorgular ve anlamlandırarak kullanır. Cesur öğrenci, zorluklardan korkmaz ve kendine güvenir. Estetik duyarlılığı olan öğrenci, sanata ve güzelliklere değer verir. İradeli birey, hedeflerine ulaşmak için azimle çalışır ve sorumluluk sahibidir.

Ayrıca, ideal bir öğrenci merhametli olup insanlara ve canlılara karşı duyarlı olmalı, yardımlaşmayı önemsemelidir. Sağlıklı bir birey, hem fiziksel hem de ruhsal sağlığına dikkat eder. Sorgulayıcı öğrenci, olaylara eleştirel bakarak doğruyu bulmak için araştırma yapar. Üretken öğrenci, yeni fikirler geliştirir ve topluma katkı sağlar. Vatansever öğrenci ise, ülkesine ve kültürüne sahip çıkar, ülkesinin gelişimi için çaba gösterir.

Maarif Eğitim Modeli’nin hedeflediği ideal öğrenci, sadece derslerinde başarılı olan biri değil; aynı zamanda ahlaklı, sorgulayan, üreten ve topluma faydalı bir birey olmalıdır. Eğitim, bireyin yalnızca kendi başarısını değil, toplumun gelişmesini de düşünmesini sağlamalıdır. Bu model, eğitimi yalnızca bilgi aktarmak olarak görmez, aynı zamanda karakter gelişimini destekleyen bir süreç olarak ele alır. Geleceğin güçlü Türkiye’si, bu değerleri benimsemiş gençler sayesinde yükselecektir.

 

LİDERİN DOĞUM GÜNÜ

 

UZUN ADAM


‘Liderin Doğum Günü’

Recep, sabah erkenden uyandı. Bugün onun için çok özel bir gündü. Kalbinin içinde tatlı bir heyecan, yüzünde kocaman bir gülümseme vardı. Perdeyi aralayıp dışarıya baktığında güneşin yeni doğduğunu gördü. Sanki bugünün önemini biliyor gibi daha parlak doğmuştu. Annesinin mutfaktan gelen çay kokusu, babasının oturma odasında gazeteyi karıştırırken çıkardığı sesler Recep'in heyecanını daha da artırdı.

Yerinde duramadan mutfağa koştu. "Anne! Baba! Bugün büyük gün!" diye seslendi.

Babaları gülümseyerek başını kaldırdı. "Evet, biliyorum, Recep. Bugün liderimizin doğum günü."

Recep'in gözleri parladı. "Biliyor musunuz baba? O bizim için sadece bir lider değil, aynı zamanda umut, cesaret ve güç demek! Öğretmenimiz geçen gün onun nasıl büyük bir mücadele verdiğini anlattı. İlk gençlik yıllarından itibaren hep halkı için çalışmış, asla pes etmemiş. Zor zamanlarda bile yoluna devam etmiş. İşte bu yüzden ona sevgimizi göstermeliyiz!"

Annesi gülümseyerek sofraya ekmek koyarken sordu: "Peki, Recep, sen sevgini nasıl göstereceksin?"

Recep heyecanla odasına koştu ve masasının üzerindeki defterini kaptı. Sayfalarca yazdığı mektubu annesine ve babasına göstererek gururla konuştu: "Ona bir mektup yazdım! İçinde onun bizim için ne kadar önemli olduğunu anlattım. Ülkemizi nasıl ileriye taşıdığını, halkına nasıl sahip çıktığını, mazlumlara nasıl kol kanat gerdiğini yazdım. Onu çok sevdiğimizi bilmesini istiyorum."

Babaları, Recep’in mektubunu dikkatle okudu ve başını onaylarcasına salladı. "Çok güzel yazmışsın, Recep. Gerçekten duygularını çok iyi ifade etmişsin. Bir liderin en büyük gücü, halkının sevgisidir. Ve senin gibi gençler, onun en büyük umudu ve geleceğidir."

Recep, coşkuyla çantasını alıp okula gitti. Sınıfa girer girmez heyecanla arkadaşlarına yazdığı mektuptan bahsetti. Arkadaşları da hemen ona katıldı. Kimisi liderleri için şiir yazdı, kimisi resim çizdi. Öğretmenleri bu çalışmalardan çok etkilendi ve hepsini zarfa koyarak göndereceklerini söyledi.

O gün, sınıftaki herkes mutluydu. Çünkü onlar, kendileri için çalışan, gece gündüz halkı için çabalayan liderlerini sevgiyle anıyordu. Recep, gökyüzüne bakarak içinden bir dua etti: "Allah’ım, ona sağlıklı ve uzun bir ömür ver. O, bizim umut ışığımız."

Recep, bu dileğiyle gülümseyerek gökyüzüne baktı. Biliyordu ki sevgilerini göstermek, minnettarlıklarını ifade etmek, bir lider için en büyük hediyeydi.

 

 

25 Şubat 2025 Salı

VEFALI KOMŞU

 

VEFALI KOMŞU

Akşamın huzurlu sessizliği, evin içinde tatlı bir sohbetle bozuluyordu. Gün boyu koşturan aile bireyleri, akşam namazını kıldıktan sonra bir araya geliyor, seccadelerin üzerinde oturarak günün değerlendirmesini yapıyorlardı. Bu sohbetler, evin en sevilen alışkanlıklarından biri olmuştu. Babalarının başlattığı bu güzel gelenek, herkesin gün içinde yaptıklarını fark etmesini sağlıyor, aile bağlarını daha da güçlendiriyordu. Küçük büyük herkes, gün içinde yaşadıklarını anlatırken birbirlerine daha da yakınlaşıyorlardı.

O akşam, babaları sohbet sırasında aniden sordu: "Ömer amcanızla Selvi teyzenizin kapısını çalıp hâllerini hatırlarını soruyorsunuz değil mi?"

Bu soru bir anlık sessizliğe neden oldu. Herkes birbirine bakarak düşündü. Uzun zamandır görmedikleri yaşlı komşularını hatırladılar. Ömer amca ve Selvi teyze, çocukları başka şehirde yaşadığı için yalnız kalmışlardı. Günlük telaşlar içinde onlara uğramayı unuttuklarını fark edince içlerini hafif bir mahcubiyet kapladı.

Babaları devam etti: "Komşu hakkı büyüktür. Onların bize ihtiyacı olduğu zaman yanlarında olmak gerekir. Bazen sadece bir selam vermek, bir poşet taşımak ya da bir tas sıcak çorba götürmek bile onları mutlu etmeye yeter. Peygamber Efendimiz de komşuya iyi davranmayı öğütlemiştir. Bizim için küçük bir iyilik, onlar için büyük bir anlam taşıyabilir."

Bu sözler herkesin içini ısıttı. Hemen harekete geçmeye karar verdiler. Anneleri mutfağa girip birbirinden güzel yemekler pişirmeye başladı. Çocuklar ise büyük bir heyecanla kaplarını hazırladı. Nihayet yemekler hazır olduğunda, büyük bir özenle paketleyip yola koyuldular.

Soğuk akşam havasında yürürken içlerinde tuhaf bir sevinç vardı. Yaptıkları şeyin küçücük bir iyilik olduğunu biliyorlardı ama bunun Ömer amca ve Selvi teyze için ne kadar kıymetli olacağını tahmin edebiliyorlardı.

Ömer amcanın kapısını tıklattıklarında içeriden nazik bir ses duyuldu: "Kim o?"

Kapıyı açtıklarında, yaşlı çiftin gözlerindeki şaşkınlık ve sevinç her şeyi anlatıyordu. "Sizi çok özledik," dedi Selvi teyze gülümseyerek. Ömer amca ise onları içeri buyur ederken gözleri dolmuştu. Çocuklar yemekleri masaya bırakırken, Selvi teyze ellerini dua eder gibi açarak, "Ne iyi ettiniz de geldiniz, evladım," dedi. Ömer amca da "Allah razı olsun evlatlarım, yalnız olmadığımızı hissettirdiniz bize," diyerek minnettarlığını dile getirdi.

O an, iyilik yapmanın insanın içini nasıl sıcacık hissettirdiğini bir kez daha anladılar. Eve dönerken içlerinde büyük bir huzur vardı. Günün değerlendirmesini yaparken fark etmişlerdi ki, bazen en küçük şeyler bile bir başkasının dünyasında büyük mutluluklara vesile olabilirdi.

Ve işte o gün, ailece akşam sohbetlerinin ne kadar değerli olduğunu bir kez daha anlamışlardı. Artık her akşam, sadece kendi hayatlarını değil, etraflarındaki insanları da düşünüyor, yardımlaşmanın ve paylaşmanın huzurunu yaşıyorlardı.

TÜRKLERDE EVLİLİK GELENEĞİ

TÜRKLERDE EVLİLİK GELENEĞİ

 Geçmişten Günümüze’

Türk kültüründe aile, toplumun temel yapı taşlarından biridir ve evlilik, bu yapıyı güçlendiren en önemli adımlardan biridir. Evlilik, sadece iki insanın hayatını birleştirmesi değil, aynı zamanda iki ailenin ve bazen de iki farklı kültürün kaynaşmasını sağlayan bir süreçtir. Yüzyıllar boyunca Türk düğünleri, toplumun inançlarına, yaşam tarzına ve geleneklerine göre farklı şekillerde kutlanmıştır. Ancak özünde her zaman birlik, beraberlik ve mutluluk anlayışı yatmaktadır.

İslamiyet Öncesi Türklerde Evlilik Gelenekleri

Türkler, İslamiyet’i kabul etmeden önce genellikle boylar hâlinde yaşıyor ve evlilikleri de bu sosyal yapı içinde gerçekleştiriyordu. O dönemde evlilik, sadece iki kişinin değil, aynı zamanda iki boyun da birbirine bağlanmasını sağlardı. Aileler arasında yapılan anlaşmalar, evliliğin ilk adımıydı.

Düğünler ise büyük şölenler hâlinde yapılırdı. At yarışları, güreşler, okçuluk gösterileri gibi sportif etkinlikler düzenlenir, müzik ve danslarla kutlamalar yapılırdı. Gelin almak için erkek tarafı, kızın ailesine çeşitli hediyeler sunardı. Buna “kalın” ya da başlık denirdi. Ancak bu, günümüzdeki gibi bir zorunluluk değil, daha çok bir saygı göstergesiydi.

Gelin, düğün günü ata bindirilir ve konvoy eşliğinde damadın evine götürülürdü. Bu süreçte gelinin yüzü kırmızı bir örtüyle kapatılırdı ki bu gelenek, günümüzde hâlâ devam etmektedir.

İslamiyet Sonrası Türk Düğün Gelenekleri

İslamiyet’in kabulüyle birlikte Türklerin evlilik geleneklerinde bazı değişiklikler yaşandı. Artık evlilik, sadece aileler arasındaki bir anlaşma değil, aynı zamanda dini kurallara uygun olarak gerçekleştirilen kutsal bir birliktelik hâline geldi.

Bu dönemde kız isteme merasimi önem kazandı. Erkek tarafı, aile büyükleriyle birlikte kız evine giderek "Allah’ın emri, Peygamber’in kavliyle" diyerek kızı istemeye başladı. Başlık parası yerine, gelin için “mehir” adı verilen bir güvence bedeli verilmesi yaygınlaştı. Bu, kadının ekonomik olarak güvende olmasını sağlayan bir uygulamaydı.

Düğünler, artık imam nikâhı ile resmiyet kazanıyordu. Ancak eski gelenekler de tamamen terk edilmedi. Şölenler, müzikli eğlenceler ve davetlilerin ağırlandığı büyük yemekler, düğünlerin ayrılmaz bir parçası olmaya devam etti.

Günümüzde Türk Düğün Gelenekleri

Günümüzde Türk düğünleri, hem eski geleneklerin hem de modern uygulamaların birleştiği özel törenlerdir. Evlilik süreci, genellikle şu aşamalardan oluşur:

Kız İsteme: Erkek tarafı, aile büyükleriyle birlikte kız evine giderek geleneksel sözlerle kızlarını ister. Eğer olumlu yanıt alınırsa kahveler içilir. Gelin adayı, bazen damadı sınamak için tuzlu kahve yapar. Bu eğlenceli gelenek, günümüzde de devam etmektedir.

Nişan: Nişan, çiftin bağlılığını resmileştiren önemli bir törendir. Yüzükler takılır, kurdele kesilir ve aileler arasındaki bağ güçlenir.

Kına Gecesi: Kına gecesi, özellikle gelin için duygusal bir anlam taşır. Gelinin avucuna kına yakılır, hüzünlü şarkılar söylenir. Ancak bu gece aynı zamanda eğlenceli bir atmosferde geçer.

Düğün: Düğün günü gelin, baba evinden dualarla uğurlanır. Düğün alanında nikâh kıyılır, ardından yemekler yenir, müzik eşliğinde oyunlar oynanır. Eğlenceler genellikle geç saatlere kadar devam eder.

Kültürümüzü Yaşatmak

Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli, bizlere sadece akademik başarıyı değil, aynı zamanda kültürel değerlerimizi öğrenmeyi ve yaşatmayı da öğretir. Geleneksel düğünlerimiz, Türk kültürünün en önemli miraslarından biridir. Bugün hâlâ pek çok aile, bu gelenekleri sürdürerek geçmiş ile gelecek arasında bir köprü kurmaktadır.

Evlilik, sadece iki insanın değil, iki ailenin de birleştiği bir süreçtir. Sevgi, saygı ve kültürel değerlerle güçlenen bu bağ, toplumumuzu daha sağlam temellere oturtmaktadır. Geleneklerimizi yaşatmak, bizlere kim olduğumuzu hatırlatır ve bizi biz yapan en önemli unsurlardan biri olur.

 


GELENEKLERİMİZİN GÜZEL BİR BAŞLANGICI


GELENEKLERİMİZİN GÜZEL BİR BAŞLANGICI

‘Kız İsteme’

Türk-İslam kültüründe aile, toplumun temel taşıdır. Evlilik, sadece iki insanın hayatını birleştirmesi değil, aynı zamanda iki ailenin de kaynaşması demektir. Bu birlikteliğin ilk adımı ise kız isteme merasimidir. Kız isteme, sadece bir gelenek değil, aynı zamanda sevgi, saygı ve aile bağlarının önemini gösteren değerli bir gelenektir.

İslamiyet’te evlilik, Peygamber Efendimiz’in (sav) sünneti olarak görülür ve hayırlı bir başlangıç kabul edilir. Bu süreçte aile büyüklerinin fikirleri alınır, karşılıklı rıza gözetilir ve her şey saygı çerçevesinde ilerler. Kız isteme de bu anlayışın bir yansımasıdır.

Geleneklerimize göre erkek tarafı, ailesiyle birlikte kız evine gider. Önce tatlı bir sohbet edilir, ardından aile büyüklerinden biri, “Allah’ın emri, Peygamber’in kavliyle” diyerek kız tarafına evlilik teklifini sunar. Eğer kızın ailesi de kabul ederse, bu güzel an kahvelerle taçlandırılır. Geleneğimizin en eğlenceli yanlarından biri olan tuzlu kahve, gençler için unutulmaz bir hatıraya dönüşür.

Kız isteme merasimi, sadece bir evlilik adımı değil, aynı zamanda ailelerin birbirine duyduğu güvenin ve sevginin de göstergesidir. Eskiden beri büyüklerimiz, “Komşu komşunun külüne muhtaçtır.” der. Bu söz, ailelerin birbirine destek olmasının ne kadar önemli olduğunu anlatır. Çünkü evlilik, sadece iki kişinin değil, iki ailenin de birleşmesiyle güçlü bir temel oluşturur.

Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli, bizlere sadece bilgi öğrenmeyi değil, aynı zamanda kültürel ve manevi değerlerimizi yaşatmayı da öğretir. Aile yapısını korumak ve geleneklerimize sahip çıkmak, toplumun huzurlu ve güçlü kalmasını sağlar.

Günümüzde bazı gelenekler unutulsa da kız isteme merasimi, hala değerini koruyan en özel anlardan biridir. Çünkü bu merasim, sevginin, saygının ve aile olmanın en güzel başlangıcıdır. Büyüklerin hayır duasıyla başlayan bir evlilik, hem bu dünyada hem de ahirette bereketli olur.

KOMŞULUK

 

KOMŞULUK

‘İyilik Ve Paylaşmanın Güzelliği’

İnsan, sevgiye, şefkate ve yardımlaşmaya ihtiyaç duyan bir varlıktır. Bazen en büyük desteği ailemizden değil, yanı başımızda yaşayan komşularımızdan görürüz. Komşuluk, sadece aynı apartmanda ya da mahallede yaşamak değildir. Komşuluk, zor zamanlarda birbirine destek olmak, iyilik yapmak ve birlikte güçlü olmaktır.

Mahallemizde yalnız yaşayan Kudret Teyze vardı. Eşi vefat etmişti, çocukları ise başka şehirlerde yaşadığı için çoğu zaman tek başına olurdu. Ama o, her zaman güler yüzlü, tatlı dilli biriydi. Mahalledeki çocukları çok sever, bizlere güzel sözler söylerdi. Bir gün onu birkaç gündür görmediğimizi fark ettik. Kapısını çaldığımızda hasta olduğunu öğrendik. Yemek yapamıyor, ilaçlarını almaya gidemiyordu. İşte o an, ailecek ona yardım etmeye karar verdik.

Annem hemen ona sıcacık bir çorba yaptı. Babam eczaneye gidip ilaçlarını aldı. Ben ve kardeşim ise Kudret Teyze’nin evini düzenlemeye yardım ettik. En önemlisi de ona yalnız olmadığını hissettirmekti. Peygamber Efendimiz (sav) “Komşusu açken tok yatan bizden değildir.” buyurmuştur. Biz de bu bilinçle her gün kapısını çaldık, nasıl olduğunu sorduk, biraz sohbet ettik. Bu küçük ziyaretler bile onu mutlu etmeye yetiyordu.

Bu olay bana komşuluk ilişkilerinin ne kadar önemli olduğunu gösterdi. Eskiden komşular birbirine çok yakındı. Mahallelerde kapılar hep açıktı, herkes birbirinin derdiyle ilgilenirdi. Bayramlarda, düğünlerde, hastalıklarda herkes birbirine destek olurdu. “Komşu komşunun külüne muhtaçtır.” sözü de küçük bir iyiliğin bile ne kadar değerli olduğunu anlatır.

Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli, bizlere sadece derslerde başarılı olmayı değil, aynı zamanda iyi insan olmayı da öğretir. Şefkatli, yardımsever, paylaşmayı seven bireyler olmak hem bizi hem de çevremizi güzelleştirir.

Belki de çevremizde yardıma ihtiyacı olan başka komşularımız vardır. Bugün bir selam verelim, bir ihtiyacı olup olmadığını soralım. Unutmayalım ki, küçük bir iyilik bile bir insanın gününü aydınlatabilir. Çünkü iyilik, paylaştıkça büyür ve insanları birbirine daha çok bağlar!

ZAMAN

ZAMAN

‘En Değerli Hazinemiz’

Zaman, tıpkı su gibi akıp gider ve asla geri getiremeyiz. Ders çalışırken, oyun oynarken ya da bir kitabın içinde kaybolmuşken nasıl geçtiğini fark etmeyiz bile. Ancak zaman, doğru değerlendirildiğinde başarıya ve mutluluğa giden en önemli araçlardan biridir. Eğer plan yapmadan hareket edersek, Sezai Karakoç’un dizelerinde olduğu gibi farkına varmadan onu boşa harcayabiliriz.

Günümüz öğrencileri için zaman yönetimi daha da önemli hale gelmiştir. Okul dersleri, ödevler, sınav hazırlıkları, spor ve sanat etkinlikleri derken zaman hızla akıp gider. Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli, öğrencilerin sadece akademik başarılarını değil, aynı zamanda zaman yönetimi becerilerini geliştirmelerini de hedefler. Bilgiyi verimli kullanabilen, planlı hareket eden bireyler hem akademik hem de sosyal hayatta başarılı olabilirler.

Peki, zamanı verimli kullanmak için neler yapabiliriz? İşte birkaç etkili öneri:

  • Ders ve etkinlikleri planla: Günlük ve haftalık çalışma programı yaparak derslere, ödevlere ve tekrar çalışmalarına belirli süreler ayır. Böylece neyi, ne zaman yapacağını bilir ve son dakika stresinden kurtulursun.
  • Öncelik sırasını belirle: Acil ve önemli işlere öncelik ver. Ödevler, projeler ve sınav hazırlıkları ilk sırada olmalı. Eğlence ve dinlenme zamanı da unutulmamalı ama her şey dengeli olmalı.
  • Erteleme alışkanlığını bırak: “Sonra yaparım” dediğin işler biriktiğinde, daha çok zaman kaybedersin. Bugünün işini bugünden yaparak kendine daha fazla boş vakit yaratabilirsin.
  • Dengeyi sağla: Ders çalışmak kadar dinlenmek ve eğlenmek de önemlidir. Spor yapmak, kitap okumak veya bir hobi edinmek, zihinsel ve fiziksel gelişimini destekler.
  • Teknoloji kullanımına dikkat et: Telefon, tablet ve bilgisayar gibi cihazlar bilinçli kullanıldığında öğrenmeye katkı sağlar. Ancak sosyal medyada gereğinden fazla vakit geçirmek zaman kaybına neden olabilir. Dijital araçları verimli kullanarak hem bilgiye ulaşabilir hem de kendini geliştirebilirsin.

Zamanını iyi yöneten bir öğrenci, hem akademik başarısını artırır hem de sosyal hayattan kopmaz. Unutmayalım, hayat geri sarılamayan bir film gibidir. Eğer bugünümüzü planlı geçirirsek, yarınlarımızı daha güçlü inşa edebiliriz. Şimdi kendimize şu soruyu soralım: Bugün zamanımızı nasıl değerlendirdik? Yarın daha verimli bir gün geçirmek için neler yapabiliriz?

Zamanı akıllıca kullanarak hem kendimizi geliştirebilir hem de hayallerimize adım adım yaklaşabiliriz!

GELECEĞİMİZİ BİRLİKTE İNŞA EDELİM

GELECEĞİMİZİ BİRLİKTE İNŞA EDELİM

Bir toplumun güçlü ve başarılı olması, insanların ortak bir amaç etrafında birleşmesiyle mümkündür. Hepimiz, daha aydınlık bir gelecek için çalışıyor, ülkemizi bilimde, sanatta ve teknolojide ileriye taşımayı hedefliyoruz. Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli de tam olarak bu noktada bizlere rehberlik ediyor. Değerlerimize sahip çıkmak, birlikte üretmek ve gelişen dünyada söz sahibi olmak, bu yolculuğun en önemli adımlarıdır.

Aile, Toplumun Temelidir

Aile, insanın ilk eğitim yuvasıdır. Sevgi, saygı, dayanışma gibi değerleri önce ailemizden öğreniriz. Anne ve babamız, bize yalnızca yol gösteren kişiler değil, aynı zamanda toplumun geleceğini inşa eden ilk öğretmenlerimizdir. Birlikte sofraya oturmak, büyüklerimizi dinlemek ve sorumluluk bilinci kazanmak, bizleri güçlü bireyler hâline getirir. Günümüzde teknoloji hızla ilerliyor ve aile bireyleri bazen ekranlara dalıp birbirinden uzaklaşabiliyor. Oysa bizi biz yapan şey, ailemizle ve çevremizle kurduğumuz güçlü bağlardır.

Sorumluluk Sahibi Olmak Geleceğimizi Şekillendirir

Sorumluluk, bireyin kendisine, ailesine ve topluma karşı görevlerini yerine getirmesi demektir. Derslerimize zamanında çalışmak, sözlerimizi tutmak, doğayı korumak ve ihtiyaç sahiplerine destek olmak, hepimizin ortak sorumluluğudur. Bugün dünyada birçok genç, çevreyi koruma projeleri geliştiriyor, yeni teknolojilerle insan hayatını kolaylaştıran çözümler üretiyor. Bizler de bu bilinçle hareket edersek, hem kendi geleceğimizi hem de ülkemizin yarınlarını daha sağlam temeller üzerine kurabiliriz.

Vatanseverlik, Sadece Söylem Değil, Eylemdir

Vatan sevgisi sadece bayrağımızı sevmek ya da milli bayramlarda coşkuyla kutlamalar yapmak değildir. Asıl vatanseverlik, ülkemizi daha ileriye taşımak için çalışmak, yeni buluşlar yapmak, sanatta ve bilimde başarılar elde etmektir. Günümüzde Türk bilim insanları, uzay araştırmalarından yapay zekâ teknolojilerine kadar pek çok alanda büyük başarılara imza atıyor. Bizler de okuyan, araştıran, üreten bireyler olarak bu gelişime katkı sağlayabiliriz.

Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli, bizleri yalnızca akademik başarıya değil, aynı zamanda kültürel ve manevi değerlerimize sahip çıkmaya da teşvik ediyor. Eğer birlik olursak, sevgiyi büyütür, sorumluluklarımızı yerine getirir ve vatanımıza sahip çıkarsak, hayal ettiğimiz güçlü Türkiye’yi hep birlikte inşa edebiliriz.

Gelin, geleceğe birlikte yön verelim!

24 Şubat 2025 Pazartesi

BİZİ BİZ YAPAN DEĞERLER

 

BİZİ BİZ YAPAN DEĞERLER

‘Geleneklerimiz’

Gelenekler, bizi geçmişimize bağlayan ve toplumumuzu güçlü kılan önemli değerlerdir. Dedelerimizden, ninelerimizden öğrendiğimiz bu alışkanlıklar, sadece ailelerimizi değil, toplumumuzu da bir arada tutar. Çünkü geleneklerimiz sayesinde sevinçlerimizi, üzüntülerimizi paylaşır, birbirimize daha sıkı bağlanırız.

Bir eve girdiğinizde, büfenin üzerinde duran siyah beyaz fotoğraflara hiç dikkat ettiniz mi? Bu fotoğraflar, geçmişin sessiz tanıklarıdır. Dedelerimizin, ninelerimizin gençlik yıllarına ait bu kareler, eski zamanların hatıralarını bugüne taşır. Büyüklerimiz bu fotoğraflara bakarak anılarını anlatır, biz de onları dinlerken o günleri gözümüzde canlandırırız. İşte bu sohbetler, kuşaklar arasındaki bağı güçlendiren en güzel geleneklerden biridir.

Geleneklerimiz sadece anılarla değil, misafirperverliğimizle de yaşatılır. Türk kültüründe misafirin yeri ayrıdır. Eve gelen misafir her zaman güler yüzle karşılanır, en güzel yere oturtulur ve hemen ikramlar hazırlanır. Çay demlenir, yanına lokum veya kuruyemiş konur. Eğer özel bir günse, sofralar donatılır; börekler, tatlılar hazırlanır. Çünkü bizler, misafire ikram etmenin ve paylaşmanın mutluluk getirdiğine inanırız.

Misafirlik geleneklerimizin en güzel yanı ise her yaştan insanı bir araya getirmesidir. Dedeler, nineler, anneler, babalar ve torunlar aynı sofrada oturur, büyükler geçmişten hikâyeler anlatırken küçükler onları hayranlıkla dinler. Böylece hem aile bağlarımız güçlenir hem de kültürümüz nesilden nesle aktarılır.

Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli de bu değerlerin önemine dikkat çekiyor. Sadece ders başarısına değil, aynı zamanda kültürümüzü koruyup yaşatmaya da önem veriyor. Çünkü geleneklerimiz bizim kimliğimizdir. Onları yaşattıkça hem geçmişimizi unutmamış oluruz hem de geleceğe daha sağlam adımlarla ilerleriz.

Peki, sizce hangi geleneklerimiz unutulmaya yüz tuttu? Ve biz bunları yaşatmak için neler yapabiliriz? Gelin, bu değerli mirasımıza sahip çıkalım ve geleceğe hep birlikte taşıyalım!

YADİGÂRIN USTASI

YADİGÂRIN USTASI

Erzincan'a doğru yol alırken heyecanlıydım. Bakırcılık sanatını araştırıyordum ve bu mesleğin en usta ellerinden biriyle tanışmak üzereydim. Adını sıkça duyduğum Hasan Usta, sadece yaptığı bakır işleriyle değil, insanlara olan sıcaklığıyla da tanınıyordu.

Şehre vardığımda beni Mustafa Bey karşıladı. O da Hasan Usta’yı yakından tanıyordu ve yol boyunca ondan bahsetti:

"Erzincan’da bakırcılığın kalbi Hasan Usta’nın atölyesidir. Yaptığı her iş, adeta bir sanat eseri gibidir. Ama onu asıl özel kılan, yılların deneyimini büyük bir sevgiyle paylaşmasıdır. Atölyesinin adı Yadigâr’dır. Çünkü orada üretilen her şey bir hatıranın, bir emeğin izlerini taşır."

Bu sözler içimdeki merakı iyice artırdı. Mustafa Bey’le birlikte dar sokaklardan geçerek eski taş binaların bulunduğu mahalleye ulaştık. Küçük bir dükkânın önüne geldiğimizde tabelada yazan isim dikkatimi çekti: “YADİGÂR”.

İçeri girdiğimde bakırın çekiçle şekillendirilirken çıkardığı ritmik sesleri duydum. Raflarda parıldayan ibrikler, tabaklar ve kazanlar vardı. Her biri ince ince işlenmişti, üzerlerindeki desenler adeta bir hikâye anlatıyordu. Atölyenin ortasında yaşlı ama dinç bir adam, elinde çekiciyle bir bakır tabağa işleme yapıyordu.

Mustafa Bey beni ona doğru yönlendirdi.

"Hasan Usta, bak misafirimiz var. Seninle tanışmak istiyor."

Yaşlı usta, işini bırakıp başını kaldırdı. Yüzünde sıcak bir gülümsemeyle ayağa kalktı.

"Hoş geldin evlat. Bakırcılığa meraklı mısın?" diye sordu.

"Sanata ve ustaların emeğine hayranım." dedim.

Bu cevap hoşuna gitmiş olacak ki, hafifçe başını salladı ve eliyle oturmam için bir yer gösterdi. Sonra masasının üzerindeki bakır tabağı eline alıp işlemeleri göstererek konuşmaya başladı:

"Bak, bu desenler Erzincan’ın ruhunu taşır. Her motifin bir anlamı vardır. Şu yıldız şekli birlik ve beraberliği, şu dal motifleri ise bereketi simgeler. Biz burada yalnızca bir kap, bir kazan yapmayız. Geçmişi geleceğe taşırız."

Onu dinlerken zamanın nasıl geçtiğini fark etmemiştim. Gözleri anlatırken parlıyordu, elindeki bakır sanki onunla birlikte nefes alıyordu. Atölyedeki her bir eşyayı tek tek göstererek yapım süreçlerini anlattı. Bakırcılığın bir meslekten çok, bir yaşam biçimi olduğunu söyledi.

"Eskiden her evde bakır kaplar olurdu. Şimdi çoğu insan hazır ürünler alıyor. Ama biz yine de bu sanatı yaşatmaya çalışıyoruz. Çünkü el emeği, ruhu olan bir şeydir. Bir insanın elinden çıkmış bir eşya, ona dokunan herkeste bir iz bırakır."

Sohbetimiz ilerledikçe, Hasan Usta’nın yalnızca bir zanaatkâr değil, aynı zamanda büyük bir hikâye anlatıcısı olduğunu anladım. Bana eski ustalardan, eski Erzincan çarşılarından ve mesleğin nasıl değiştiğinden bahsetti.

Atölyeden ayrılma vakti geldiğinde içimde büyük bir hayranlık ve saygı hissi vardı. Hasan Usta, bana yalnızca bakırcılığı değil, emeğin ve sabrın değerini de öğretmişti. Vedalaşırken elime küçük, zarif bir bakır tabak tutuşturdu.

"Bunu hatıra olarak al. Üzerindeki işlemeleri unutma. Çünkü sanat yaşatıldıkça anlam kazanır."

O an, Hasan Usta’nın atölyesinin neden Yadigâr adını taşıdığını çok daha iyi anladım. Orası, yalnızca bir dükkân değil; geçmişin izlerini geleceğe taşıyan bir mirastı.

Erzincan’dan ayrılırken, çantamda o küçük bakır tabak, zihnimde ise Hasan Usta’nın anlattıkları vardı. Ve ben artık biliyordum: Gerçek ustalar, yalnızca elleriyle değil, ruhlarıyla da sanatlarını yaşatırlar.

 


GÖNÜLDEN GELEN BİR GELENEK

 

GÖNÜLDEN GELEN BİR GELENEK

 ‘Misafirperverlik’

Sevgili arkadaşlar,

Bugün sizlerle, bizi biz yapan, kültürümüzün en güzel değerlerinden biri olan misafirperverlikten bahsetmek istiyorum. Eminim ki hepimiz, aile büyüklerimizden şu sözleri duymuşuzdur: “Misafir berekettir, misafir başımızın tacıdır.” Çünkü bizde misafir, sadece kapıyı çalan bir ziyaretçi değil; eve neşe, sohbet, huzur ve bereket getiren kıymetli bir dosttur. Misafiri ağırlamak, ona ikramda bulunmak, soframızı ve en önemlisi de gönlümüzü açmak, bizim en köklü geleneklerimizden biridir.

Şimdi bir an düşünelim… Beklenmedik bir misafiriniz gelse ne yaparsınız? Önce güler yüzle karşılarız değil mi? İçten bir “Hoş geldiniz!” demek bile bazen en güzel ikramdır. Ardından hemen mutfağa yöneliriz. Bir bardak sıcacık çay demleriz, yanına birkaç lokum ya da bir avuç kuruyemiş koyarız. Çünkü bizde çay, sadece bir içecek değil, dostluğun, paylaşmanın, sohbetin simgesidir. Eğer misafir uzun süre kalacaksa, işin rengi değişir. Hemen mutfakta bir telaş başlar: Çorba kaynar, pilav demlenir, börekler fırına verilir, tatlılar hazırlanır. Hele bir de bayramsa, baklava tepsileri, şekerlemeler sofrada mutlaka yerini alır.

Köylerde misafirperverlik bambaşkadır. Orada misafir için “hazır yemek” diye bir şey yoktur, her şey misafire özel yapılır. Tandırda ekmek pişirilir, keşkek saatlerce kaynatılır, sacda mis gibi kokan gözlemeler hazırlanır. Çünkü Anadolu insanı bilir ki misafire yapılan ikram, sadece bir yemek değil, bir dostluk göstergesidir. O sofralarda sadece yemek paylaşılmaz, sohbetler edilir, dertler dinlenir, eski hatıralar canlanır.

Ama misafirperverlik sadece sofrayla sınırlı değildir. Misafirin rahat etmesi için en güzel yer ona ayrılır, hâli hatırı sorulur, hoş vakit geçirmesi sağlanır. “Misafir umduğunu değil, bulduğunu yer” derler ama bizde misafir, hep en güzelini, en iyisini bulur. Çünkü biz misafirimizi yalnızca soframızla değil, samimiyetimizle, içtenliğimizle de ağırlar, ona gönlümüzü açarız.

Türk Yüzyılı Maarif Eğitim Modeli, biz öğrencilerin yalnızca akademik olarak değil, sosyal ve kültürel yönlerden de gelişmesini amaçlıyor. İşte tam da bu yüzden, misafirperverlik gibi geleneklerimizi yaşatmak çok önemli. Çünkü bu değerler bizi bir arada tutar, toplumu güçlendirir, bizi daha anlayışlı, paylaşımcı ve duyarlı bireyler haline getirir. Geleneklerimize sahip çıktıkça, hem köklerimizle bağımızı koruyacağız hem de geleceğimizi sağlam temeller üzerine inşa edeceğiz.

Şimdi size bir soru sormak istiyorum: Sizce misafirperverlik günümüzde hâlâ eskisi kadar önemli mi? Misafir ağırlarken nelere dikkat etmeliyiz? Gelin, bu güzel konuyu birlikte konuşalım, fikirlerimizi paylaşalım.

Son olarak, konuşmam sırasında ses tonumu daha etkili kullanmam gerektiğini düşünüyorum. Gelecekte bu yönümü geliştirmek için daha fazla pratik yapmayı ve konuşmalarımı görsellerle desteklemeyi planlıyorum.

Beni dinlediğiniz için hepinize teşekkür ederim. Umarım hepimiz, misafirlerimizi en güzel şekilde ağırlayabileceğimiz nice mutlu anılar biriktiririz!

BAYRAM ZİYARETİ

BAYRAM ZİYARETİ

Bayram sabahı güneş yeni doğarken Bilgehan heyecanla yatağından fırladı. Bugün, her bayram olduğu gibi dedesini ziyaret edecekleri gündü. Evde tatlı bir telaş hâkimdi. Annesi mutfakta bayram için hazırladığı tatlıları paketlerken, babası hediyeleri arabanın bagajına yerleştiriyordu. Ablası ve küçük kardeşi de bayramlık kıyafetlerini giymiş, yolculuğa hazır bekliyordu.

Ailece arabaya bindiklerinde, Bilgehan yoldan geçen diğer araçlara göz gezdirdi. Hepsi aynı hedefe gidiyor gibiydi; kimi anneanne ve dedesine, kimi halasına ya da amcasına... Bayram demek, aile büyüklerini ziyaret etmek, onların hayır duasını almak ve birlikte güzel vakit geçirmekti. Yol boyunca Bilgehan köyde geçireceği güzel anları hayal etti. Dedelerinin bahçesindeki elma ağacına tırmanacak, kuzenleriyle oyunlar oynayacak ve dedesinin anlattığı eski bayram hikâyelerini dinleyecekti.

Üç saat süren yolculuğun ardından köyün girişine vardıklarında heyecanı daha da arttı. Sağ taraftaki beşinci ev dedesinin eviydi ve ona göre köyün en güzel eviydi. Araba avluya girerken dedesi kapıda onları bekliyordu. Yüzünde her zamanki sıcak gülümsemesi vardı. Bastonuna dayanarak ayağa kalktı ve kollarını açarak, “Hoş geldiniz evlatlarım! Bayramınız mübarek olsun!” diye seslendi. Bilgehan ve ailesi hızla araçtan inerek ellerini öpüp dedelerine sarıldılar. Dedesinin yanındaki babaanne de büyük bir mutlulukla torunlarını bağrına bastı.

İçeri geçtiklerinde dedesi onları oturma odasına yönlendirdi. Oda bayram havasına bürünmüştü; sobanın üzerinde demlenen çay mis gibi kokuyor, masanın üzerinde gelen misafirlere ikram edilmek üzere hazırlanmış şekerlemeler, cevizli lokumlar ve fındıklı kurabiyeler sıralanıyordu. Aile büyüklerinin ellerini bir kez daha öpüp hayır dualarını aldılar. Dedesi, her bayram yaptığı gibi, Bilgehan ve kardeşlerine mendiller içinde bayram harçlıklarını uzattı. Bilgehan mendilini açmadan önce dedesine bakıp, “Allah razı olsun dede, ellerinden öperim,” dedi. Dedesi ise, “Ömrünüz uzun, yolunuz açık olsun evlatlarım,” diyerek torunlarını sevgiyle kucakladı.

Sohbet koyulaştığında annesi Bilgehan’a dönerek, “Oğlum, arabadan deden için aldığımız hediyeleri getirir misin?” dedi. Bilgehan hemen dışarı çıkıp bagajı açtı. Özenle paketlenmiş kutuları kucaklayarak içeri getirdi ve dedesine uzattı. Dedesi hediyeleri alırken gözleri mutlulukla parladı. “Evlatlarım, sizden daha değerli bir hediye olabilir mi? Ama yine de çok naziksiniz, teşekkür ederim,” diyerek hepsini tek tek açtı.

Bir süre daha sohbet ettikten sonra dedesi mutfağa yöneldi. Birkaç dakika sonra elinde büyük bir tepsiyle geri döndü. Tepside fındıklı kurabiyeler, cevizli baklavalar ve taptaze sütle yapılmış köy çörekleri vardı. “Haydi bakalım, bunları sizin için yaptım. Bayram tatlısız olmaz!” dedi gülümseyerek. Çocuklar, dedelerinin meşhur kurabiyelerinden ikişer tane yemişlerdi bile.

Üç günlük bayram tatili hızla geçmiş, dönme vakti gelip çatmıştı. Ayrılık vakti geldiğinde herkesin içini hüzün kapladı. Bilgehan, dedesine sımsıkı sarılarak, “Seni çok özleyeceğim dede, en kısa zamanda yine geleceğiz,” dedi. Dedesi, torunlarının başını okşayarak, “Kapım her zaman size açık, yolunuzu gözlüyor olacağım,” diye karşılık verdi.

Araba köyden uzaklaşırken Bilgehan, arka camdan dedesine el sallamaya devam etti. Yüreğinde, dedesiyle geçirdiği güzel anıların sıcaklığı vardı. O an, bayramların en güzel yanının sadece tatlılar ya da hediyeler değil, sevdiklerinin yanında olmak olduğunu bir kez daha anlamıştı.

KAR YÜRÜYÜŞÜ

KAR YÜRÜYÜŞÜ

‘Bir Öğretmenin Fedakârlığı’

Osman Öğretmen, mesleğe yeni başlamış genç bir öğretmendi. İlk görev yeri, doğunun dağ eteklerine saklanmış, kışları sert geçen bir köydü. Atandığını öğrendiğinde kafasında binbir soru vardı. Daha önce hiç bilmediği bir yere gidecek, tanımadığı insanlarla yaşayacak, belki de türlü zorluklarla karşılaşacaktı. Ama içinde mesleğine olan aşk ve öğrencilere ışık olma isteği ağır basıyordu.

Uzun bir yolculuğun ardından ilçeye vardı. Köye gidecek minibüsleri öğrenmek için kahvehaneye girdi. Oradaki birkaç kişiyle sohbet etti, köy halkının misafirperverliği ve samimiyeti yavaş yavaş içindeki endişeleri hafifletmeye başladı. Sonunda minibüse binerek birkaç yolcu ile birlikte Fenek Köyü’ne doğru yola koyuldu. Sonbaharın son günleriydi. Ağaçların yapraklarını döktüğü, rüzgârın dağlardan sert estiği bir zamandı. Köye vardığında kafasındaki sorular yavaş yavaş cevap buluyordu. İnsanların içten gülümsemeleri, yardımlaşma ruhu ve misafirperverliği karşısında kuşkularından sıyrılmaya başladı. Köydeki ilk gününde, doğruca okulun yolunu tuttu. Harabe gibi bir yer beklerken karşısında küçük ama sıcak bir okul binası buldu. Burada bir şeylerin değişmesi gerektiğini düşündü ve bunun için elinden geleni yapmaya karar verdi.

Osman Öğretmen, köyde yalnızca ders anlatan biri olmanın ötesine geçmek istiyordu. Eğitimin, dört duvar arasına sıkışmış bir bilgi aktarımı değil, sevgi ve fedakârlıkla yoğrulmuş bir yolculuk olduğuna inanıyordu. Her sabah erkenden okulun kapısını açar, sınıfın sobasını yakar, kitapları sıralara dizer ve öğrencilerini sıcacık bir gülümsemeyle karşılardı. Çünkü ona göre kitaplar, en güvenilir dost ve en büyük yol arkadaşıydı. Okuyan bir insanın zihni aydınlanır, hayalleri genişlerdi. Bu yüzden derslerinde yalnızca müfredatı anlatmaz, öğrencilerine hayatı, sevgiyi, paylaşmayı ve merhameti de öğretirdi.

O gün de tıpkı diğer günler gibi kar dinmek bilmiyordu. Tipi gökyüzünü tamamen kaplamış, Fenek Köyü’nü dünyadan ayırmış gibi görünüyordu. Derslerin bitmesiyle birlikte Osman Öğretmen, öğrencilerini tek tek dışarı çıkartarak güvenli bir şekilde evlerine gitmelerini sağlıyordu. Ancak minik Taha, okul bahçesine adımını attığında zorlanmaya başladı. Ayakları karda kayboluyor, attığı her adımda daha da derine batıyordu. Minik elleri soğuktan morarmış, nefesi titrek bir buğuya dönüşmüştü. Osman Öğretmen, Taha’nın çaresizliğini fark ettiğinde hiç tereddüt etmeden yanına gitti. Şefkatle eğilip, "Gel bakalım Taha, seni eve kadar ben taşıyayım," dedi.

Taha önce biraz utandı, fakat gözlerinde minnet dolu bir parıltı belirdi. Osman Öğretmen onu sırtına aldı ve dikkatlice yola koyuldu. Kar taneleri yüzlerine nazikçe düşerken, köy halkı bu anlamlı sahneyi pencerelerinin ardından izliyordu. Yaşlı bir nine ellerini açıp dua ederken, Taha’nın ailesi kapıda gözleri yaşlı bekliyordu. Osman Öğretmen’in, bir baba şefkatiyle öğrencisini sırtında taşıması, köyde dilden dile anlatılacak bir hikâyeye dönüşecekti.

Osman Öğretmen, Taha’yı evine bıraktığında derin bir nefes aldı, üzerindeki karları silkeleyip gülümsedi. "Eğitim sadece dört duvar arasında değil, sevgi ve fedakârlıkla büyüyen bir çabadır," diyerek vedalaştı ve tekrar tipinin içine doğru yürümeye başladı. O gece köyde herkes, öğretmenlerinin merhametini ve fedakârlığını konuştu. O gün, Osman Öğretmen’in attığı adımlar yalnızca karda iz bırakmadı; o izler, tüm köy halkının kalbine kazındı. Artık Fenek Köyü’nde öğretmenlerine duyulan sevgi ve saygı daha da büyümüştü.

Osman Öğretmen’in yaktığı ışık, çocukların gözlerinde, kitaplara uzanan ellerinde ve hayallerinde parlamaya devam etti.

Ve böylece bir öğretmenin fedakârlığı yalnızca bir çocuğun değil, tüm bir köyün içini ısıttı.

22 Şubat 2025 Cumartesi

ORTAOKUL ÖĞRENCİLERİ İÇİN BİR FARKINDALIK YOLCULUĞU

 HAYATIN SESSİZ UYARISI: ORTAOKUL ÖĞRENCİLERİ İÇİN BİR FARKINDALIK YOLCULUĞU

KONGRE BİLDİRİSİ

HAYATIN SESSİZ UYARISI: ORTAOKUL ÖĞRENCİLERİ İÇİN BİR FARKINDALIK YOLCULUĞU
KONGRE BİLDİRİSİ

Özet
Günümüzde bireylerin zihinsel, duygusal ve sosyal farkındalıklarını geliştirmesi, hem bireysel hem de toplumsal yaşamlarını bilinçli ve sorumlu bir şekilde sürdürebilmeleri açısından büyük bir önem taşımaktadır. Bu kapsamda, "Hayatın Sessiz Uyarısı" adlı eser, özellikle ortaokul öğrencilerinin eleştirel düşünme becerilerini geliştirmelerini, okuma alışkanlıklarını güçlendirmelerini ve etik değerleri içselleştirmelerini amaçlayan bir deneme yazıları koleksiyonudur.

Eserde bireysel gelişim, toplumsal sorumluluk, eleştirel düşünme, empati ve okuma kültürü gibi temel temalar ele alınmaktadır. Bireysel gelişim açısından, öğrencilerin kendilerini tanımaları, yaratıcı düşünme becerilerini geliştirmeleri ve analitik düşünme yetilerini kazanmaları teşvik edilmektedir. Toplumsal sorumluluk teması altında vefa, yardımlaşma, saygı ve dostluk gibi etik değerlerin önemi vurgulanarak, öğrencilerin bilinçli ve duyarlı bireyler olarak yetişmeleri hedeflenmektedir. Eleştirel düşünme becerileri bölümünde, öğrencilerin bilgiye sorgulayan bir yaklaşım benimsemeleri ve mantıklı çıkarımlarda bulunmaları desteklenmektedir. Empati ve duygusal zekâ gelişiminde ise bireylerin başkalarını anlamaları ve sosyal ilişkilerini daha bilinçli bir şekilde yönetmeleri üzerinde durulmuştur. Son olarak, okuma kültürü bölümünde kitap okuma alışkanlıklarının kazanılması ve kültürel farkındalığın artırılmasının önemi vurgulanmaktadır.

Bu eserin ortaokul öğrencilerine kazandırmayı amaçladığı temel beceriler arasında eleştirel ve analitik düşünme, bağımsız karar alma, empati geliştirme ve etik değerleri benimseme gibi unsurlar yer almaktadır. Eser, öğrencilerin hem akademik hem de bireysel gelişimlerine katkı sunarak onların daha bilinçli, sorgulayan ve duyarlı bireyler olmalarına yardımcı olmaktadır. Eğitim sistemine entegre edilmesi durumunda, öğrencilerin zihinsel ve sosyal gelişimlerine uzun vadede önemli katkılar sunacak olan bu eser, geleceğin bilinçli nesillerini yetiştirmek için değerli bir kaynak niteliğindedir.

Anahtar Kelimeler: Eğitim, farkındalık, eleştirel düşünme, etik değerler, okuma kültürü

1. GİRİŞ

Bireyin bilişsel ve duygusal gelişimi, onun akademik başarısından toplumsal ilişkilerine kadar birçok alanda belirleyici bir rol oynar. Özellikle ortaokul çağındaki öğrenciler için bu süreç, eleştirel düşünme becerilerinin geliştiği, etik değerlerin içselleştirildiği ve okuma alışkanlıklarının köklendiği bir dönemdir. Bu dönemde kazanılan beceriler, bireyin sadece eğitim hayatında değil, aynı zamanda gelecekteki kişisel ve profesyonel yaşamında da önemli bir yer tutar. Eleştirel düşünebilen, sorgulayan ve etik değerlere sahip bireyler, yalnızca bireysel gelişimlerini güçlendirmekle kalmaz, aynı zamanda toplumsal bilinç düzeyini artırarak daha adil ve bilinçli bir toplumun oluşmasına katkı sağlarlar.

Günümüz dünyasında bilgiye ulaşmak hiç olmadığı kadar kolaydır. Ancak bilgiye erişimin hızla arttığı bu çağda, bireylerin bilgiyi sorgulama, analiz etme ve eleştirel bir bakış açısıyla değerlendirme becerileri kazanmaları giderek daha büyük bir önem taşımaktadır. Bilgiyi sadece tüketen değil, onu anlamlandıran, yorumlayan ve üreten bireyler yetiştirmek, eğitim sistemlerinin temel hedeflerinden biri olmalıdır. Bu noktada, öğrencilere düşünme becerilerini geliştiren, etik değerleri öğreten ve okuma alışkanlıklarını pekiştiren kaynaklar sunmak büyük bir gereklilik hâline gelmektedir.

Bu doğrultuda hazırlanan Hayatın Sessiz Uyarısı, ortaokul öğrencilerine yönelik derinlemesine düşünmeyi teşvik eden, bireysel ve toplumsal farkındalığı artıran kapsamlı bir deneme yazıları koleksiyonudur. Eser, genç bireyleri bilinçli, duyarlı ve sorgulayıcı bireyler olarak yetiştirmeyi amaçlamakta; onları eleştirel düşünmeye, etik değerleri benimsemeye ve okuma kültürü kazanmaya yönlendirmektedir. Kitapta yer alan yazılar, bireyin kendini tanıması, toplumsal sorumluluk bilinci geliştirmesi, empati kurabilmesi ve analitik düşünme yetilerini güçlendirmesi gibi konuları ele almaktadır.

Bu bildiride, Hayatın Sessiz Uyarısı adlı eserin içeriği ve ele aldığı temel temalar ayrıntılı olarak incelenecek; öğrencilerin bilişsel, duygusal ve etik gelişimlerine sunduğu katkılar akademik bir perspektifle değerlendirilecektir. Aynı zamanda, eserin eğitim sistemine entegre edilmesi durumunda yaratacağı uzun vadeli etkiler tartışılarak, bireysel ve toplumsal düzeyde oluşturabileceği farkındalık üzerine çıkarımlarda bulunulacaktır.

2. ESERİN İÇERİĞİ VE TEMALARI

Eğitim, bireyin sadece akademik bilgi edinmesini değil, aynı zamanda kendini keşfetmesini, topluma karşı sorumluluk duygusu geliştirmesini ve düşünsel yetilerini en iyi şekilde kullanmasını sağlayan çok yönlü bir süreçtir. Hayatın Sessiz Uyarısı adlı eser, bireyin bu gelişim sürecinde içsel farkındalık kazanmasına, etik değerleri benimsemesine ve eleştirel düşünme becerilerini güçlendirmesine yardımcı olan deneme yazılarından oluşmaktadır.

Eserde ele alınan konular, bireyin hem kendini tanımasına hem de çevresiyle daha bilinçli ve duyarlı bir şekilde iletişim kurmasına katkı sağlayacak şekilde yapılandırılmıştır. Kendi benliğini keşfetmekten toplumsal sorumluluklarını anlamaya, düşünme becerilerini geliştirmekten duygusal zekâya kadar uzanan geniş bir yelpazede ele alınan temalar, okuyucuların yaşantılarına doğrudan dokunan içerikler sunmaktadır. Bu eser, ortaokul çağındaki gençlerin hayatı anlamlandırma süreçlerine rehberlik ederken, onları bilgiye dayalı sorgulayıcı bir bakış açısı geliştirmeye teşvik etmektedir.

Eserde işlenen başlıca temalar şunlardır:

2.1. Bireysel Gelişim

Bireyin gelişim yolculuğu, kendini tanıması ve yeteneklerinin farkına varmasıyla başlar. Hayatın Sessiz Uyarısı, bireyin özgüven kazanmasını, kendi düşüncelerini üretme cesareti göstermesini ve özgün bakış açıları geliştirmesini teşvik eden yazılar içermektedir.

Öğrenciler için merak, öğrenme sürecini besleyen en önemli unsurlardan biridir. Bu eser, genç bireylerin merak duygularını canlı tutmalarını sağlayarak, onların keşfetmeye ve sorgulamaya dayalı bir öğrenme anlayışı geliştirmelerine yardımcı olur. Ayrıca, bireyin analitik ve yaratıcı düşünme becerilerini geliştirmesi, karşılaştığı problemlere çözüm üretebilmesi açısından hayati bir öneme sahiptir. Kitapta, bu becerilerin nasıl kazanılabileceği üzerine yönlendirici metinler yer almakta ve bireyin sürekli gelişime açık bir zihin yapısı oluşturması desteklenmektedir.

2.2. Toplumsal Sorumluluk

İnsanın içinde yaşadığı toplum, yalnızca bireylerden oluşan bir yapı değil; aynı zamanda karşılıklı dayanışma, sorumluluk ve paylaşım temelleri üzerinde yükselen bir bütündür. Bu nedenle, bireyin toplum içindeki rolünü kavraması ve etik değerleri içselleştirmesi büyük önem taşır.

Eserde, toplumsal sorumluluk kavramı geniş bir perspektiften ele alınmaktadır. Vefa, yardımseverlik, vatanseverlik, saygı, dostluk ve iş birliği gibi etik değerlerin önemi vurgulanarak, öğrencilerin sosyal sorumluluk bilinci geliştirmeleri amaçlanmaktadır. Bir bireyin toplumda olumlu bir değişim yaratabilmesi için duyarlılık göstermesi ve başkalarının haklarını gözetmesi gerektiği düşüncesi, kitap boyunca işlenen temel mesajlardan biridir.

Öğrencilerin, kendilerini sadece bireysel hedeflerine odaklayan değil, aynı zamanda topluma fayda sağlayan birer birey olarak yetişmeleri teşvik edilmektedir. Kitaptaki yazılar, okuyuculara küçük yaşlardan itibaren çevrelerinde olup bitenlere kayıtsız kalmamaları gerektiğini hatırlatarak, onların daha bilinçli ve sorumluluk sahibi bireyler olmalarına katkıda bulunmaktadır.

2.3. Düşünme Becerileri

Bireyin hayatta karşılaştığı olayları değerlendirme ve doğru kararlar alma süreci, sahip olduğu düşünme becerileriyle doğrudan ilişkilidir. Eleştirel ve analitik düşünme, bireyin bilgiyi sorgulamasını, mantıklı çıkarımlarda bulunmasını ve doğru ile yanlışı ayırt etmesini sağlayan temel yetilerdir.

Eserde, öğrencilerin bilgiye körü körüne inanmak yerine onu sorgulamaları ve çok yönlü bir bakış açısıyla değerlendirmeleri gerektiği vurgulanmaktadır. Doğruyu bulma sürecinde açık fikirli olmanın, önyargılardan uzak bir şekilde düşünmenin gerekliliği üzerinde durulmaktadır.

Ayrıca, sistematik düşünme becerileri kazandırarak, bireylerin karmaşık konuları anlamlandırmalarına yardımcı olmayı hedefleyen yazılar, gençlerin entelektüel gelişimlerini desteklemektedir. Böylece öğrenciler, sadece akademik hayatlarında değil, günlük yaşamlarında da olayları derinlemesine analiz edebilen bireyler hâline gelmektedirler.

2.4. Duygusal Zekâ ve Empati

Toplumsal ilişkilerde başarılı olmanın en önemli unsurlarından biri, bireyin duygusal zekâsını geliştirmesi ve empati kurabilmesidir. İnsanları anlamak, onların bakış açılarını kavrayabilmek ve duygularını yönetebilmek, sağlıklı iletişim kurmanın temel taşlarındandır.

Eserde, empati, şefkat, anlayış ve bağ kurmanın önemi vurgulanarak öğrencilerin duygusal zekâlarını geliştirmeleri hedeflenmektedir. Empati yeteneği gelişmiş bireyler, farklı görüş ve inançlara daha saygılı yaklaşarak, toplumsal uyumun sağlanmasına katkıda bulunurlar.

Bunun yanı sıra, bireyin kendi duygularını tanıması ve onları sağlıklı bir şekilde yönetebilmesi, yaşamındaki zorluklarla başa çıkmasını kolaylaştırır. Kitaptaki yazılar, öğrencilere bu becerileri kazandırmaya yönelik bilinçlendirici ve yönlendirici içerikler sunmaktadır.

2.5. Eğitim ve Okuma Kültürü

Bilginin en güçlü kaynaklarından biri, hiç şüphesiz ki okumaktır. Ancak kitap okumak, yalnızca bilgi edinmenin bir yolu olmanın ötesinde, bireyin hayal gücünü genişleten, eleştirel düşünme becerilerini güçlendiren ve zihinsel dünyasını zenginleştiren bir etkinliktir.

Eserde, kitap okumanın bireysel gelişim üzerindeki olumlu etkileri detaylı bir şekilde ele alınmaktadır. Okuma alışkanlıklarının nasıl kazanılabileceği, düzenli kitap okumanın bireyin kelime dağarcığını ve ifade yeteneğini nasıl geliştirdiği gibi konular üzerinde durulmaktadır.

Bunun yanı sıra, edebi eserlerin bireyin duygu dünyasına ve kültürel bilinç düzeyine nasıl katkıda bulunduğu anlatılmakta, öğrencilere kitaplarla kuracakları bağın onları nasıl daha donanımlı bireyler hâline getireceği gösterilmektedir.

4. Sonuç

Hayatın Sessiz Uyarısı adlı eser, ortaokul öğrencilerinin bilişsel ve duygusal gelişimlerini destekleyen, onları eleştirel düşünebilen, sosyal sorumluluk bilinci yüksek ve etik değerlere bağlı bireyler olarak yetiştirmeyi amaçlayan kapsamlı bir deneme koleksiyonudur. Kitap, bireysel gelişimden toplumsal sorumluluğa, analitik düşünmeden empatiye ve okuma kültürüne kadar geniş bir perspektifte ele aldığı konularla, öğrencilerin hem akademik hem de kişisel dünyalarına derin katkılar sunmaktadır.

Eserde işlenen temalar, yalnızca akademik başarıya yönelik değil, aynı zamanda bireyin kendini tanımasını, çevresine duyarlı olmasını ve bilinçli kararlar almasını sağlayan değerleri de içermektedir. Bu yönüyle eser, öğrencilerin hayatları boyunca kullanabilecekleri temel becerileri kazanmalarına rehberlik eden güçlü bir kaynak niteliğindedir.

Eğitim sürecine entegre edildiğinde, bu eser öğrencilerin düşünsel ufuklarını genişletecek, onların sorgulayan, çözüm odaklı ve toplumsal olaylara duyarlı bireyler hâline gelmelerine katkı sağlayacaktır. Gelecek nesillerin daha bilinçli, duyarlı ve üretken bireyler olarak yetişmesinde önemli bir rol oynayabilecek bu eser, eğitim dünyasına değerli bir katkı sunmaktadır.