20 Nisan 2025 Pazar

BİLGİ VE ERDEMİN YOLCULUĞU


BAŞARI MI, ERDEM Mİ?

Okulun son dersiydi. Baharın sıcak rüzgârı, pencerenin kenarından içeriye hafifçe süzüldü. Doğadaki her şey, taze bir uyanışla birlikte sınıfa da bir canlılık getirmişti. Çam ağaçlarının arasından düşen güneş ışıkları, sınıfın duvarlarına altın sarısı bir parıltı bırakıyordu. Öğrenciler, yaz tatilinin yaklaşmasının heyecanıyla pencereye doğru bakarak birbirlerine fısıldıyorlardı.

Bir anda öğretmen Yusuf, sınıfa girdi. Elinde eski, büyük bir kutu vardı ve yüzünde sıcak bir gülümseme vardı.
"Bugün sıradan bir ders yapmayacağız," dedi. "Size, hayatla ilgili özel bir hikâye anlatacağım."

Sınıf bir anda sessizleşti. Her öğrenci merakla öğretmeninin söyleyeceklerini bekliyordu.

Yusuf, kutuyu dikkatle açtı ve içinden iki farklı nesne çıkardı. Birinci nesne, minyatür bir ağacın heykeliydi. Ağaç, sararmış yaprakları ve zarif dallarıyla, sanki sonbaharın altın ışıltısını içinde taşıyordu. İkinci nesne ise minik bir okyanus dalgasıydı. Dalgaların zarif kıvrımları, suyun gücünü ve sakinliğini aynı anda hissedebiliyordunuz.

"Bu iki nesne," dedi öğretmen Yusuf, "hayatın iki farklı yolunu simgeliyor. Biri başarı, diğeri ise erdem."

Sınıfın en ön sırasına oturan Sümeyye, birden elini kaldırdı ve heyecanla sordu:
"Öğretmenim, başarı demek, her şeyi başarmak değil mi? Sınavlarda en yüksek notu almak, projelerde birinci olmak, teknoloji yarışmalarında ödüller kazanmak?"

Yusuf gülümseyerek başını salladı ve yavaşça cevap verdi:
"Evet, Sünmeye. Başarı çok önemli, ama başarı yalnızca bu kadarla mı sınırlı? Gelin, biraz daha derinlemesine düşünelim."

Sınıfta bir sessizlik oldu. Öğrenciler, öğretmenlerinin sözlerinden ne anlamaları gerektiğini düşünmeye başladılar. Yusuf, kutudan bir not çıkararak okudu:
"Başarı sadece çok şey bilmek veya başarmak değildir. Başardıklarımızı insanlık için bir iyiliğe dönüştürebilmek gerçek başarıdır."

Sümeyye, pencerenin kenarına oturmuş ve dışarıyı izleyen bir öğrenci olarak kafasını çevirdi ve gözleri parlayarak sordu:
"Öğretmenim, sadece yüksek not almak yetmiyor mu?"

Yusuf, yavaşça başını sallayarak cevap verdi:
"Hayır, Sümeyye. Gerçek başarı, bilgiyi sadece kendimiz için değil, başkaları için de kullanabilmektir. Mesela, bir robot yapabilirsin. Ama eğer o robot, yaşlıların hayatını kolaylaştırıyorsa, işte o zaman gerçek başarıya ulaşmış olursun."

Sınıfın havası bir anda değişti. Öğrenciler, başarıya bakış açılarını sorgulamaya başlamışlardı. Derin bir sessizlik oldu, sadece sınıfın dışındaki kuşların cıvıltıları ve uzaklardan gelen çocuk sesleri duyuluyordu. Elif, sınıfın en sessiz öğrencilerinden biri olarak, öğretmenin söylediklerini dikkatle dinliyordu. Yavaşça, çekingen bir şekilde sordu:
"Yani, sadece sınavda yüksek puan almak yetmiyor mu?"

Yusuf gülümseyerek cevapladı:
"Hayır, Elif. Çünkü önemli olan başardıklarını nasıl kullandığındır. Bilgiyi doğru şekilde, erdemle kullanmak gerekir."

O sırada, öğretmen elindeki okyanus dalgasının minyatür modelini kaldırarak devam etti:
"Bu suyun dalgaları, erdemi simgeliyor. Dalgalar gibi, erdem de güçlü ama sakin bir şekilde çevremizdeki her şeye etki eder. Erdem, başkalarını anlamak ve onlara saygı göstermektir. Bu, sadece kurallara uymakla ilgili değil, başkalarının hislerini anlamak ve onlara göre davranmaktır."

Burak, pencerenin hemen yanındaki sıralardan birinde oturuyordu. Hızla elini kaldırarak sordu:
"Yani, birine yardım etmek, doğruyu yapmak da erdem mi?"

Yusuf, gözleri parlayarak cevapladı:
"Evet, Burak. Sınıfta bir arkadaşına yardım etmek, yolda yaşlı birine yer vermek ya da sosyal medyada kimseyi incitmeden yazılar yazmak... Bunlar erdemli davranışlardır. Erdemli olmak, sadece doğruyu yapmak değil, başkalarının iyiliğini düşünmekle ilgilidir."

Sınıfın içindeki hava artık tamamen değişmişti. Öğrenciler birbirlerine bakarak düşünmeye başladılar. Dışarıdaki bahar havası, yeni başlangıçlar ve taze umutlar gibi onları sarhoş etmişti. Yusuf, son bir kez dalga heykeline bakarak, kutuyu kapatıp sözlerini tamamladı:
"Unutmayın, hayat bir okul gibidir. Bu okulda sadece ders çalışmak değil, kalbimizi de büyütmek zorundayız. Bilgiye ulaşmak çok kolay ama bilgiyi doğru şekilde kullanmak, erdemli bireyler olmak önemli. Çünkü sadece başarı değil, erdemli olmak da çok kıymetlidir."

Zil çaldığında öğrenciler, dersin sonlarına doğru hep birlikte kalkıp sınıftan çıktılar. Ama bu sefer, adımları daha yavaş, düşünceleri daha derindi. Her biri o gün, hayatlarındaki en önemli soruyu sormuştu: "Gerçek başarı neydi?"

Ve belki de o an, her bir öğrenci kendi hikâyesinin yazılmaya başlandığını fark etti. Çünkü gerçek başarı, insanın kalbinin ve vicdanının doğru yönde büyümesiydi.

 

BAŞARI MI, ERDEM Mİ?

BAŞARI MI, ERDEM Mİ?

Hayat, bir okul gibidir aslında.
Bu okulda sadece ders çalışmakla değil; doğruyu, güzeli ve iyiyi bulmakla da sorumluyuz.
Çünkü eğitim dediğimiz şey, yalnızca bilgi toplamak değil; kalbimizi, zihnimizi ve vicdanımızı birlikte büyütmektir.

Günümüzde, bilgiye ulaşmak artık çok kolay. Bir tıkla dünyanın öbür ucundaki bilgilere erişebiliyoruz. Ama önemli olan, bildiklerimizi nasıl kullandığımızdır.
Sadece çok şey bilmek bizi iyi bir insan yapmaz. Bilgimizi; adaletle, merhametle ve sorumlulukla harmanladığımızda işte o zaman gerçek anlamda eğitimli oluruz.
İşte Maarif Eğitim Modeli de tam bunu hedefliyor:
Bilgili ve becerikli olmanın yanında erdemli, duyarlı, sorumluluk sahibi bireyler yetiştirmek!

Belki çevremizde sınavlarda en yüksek notları alan, teknoloji projeleri geliştiren, sosyal medyada binlerce takipçisi olan insanlar var. Ama sadece başarmak yetmez. Önemli olan, başardığımız şeyi insanlık için bir iyiliğe dönüştürebilmektir.
Bir robot yaptığında, onunla yaşlıların hayatını kolaylaştırabiliyor musun?
Bir proje sunduğunda, insanlara umut olabiliyor musun?
İşte gerçek başarı budur.

"Terbiyeli insan" deyince, sadece kurallara uyan biri aklımıza gelmemeli.
Terbiyeli insan; sınıfta arkadaşına yardım eden, trafikte yaşlı birine yol veren, sosyal medyada kimseyi incitmeden konuşabilen insandır.
Çünkü terbiye, başkalarının halini anlamak ve ona göre davranmaktır.

Sevgili arkadaşım,
Sen de kendi hikâyeni yazarken unutma:
Bilgiyi kalbinle taşı, vicdanınla büyüt.
O zaman hem kendi geleceğini hem de yaşadığın toplumu güzelleştirirsin.

Çünkü yarınları kuracak olanlar; sadece hızlı koşanlar değil, doğru yönde yürüyenlerdir.

Yolun aydınlık, kalbin güçlü olsun!

18 Nisan 2025 Cuma

TOPRAĞIN KALBİNDEN SICACIK GÜNLER

TOPRAĞIN KALBİNDEN SICACIK GÜNLER

Bazı yerler vardır ki zaman orada ağır ağır yürür, rüzgâr bile eski bir hikâye anlatır gibi eser. Bizim köy de işte öyle bir yerdi; başı dumanlı dağların eteğinde, toprağın kokusuna karışan umutlarla dolu, sıcacık bir dünya... Çocuk kalbimizin en derin köşesinde sakladığımız oyunlar, sevinçler ve küçük hayaller, her gün yeniden doğardı orada. Yaşam zordu belki ama sevgi, dayanışma ve paylaşmanın gücüyle her şey güzelleşirdi. Ve biz, toprağın kalbinden doğan o sıcacık günlerde, hayatı küçük mutluluklarla kucaklamayı öğrendik...

Ben, Doğu Anadolu'nun yüksek dağlarının eteklerinde, küçük ve güzel bir köyde dünyaya geldim. Bizim köy, her mevsimde başka bir güzelliğe bürünür. Kışın kar, her şeyi bembeyaz bir örtü gibi sarar. Yazınsa güneş tepemizde pırıl pırıl parlar; toprağın kokusu, havaya karışır.
Kışın pencereden izlediğimiz beyaz dünya, yazın yerini rengârenk çiçeklere, serin rüzgârlara bırakır. Biz çocuklar, yaza kavuşmayı dört gözle bekleriz. Yaz geldi mi kırlara koşar, gün batımına kadar oyunlar oynar, bazen yorgunluktan sofrada uyuyakalırız. Anacığımın sıcak kucağında yatağa taşınır, tatlı rüyalara dalardık.

Babam marangozdur. Ellerinden çıkan her tahta parçası bir başka güzeldir. Kapılar, sandalyeler, oyuncaklar… Her biri babamın emek kokan eserleri gibi kokar. Yazın köyde iş çoktur. Bazen kasabaya gider, siparişleri yetiştirir. Dönüşte bizlere şeker, helva ya da daha önce hiç görmediğimiz güzel yiyecekler getirir. Ama biz onu en çok özlemle bekleriz; hediyeler değil, babamızın sıcak gülümsemesidir gönlümüze bayram ettiren.

Annem, köyümüzün en şefkatli insanıdır. Bir komşu hastalansa hemen elindeki işi bırakır, ocağın başına geçer, sıcacık bir çorba kaynatır. Bakır tasa koyar, dua ederek gönderir. Ellerinden her iş gelir: İneklerimizi sağar, peynir, yoğurt, yağ yapar. Tavuklarımızı besler, bahçedeki çiçekleri sularken bile şarkılar mırıldanır. Bahar geldiğinde civcivler bahçemizde koşturur; kardeşimle onların peşinden koşar, her birine isimler takarız.

Küçük kardeşim Hatice, henüz bazı harfleri söyleyemez. Onun tatlı telaffuzları bazen bizi güldürür, bazen de anlamakta zorlanırız. Böyle zamanlarda annem hemen devreye girer; Hatice'nin ne dediğini bir bakışta anlar.

Benim adım Mehmet. On bir yaşındayım. Dördüncü sınıfa gidiyorum. Kitapları çok severim. Özellikle uzun kış gecelerinde, dışarıda fırtına uğuldayıp kar pencereleri döverken, biz evimizin sıcak köşesine çekiliriz. Babam sedire uzanır, annem kazak örerken sessizce dinler. Ben elimde kitap, yüksek sesle okurum.

Babam hikâyelerdeki kötü karakterlere öfkelenir, bazen söylenir. Annem duygulu yerlerde başörtüsünün ucuyla gözyaşlarını gizlice siler. Her sayfada birlikte kahramanların heyecanına kapılır, hikâyeleri kalbimizde yaşarız. Kitap bittiğinde evimizin içinde bir sevinç dalgası yayılır; sanki macerayı biz yaşamışız gibi.

Annemin açtığı bazlamalar o soğuk gecelerin en tatlı mükâfatıdır. Çaydanlıktan yükselen fokurtular, odun ateşinin çıtırtıları arasında bazlamaları yerken, Allah’a hep yoksulları da doyurması için dua ederiz.

Bizim köyde sevgi, yardımlaşma, umut, çalışkanlık ve şefkat hep iç içedir.
Kışın beyazı, yazın sıcağı, toprağın kokusu ve insanların yürekten gülümsemesiyle büyürüz.

Çünkü bizler, hayatı sadece yaşamakla kalmayıp, her anını yüreklerimizde saklarız.

Ve biliriz ki:
 "Emekle yoğrulan hayatlar, sevgiyle filiz verir."

DAĞLARIN ETEĞİNDE BİR HAYAT

 

UMUT, SEVGİ VE DAYANIŞMANIN HİKÂYESİ

‘Dağların Eteğinde Bir Hayat’

Doğu Anadolu’nun yüksek dağlarının eteklerinde, hayat zorluklarla yoğrulur. Sert iklim şartları, uzun kışlar ve kısa yazlar insanların karakterine de şekil verir burada. Kar, neredeyse yılın yarısında köylerin üzerine beyaz bir sessizlik örter; ama o beyazlık, insanların yüreklerindeki sıcaklığı asla soğutamaz.

Yaz, burada sadece bir mevsim değildir; özlenen bir kavuşmadır. İlkbaharın gelişiyle, dağların yamaçlarında tomurcuklanan çiçekler gibi, umut da insanların yüreğinde filizlenir. Çocuklar çıplak ayaklarıyla toprağa basar, kırlarda koşar, oyunların, kahkahaların peşinde gün batımına kadar yorulurlar. Akşam olup da sofralar kurulunca, yorgunluktan sofrada uyuyakalmak, buralarda çocukluğun en samimi halidir.

Hayat, kolay değildir. Geçim kaygısı, herkesin ortak derdidir. Babalar yazın ilçelere inşaat işlerine gider; analar, evde kalan işlerin ve çocukların yükünü sırtlanır. Ama bu zorlukların içinde bile insanlar birbirine sırt çevirmez. Komşuluk burada yalnızca bir selamlaşma değil, hayatı birlikte omuzlama biçimidir. Bir hasta haberi duyulsa, ocakta hemen bir çorba kaynar; sıcak bir tas, kapı kapı dolaşır. Kimse "Benim değil" demez; herkes birbirinin yükünü paylaşır.

Paylaşmak, yardım etmek, şefkat göstermek burada hayata tutunmanın doğal yoludur. Kimin tavuğu civciv çıkarsa, kimin ineği yavrulasa, sevinç bir tek evde kalmaz, köyün her evine yayılır. Kimi zaman şehre giden bir baba, dönüşte yanında getirdiği birkaç şeker, bir avuç helva ile çocukların gözlerinde bayram sevinci uyandırır. O küçük hediyeler, burada kocaman birer armağandır; sevginin ve özlemin somut halidir.

Ve kitaplar...
Kış gecelerinde rüzgârın uğultusu evleri sararken, bir köşede kaynayan çayın fokurtusu eşliğinde açılan kitaplar, başka dünyalara açılan kapılardır. Çocuklar okunan hikâyeleri sadece dinlemez; kahramanların sevinçlerini, acılarını kalplerinde hisseder. Babalar, kötülere kızar; analar, acıklı yerlerde gözyaşlarını gizlemeye çalışır. O hikâyeler, sobanın sıcaklığıyla birlikte evleri ısıtır, ruhları besler. Kitaplar, yalnız bilgi taşımaz; değerleri, sevgiyi ve insan olmanın inceliklerini de taşır.

Bu topraklarda insanlar, zor şartlara rağmen umudu kaybetmezler. Hayatın yükü ağırdır ama yürekler merhametle, şefkatle hafifler. İşte bu yüzden Doğu Anadolu’nun insanı yılmaz; her kışın ardında gelecek baharı sabırla bekler. Çünkü bilir ki hayat, dayanışmayla, umutla ve sevgiyle anlam kazanır.

Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli tam da bu ruhu yaşatmak ister:
Çocukları yalnızca bilgiyle donatmakla kalmaz; karakter, erdem, estetik ve insanlık değerleriyle de yetiştirmeyi amaçlar. Kitaplardan sadece bilgi almak değil, duyguyu, ahlakı ve insan sevgisini de öğrenmek gerekir.
Burada, dağların eteğinde büyüyen çocuklar gibi...
Sabırla, paylaşarak, birbirine sırt vererek.

Çünkü geleceği inşa edecek nesiller, sadece aklıyla değil; yüreğiyle de büyüyen nesiller olacaktır.
Ve gerçek eğitim, yalnızca okul sıralarında değil; hayatın tam içinde, karla kaplı dağ yollarında, bir tas çorba paylaşırken, bir hikâye dinlerken, bir civciv sevinçle kucaklanırken başlar.

İşte bu yüzden, geleceğin Türkiye’si, şefkatiyle, adaletiyle, bilgeliğiyle daha da güzelleşecek.
Ve umut, o küçük köylerden, o küçücük sıcak yüreklerden tüm ülkeye yayılacak.

17 Nisan 2025 Perşembe

BİR SABAHIN HİKAYESİ

BİR SABAHIN HİKÂYESİ

Bazı sabahlar vardır ki, sessizdir, yorgundur ama içinde bir mucizeyi saklar. Bir öğretmenin şefkatiyle, bir çocuğun umuduyla birleşir ve hayatın en sessiz köşelerinde filizlenen değişimin habercisi olur. Bu hikâye, işte böyle bir sabahın öyküsüdür.

Hayat, kimi zaman yorgun bir sabahın sessizliğinde başlar. Bir öğretmenin bir çocuğun kalbine dokunarak dünyayı değiştirdiği anlar ise çoğu zaman görünmez, sessiz ve narindir. Oysa umut, bazen bir tebessümün sıcaklığında, bazen bir omuza konan dost bir elin titrek dokunuşunda filizlenir. İşte bu hikâye, sıradan bir sabahın nasıl büyük bir umuda dönüştüğünün hikâyesidir.

Sabahın solgun ışıkları arasından Selver Öğretmen, ağır ağır gözlerini araladı. Geceden kalma rüyaların bulanık izleri, hâlâ zihninin kıyılarında usulca dolaşıyordu. "Acaba bu rüyaların bir anlamı var mı?" diye düşündü bir an. Sonra, iç geçiren bir sesle mırıldandı: "Boşver... Rüya işte."

Hayat, onu yıllar içinde uzak diyarlara savurmuştu. Eski günlerin sıcaklığı, artık geçmişin tozlu raflarında sessizce uyuyordu. Şimdi, başka bir şehirde, bambaşka yüzler ve hikâyeler arasında yeni bir öykü yazıyordu. Fakat alışmak zordu; öğretmenler odasında yankılanan konuşmalar bile ona yabancı, soğuk ve uzak geliyordu. Yalnızlık, ağır bir sis gibi ruhuna çökmüştü.

Bugün yine nöbetçiydi. "Nöbetçi Öğretmen" unvanı, kulağında bir sorumluluk fısıltısı gibi yankılanıyordu. Aklı, çocukluk yıllarının ağır ağır ilerleyen Kara Tren türküsüne kaydı. Bir zamanlar aşkı, hasreti ve sabrı simgeleyen o trenin yerini, şimdi hayatı hızla tüketen metrolar, Marmaraylar ve tramvaylar almıştı. Dünya hızlanmıştı belki, ama Selver Öğretmen’in kalbi hâlâ eski zamanların ağır ağır akan ritminde çarpıyordu.

Yıllar, bir nehir gibi akıp geçmişti. Ama Selver Öğretmen, mesleğine duyduğu inancı hiç kaybetmemişti. Hâlâ bir çocuğun kalbine dokunmanın dünyaları değiştirebileceğine yürekten inanıyordu. Derin düşüncelere dalmışken, telefonu çaldı. Sabahın sessizliğini delen telaşlı bir annenin sesi yankılandı kulaklarında:

— Öğretmenim, kızım Elif bu sabah okula gitmek istemedi. Yine de gönderdim. Gözünüzü üstünde tutar mısınız?

Bu sözler, Selver Öğretmen’in içinde ince bir sızı bıraktı. İlk dersin ardından, hiç vakit kaybetmeden Elif’in sınıfına gitti. Yumuşak ve sıcak bir sesle seslendi:

— Gel bakalım Elif, biraz yürüyelim.

Koridor boyunca ağır adımlarla yürürken, Elif’in mahcup bakışlarında bir şey fark etti. Sanki gözlerinin ardında gizli bir yıldız parlıyordu. Küçük, utangaç, ama umut dolu... Birkaç sıcak kelimeyle, Elif’in içine çöreklenmiş kırgınlıklar çözülmeye, karanlıklar aydınlanmaya başladı. O gün okulun koridorları daha canlı, sınıflar daha sıcak görünüyordu.

Günler birbirini kovalar, zaman usulca akıp giderken, okul idaresinden bir duyuru ulaştı: Çanakkale Şehitlerini Anma Haftası için bir hikâye yarışması düzenleniyordu. Selver Öğretmen, hiç tereddüt etmeden Elif’i düşündü. O küçük yürek, içinde taşıdığı duygularla büyük bir hikâye yazabilirdi.

Elif, yüreğinin en derinlerinden gelen kelimelerle hikâyesini kaleme aldı. Selver Öğretmen, her satırını dikkatle okuyarak, sevgiyle dokundu, umutla güçlendirdi. Hikâye teslim edildi. Ardından bekleyiş başladı; sabırlı, heyecanlı bir bekleyiş...

Günler sonra sonuçlar açıklandığında, Elif yarışmada birinci olmuştu! Sevinçle koşarak Selver Öğretmen’in yanına geldiğinde, gözlerindeki parıltı, bir öğretmenin yüreğine düşen en güzel mükâfat oldu. O an, bütün yorgunluklar, bütün yalnızlıklar eridi; geriye yalnızca sevgi, umut ve inanç kaldı.

Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli, çocukları yalnızca bilgiyle değil; karakterle, erdemle ve estetik duygusuyla da donatmayı hedefler. Selver Öğretmen’in Elif’e gösterdiği sabır, güven ve sıcaklık, bu anlayışın en saf örneğidir. Eğitim, sadece müfredat bilgisi aktarmak değil, her öğrencinin içinde saklı cevheri bulup sabırla parlatmaktır.

Bugünün dünyasında her çocuk, tam zamanında yüreğine dokunan bir öğretmene ihtiyaç duyar. Çünkü gerçek eğitim; yalnızca aklı değil, kalbi de inşa eden, insanı bütün yönleriyle yücelten eşsiz bir yolculuktur.

Ve şunu hiç unutmamak gerekir:

"Bir çocuğun yüreğine umut eken öğretmen, yarının en güzel dünyasını inşa eder."

Çünkü bazen bir sabah, sadece bir sabah değil; yeni bir hayatın, yeni bir umudun sessiz başlangıcıdır.

KENDİNE DEĞER VERMEK

HAYATIN SESSİZ KAHRAMANLIĞI

‘Kendine Değer Vermek’

Hayat bir yolculuksa, bu yolculuğun en sadık yol arkadaşı insanın kendisidir. Günümüz dünyasında bilgiye, başarıya ve teknolojiye ulaşmak ne kadar önemliyse, insanın önce kendi değerini bilmesi de o kadar kıymetlidir. Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli de işte tam bu noktada bize şöyle seslenir: “Sadece bilgili değil, kendini tanıyan, kendine değer veren ve gelişime açık bireyler olun.”

Kendimize değer vermek, kendimizi olduğumuz gibi kabul etmek demektir. Tıpkı doğadaki ağaçların, eğri ya da düzgün olmasına bakmadan gökyüzüne uzanması gibi… Hepimizin güçlü yanları da var, zayıf yanları da. Bazen hızla ilerleriz, bazen tökezleriz. Ama önemli olan, düştüğümüzde kendimize kızmak yerine, elimizden tutup yeniden ayağa kalkmaktır.

Dünya edebiyatında Montaigne, denemelerinde hep insana ayna tutmuş; "İnsanın en büyük bilgeliği, kendini tanımasıdır," demiştir. Türk edebiyatında ise Ahmet Haşim, doğayı anlatırken aslında insan ruhunun kırılganlığını ve güzelliğini işlemiştir. Demek ki yüzyıllardır insanlar aynı gerçeği arıyor: Kendini bilmek ve sevmek.

Bugün sosyal medyada sürekli "mükemmel" görünme çabası var. Fakat unutmayalım, gerçek değer, dış görünüşte değil, iç dünyamızdadır. Kendimize değer vermek; yorulduğumuzda dinlenmek, üzüldüğümüzde kendimize şefkat göstermek, sevdiğimiz uğraşlara zaman ayırmak demektir. Küçük bir resim çizmek, bir şiir mırıldanmak, ya da sadece yıldızları seyretmek… Bunlar ruhumuzun ihtiyaç duyduğu nefeslerdir.

Ayrıca kendimize değer vermek, sürekli öğrenmeyi ve gelişmeyi de içerir. Yeni bir dil öğrenmek, müzik aleti çalmak, spora başlamak… Bunların her biri, kendimize attığımız minik ama güçlü adımlardır. Çünkü kendine inanan biri, dünyaya da umut aşılar.

Kendimize değer verdiğimizde, başkalarının olumsuz sözleri ruhumuzu yaralayamaz. Çünkü biliriz ki değerli olmak için bir başkasının onayına değil, kendi iç ışığımıza ihtiyacımız vardır.

İşte Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli de bu ruhu destekliyor:
Sadece bilgiyle değil, karakteriyle de güçlü, kendine değer veren bireyler yetiştirmek… Çünkü biliyoruz ki, kendini seven bir insan, dünyayı da sevmeyi bilir. Böyle bireyler geleceğimizi daha aydınlık ve umut dolu kılar.

Unutmayın:
"Kendine değer vermek, hayat yolunda en güvenli adımı atmaktır."
Ve bir bilge şöyle der:

"İnsanın kendi gözünde değeri yoksa başkalarının gözünde de uzun süre kalamaz."

Sizler, bu ülkenin geleceğini kuracak yürekli çocuklarsınız.
İçinizdeki değeri keşfedin, ona sarılın. Çünkü siz kendinize inandıkça, Türkiye’nin yarını da parlayacak.


BİR ADIM ATMADAN ÖNCE


DÜNYA İÇİMİZDE TAŞIDIĞIMIZ AYNADIR

Bir Adım Atmadan Önce

Hayatta bazen yeni bir yolun başında dururuz. Kalbimiz heyecanla çarparken aklımızda sorular dolaşır: "Bu insanlar bana iyi davranacak mı?", "Başarabilecek miyim?", "Ya yine hayal kırıklığı yaşarsam?"
Oysa çoğu zaman gerçek cevap dış dünyada değil, kendi kalbimizin derinliklerindedir.

Şehrin Kapısındaki Bilgelik

Günün ilk ışıklarıyla doğunun sıcak topraklarında, küçük bir şehrin kapısında yaşlı bir çoban ve genç çırağı oturuyordu. Çoban bir yandan koyun sürüsünü gözlüyor, bir yandan ördüğü süveterin ilmeklerine sabrını işliyordu.
Yaşlı çobanın sözleri, yılların tecrübesiyle ağırlaşıyor, o toprakların sessiz bilgeliğini taşıyordu.

Korkuyla Gelen Adam

Bir gün bir adam geldi. Yüzünde kaygı, içinde belirsizlik taşıyordu. Şehrin kapısında durdu ve yaşlı çobana yaklaştı:

"Bu şehirde insanlar nasıldır? Yerleşip bir iş kurmak istiyorum ama korkuyorum."

Çoban yavaşça sordu:

"Geldiğin şehirdeki insanlar nasıldı?"

Adam başını eğdi:

"Beni hep hayal kırıklığına uğrattılar. Dostluk, güven diye bir şey yoktu."

Çoban derin bir nefes alıp cevapladı:

"Üzgünüm yabancı, bu şehrin insanları da aynı. En iyisi başka yere git."

Umutla Gelen Adam

Birkaç gün sonra başka bir ziyaretçi geldi. O da şehrin kapısında durdu ve çobana sordu:

"Bu şehirde insanlar nasıl? Buraya yerleşmeyi düşünüyorum."

Çoban aynı soruyu sordu:

"Geldiğin şehirdeki insanlar nasıldı?"

Adam gülümsedi:

"Onları çok seviyorum. Cömert, güvenilir, sevgi dolu insanlardı. Ayrılmak çok zor oldu."

Yaşlı çoban başını salladı:

"Şanslısın yabancı! Çünkü bu şehrin insanları da aynı."

Aynayı Nerede Tutarız?

Çırağı bu farklı cevaplar karşısında şaşkına döndü:

"Usta, şehrin insanları bir haftada nasıl değişti?"

Çoban gözlerini uzaklara dikti:

"Oğlum," dedi, "değişen şehir değil, insanın iç dünyasıdır. Dünya, içimizde taşıdığımız duyguların aynasıdır."

Gerçekten de, insan, içinde neyi büyütürse dış dünyada onu bulur. Korku taşıyan korkuyu, sevgi taşıyan sevgiyi çağırır.

Türkiye Yüzyılı’na Yansıyan Bir Gerçek

Bugün bizler de yeni bir yüzyılın kapısındayız: Türkiye Yüzyılı.
Bu yeni çağ, bireyin iç dünyasının güzelleştirilmesiyle toplumun geleceğinin şekilleneceğini savunuyor. Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli, bilgiyle donanmış, karakteri sağlam, umudu ve sevgiyi içinde taşıyan bireyler yetiştirmeyi amaçlıyor.
Çünkü biliyoruz ki; güçlü bir toplum, önce bireyin kalbinde başlar.

Günümüzde de aynı gerçek karşımızda duruyor: Sosyal medyada, okulda, işte...
İçinde iyilik arayan bir genç, dijital dünyada da, gerçek hayatta da iyiliği çoğaltır.
İçinde sevgi taşıyan bir öğretmen, bir sınıf dolusu çocuğun hayatına dokunur.
İçinde umut taşıyan bir girişimci, yalnızca kendine değil, topluma da yeni yollar açar.

Küçük Bir Hatırlatma

"İyilikle bakan göz, güzellikleri her yerde görür."

Kalbimizde sevgi, güven ve umut taşırsak, hayat da bize en güzel yüzünü gösterir.

Unutmayalım:
Yeni yüzyılda kapısını çaldığımız dünya, aslında içimizde taşıdığımız dünyanın bir yansımasıdır.

15 Nisan 2025 Salı

DÜNYAYI DAHA İYİ BİR YER YAPMAK

DÜNYAYI DAHA İYİ BİR YER YAPMAK

İnsanları anlamak, yalnızca kelimelerini duymak değildir. Asıl önemli olan, kalplerini dinlemektir. Her insanın iç dünyasında, görmediğimiz ama hissedebileceğimiz bir deniz yatar. Bu denizin derinliklerine inebilmek için sadece gözlerimize değil, duygularımıza da kulak vermeliyiz. Çünkü duygular, insanın en derin ve en samimi yanıdır.

Türkiye Yüzyılı Maarif Eğitim Modeli, yalnızca bilgi ve beceri kazandırmakla kalmaz; aynı zamanda insanı anlamayı da öğretir. Eğitim, bir öğrencinin yalnızca derslerde başarılı olmasıyla sınırlı olmamalıdır. Gerçek eğitim, duyguları anlamak, başkalarının hislerine değer vermek ve yardımcı olabilmek yeteneğini kazandırmaktır. Eğer insanlar birbirlerinin duygularını anlamaya başlarsa, toplumda daha fazla huzur ve hoşgörü olur.

Herkesin farklı bir hikâyesi vardır. Bazen bir gülümseme, bazen ise bir kelime, o kişinin dünyasında büyük bir fark yaratabilir. Birinin ağladığını görmek, sadece gözyaşlarını görmek değildir. O, bir ruhun haykırışıdır; o kişi belki de destek görmek istiyordur. İşte bu yüzden, birbirimizi anlamak çok önemlidir. İnsanlar arasındaki en güçlü bağ, sevgi ve anlayış ile kurulur. Bir insanı anlamak, ona değer vermek, onu dinlemek, o kişiye hissettirdiğiniz bir şeydir. Bu bir yapaylık değil, içten bir gönül bağları oluşturur.

Duyguları anlamak, aslında çok basittir. Bazen yanımızdaki kişinin sadece bir şeye ihtiyacı vardır: dinlenmek. Bir insanı dinlemek, ona güven vermek, yalnız olmadığını hissettirmek demektir. Bir günün ne kadar zor geçtiğini fark etmek ve sadece basit bir “Nasılsın?” demek, o insanın hayatındaki en anlamlı anlardan biri olabilir.

Türk edebiyatında da duyguları anlamak ve başkalarına destek olmak sıkça işlenmiş bir temadır. Örneğin, Mevlana‘nın öğretilerinde, insanlara yardım etmek ve onların duygusal yüklerini hafifletmek, insan olmanın en önemli görevlerinden biri olarak vurgulanır. Aynı şekilde, Nazım Hikmet de şiirlerinde insanları bir arada tutan, onları anlayan bir toplumun önemini anlatmıştır. İnsanı anlamak, her zaman bir toplumu iyileştirmek anlamına gelir.

Duygusal zekâ, başarılı olmanın, güçlü ilişkiler kurmanın ve toplumu bir arada tutmanın sırrıdır. Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli de bu anlayışı benimsiyor; öğrencilerine sadece bilgi kazandırmakla kalmayıp, onların duygusal gelişimlerini de önemseyerek toplumu daha sağlıklı, daha güçlü hale getirmeyi amaçlıyor.

Eğer insanlar duygularını daha iyi anlarsa, hem kendilerine hem de çevrelerine daha iyi yardımcı olabilirler. Birbirimize destek olarak, dünyayı daha iyi bir yer hâline getirebiliriz.


KARLAR ÜLKESİ

BİR BABANIN HİKÂYESİ

‘Karlar Ülkesi’

Doğunun yükseklerinde, dağların arasında saklı bir ilçe vardı: Malazgirt. Kış burada sadece mevsim değil, bir sınav gibiydi. Aylarca yere düşen her kar tanesi, beyaz bir battaniye gibi toprağı örtüyor, sokakları sessizliğe bürüyordu. Rüzgâr öyle keskin esiyordu ki, bazen insanın içini bile titretiyordu. Ama bu beyaz sessizliğin içinde sıcacık bir ev vardı. İşte o evde, Selim adında bir baba ve kızı Elif yaşıyordu.

Selim, hayata karşı dimdik duran bir adamdı. Bir zamanlar kalabalık, mutlu bir ailesi vardı. Eşi Zeynep’le birlikte bu küçük evi elleriyle yapmış, her köşesine sevgi katmışlardı. Baharda evlerinin önü mor menekşelerle dolardı. Sabahları Zeynep çiçeklere su verir, Selim ise mutfakta demlediği çayı tepsiyle getirirdi. Sonra birlikte beşiğinde uyuyan Elif’i seyrederlerdi.

Ama hayat her zaman bahar gibi gülümsemezdi. Zeynep, uzun süren bir hastalığın ardından sonsuzluğa uğurlandı. O gün gökyüzünden sadece kar değil, Selim’in gözlerinden de yaşlar yağmıştı. Ama Elif’e baktığında içindeki karlar biraz eridi. “Artık onun için ayakta kalmalıyım,” dedi kendine. Ve o günden sonra hiç yılmadı.

Elif büyüdü. Artık yürümeyi, konuşmayı, kitap okumayı öğrendi. Ve her sabah, babasının yanında soba yakmayı da… Selim, her sabah elleriyle odun kırar, sobayı tutuşturur ve dua ederdi:

“Allah’ım, bana güç ver. Elif’i annesinin hayalini taşıyarak büyüteyim…”

Kışın yollar buz tutsa da, rüzgâr camları dövse de, evin içi sıcacıktı. Bazen elektrikler kesilirdi, ama Selim eline gaz lambasını alır, Elif’e annesinden kalan hikâyeleri anlatırdı. Elif de gözlerini babasına diker, onun güçlü ama hüzünlü bakışlarını hafızasına kazırdı.

Bir gün, Selim pencereden dışarıya baktı. Bahçedeki ağaçların dalları, karla kaplı eller gibi göğe uzanmıştı. Hava griydi ama içinde umut vardı. Derin bir nefes alıp Elif’e döndü:

— “Bak kızım,” dedi, “Bu topraklar şimdi dinleniyor. Ama yakında uyanacak. Bahar gelince her şey yeniden canlanır. İnsan da öyle… Zor günler geçince, içinden bir ışık doğar.”

Elif gülümsedi. “Peki, baba, bahar gelince yine çiçek dikecek miyiz?”

Selim gözlerini uzaklara dikti ve sessizce gülümsedi.

— “Hem de annenin sevdiği gibi… Rengârenk. Hayat gibi.”

Ve o gün, karların ortasında iki yürek birbirine sarıldı. Çünkü gerçek sıcaklık, sobadan değil; sevgiden, anılardan ve umuttan geliyordu.

Bahar o yıl biraz gecikti. Ama sonunda güneş karları eritti, toprak canlandı. Selim ve Elif, birlikte bahçeye çıktılar. Her fidanı ekerken bir dilek dilediler. Kimi zaman gülümsediler, kimi zaman sessiz kaldılar.

Selim içinden şöyle geçirdi:

“Kış ne kadar uzun sürerse sürsün, sonunda bahar mutlaka gelir. Tıpkı acıların ardından gelen umut gibi…” 

BİR KAR TANESİNDEN ÖĞRENDİKLERİM

BİR KAR TANESİNDEN ÖĞRENDİKLERİM

Sabah gözlerimi açtığımda pencereden dışarı baktım. Her yer bembeyazdı. Sanki gökyüzü, yeryüzüne pamuklar serpiştirmişti. Ağaçların dalları karla örtülmüş, adeta beyaz birer şemsiyeye dönüşmüştü. Güneş, karların üstünde parlıyor, sanki gece lambası gibi etrafı aydınlatıyordu. Dışarıya bakarken içimden bir ses, “Doğa da bir öğretmendir,” dedi.

Biz okulda sadece kitaplardan öğrenmeyiz. Bazen bir kar tanesi bile bize çok şey anlatır. Kar bana önce sabrı öğretti. Toprak kış boyunca donar, susar ama hiç şikâyet etmez. Çünkü bilir ki bahar bir gün mutlaka gelecek. İnsan da öyle değil mi? Zor günlerden geçeriz ama sabredersek sonunda güzellikler bizi bulur.

Sokakta oynayan çocukları izlerken içim ısındı. Kartopu oynuyor, gülüşüyorlardı. Bu bana birlikte olmanın, paylaşmanın, kardeşliğin önemini hatırlattı. Sadece ders kitaplarından değil; sokakta, evde, doğada da öğreniyoruz aslında. Çünkü hayatın her anı bir derstir.

Karın bir başka öğretisi daha var: temizlik ve saflık. Kar, yeryüzünü örterken sanki kötülükleri de silip süpürüyor. Yeni bir başlangıç, tertemiz bir sayfa gibi... Biz de öyle olmalıyız. Kalbimizi temiz tutmalı, doğruyu söylemekten, iyilik yapmaktan, yardım etmekten vazgeçmemeliyiz.

Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli, bize sadece bilgili olmamızı değil, aynı zamanda iyi insan olmamızı öğretiyor. Sorumluluk sahibi, doğaya ve insana saygılı, vicdanlı bireyler… Tıpkı karın sessizce yeryüzünü güzelleştirmesi gibi biz de sessiz ama derin izler bırakan insanlar olmalıyız.

Bir kar tanesi küçüktür ama binlercesi bir araya geldiğinde koca bir dünyayı beyaza bürüyebilir. Biz de birlikte olursak, dünyamızı iyilikle, umutla ve sevgiyle boyayabiliriz.


13 Nisan 2025 Pazar

ÇOCUK DEĞİL GELECEK

ÇOCUK DEĞİL GELECEK

‘Her Çocuk Kıymetlidir’

Bugün dünyanın dört bir yanında eğitim sistemleri değişiyor. Artık birçok ülke şunu çok iyi biliyor: Her çocuk özeldir ve her çocuk gelecektir. Finlandiya’da, Japonya’da ya da Güney Kore’de çocukların ilgi alanları ve yetenekleri ön planda tutuluyor. Çocuklar sadece sınavlara değil, hayata hazırlanıyor. Eğitim artık sadece ders demek değil; kendini tanımak, hayal kurmak ve dünyayı güzelleştirmek demek.

Peki bizde nasıl?

Aslında bu anlayış bizim medeniyetimizin temellerinde çok önceden vardı. Türk-İslam medeniyetinde çocuk, sadece bir “küçük insan” değil, Allah’ın bir emaneti olarak görülürdü. Peygamber Efendimiz (s.a.v.) çocuklara hep sevgiyle yaklaşır, onlara zaman ayırır, isimleriyle hitap ederdi. Büyük âlimler, çocukların önce iyi insan olması için eğitilmesi gerektiğini savunurdu. Bu anlayışta çocuk sadece bilgiyle değil; sevgiyle, değerlerle ve güzel ahlakla yetiştirilirdi.

Ecdadımız, şehirlerde büyük medreseler kurarken köylerde de küçük mektepler açtı. Her çocuğun eğitim alması gerektiğine inanılırdı. Zengin-fakir fark etmeden her çocuk, okuyup gelişmeliydi. Çünkü inanırlardı ki “Bir çocuk yetişir, bir ülke değişir.”

Bugün Türkiye Yüzyılı Maarif Eğitim Modeli, işte bu köklü anlayışı yeniden canlandırıyor. Bu model diyor ki: “Her çocuk kıymetlidir. Hepsi kendine özel bir yolda yürümelidir.” Kimisi hızlı koşar, kimisi güzel yazar. Kimisi matematikte iyidir, kimisi resimde. Ama hepsi değerlidir. Bu yüzden eğitimde herkesin aynı olması değil, herkesin kendi en iyisini bulması önemlidir.

Artık okullar sadece bilgi veren yerler değil. Aynı zamanda iyiliğin, adaletin, yardımlaşmanın ve merhametin öğretildiği yerler. Çünkü biz biliyoruz ki bir ülkeyi sadece zeki insanlar değil; vicdanlı insanlar da yüceltir.

Türkiye’nin en büyük gücü, çocuklarıdır. Ve bu çocukların nitelikli eğitimi, sadece büyük şehirlerde değil; ülkenin her köşesinde bir haktır. Bu yüzden okulun “projelisi”, “projesizi” olmaz. Her okul değerlidir, her çocuk özeldir. Nerede olursa olsun, her çocuk kaliteli bir eğitimle buluşmalıdır.

 Sevgili Öğrencim, Unutma:

  • Sen bir değersin. İçindeki cevheri keşfetmek için öğrenmeye açık ol.
  • Herkesin yolu farklıdır. Kendi yolunda cesurca yürü.
  • Hayal kur, çalış, pes etme ve kendini daima geliştir.
  • Nerede okuduğun değil, kim olduğun önemlidir.

KENDİNE UYGUN YOLDA YÜRÜ

KENDİNE UYGUN YOLDA YÜRÜ

Hayal et… Ormanda bir yarış var. Tavşan, balık, kuş, kaplumbağa ve sincap yarışa katılıyor. Ama tek bir kural var: Herkes ağaca tırmanacak! Kuş uçar, zirveye ulaşır. Peki ya balık? O ne yapsın? Ya kaplumbağa? Onlar tembel mi? Hayır. Sadece yarış onlara göre değil.

Tıpkı bu hikâyedeki gibi, eğitimde de herkes aynı yoldan gitmek zorunda değil. Çünkü her çocuk farklıdır. Kimisi güzel yazar, kimisi hızlı koşar. Kimisi kodlama yapar, kimisi şarkı söyler. Eğitim dediğimiz şey; her öğrencinin kendi yolunu keşfetmesi, kendi yeteneğini geliştirmesi demektir.

Türkiye Yüzyılı Maarif Eğitim Modeli, işte bu yüzden çok özel. Çünkü bu model, herkesi aynı şekilde öğretmeye çalışmıyor. Her bir öğrencinin yeteneklerine, ilgilerine, hızına göre yol gösteriyor. Sen neyi seviyorsan, neye yatkınsan, ona göre gelişiyorsun.

Düşünsene, ata ot, aslana et verilir. Balığa uçması söylenmez. Demirci çırağı ile kuyumcu çırağına aynı çekiç verilmez. O yüzden eğitimde de herkesin ihtiyaçları farklıdır. Ve senin de kendi özel yolun var.

Önemli olan; bu yolu keşfetmek, yılmadan yürümek ve kendine inanmaktır.

 Öğrencilere Kısa Çağrılar:

  • Kendini başkalarıyla kıyaslama. Herkesin yolu farklıdır.
  • İyi olduğun yönlerini fark et, üzerine git.
  • Başarısızlıktan korkma. Cevher zaman işlemeyle parlar.
  • Hayal kur, çalış, öğren, geliş.
  • Unutma: Sen değerlisin. Yolun sana özeldir.

SENİNLE BAŞLAYAN GÜZEL BİR GELECEK

SENİNLE BAŞLAYAN GÜZEL BİR GELECEK

Okul denince bazen aklımıza sadece dersler, sınavlar ve notlar gelir. Ama aslında okul sadece bilgi öğrenilen bir yer değildir. Okul, aynı zamanda insan olmayı öğrendiğimiz yerdir. Çünkü geleceğin dünyasında başarılı olmak kadar, iyi bir insan olmak da çok önemlidir.

İyi bir insan ne demektir? Bu, bazen bir arkadaşının derdini dinlemektir. Bazen yerdeki çöpü fark edip çöpe atmaktır. Bazen “ben” demek yerine “biz” diyebilmektir. Saygılı, dürüst, yardımsever ve sorumluluk sahibi olmaktır.

Türkiye Yüzyılı Maarif Eğitim Modeli tam da bu yüzden hazırlandı. Bu model, sadece matematik ya da Türkçe öğretmekle kalmaz; aynı zamanda vicdanlı olmayı, merhamet etmeyi, düşünerek hareket etmeyi de öğretir. Çünkü biz sadece bilgiyle değil, erdemle de büyürüz.

Herkes aynı şekilde öğrenmez, aynı hayalleri kurmaz. Kimi güzel resim çizer, kimi yazı yazar, kimi bilimle ilgilenir, kimi insanlarla iletişim kurmada çok iyidir. Bu model, “her çocuk biriciktir” düşüncesiyle seni kendi yolunda destekler. Seni sınavlara değil, hayata hazırlar. Senin içinde zaten var olan iyiliği, yeteneği, ışığı ortaya çıkarmak ister.

Eğitimde en önemli şeylerden biri de “değerler”dir. Saygı, adalet, dürüstlük, sabır, yardımlaşma gibi güzel davranışlar sadece evde değil, okulda da öğrenilir. Bu değerleri hayatına taşırsan, hem kendin mutlu olursun hem de çevrene iyilik yayarsın. Ve unutma, iyi insanlar iyi toplumlar kurar.

Bu yüzden sana düşen görev, sadece ders çalışmak değil; insan olmak için de çaba göstermek. Yalnızca sınavlarda başarılı olmayı değil, aynı zamanda hayatı doğru yaşamanın yollarını da öğrenmelisin. Çünkü sen geleceği inşa edeceksin. Gelecekte bir doktor, öğretmen, mühendis ya da sanatçı olabilirsin ama önce iyi bir insan olmalısın.

Ailene, öğretmenlerine, arkadaşlarına değer ver. Sormaktan, öğrenmekten, hayal kurmaktan ve hata yapmaktan korkma. Çünkü öğrenmenin yolu bazen yanlışlardan geçer. Asıl önemli olan, her seferinde daha iyisini yapmaya çalışmaktır.

Ve şunu hiç unutma:
“Bilgi seni güçlü yapar, erdemli olmak ise seni değerli kılar.”

 Hatırla!
• İyi insan olmak da öğrenilir.
• Herkesin yolu farklıdır, kendi yolunu keşfet.
• Okul sadece ders değil, hayatı öğrenme yeridir.
• Değerlerine sahip çık, örnek ol.
• Sen bu ülkenin geleceğisin!

HER ÇOCUK BİR CEVHERDİR

HER ÇOCUK BİR CEVHERDİR

 Eğitimle Parlayan Bir Gelecek’

 

Bazı taşlar ilk bakışta sıradan görünür ama içlerinde elmas gibi bir parıltı taşırlar. Çocuklar da böyledir. Dışarıdan hepsi aynı sırada oturur gibi görünür ama her birinin içinde farklı bir yetenek, farklı bir hayal, farklı bir potansiyel vardır. Kimisi kelimelerle dans eder, kimisi spor sahasında yıldız gibi parlar, kimisi teknolojiyi sever, kimisi sanatı… Her çocuk bir cevherdir; önemli olan onu keşfetmek ve işleyebilmektir.

Eğitim, bu cevheri ortaya çıkaran en güçlü araçtır. Ama eğitim sadece ders kitabı ezberlemek değildir. Gerçek eğitim; değer kazandıran, vicdan geliştiren, sorumluluk aşılayan, merak uyandıran bir yolculuktur. Bu yolculukta çocukların yalnızca sınavlara değil; hayata hazırlanmaları gerekir. Türkiye Yüzyılı Maarif Eğitim Modeli, tam da bu anlayışla şekillenmiştir: Çocukların ilgi, yetenek ve gelişim özelliklerine uygun, bireyselleştirilmiş ve değer temelli bir eğitim.

Öğrencilere Tavsiyeler:

Sevgili öğrenciler,
Hepiniz farklı yolların yolcususunuz. Kimsenin yolculuğu, bir başkasınınkine benzemez. Kimileri hızlı koşar, kimileri sabırla ilerler ama önemli olan her birinizin kendi yolunda kararlılıkla yürümesidir.

Unutmayın:

·        Her insanın farklı bir yeteneği vardır. Onu keşfetmek için kendinize kulak verin.

·        Sadece yüksek notlar değil; iyi bir kalp, temiz bir niyet, çalışkanlık ve dürüstlük de başarıdır.

·        Öğrenmek, sadece sınıfta değil, hayatın her yerindedir.

·        Hatalardan korkmayın. Çünkü hatalar, öğrenmenin basamaklarıdır.

·        Sizi anlayan, destekleyen öğretmenlerinize güvenin.

Sen değerlisin. Senin hayalin, bu ülkenin geleceğini şekillendirebilir. Hayal et, öğren, üret ve paylaş.

Velilere Tavsiyeler:

Değerli anne ve babalar,
Çocuğunuzun bir cevher olduğunu hatırlayın. Ama her cevherin yapısı, parlaklığı ve işlenme şekli farklıdır. Her çocuğun başarılı olacağı alan farklıdır. Onları kendi hayallerinizle kıyaslamayın, kendi potansiyelleriyle destekleyin.

Bazı çocuklar matematikte iyidir, bazıları ise müzikte. Kimisi liderdir, kimisi dinleyen. Her biri değerlidir.

Tavsiyemiz:

·        Çocuğunuzu sadece akademik başarıya göre değil; gayretine, ilgisine ve mutluluğuna göre değerlendirin.

·        Onunla konuşun, dinleyin, onun dünyasını anlamaya çalışın.

·        Destek olun ama onun yerine yaşamayın.

·        Eğitim sadece okulda olmaz, evde de devam eder.

·        Yeni eğitim modeliyle birlikte, sizler de bu yolculuğun bir parçası olun.

Unutmayın, sizin ilginiz ve inancınız, çocuğunuzun hayat boyu taşıyacağı en güçlü desteği olacaktır.

Öğretmenlere Tavsiyeler:

Kıymetli öğretmenler,
Her çocuğun içinde saklı duran potansiyeli görmek, fark etmek ve onu ortaya çıkarmak ancak sizin yüreğinizle mümkündür. Artık sadece bilgi aktaran değil, öğrencinin ruhuna dokunan, karakter inşa eden öğretmenlere ihtiyaç var.

Eğitim uzmanları sıkça vurgular: "İyi bir öğretmen, bir hayatı değiştirir." Sizler, her gün yüzlerce geleceğe yön veriyorsunuz.

Hatırlanması gereken bazı ilkeler:

·        Öğrenciyi tek bir kalıba sokmak yerine, onun dilinden anlamaya çalışın.

·        Onun güçlü yönlerine odaklanın, eksiklerini sabırla destekleyin.

·        Disiplinle merhameti, rehberlikle otoriteyi dengeleyin.

·        Türkiye Yüzyılı Maarif Eğitim Modeli’nin sunduğu esneklikle, sınıflarınızı yaşam alanlarına dönüştürün.

Unutmayın, her bir öğrenciniz yarının toplumu için bir anahtardır. Siz bu kapıları açan kişilersiniz.

İdarecilerden Beklentiler:

Değerli eğitim yöneticileri,
Bir okulun ruhunu, yalnızca müfredat değil; aynı zamanda liderlik şekillendirir. Yönetim anlayışınız ne kadar vizyoner, adaletli ve kapsayıcı olursa; eğitim de o kadar anlamlı ve etkili olur.

Maarif Eğitim Modeli'nin temelinde; öğrenciye, öğretmene ve veliye güven duyan; yerel değerlerle küresel vizyonu birleştiren bir bakış vardır.

Sizden beklentiler:

·        Projelerden önce ruhu, raporlardan önce insanı merkeze alın.

·        Okullarınızı sadece yönetmeyin, yaşatın.

·        Öğretmenleri motive edin, öğrencileri tanıyın, velilerle bağ kurun.

·        Farklı okulları “ayrıcalıklı” değil, “eşit imkanlarla donanmış” olarak görün.

Adaletli, umut veren ve gelişimi destekleyen yöneticilik anlayışı, çocuklarımızın geleceğine yapılacak en kıymetli yatırımdır.

Eğitim, sadece bugünü değil, yarını da inşa eder. Her çocuk bir cevherdir; ama bu cevher, fark edilmeden, desteklenmeden, işlenmeden ortaya çıkamaz. Öğrencisiyle, velisiyle, öğretmeniyle, yöneticisiyle aynı hedefe yürürsek, çocuklarımız hem kendilerini keşfeder, hem de ülkemizin geleceğini aydınlatır.

Haydi hep birlikte…
Her çocuğun içindeki ışığı görmek, desteklemek ve onunla birlikte geleceği aydınlatmak için el ele verelim.

12 Nisan 2025 Cumartesi

HAYALLERİN KAPISI

OKULDA BAŞLAYAN BİR YOLCULUK

‘Hayallerin Kapısı’

Okul, sadece derslerin işlendiği bir yer değildir. Aslında okul, hayatın küçük bir provasıdır. Yani gerçek hayatta karşılaşacağımız pek çok şeyi, okulda küçük küçük yaşamaya başlarız. Bir arkadaşa yardım etmek, sorumluluk almak, sabretmek, kurallara uymak ya da birlikte başarmayı öğrenmek… Hepsi okulda başlar. Çünkü okul sadece bilgiyi değil, aynı zamanda iyi insan olmayı da öğretir.

Hayal edin, elinizde sihirli bir fırça var. Bu fırça sadece hayal gücüne inananların elinde işe yarıyor. Onunla çizdiğiniz dünyalar gerçek gibi oluyor. Ama bu dünyalara girerken bir şeyi unutmamak gerekiyor: Her zaman bir kapı da çizin. Çünkü o kapı size geri dönmeyi, yani nereden geldiğinizi hatırlamayı sağlar. Tıpkı hayat gibi… Hayal kurmak çok güzeldir ama nereden geldiğimizi, kim olduğumuzu da unutmamalıyız.

İşte Türkiye Yüzyılı Maarif Eğitim Modeli tam da bunu anlatıyor:
Öğrenciler sadece sınavlara değil, hayata da hazırlanmalı. Sadece bilgili değil; merak eden, araştıran, düşünen, iyi insan olmayı da önemseyen bireyler yetişmeli. Bu model, öğrencilerin hem bilimle hem sanatla hem de değerlerle iç içe büyümesini istiyor. Çünkü güçlü bir gelecek, sağlam karakterli bireylerle kurulur.

Bugün okulda yazdığın bir hikâye, yarın senin başarı yolculuğunun başlangıcı olabilir. Tahtaya yazdığın bir formül, gelecekte çözeceğin büyük bir problemin ilk adımıdır. Ama en önemlisi, kurduğun hayallerdir. Çünkü hayal kuran çocuklar, geleceği değiştirebilir.

 Sevgili Öğrenciler,

Sizler sihirli fırçanızı elinize alın, hayal kurmaktan korkmayın. Bilgiyi, iyiliği ve merakı yüreğinizde taşıyın. Çünkü geleceği çizecek olan, sizsiniz.

Unutmayın: Hayal eden değiştirir, inanan başarır.

Değerli Öğretmenler,

Her çocuğun içinde gizli bir dünya, keşfedilmeyi bekleyen bir yetenek vardır. Bizler, sadece bilgi veren değil; aynı zamanda umut aşılayan, yön gösteren ve yüreğe dokunan kişileriz. Türkiye Yüzyılı’nın güçlü bireylerini yetiştirirken; hayal kuranlara cesaret, düşünenlere rehber, yolunu arayanlara ışık olalım.

Çünkü her kalem tutan elin ardında, geleceği yazacak bir yürek vardır. Ve o yüreğe dokunan bir öğretmen, dünyayı değiştirebilir.

RENKLİ DÜŞLER

RENKLİ DÜŞLER

Meryem, resim yapmayı çok seven bir çocuktu. Gözleri renkleri, çizgileri, desenleri hayal ederken hep mutlu olurdu. En sevdiği şey, her gün okuldan sonra resim defterini alıp, farklı dünyaların kapılarını aralamaktı. Evde küçük bir resim odası vardı, duvarları rengârenk çizimlerle doluydu. Her bir çizim, ona bambaşka bir dünya sunar, her bir fırça darbesi yeni bir hayal kurmasına yardımcı olurdu.

Bir gün, Meryem okuldan dönerken annesi ona bir kutu verdi. Kutu sıradan bir kutu gibi görünüyordu, ancak içinde bir şeyler olduğunu hissediyordu. Merakla kutuyu açtı ve içinden bir fırça çıktı. Ancak bu, bildiği fırçalardan çok farklıydı. İnce uzun, altın sarısı bir sapı ve uç kısmı rengârenkti. Fırçanın yanında, eski bir kâğıda yazılmış bir not vardı. Notta şöyle yazılıydı:

“Bu fırça seni hayallerinle buluşturacak. Ama önce, bir dünyayı çizebilmek için o dünyanın kapısını çizmelisin. Fırçanla hayalindeki dünyayı yarat, sonra bir kapı çiz ve gözlerini kapat. Bu kapı, seni içine çekecek. Ama unutma, sadece inanarak girebilirsin… Çünkü fırça ve kapı, sadece inananların dünyasına açılır.”

Meryem ilk başta şüpheyle karışık bir şaşkınlık hissetti. Hayalinde hep böyle bir şey varmış gibi hissetti ama yine de bu kadarını beklemiyordu. Ne de olsa fırçaların ve kapıların sihirli olması çok garipti. Ama içindeki merak onu bir adım daha attırdı. Hemen fırçayı aldı, büyük bir kâğıda koydu ve gözlerini kapatarak hayalindeki dünyayı çizmeye başladı.

Hayalinde, renkli bir ormanda yürüyen, konuşan hayvanların olduğu bir yer vardı. Gökyüzü, mor ve pembe tonlarında parlıyordu. Rengârenk çiçekler arasında yürürken, minik kuşlar şarkılar söylüyor, gökyüzünde dev balonlar süzülüyordu. Meryem fırçayı bir hareketle kaydırarak ormanın derinliklerini çizmeye başladı. Bir köprü, bir gölet, bir nehir… Her şey öylesine gerçekti ki, bir an içinde kayboldu.

Yavaşça resmi tamamladı. Ancak notta yazan kapıyı unutmamak gerekiyordu. Meryem, tam ortasında küçük bir kapı çizmeye başladı. Kapı, ince işlemelerle süslenmiş, üzerine minik yıldızlar serpilmişti. Kapı bittiğinde, gözlerini kapattı ve derin bir nefes aldı. Kendine güvenerek, o dünyaya girebileceğine inandı.

Bir anda, başındaki ince bir rüzgârın sesiyle irkildi. Gözlerini açtığında, kendini tam da çizdiği o ormanın içinde buldu. Ağaçlar yüksek, gökyüzü parlıyor, kuşlar cıvıldıyordu. Kendi çizdiği dünyada kaybolmuştu. Her şey, Meryem’in fırçasının hayal gücüyle şekillenmişti. O kadar canlıydı ki, sanki orada doğmuş gibiydi.

Saatlerce gezdi, yeni arkadaşlar edindi. Konuşan tavşanlar, uçarak ona rehberlik eden kelebekler… Her şey gerçekti, öylesine büyülüydü. Bir süre sonra biraz yoruldu ve aklına geri dönme fikri geldi. Çizdiği kapının yanına gitti. Gözlerini kapattı ve aynı şekilde içindeki inancı hissetti. Kapıdan geçeceğini, kendini geri getirebileceğini düşündü.

Yine o garip uğultu sesi kulaklarında yankılandı, ama bu kez korkmadı. Gözlerini açtığında, resim odasında, kendi kâğıdının önünde buldu kendini. Geri dönmüştü.

Meryem mutlulukla gülümsedi. Şimdi, çizdiği dünyalar gerçekti ve o her zaman hayal ettiği yerlere gidebilecekti. Artık sadece resim yapmakla kalmıyor, aynı zamanda çizdiği her dünyaya adım atıyordu. Her fırça darbesi, ona yeni bir kapı açıyor, her kapı yeni bir maceraya götürüyordu.

11 Nisan 2025 Cuma

EĞİTİM İLE BÜYÜYEN BİR GELECEK

 Eğitimle Büyüyen Bir Gelecek

Bir ülkenin kaderi, aslında sınıf sıralarında şekillenir. Tebeşirle yazılan her harf, kaleme alınan her cümle; yalnızca bir bilgi taşımaz, aynı zamanda o ülkenin geleceğine atılan güçlü bir adımdır. Çünkü eğitim, bireyin kendi yolunu aydınlatmasının ötesinde, toplumun birlikte kalkınmasının en sağlam temelidir.

Bugün Türkiye, Türkiye Yüzyılı vizyonuyla yalnızca ekonomik değil, kültürel ve toplumsal olarak da güçlü bir gelecek inşa etmeyi hedefler. Bu büyük hedefin merkezinde ise eğitim yer alır. Ancak bu eğitim anlayışı, yalnızca sınavlara hazırlanmak ya da yüksek notlar almakla sınırlı değildir. Artık beklenti daha yüksektir: Bilgiyle donanmış ama aynı zamanda vicdanı güçlü bireyler yetiştirmek.

Eğitim uzmanları, “Gerçek eğitim hem aklı hem kalbi besler” der. Türkiye Yüzyılı Maarif Eğitim Modeli de tam olarak bu anlayışı temel alır. Bu model; akademik başarıyı önemserken, öğrencilerin insani değerlere sahip olmasını da ön planda tutar. Çünkü geleceği şekillendirecek bireylerin sadece zeki değil, aynı zamanda duyarlı, adil ve sorumluluk sahibi olması gerekir.

Bugünün dünyasında teknoloji baş döndürücü bir hızla ilerler. Yapay zekâ, uzay çalışmaları, dijital dönüşüm artık hayatımızın her alanına girer. Ancak bu yeniliklerin yanında, insan olmanın özünü kaybetmemek çok daha değerlidir. İşte bu yüzden duygudaşlık, iş birliği, çevre bilinci ve farklılıklara saygı gibi kavramlar da eğitimin vazgeçilmez parçaları hâline gelir. Artık okullar yalnızca bilgi aktaran kurumlar değil; karakter gelişiminin, sosyal becerilerin ve kültürel farkındalığın da filizlendiği yerlerdir.

Bugün pek çok okulda “akran zorbalığına karşı farkındalık”, “doğa koruma bilinci”, “toplum hizmeti projeleri” gibi etkinlikler yapılır. Çünkü iyi bir birey olmak, sadece bilgiye sahip olmakla değil; onu doğru yerde, doğru şekilde kullanmakla mümkündür.

Eğitim artık ezberin değil, üretkenliğin alanıdır. Öğrenciler artık yalnızca dinleyen değil, düşünen, soran, çözüm üreten bireyler olarak yetişir. Sınıflar, sadece ders anlatılan yerler değil; düşüncelerin paylaşıldığı, fikirlerin filizlendiği yaşam alanlarıdır.

Hayal edelim… Kendi geçmişini bilen, kültürüne sahip çıkan, doğaya ve insana saygılı, aynı zamanda çağın teknolojisiyle barışık bir öğrenci. İşte bu öğrenci, yalnızca kendi yolunu değil, ülkesinin de yolunu aydınlatır. Türkiye Yüzyılı’nın özlediği ve hedeflediği birey, tam olarak budur.

Çünkü bir ülkenin yarını, bugün sınıf kapısından içeri giren öğrencinin içinde saklıdır.
Ve eğitimle büyüyen her birey, toplumun umudunu yeşerten bir fidandır.

KENDİNE DEĞER VERMEK

YOLUN BAŞLANGICI

‘Kendine Değer Vermek’

Bir insanın hayatındaki en önemli yolculuk, kendine doğru yaptığı yolculuktur. Bu yolculuk bir harita ya da pusula istemez. Çünkü yön, kalpte saklıdır. Kendine değer vermek, bu yolculuğun ilk ve en önemli adımıdır.

Kendine değer veren bir insan, önce kendini tanımaya çalışır. Hangi konularda iyi olduğunu, hangi yönlerini geliştirmesi gerektiğini fark eder. Bu da özgüveni artırır. Bilimsel araştırmalar, özsaygısı yüksek çocukların okulda daha başarılı olduğunu gösterir. Çünkü kendine güvenen bir öğrenci, yeni şeyler öğrenmekten korkmaz, hatalarından ders çıkarır.

Bugün dünyada birçok eğitim sistemi sadece ders başarısına değil, kişisel gelişime ve karakter eğitimine de önem verir. İşte Türkiye Yüzyılı Maarif Eğitim Modeli de bu anlayışı benimser. Bu model, öğrencilerin sadece iyi matematik çözmesini değil, aynı zamanda iyi insan olmasını, değerlerine sahip çıkmasını ister. Çünkü bilgi kadar vicdan da önemlidir.

Kendine değer veren biri, bedenine ve ruhuna iyi bakar. Yorulduğunda dinlenir, ihtiyacı olduğunda destek ister. Boş zamanlarında resim yapar, kitap okur, müzik dinler ya da spor yapar. Bu sadece eğlenceli vakit geçirmek değildir; bu, kendini dinlemektir. Mesela bir öğrenci basketbol oynarken hem fiziksel olarak güçlenir hem de takım ruhunu öğrenir. Kitap okuyan biri, hayal dünyasını geliştirir ve farklı hayatlara dokunur.

Kendine değer veren insan, aynı zamanda başkalarına da değer verir. Empati yapar, paylaşır, yardım eder. Çünkü bilir ki herkesin bir hikâyesi vardır. Sınıfına yeni gelen bir arkadaş için önce göz teması kurmak, sonra bir “Merhaba” demek bile büyük bir adımdır. Bu tür küçük ama anlamlı davranışlar, kapsayıcı ve güvenli bir öğrenme ortamı oluşturur.

Her gün biraz daha kendini tanımak, biraz daha geliştirmek, yeni bir beceri kazanmak, aslında bu yolculuğun devamıdır. Kendine değer veren biri, sadece bugün için değil, gelecekteki kendisi için de yatırım yapar. Yeni bir dil öğrenmek, bir müzik aleti çalmak ya da kodlama gibi yeni alanlara ilgi duymak, özgüveni artırır ve hayata hazırlık sağlar.

Unutulmamalıdır ki; herkes değerlidir. Bazen çevremizdekiler bize olumsuz sözler söyleyebilir, başarısız hissedebiliriz. Ama önemli olan, iç sesimizi dinlemek ve kendimize inanmaktır. Çünkü başkalarının ne söylediği değil, bizim kendimize nasıl davrandığımız daha önemlidir.

Kendine değer vermek, bir gün değil, her gün yapılan bir iştir. Bu bir alışkanlıktır. Kendini seven, koruyan, geliştiren bir çocuk; gelecekte sorumluluk sahibi, üretken ve duyarlı bir birey olur. İşte Türkiye Yüzyılı’nın hedeflediği insan profili tam da budur: Hem aklı hem kalbiyle güçlü bireyler.

Ve unutma: Yolun menzili senin içinde başlar.
Kendini fark ettiğinde, yolun açılır.
Kendine değer verdiğinde, hayat güzelleşir.

10 Nisan 2025 Perşembe

KALPTEN KALBE AÇILAN KAPI

KALPTEN KALBE AÇILAN KAPI

Okulun kapısından her sabah sadece sınıfa değil, hayata da adım atarız aslında. Sıralar, yalnızca kitapların değil, duyguların da taşıyıcısıdır. Her öğrenci bir dünyadır; kimisi neşeyle parlar, kimisi ise sessizliğe sarılır. Tıpkı Kerem gibi…

Kerem, yeni bir şehirden gelmişti. Yüzü yere dönük, sesi neredeyse duyulmayacak kadar hafifti. Sınıfa yabancıydı, yüzlere, duvarlara, hatta teneffüs zilinin sesine bile… Yalnızdı. Ama o yalnızlığı fark eden biri vardı: Deniz.

Deniz, sınıfındaki herkesin değerli olduğunu bilen biriydi. Yardım etmeyi, paylaşmayı, saygı göstermeyi öğrenmişti. Kerem’in suskunluğunu gördü ve sessizliğine bir dostluk eli uzatmak istedi. Çünkü Deniz biliyordu: Birine yaklaşmak, bazen sadece yanında olduğunu hissettirmekle başlar.

Bugün eğitim dediğimiz şey, yalnızca ders kitaplarıyla sınırlı değil. Türkiye Yüzyılı Maarif Eğitim Modeli de tam bunu söylüyor: Hem bilgili hem vicdanlı bireyler yetiştirmek... Başarılı olmak demek sadece sınavdan yüksek not almak değil, çevremizdeki insanlara iyi gelebilmek demek.

Kerem belki de hiç alışamayacaktı bu yeni sınıfa. Ama Deniz'in bir tebessümü, birkaç kelimesi, kocaman bir kapıyı araladı onun için. Artık teneffüslerde yalnız yürümüyor, gözlerini yerden kaldırabiliyordu. Çünkü biri onun farkına varmış, onunla aynı sıraya oturmuş, onunla konuşmuştu.

İşte bu, gerçek başarıdır. Bugün eğitimde en çok ihtiyaç duyduğumuz şey; farklı olanı dışlamadan, birlikte yaşamayı öğrenmektir. Her öğrencinin kendini güvende ve değerli hissettiği bir sınıf, yalnızca öğretmenlerin değil, öğrencilerin de emeğiyle oluşur.

Unutmayalım: Bir adım atmak bazen bir kalbi değiştirir. Ve her kalp değişimi, bir toplumu güzelleştirir.

Gelin biz de sınıflarımıza sadece kitaplarımızı değil, kalplerimizi de taşıyalım. Yeni gelen bir arkadaşın gözlerine umut olalım. Türkiye Yüzyılında yalnızca zihinleri değil, yürekleri de eğitelim.

Çünkü gerçek eğitim, insanı fark etmekle başlar.

MUTLULUK DENGESİNİ KURMAK

MUTLULUK DENGESİNİ KURMAK

Hayat bazen elimizde taşıdığımız bir kaşık gibidir. İçinde sadece iki damla yağ vardır. Bu yağ, bizim sorumluluklarımızı, ailemizi, değerlerimizi temsil eder. Ama aynı zamanda bu hayat, etrafımızı saran kocaman bir saray gibidir; içinde güzellikler, renkler, sesler ve umutlar barınır. Mutluluk da işte bu iki şeyi bir arada tutabilmekte gizlidir: Hem elimizdeki kaşıktaki yağı dökmeden yürümekte, hem de çevremizdeki güzellikleri fark edebilmekte.

Bugün biz öğrenciler için bu dengeyi kurmak hiç de kolay değil. Sınavlar, ödevler, sorumluluklar arasında koşarken, bazen gökyüzüne bakmayı, ağaçların arasından gelen kuş sesini dinlemeyi unuturuz. Ya da tam tersine, sadece eğlenmeye, oyunlara ya da sosyal medyaya odaklanır, görevlerimizi aksatırız. Oysa gerçek mutluluk, bu iki ucu dengeleyebilmektir.

Türkiye Yüzyılı Maarif Eğitim Modeli bize bu dengeyi kurmayı öğretiyor. Diyor ki: “Sadece bilgili olmak yetmez; ahlaklı, vicdanlı ve sorumlu da olmalısın.” Bu modelde biz sadece test çözen bireyler değil, aynı zamanda doğaya saygı duyan, arkadaşlarına değer veren, kültürünü tanıyan ve dünyaya açık insanlar olmaya davet ediliyoruz. Yani hem kaşıktaki yağı koruyacağız, hem de sarayın güzelliklerine hayranlıkla bakacağız.

Örneğin, sabahları okul yolunda yürürken sadece sınavı düşünmek yerine, etrafımızdaki ağaçları fark etmek, yaşlı birine selam vermek bile hayatımıza anlam katar. Ya da derslerimize çalışırken hedeflerimizi unutmadan hayal kurmak, küçük bir başarıyı kutlamak, kendimize zaman ayırmak bize mutluluğun küçük kapılarını açar.

Bize düşen, hem kalbimizi hem aklımızı birlikte yürütmek. Ne sadece görevlerle boğulmak ne de sadece keyif peşinde koşmak. Bir yandan başarıya ulaşırken diğer yandan ruhumuzu besleyecek değerlerle hareket etmek.

Çünkü bilgenin söylediği gibi: “Mutluluğun gizi, dünyanın bütün harikalarını görebilmekte; ama kaşıktaki iki damla yağı unutmadan.” Biz de kendi sarayımızda yürürken, bu iki damlayı dökmeden ilerlemeyi öğrenmeliyiz.