24 Şubat 2025 Pazartesi

GÖNÜLDEN GELEN BİR GELENEK

 

GÖNÜLDEN GELEN BİR GELENEK

 ‘Misafirperverlik’

Sevgili arkadaşlar,

Bugün sizlerle, bizi biz yapan, kültürümüzün en güzel değerlerinden biri olan misafirperverlikten bahsetmek istiyorum. Eminim ki hepimiz, aile büyüklerimizden şu sözleri duymuşuzdur: “Misafir berekettir, misafir başımızın tacıdır.” Çünkü bizde misafir, sadece kapıyı çalan bir ziyaretçi değil; eve neşe, sohbet, huzur ve bereket getiren kıymetli bir dosttur. Misafiri ağırlamak, ona ikramda bulunmak, soframızı ve en önemlisi de gönlümüzü açmak, bizim en köklü geleneklerimizden biridir.

Şimdi bir an düşünelim… Beklenmedik bir misafiriniz gelse ne yaparsınız? Önce güler yüzle karşılarız değil mi? İçten bir “Hoş geldiniz!” demek bile bazen en güzel ikramdır. Ardından hemen mutfağa yöneliriz. Bir bardak sıcacık çay demleriz, yanına birkaç lokum ya da bir avuç kuruyemiş koyarız. Çünkü bizde çay, sadece bir içecek değil, dostluğun, paylaşmanın, sohbetin simgesidir. Eğer misafir uzun süre kalacaksa, işin rengi değişir. Hemen mutfakta bir telaş başlar: Çorba kaynar, pilav demlenir, börekler fırına verilir, tatlılar hazırlanır. Hele bir de bayramsa, baklava tepsileri, şekerlemeler sofrada mutlaka yerini alır.

Köylerde misafirperverlik bambaşkadır. Orada misafir için “hazır yemek” diye bir şey yoktur, her şey misafire özel yapılır. Tandırda ekmek pişirilir, keşkek saatlerce kaynatılır, sacda mis gibi kokan gözlemeler hazırlanır. Çünkü Anadolu insanı bilir ki misafire yapılan ikram, sadece bir yemek değil, bir dostluk göstergesidir. O sofralarda sadece yemek paylaşılmaz, sohbetler edilir, dertler dinlenir, eski hatıralar canlanır.

Ama misafirperverlik sadece sofrayla sınırlı değildir. Misafirin rahat etmesi için en güzel yer ona ayrılır, hâli hatırı sorulur, hoş vakit geçirmesi sağlanır. “Misafir umduğunu değil, bulduğunu yer” derler ama bizde misafir, hep en güzelini, en iyisini bulur. Çünkü biz misafirimizi yalnızca soframızla değil, samimiyetimizle, içtenliğimizle de ağırlar, ona gönlümüzü açarız.

Türk Yüzyılı Maarif Eğitim Modeli, biz öğrencilerin yalnızca akademik olarak değil, sosyal ve kültürel yönlerden de gelişmesini amaçlıyor. İşte tam da bu yüzden, misafirperverlik gibi geleneklerimizi yaşatmak çok önemli. Çünkü bu değerler bizi bir arada tutar, toplumu güçlendirir, bizi daha anlayışlı, paylaşımcı ve duyarlı bireyler haline getirir. Geleneklerimize sahip çıktıkça, hem köklerimizle bağımızı koruyacağız hem de geleceğimizi sağlam temeller üzerine inşa edeceğiz.

Şimdi size bir soru sormak istiyorum: Sizce misafirperverlik günümüzde hâlâ eskisi kadar önemli mi? Misafir ağırlarken nelere dikkat etmeliyiz? Gelin, bu güzel konuyu birlikte konuşalım, fikirlerimizi paylaşalım.

Son olarak, konuşmam sırasında ses tonumu daha etkili kullanmam gerektiğini düşünüyorum. Gelecekte bu yönümü geliştirmek için daha fazla pratik yapmayı ve konuşmalarımı görsellerle desteklemeyi planlıyorum.

Beni dinlediğiniz için hepinize teşekkür ederim. Umarım hepimiz, misafirlerimizi en güzel şekilde ağırlayabileceğimiz nice mutlu anılar biriktiririz!

BAYRAM ZİYARETİ

BAYRAM ZİYARETİ

Bayram sabahı güneş yeni doğarken Bilgehan heyecanla yatağından fırladı. Bugün, her bayram olduğu gibi dedesini ziyaret edecekleri gündü. Evde tatlı bir telaş hâkimdi. Annesi mutfakta bayram için hazırladığı tatlıları paketlerken, babası hediyeleri arabanın bagajına yerleştiriyordu. Ablası ve küçük kardeşi de bayramlık kıyafetlerini giymiş, yolculuğa hazır bekliyordu.

Ailece arabaya bindiklerinde, Bilgehan yoldan geçen diğer araçlara göz gezdirdi. Hepsi aynı hedefe gidiyor gibiydi; kimi anneanne ve dedesine, kimi halasına ya da amcasına... Bayram demek, aile büyüklerini ziyaret etmek, onların hayır duasını almak ve birlikte güzel vakit geçirmekti. Yol boyunca Bilgehan köyde geçireceği güzel anları hayal etti. Dedelerinin bahçesindeki elma ağacına tırmanacak, kuzenleriyle oyunlar oynayacak ve dedesinin anlattığı eski bayram hikâyelerini dinleyecekti.

Üç saat süren yolculuğun ardından köyün girişine vardıklarında heyecanı daha da arttı. Sağ taraftaki beşinci ev dedesinin eviydi ve ona göre köyün en güzel eviydi. Araba avluya girerken dedesi kapıda onları bekliyordu. Yüzünde her zamanki sıcak gülümsemesi vardı. Bastonuna dayanarak ayağa kalktı ve kollarını açarak, “Hoş geldiniz evlatlarım! Bayramınız mübarek olsun!” diye seslendi. Bilgehan ve ailesi hızla araçtan inerek ellerini öpüp dedelerine sarıldılar. Dedesinin yanındaki babaanne de büyük bir mutlulukla torunlarını bağrına bastı.

İçeri geçtiklerinde dedesi onları oturma odasına yönlendirdi. Oda bayram havasına bürünmüştü; sobanın üzerinde demlenen çay mis gibi kokuyor, masanın üzerinde gelen misafirlere ikram edilmek üzere hazırlanmış şekerlemeler, cevizli lokumlar ve fındıklı kurabiyeler sıralanıyordu. Aile büyüklerinin ellerini bir kez daha öpüp hayır dualarını aldılar. Dedesi, her bayram yaptığı gibi, Bilgehan ve kardeşlerine mendiller içinde bayram harçlıklarını uzattı. Bilgehan mendilini açmadan önce dedesine bakıp, “Allah razı olsun dede, ellerinden öperim,” dedi. Dedesi ise, “Ömrünüz uzun, yolunuz açık olsun evlatlarım,” diyerek torunlarını sevgiyle kucakladı.

Sohbet koyulaştığında annesi Bilgehan’a dönerek, “Oğlum, arabadan deden için aldığımız hediyeleri getirir misin?” dedi. Bilgehan hemen dışarı çıkıp bagajı açtı. Özenle paketlenmiş kutuları kucaklayarak içeri getirdi ve dedesine uzattı. Dedesi hediyeleri alırken gözleri mutlulukla parladı. “Evlatlarım, sizden daha değerli bir hediye olabilir mi? Ama yine de çok naziksiniz, teşekkür ederim,” diyerek hepsini tek tek açtı.

Bir süre daha sohbet ettikten sonra dedesi mutfağa yöneldi. Birkaç dakika sonra elinde büyük bir tepsiyle geri döndü. Tepside fındıklı kurabiyeler, cevizli baklavalar ve taptaze sütle yapılmış köy çörekleri vardı. “Haydi bakalım, bunları sizin için yaptım. Bayram tatlısız olmaz!” dedi gülümseyerek. Çocuklar, dedelerinin meşhur kurabiyelerinden ikişer tane yemişlerdi bile.

Üç günlük bayram tatili hızla geçmiş, dönme vakti gelip çatmıştı. Ayrılık vakti geldiğinde herkesin içini hüzün kapladı. Bilgehan, dedesine sımsıkı sarılarak, “Seni çok özleyeceğim dede, en kısa zamanda yine geleceğiz,” dedi. Dedesi, torunlarının başını okşayarak, “Kapım her zaman size açık, yolunuzu gözlüyor olacağım,” diye karşılık verdi.

Araba köyden uzaklaşırken Bilgehan, arka camdan dedesine el sallamaya devam etti. Yüreğinde, dedesiyle geçirdiği güzel anıların sıcaklığı vardı. O an, bayramların en güzel yanının sadece tatlılar ya da hediyeler değil, sevdiklerinin yanında olmak olduğunu bir kez daha anlamıştı.

KAR YÜRÜYÜŞÜ

KAR YÜRÜYÜŞÜ

‘Bir Öğretmenin Fedakârlığı’

Osman Öğretmen, mesleğe yeni başlamış genç bir öğretmendi. İlk görev yeri, doğunun dağ eteklerine saklanmış, kışları sert geçen bir köydü. Atandığını öğrendiğinde kafasında binbir soru vardı. Daha önce hiç bilmediği bir yere gidecek, tanımadığı insanlarla yaşayacak, belki de türlü zorluklarla karşılaşacaktı. Ama içinde mesleğine olan aşk ve öğrencilere ışık olma isteği ağır basıyordu.

Uzun bir yolculuğun ardından ilçeye vardı. Köye gidecek minibüsleri öğrenmek için kahvehaneye girdi. Oradaki birkaç kişiyle sohbet etti, köy halkının misafirperverliği ve samimiyeti yavaş yavaş içindeki endişeleri hafifletmeye başladı. Sonunda minibüse binerek birkaç yolcu ile birlikte Fenek Köyü’ne doğru yola koyuldu. Sonbaharın son günleriydi. Ağaçların yapraklarını döktüğü, rüzgârın dağlardan sert estiği bir zamandı. Köye vardığında kafasındaki sorular yavaş yavaş cevap buluyordu. İnsanların içten gülümsemeleri, yardımlaşma ruhu ve misafirperverliği karşısında kuşkularından sıyrılmaya başladı. Köydeki ilk gününde, doğruca okulun yolunu tuttu. Harabe gibi bir yer beklerken karşısında küçük ama sıcak bir okul binası buldu. Burada bir şeylerin değişmesi gerektiğini düşündü ve bunun için elinden geleni yapmaya karar verdi.

Osman Öğretmen, köyde yalnızca ders anlatan biri olmanın ötesine geçmek istiyordu. Eğitimin, dört duvar arasına sıkışmış bir bilgi aktarımı değil, sevgi ve fedakârlıkla yoğrulmuş bir yolculuk olduğuna inanıyordu. Her sabah erkenden okulun kapısını açar, sınıfın sobasını yakar, kitapları sıralara dizer ve öğrencilerini sıcacık bir gülümsemeyle karşılardı. Çünkü ona göre kitaplar, en güvenilir dost ve en büyük yol arkadaşıydı. Okuyan bir insanın zihni aydınlanır, hayalleri genişlerdi. Bu yüzden derslerinde yalnızca müfredatı anlatmaz, öğrencilerine hayatı, sevgiyi, paylaşmayı ve merhameti de öğretirdi.

O gün de tıpkı diğer günler gibi kar dinmek bilmiyordu. Tipi gökyüzünü tamamen kaplamış, Fenek Köyü’nü dünyadan ayırmış gibi görünüyordu. Derslerin bitmesiyle birlikte Osman Öğretmen, öğrencilerini tek tek dışarı çıkartarak güvenli bir şekilde evlerine gitmelerini sağlıyordu. Ancak minik Taha, okul bahçesine adımını attığında zorlanmaya başladı. Ayakları karda kayboluyor, attığı her adımda daha da derine batıyordu. Minik elleri soğuktan morarmış, nefesi titrek bir buğuya dönüşmüştü. Osman Öğretmen, Taha’nın çaresizliğini fark ettiğinde hiç tereddüt etmeden yanına gitti. Şefkatle eğilip, "Gel bakalım Taha, seni eve kadar ben taşıyayım," dedi.

Taha önce biraz utandı, fakat gözlerinde minnet dolu bir parıltı belirdi. Osman Öğretmen onu sırtına aldı ve dikkatlice yola koyuldu. Kar taneleri yüzlerine nazikçe düşerken, köy halkı bu anlamlı sahneyi pencerelerinin ardından izliyordu. Yaşlı bir nine ellerini açıp dua ederken, Taha’nın ailesi kapıda gözleri yaşlı bekliyordu. Osman Öğretmen’in, bir baba şefkatiyle öğrencisini sırtında taşıması, köyde dilden dile anlatılacak bir hikâyeye dönüşecekti.

Osman Öğretmen, Taha’yı evine bıraktığında derin bir nefes aldı, üzerindeki karları silkeleyip gülümsedi. "Eğitim sadece dört duvar arasında değil, sevgi ve fedakârlıkla büyüyen bir çabadır," diyerek vedalaştı ve tekrar tipinin içine doğru yürümeye başladı. O gece köyde herkes, öğretmenlerinin merhametini ve fedakârlığını konuştu. O gün, Osman Öğretmen’in attığı adımlar yalnızca karda iz bırakmadı; o izler, tüm köy halkının kalbine kazındı. Artık Fenek Köyü’nde öğretmenlerine duyulan sevgi ve saygı daha da büyümüştü.

Osman Öğretmen’in yaktığı ışık, çocukların gözlerinde, kitaplara uzanan ellerinde ve hayallerinde parlamaya devam etti.

Ve böylece bir öğretmenin fedakârlığı yalnızca bir çocuğun değil, tüm bir köyün içini ısıttı.

22 Şubat 2025 Cumartesi

ORTAOKUL ÖĞRENCİLERİ İÇİN BİR FARKINDALIK YOLCULUĞU

 HAYATIN SESSİZ UYARISI: ORTAOKUL ÖĞRENCİLERİ İÇİN BİR FARKINDALIK YOLCULUĞU

KONGRE BİLDİRİSİ

HAYATIN SESSİZ UYARISI: ORTAOKUL ÖĞRENCİLERİ İÇİN BİR FARKINDALIK YOLCULUĞU
KONGRE BİLDİRİSİ

Özet
Günümüzde bireylerin zihinsel, duygusal ve sosyal farkındalıklarını geliştirmesi, hem bireysel hem de toplumsal yaşamlarını bilinçli ve sorumlu bir şekilde sürdürebilmeleri açısından büyük bir önem taşımaktadır. Bu kapsamda, "Hayatın Sessiz Uyarısı" adlı eser, özellikle ortaokul öğrencilerinin eleştirel düşünme becerilerini geliştirmelerini, okuma alışkanlıklarını güçlendirmelerini ve etik değerleri içselleştirmelerini amaçlayan bir deneme yazıları koleksiyonudur.

Eserde bireysel gelişim, toplumsal sorumluluk, eleştirel düşünme, empati ve okuma kültürü gibi temel temalar ele alınmaktadır. Bireysel gelişim açısından, öğrencilerin kendilerini tanımaları, yaratıcı düşünme becerilerini geliştirmeleri ve analitik düşünme yetilerini kazanmaları teşvik edilmektedir. Toplumsal sorumluluk teması altında vefa, yardımlaşma, saygı ve dostluk gibi etik değerlerin önemi vurgulanarak, öğrencilerin bilinçli ve duyarlı bireyler olarak yetişmeleri hedeflenmektedir. Eleştirel düşünme becerileri bölümünde, öğrencilerin bilgiye sorgulayan bir yaklaşım benimsemeleri ve mantıklı çıkarımlarda bulunmaları desteklenmektedir. Empati ve duygusal zekâ gelişiminde ise bireylerin başkalarını anlamaları ve sosyal ilişkilerini daha bilinçli bir şekilde yönetmeleri üzerinde durulmuştur. Son olarak, okuma kültürü bölümünde kitap okuma alışkanlıklarının kazanılması ve kültürel farkındalığın artırılmasının önemi vurgulanmaktadır.

Bu eserin ortaokul öğrencilerine kazandırmayı amaçladığı temel beceriler arasında eleştirel ve analitik düşünme, bağımsız karar alma, empati geliştirme ve etik değerleri benimseme gibi unsurlar yer almaktadır. Eser, öğrencilerin hem akademik hem de bireysel gelişimlerine katkı sunarak onların daha bilinçli, sorgulayan ve duyarlı bireyler olmalarına yardımcı olmaktadır. Eğitim sistemine entegre edilmesi durumunda, öğrencilerin zihinsel ve sosyal gelişimlerine uzun vadede önemli katkılar sunacak olan bu eser, geleceğin bilinçli nesillerini yetiştirmek için değerli bir kaynak niteliğindedir.

Anahtar Kelimeler: Eğitim, farkındalık, eleştirel düşünme, etik değerler, okuma kültürü

1. GİRİŞ

Bireyin bilişsel ve duygusal gelişimi, onun akademik başarısından toplumsal ilişkilerine kadar birçok alanda belirleyici bir rol oynar. Özellikle ortaokul çağındaki öğrenciler için bu süreç, eleştirel düşünme becerilerinin geliştiği, etik değerlerin içselleştirildiği ve okuma alışkanlıklarının köklendiği bir dönemdir. Bu dönemde kazanılan beceriler, bireyin sadece eğitim hayatında değil, aynı zamanda gelecekteki kişisel ve profesyonel yaşamında da önemli bir yer tutar. Eleştirel düşünebilen, sorgulayan ve etik değerlere sahip bireyler, yalnızca bireysel gelişimlerini güçlendirmekle kalmaz, aynı zamanda toplumsal bilinç düzeyini artırarak daha adil ve bilinçli bir toplumun oluşmasına katkı sağlarlar.

Günümüz dünyasında bilgiye ulaşmak hiç olmadığı kadar kolaydır. Ancak bilgiye erişimin hızla arttığı bu çağda, bireylerin bilgiyi sorgulama, analiz etme ve eleştirel bir bakış açısıyla değerlendirme becerileri kazanmaları giderek daha büyük bir önem taşımaktadır. Bilgiyi sadece tüketen değil, onu anlamlandıran, yorumlayan ve üreten bireyler yetiştirmek, eğitim sistemlerinin temel hedeflerinden biri olmalıdır. Bu noktada, öğrencilere düşünme becerilerini geliştiren, etik değerleri öğreten ve okuma alışkanlıklarını pekiştiren kaynaklar sunmak büyük bir gereklilik hâline gelmektedir.

Bu doğrultuda hazırlanan Hayatın Sessiz Uyarısı, ortaokul öğrencilerine yönelik derinlemesine düşünmeyi teşvik eden, bireysel ve toplumsal farkındalığı artıran kapsamlı bir deneme yazıları koleksiyonudur. Eser, genç bireyleri bilinçli, duyarlı ve sorgulayıcı bireyler olarak yetiştirmeyi amaçlamakta; onları eleştirel düşünmeye, etik değerleri benimsemeye ve okuma kültürü kazanmaya yönlendirmektedir. Kitapta yer alan yazılar, bireyin kendini tanıması, toplumsal sorumluluk bilinci geliştirmesi, empati kurabilmesi ve analitik düşünme yetilerini güçlendirmesi gibi konuları ele almaktadır.

Bu bildiride, Hayatın Sessiz Uyarısı adlı eserin içeriği ve ele aldığı temel temalar ayrıntılı olarak incelenecek; öğrencilerin bilişsel, duygusal ve etik gelişimlerine sunduğu katkılar akademik bir perspektifle değerlendirilecektir. Aynı zamanda, eserin eğitim sistemine entegre edilmesi durumunda yaratacağı uzun vadeli etkiler tartışılarak, bireysel ve toplumsal düzeyde oluşturabileceği farkındalık üzerine çıkarımlarda bulunulacaktır.

2. ESERİN İÇERİĞİ VE TEMALARI

Eğitim, bireyin sadece akademik bilgi edinmesini değil, aynı zamanda kendini keşfetmesini, topluma karşı sorumluluk duygusu geliştirmesini ve düşünsel yetilerini en iyi şekilde kullanmasını sağlayan çok yönlü bir süreçtir. Hayatın Sessiz Uyarısı adlı eser, bireyin bu gelişim sürecinde içsel farkındalık kazanmasına, etik değerleri benimsemesine ve eleştirel düşünme becerilerini güçlendirmesine yardımcı olan deneme yazılarından oluşmaktadır.

Eserde ele alınan konular, bireyin hem kendini tanımasına hem de çevresiyle daha bilinçli ve duyarlı bir şekilde iletişim kurmasına katkı sağlayacak şekilde yapılandırılmıştır. Kendi benliğini keşfetmekten toplumsal sorumluluklarını anlamaya, düşünme becerilerini geliştirmekten duygusal zekâya kadar uzanan geniş bir yelpazede ele alınan temalar, okuyucuların yaşantılarına doğrudan dokunan içerikler sunmaktadır. Bu eser, ortaokul çağındaki gençlerin hayatı anlamlandırma süreçlerine rehberlik ederken, onları bilgiye dayalı sorgulayıcı bir bakış açısı geliştirmeye teşvik etmektedir.

Eserde işlenen başlıca temalar şunlardır:

2.1. Bireysel Gelişim

Bireyin gelişim yolculuğu, kendini tanıması ve yeteneklerinin farkına varmasıyla başlar. Hayatın Sessiz Uyarısı, bireyin özgüven kazanmasını, kendi düşüncelerini üretme cesareti göstermesini ve özgün bakış açıları geliştirmesini teşvik eden yazılar içermektedir.

Öğrenciler için merak, öğrenme sürecini besleyen en önemli unsurlardan biridir. Bu eser, genç bireylerin merak duygularını canlı tutmalarını sağlayarak, onların keşfetmeye ve sorgulamaya dayalı bir öğrenme anlayışı geliştirmelerine yardımcı olur. Ayrıca, bireyin analitik ve yaratıcı düşünme becerilerini geliştirmesi, karşılaştığı problemlere çözüm üretebilmesi açısından hayati bir öneme sahiptir. Kitapta, bu becerilerin nasıl kazanılabileceği üzerine yönlendirici metinler yer almakta ve bireyin sürekli gelişime açık bir zihin yapısı oluşturması desteklenmektedir.

2.2. Toplumsal Sorumluluk

İnsanın içinde yaşadığı toplum, yalnızca bireylerden oluşan bir yapı değil; aynı zamanda karşılıklı dayanışma, sorumluluk ve paylaşım temelleri üzerinde yükselen bir bütündür. Bu nedenle, bireyin toplum içindeki rolünü kavraması ve etik değerleri içselleştirmesi büyük önem taşır.

Eserde, toplumsal sorumluluk kavramı geniş bir perspektiften ele alınmaktadır. Vefa, yardımseverlik, vatanseverlik, saygı, dostluk ve iş birliği gibi etik değerlerin önemi vurgulanarak, öğrencilerin sosyal sorumluluk bilinci geliştirmeleri amaçlanmaktadır. Bir bireyin toplumda olumlu bir değişim yaratabilmesi için duyarlılık göstermesi ve başkalarının haklarını gözetmesi gerektiği düşüncesi, kitap boyunca işlenen temel mesajlardan biridir.

Öğrencilerin, kendilerini sadece bireysel hedeflerine odaklayan değil, aynı zamanda topluma fayda sağlayan birer birey olarak yetişmeleri teşvik edilmektedir. Kitaptaki yazılar, okuyuculara küçük yaşlardan itibaren çevrelerinde olup bitenlere kayıtsız kalmamaları gerektiğini hatırlatarak, onların daha bilinçli ve sorumluluk sahibi bireyler olmalarına katkıda bulunmaktadır.

2.3. Düşünme Becerileri

Bireyin hayatta karşılaştığı olayları değerlendirme ve doğru kararlar alma süreci, sahip olduğu düşünme becerileriyle doğrudan ilişkilidir. Eleştirel ve analitik düşünme, bireyin bilgiyi sorgulamasını, mantıklı çıkarımlarda bulunmasını ve doğru ile yanlışı ayırt etmesini sağlayan temel yetilerdir.

Eserde, öğrencilerin bilgiye körü körüne inanmak yerine onu sorgulamaları ve çok yönlü bir bakış açısıyla değerlendirmeleri gerektiği vurgulanmaktadır. Doğruyu bulma sürecinde açık fikirli olmanın, önyargılardan uzak bir şekilde düşünmenin gerekliliği üzerinde durulmaktadır.

Ayrıca, sistematik düşünme becerileri kazandırarak, bireylerin karmaşık konuları anlamlandırmalarına yardımcı olmayı hedefleyen yazılar, gençlerin entelektüel gelişimlerini desteklemektedir. Böylece öğrenciler, sadece akademik hayatlarında değil, günlük yaşamlarında da olayları derinlemesine analiz edebilen bireyler hâline gelmektedirler.

2.4. Duygusal Zekâ ve Empati

Toplumsal ilişkilerde başarılı olmanın en önemli unsurlarından biri, bireyin duygusal zekâsını geliştirmesi ve empati kurabilmesidir. İnsanları anlamak, onların bakış açılarını kavrayabilmek ve duygularını yönetebilmek, sağlıklı iletişim kurmanın temel taşlarındandır.

Eserde, empati, şefkat, anlayış ve bağ kurmanın önemi vurgulanarak öğrencilerin duygusal zekâlarını geliştirmeleri hedeflenmektedir. Empati yeteneği gelişmiş bireyler, farklı görüş ve inançlara daha saygılı yaklaşarak, toplumsal uyumun sağlanmasına katkıda bulunurlar.

Bunun yanı sıra, bireyin kendi duygularını tanıması ve onları sağlıklı bir şekilde yönetebilmesi, yaşamındaki zorluklarla başa çıkmasını kolaylaştırır. Kitaptaki yazılar, öğrencilere bu becerileri kazandırmaya yönelik bilinçlendirici ve yönlendirici içerikler sunmaktadır.

2.5. Eğitim ve Okuma Kültürü

Bilginin en güçlü kaynaklarından biri, hiç şüphesiz ki okumaktır. Ancak kitap okumak, yalnızca bilgi edinmenin bir yolu olmanın ötesinde, bireyin hayal gücünü genişleten, eleştirel düşünme becerilerini güçlendiren ve zihinsel dünyasını zenginleştiren bir etkinliktir.

Eserde, kitap okumanın bireysel gelişim üzerindeki olumlu etkileri detaylı bir şekilde ele alınmaktadır. Okuma alışkanlıklarının nasıl kazanılabileceği, düzenli kitap okumanın bireyin kelime dağarcığını ve ifade yeteneğini nasıl geliştirdiği gibi konular üzerinde durulmaktadır.

Bunun yanı sıra, edebi eserlerin bireyin duygu dünyasına ve kültürel bilinç düzeyine nasıl katkıda bulunduğu anlatılmakta, öğrencilere kitaplarla kuracakları bağın onları nasıl daha donanımlı bireyler hâline getireceği gösterilmektedir.

4. Sonuç

Hayatın Sessiz Uyarısı adlı eser, ortaokul öğrencilerinin bilişsel ve duygusal gelişimlerini destekleyen, onları eleştirel düşünebilen, sosyal sorumluluk bilinci yüksek ve etik değerlere bağlı bireyler olarak yetiştirmeyi amaçlayan kapsamlı bir deneme koleksiyonudur. Kitap, bireysel gelişimden toplumsal sorumluluğa, analitik düşünmeden empatiye ve okuma kültürüne kadar geniş bir perspektifte ele aldığı konularla, öğrencilerin hem akademik hem de kişisel dünyalarına derin katkılar sunmaktadır.

Eserde işlenen temalar, yalnızca akademik başarıya yönelik değil, aynı zamanda bireyin kendini tanımasını, çevresine duyarlı olmasını ve bilinçli kararlar almasını sağlayan değerleri de içermektedir. Bu yönüyle eser, öğrencilerin hayatları boyunca kullanabilecekleri temel becerileri kazanmalarına rehberlik eden güçlü bir kaynak niteliğindedir.

Eğitim sürecine entegre edildiğinde, bu eser öğrencilerin düşünsel ufuklarını genişletecek, onların sorgulayan, çözüm odaklı ve toplumsal olaylara duyarlı bireyler hâline gelmelerine katkı sağlayacaktır. Gelecek nesillerin daha bilinçli, duyarlı ve üretken bireyler olarak yetişmesinde önemli bir rol oynayabilecek bu eser, eğitim dünyasına değerli bir katkı sunmaktadır.

 


21 Şubat 2025 Cuma

TELEFON DİNLEME

 TELEFON DİNLEME

‘Merhaba, ahizenin diğer ucundaki dostum,’

"Paranoyak olmamız, takip edilmediğimiz anlamına gelmez." Bu sözü şiar edinmiş bir kuşaktan olduğum için, pazar gecesi internete düşen ve üç yıldır dinlenen yedi bin kişilik listede adımı görmek beni şaşırtmadı. Gençliğimde "devlet dinliyordur," derken, 28 Şubat civarında "derin devlet dinliyordur," demeye başlamıştım. Son yıllarda ise bu hatlara bir yenisinin daha eklendiğinden en ufak şüphem yoktu.

Yine de şaşırmamak, insanı düşünmekten alıkoymuyor. Üç yıl boyunca telefonla yaşayan ya da yaşamak zorunda kalan birini dinleyen kişi nasıl biridir, diye merak ediyor insan. O yüzden bu mektup, doğrudan sana... Ahizenin diğer ucundaki, paralel hatta bekleyen, görünmez kulağa.

Telefon konuşmalarımız bazen yarım kalıyor, bazen de yüz yüze çözülen meselelerle kapanıyor. Sen ise bir noktadan sonra kaybolan hikâyeleri asla tamamlayamıyorsun. Mesela, beni ilk dinlemeye başladığında İstanbul’daki hasta arkadaşımın durumunu bilmiyordun. Artık öğrenme şansın da yok, çünkü mezarına bile çoktan gittik. Annemin hastalığı ciddiye alınacak bir şey değil ama kullandığı ilaçları reddetmeye devam ediyor. Tedavi süreci uzuyor. Babamı merak ettiysen söyleyeyim, keyfi yerinde. Telefonunu neredeyse hiç açmaz, ev telefonu saatlerce çalsa bile umursamaz. Onun hakkında pek fazla bilgin yoktur.

Oğlumla hâlâ eve geç gelmesi yüzünden tartışıyoruz. Ben de onun yaşında aynı şeyleri yapmadım mı? Ama insan baba olunca ister istemez sinirleniyor. Neyse ki kızım henüz küçük, onunla büyük sorunlarımız başlamadı. Eşim ise kronik ve kalıtımsal romatizması için İzmir’den Tayfun’un önerdiği bitkisel bir ilaç deneyecek. Henüz tahlillerini yaptıramadık, yoğunluktan. Tayfun’la konuşmalarımız seni yanıltmasın, bütün arkadaşlarım aynı ideolojiden değil. Ama hepsi dürüst insanlar, bunu bunca yıl dinledikten sonra senin de anlamış olman lazım.

Telefonla konuşmadığım için hakkında hiçbir fikrin olmayan insanlar da var. Sabah büronun önünde simit-peynir satan seyyar satıcıyı, spor salonunun otoparkına bakan çocuğu tanımazsın. Mahallede yıllardır aynı fırından ekmek alırım ama fırıncıyla bir kere bile telefonda konuşmadım. Ekmeği Ankara’da bir numaradır, istersen adresini veririm. Gençken yanında çalıştığım Namık Abi’nin manavını belediye kapattı, yerine taksi durağının karşısında bir köfteci açıldı. Duraktaki şoförlerin çoğu çocukluk arkadaşım.

Sabahları ve akşamları selamlaştığım onlarca insan var ama sen onları da bilemezsin. Çünkü aramızda yalnızca telefon var.

Bu sabah işe gelirken geceden yağmur yağmıştı. Yerler ıslak, hava serindi. Arabada Seda Kırgız’ın "Sesler" albümünden "Geceler" çalıyordu. Kediler uyuşuk dolaşıyordu, gökyüzü "Yine yağacağım," der gibi asılmıştı tepemize. Bunlardan haberin olmadı tabii.

Peki ya sen? Ne yer, ne içersin? Annen baban var mı? Mahallende insanlarla selamlaşır mısın? Aynı fırından mı ekmek alırsın? Bunları bilmiyorum. Anlatmak istersen çaldır kapat, anlarım. Ama tahmin ettiğim kadar kötüyse durumun, bir müdahale lâzım. Belki karanlık bir odada, kulaklık başında, saatlerce kayıt dinleyip deşifre yapıyorsundur. Belki yaptığın iş karakterini dümdüz etti, belki de içten içe bunun sıkıntısını çekiyorsundur.

İnsanlar telefonda ağlar, güler, üzülür, çırpınır. Kendi mahremlerini fısıldarlar, kötü bir haber aldıklarında sessizce kalakalırlar. Sevindirici haberleri heyecanla paylaşırken yanlış tuşlara basarlar. Sen bunların hepsini dinliyorsun. Kaydediyorsun. Not alıyorsun. Tüm bunları gizlice yapıyorsun. Bir gölge gibi saklanıyorsun.

Zor iş.

Eğer bu yük sana ağır gelmeye başladıysa, kulaklığını atıp kaçmadıysan, Erol Göka ya da Mehmet Bekaroğlu’nu arayabilirsin. Onlar uzman. Telefon numaralarını verebilirim.

Pardon… Sende zaten hepimizin numarası vardı, değil mi?

20 Şubat 2025 Perşembe

ÖĞRETMEN DEDE KORKUT

ÖĞRETMEN DEDE KORKUT

Dede Korkut, Türk tarihinin ve kültürünün en önemli bilge kişilerinden biridir. O, yalnızca bir destan anlatıcısı değil, aynı zamanda toplumun öğretmeni, yol göstericisi ve değerler eğitiminin temel taşıyıcısıdır. Hikâyeleriyle Türk toplumunun ahlaki, sosyal ve kültürel değerlerini yeni nesillere aktarmış, eğitimin sadece bilgiyle değil, erdemle de desteklenmesi gerektiğini göstermiştir. Onun eğitim anlayışı, bireyin karakter gelişimini, cesaretini ve sorumluluk bilincini ön planda tutar.

Öğretmen Dede Korkut’un özelliklerine baktığımızda, onun bilge bir eğitimci gibi hareket ettiğini görürüz. O, bilgiyi sadece aktaran biri değil, aynı zamanda gençlere doğruyu yanlıştan ayırmayı öğreten bir rehberdir. Anlattığı hikâyelerde cesaret, doğruluk, vefa ve fedakârlık gibi değerleri ön plana çıkarır. Örneğin, Deli Dumrul’un hikâyesinde fedakârlık ve sevgi anlatılırken, Basat’ın Tepegöz ile mücadelesinde adalet ve cesaretin önemi vurgulanır. Böylece Dede Korkut, gençlere hayatın zorluklarına karşı nasıl dik durmaları gerektiğini öğretir.

Türk eğitim tarihi içinde Dede Korkut’un eğitim anlayışı, sözlü gelenek yoluyla toplumun karakter eğitimini şekillendirmiştir. Göçebe Türk topluluklarında eğitim, bilginin yaşanarak öğrenilmesiyle sağlanıyordu. Öğretmen Dede Korkut, bu eğitimin en önemli temsilcilerinden biri olarak, bilginin hikâyeler yoluyla aktarılmasını sağlamış ve gençleri hayata hazırlamıştır. İslamiyet’in kabulüyle birlikte bu değerler daha da pekişmiş, eğitim anlayışı ahlaki öğretilerle zenginleşmiştir.

Günümüzde Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli de Öğretmen Dede Korkut’un eğitim anlayışıyla ortak yönlere sahiptir. Bu eğitim modeli, sadece akademik başarıyı değil, aynı zamanda karakter eğitimini, kültürel kimliği ve ahlaki değerleri de önemser. Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli, bireyin hem bilgili hem de erdemli olmasını hedefler. Öğretmen Dede Korkut’un vurguladığı gibi, eğitim sadece ders kitaplarından ibaret değildir; aynı zamanda hayatı doğru okumayı, cesur ve adaletli olmayı öğretmelidir.

Öğretmen Dede Korkut yalnızca bir hikâye anlatıcısı değil, aynı zamanda toplumun eğiticisi, rehberi ve bilgesi olmuştur. Onun eğitim anlayışı, bireyin sadece akademik bilgi edinmesini değil, ahlaki değerleri de içselleştirmesini savunur. Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli’nin de temelinde bu anlayış vardır. Bugün Öğretmen Dede Korkut’un hikâyeleri, sadece geçmişi anlamak için değil, geleceği inşa etmek için de okunmalı ve eğitimin bir parçası hâline getirilmelidir.

GEÇMİŞTEN GELECEĞE BİR KÖPRÜ

GEÇMİŞTEN GELECEĞE BİR KÖPRÜ

‘Eğitim’

Eğitim, bir toplumun gelişmesini sağlayan en önemli unsurlardan biridir. Geçmişten günümüze kadar Türkler eğitime büyük önem vermiştir. Zaman içinde eğitim sistemimiz farklı dönemlerden etkilenmiş ve bugünkü hâline gelmiştir. Şimdi, tarihten günümüze eğitimin nasıl değiştiğini birlikte inceleyelim.

Göktürkler ve Uygurlar Döneminde Eğitim

Türklerin bilinen en eski devletlerinden biri olan Göktürkler, eğitimi daha çok sözlü olarak sürdürüyordu. Bilgeler ve ozanlar, halkın içinde dolaşarak destanları, kahramanlık hikâyelerini anlatıyordu. Bu sayede çocuklar hem geçmişlerini öğreniyor hem de ahlaki değerler kazanıyordu.

Uygurlar, eğitimi daha ileriye taşıdı. Kendi alfabelerini oluşturup yazıyı kullanmaya başladılar. Tapınaklarda eğitim vererek öğrencilere yazı, matematik ve hukuk gibi dersler öğrettiler. Bu dönemde okuma-yazma oranı da arttı.

İslamiyet’in Kabulü ve Suffa Mektebi

Türkler, İslamiyet’i kabul ettikten sonra eğitim sistemlerinde büyük değişimler oldu. Suffa Mektebi, Peygamber Efendimiz’in (sav) zamanında açılan ve ilk Müslüman öğrencilerin eğitim aldığı bir okuldu. Burada sadece dini bilgiler değil, ahlak ve toplum hayatı ile ilgili dersler de veriliyordu. Türkler de bu sistemi örnek alarak medreseler kurmaya başladılar.

Selçuklular ve Osmanlılarda Eğitim

Selçuklular, eğitimi sistemli hâle getiren devletlerden biriydi. Nizamiye Medreseleri gibi büyük eğitim kurumları açarak bilim insanlarının yetişmesini sağladılar. Matematik, astronomi, tıp ve felsefe gibi dersler burada okutuluyordu.

Osmanlılar döneminde de medrese eğitimi devam etti. Ancak devlet büyüdükçe eğitim sistemi de gelişti. Enderun Mektepleri kurularak devlet adamları yetiştirildi. Halkın okuma yazma öğrenmesi için Sıbyan mektepleri (ilkokullar) açıldı.

Cumhuriyet Döneminde Eğitim: Medreseden Modern Okullara

Türkiye Cumhuriyeti kurulduğunda eğitimde büyük değişiklikler yapıldı. Eski medrese sistemi kaldırılarak herkesin eşit şartlarda eğitim alabileceği modern okullar açıldı. 1928’de Harf Devrimi yapılarak Latin alfabesine geçildi. Bu sayede halkın okuma-yazma oranı hızla arttı.

Batılı eğitim anlayışı benimsenerek bilim, fen ve matematik gibi dersler daha fazla önem kazandı. Artık eğitim sadece dini bilgilerle sınırlı kalmıyor, öğrenciler hayata dair her konuda bilgi sahibi oluyordu.

Günümüzde ve Avrupa’daki Eğitim Sistemi

Günümüzde eğitim artık sadece sınıf ortamında değil, teknolojik araçlarla da destekleniyor. Akıllı tahtalar, bilgisayarlar ve tabletler dersleri daha anlaşılır hâle getiriyor. Avrupa ülkelerinde eğitim sistemi sürekli gelişiyor ve öğrenciler daha çok araştırma yapmaya, projeler üretmeye yönlendiriliyor. Türkiye de bu modern eğitim sistemine ayak uydurmak için çalışmalar yapıyor.

Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli ile Eğitim

Bugün Türkiye, Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli ile eğitimi daha ileriye taşımayı hedefliyor. Bu modelde sadece ders başarısı değil, aynı zamanda öğrencilerin ahlaki ve kültürel gelişimi de önemli görülüyor. Yani öğrenciler hem akademik hem de sosyal yönleri güçlü bireyler olarak yetiştirilmeye çalışılıyor.

Eğitim, geçmişten geleceğe uzanan bir köprü gibidir. Her dönemde gelişerek bugünkü hâlini almıştır. Ancak eğitimde en önemli şey, öğrendiklerimizi hayatta nasıl kullandığımızdır. Bilgiyi sadece ezberlemek yetmez; onu anlamak, yorumlamak ve üretken olmak da gerekir. Çünkü eğitim, bireyleri ve toplumları ileriye taşıyan en büyük güçtür!

 

 

 

19 Şubat 2025 Çarşamba

EĞİTİM

EĞİTİM

‘Geleceği Şekillendiren En Önemli Adım’

Eğitim, bir milletin geleceğe güvenle ilerlemesini sağlayan en önemli unsurdur. Dünyanın farklı ülkelerinde değişik eğitim sistemleri uygulanmakta ve her ülke kendi ihtiyaçlarına uygun modeller geliştirmektedir. Finlandiya, Japonya, Amerika ve Almanya gibi ülkeler, eğitime verdikleri önemle dikkat çeker. Peki, Türkiye’nin eğitim anlayışı nasıldır ve "Türkiye Yüzyılı Maarif Eğitim Modeli" bu konuda neler sunmaktadır?

Dünyadaki eğitim sistemlerine baktığımızda bazı temel farklılıklar göze çarpar. Örneğin, Finlandiya'da eğitim sistemi ezbere değil, uygulamaya ve öğrencilerin merak duygusunu geliştirmeye odaklanır. Japonya’da disiplin ve saygı ön planda tutulurken, Amerika’da bireysel gelişim ve rekabet ruhu önemlidir. Almanya ise mesleki eğitimi teşvik ederek öğrencilerin erken yaşta uzmanlaşmasını sağlar.

Türkiye Yüzyılı Maarif Eğitim Modeli ise köklerinden beslenen ve geleceğe emin adımlarla ilerleyen bir anlayışı benimsemektedir. Bu model, yalnızca bilgi aktarmayı değil, aynı zamanda özgüvenli, şahsiyet sahibi ve ahlaki değerlere bağlı bireyler yetiştirmeyi hedefler.

Bu sistem, öğrencilerin yeteneklerine uygun şekilde gelişimini destekler. Ezbere dayalı değil, uygulamalı ve deneyime dayalı bir öğrenme anlayışı benimsenir. Sanat, spor, bilim ve teknoloji alanlarında öğrencilere yeni fırsatlar sunularak onların potansiyellerini keşfetmeleri teşvik edilir. Ayrıca, milli ve manevi değerler ön planda tutulurken, çağın gereklilikleri de göz ardı edilmez.

Eğitim, sadece ders kitaplarından ibaret değildir. Değerlerine bağlı, sorumluluk sahibi, merak eden, sorgulayan ve çalışkan bireyler yetiştirmek, bir toplumun geleceğe güvenle ilerlemesini sağlar. İşte bu nedenle, Türkiye Yüzyılı Maarif Eğitim Modeli yalnızca akademik başarıyı değil, bireyin bütüncül gelişimini esas alan bir sistemdir.

Eğitim bir milletin en değerli hazinesidir. Gelecekte daha güçlü, daha başarılı ve değerlerine bağlı bireyler yetiştirmek için eğitim sistemimizin sürekli gelişmesi ve yenilenmesi gerekmektedir. Türkiye Yüzyılı Maarif Eğitim Modeli de tam olarak bu amacı gerçekleştirmeye çalışmaktadır.


TÜRK KÜLTÜRÜNDE MİSAFİRLİĞİN YERİ VE ÖNEMİ

TÜRK KÜLTÜRÜNDE MİSAFİRLİĞİN YERİ VE ÖNEMİ

Misafirlik, Türk kültüründe çok özel bir yere sahiptir. Bizim toplumumuzda misafir, adeta bir bereket ve mutluluk kaynağı olarak görülür. Eskiler, "Misafir kısmetiyle gelir" derken aslında hem misafirin getirdiği sevinci hem de paylaşmanın getirdiği bereketi anlatmışlardır.

Türkler, Orta Asya bozkır hayatında misafirperverliği önemli bir erdem olarak görülerdi. Göçebe yaşam tarzı nedeniyle her an bir misafir ağırlamak söz konusu olabilirdi. Misafire yemek ve konaklama sunmak, bir saygı ifadesi olmanın yanı sıra toplum içinde güven ve dayanışmayı artıran bir unsur olmuştur.

Selçuklular döneminde misafirhaneler ve kervansaraylar inşa edilerek misafirperverlik kurumsallaştırılmış, yolcuların ve misafirlerin konforu sağlanmıştır. Bu dönemde misafirleri ağırlamak sadece bireysel değil, aynı zamanda devletin de bir görevi olarak kabul edilmiştir.

Osmanlılar döneminde misafirperverlik, vakıflar aracılığıyla daha da geliştirildi. İstanbul ve diğer Osmanlı şehirlerinde misafirhaneler, aç olanlara yemek dağıtan imarethaneler kuruldu. Osmanlı sarayında bile misafirlere ayrı bir bölüm bulunur ve gelen yabancı misafirlere özel ikramlar sunulurdu.

Türkiye Cumhuriyeti döneminde ise misafirperverlik, modern hayatla birlikte devam ettirilmiştir. Geleneksel misafirperverlik anlayışı, köylerde ve şehirlerde yaşayan insanlar arasında sürekliliğini korumuş, bayramlar, düğünler ve özel günlerde misafir ağırlama geleneği devam etmiştir.

Türk toplumunda misafire saygı ve hoşgörü göstermek büyük bir gelenektir. Misafir geldiğinde en iyi yer ona ayrılır, en güzel yemekler ikram edilir. Misafirin rahat etmesi için ev sahibi elinden geleni yapar. Büyüklerimiz, "Misafire ikram etmek, kültürümüzde bir borçtur" diyerek bu anlayışın nesilden nesile aktarılmasını sağlamışlardır.

Geleneksel misafirlik anlayışı, günümüz evlerinde de yaşamaya devam etmektedir. Pek çok evde misafirler için ayrı bir oda bulunur. Bu misafir odaları genellikle en özenli döşenmiş alanlardır. Kadife perdeler, parlak cilalı büfeler, şık yemek takımları ile düzenlenmiş bu odalar, misafirlerin ağırlandığı özel mekânlardır.

Misafirperverlik sözlüklerimize de yansımıştır. "Misafir gibi oturmak" ifadesi, bir ortamda saygılı ve çekingen davranmayı ifade ederken, "misafir kalmak" uzun süreli konaklamayı anlatır. "Misafir olmak" deyimi ise bir yere geçici olarak gitmeyi anlatan bir ifadedir. "Konsol" ve "büfe" gibi eşyalar da misafir ağırlamak için düzenlenen oturma odalarının vazgeçilmez bir parçasıdır.

Günümüzde teknoloji ve hızlı yaşam tarzı nedeniyle misafirlik anlayışı bazen geri planda kalabiliyor. Ancak köklü değerlerimizi yaşatmak ve gelecek nesillere aktarmak bizim sorumluluğumuzdur. Bu nedenle misafir ağırlamaya önem vermeli, ailemizle, komşularımızla ve dostlarımızla bir araya gelmeyi sürdürmeliyiz.

Misafirlik Türk kültüründe sadece bir gelenek değil, aynı zamanda bir hayat tarzıdır. Misafirperver olmak, sevgiyi ve hoşgörüyü yaymak demektir. Bu değerlerimizi koruyarak toplum olarak daha güçlü ve mutlu olabiliriz.


18 Şubat 2025 Salı

BAŞARMANIN YOLU

BAŞARMANIN YOLU

 ‘Umut, Azim ve Ahlak’

Hayat, önümüze çıkan engellerle şekillenir. Ancak engeller sadece bizi durdurmak için değildir. Zorluklar, aslında daha güçlü ve kararlı olabilmemiz için bir fırsattır. “Hiçbir şartta umutsuz olmayın” sözü, bir yaşam ilkesidir. Umutsuzluk, karanlık bir odadaki yalnız bir lambadan farksızdır; ancak umudu kaybetmemek, ışığı bulmamız demektir. Mesela, bir öğrencinin sınavdan düşük alması, onun başarısız olduğu anlamına gelmez. Bir başka sınavda, önceki hatalarından ders alarak daha iyi sonuçlar alabilir. Umut, insanın içindeki potansiyeli keşfetmesine yardımcı olur.

Başarı, bir anda elde edilen bir şey değildir. Öğrenmenin, denemenin, bazen de başarısız olmanın meyvesidir. “Başarmak için her yolu deneyin” sözü, bu gerçeği anlatır. Bir düşünün, Thomas Edison, ampulü icat etmek için 10.000 kez başarısız oldu, ancak her başarısızlık ona yeni bir şey öğretti. Aynı şekilde, her öğrenci kendi başarısını, deneme-yanılma yöntemiyle bulur. Örneğin, bir öğrenci matematikte zorlandığında, o soruyu tekrar çözmek ve öğretmeninden destek almak, başarılı olmasının yollarını açar. Bu süreç, öğrencilerin sadece bilgi edinmelerini değil, aynı zamanda azim ve kararlılıklarını da geliştirmelerini sağlar.

Maarif Eğitim Modeli, öğrencilere sadece akademik bilgiyi öğretmekle kalmaz, aynı zamanda insan olmanın erdemlerini kazandırmayı da amaçlar. "Hayata gülümseyerek bakmak" derken, sadece dış dünyaya pozitif bir tutumla yaklaşmaktan bahsedilmiyor. Zorluklar karşısında gülümsemek, insanın içsel gücünü bulmasının bir yoludur. Mesela, bir öğrenci okulda zor bir projeyi teslim etmeden önce stres altında olabilir. Ancak, yüzünde bir gülümseme ile bu projeyi yapmaya başladığında, o anki kaygılarını hafifletebilir ve daha verimli bir şekilde çalışabilir. Gülümseme, sadece dışarıya değil, ruhumuza da huzur verir.

Ayrıca, Maarif Eğitim Modeli, öğrencilerin sadece başarılı olmalarını değil, aynı zamanda ahlaki değerler açısından da doğru bir birey olmalarını hedefler. “Ahlaklı çocuklar olmak” demek, sadece akademik anlamda değil, kişisel değerler açısından da güçlü bireyler yetiştirmek demektir. Bu, adaletli olmak, başkalarına saygı göstermek ve topluma faydalı bireyler olmak anlamına gelir. Bir öğrencinin okulda arkadaşına yardım etmesi, ona olan saygısını ve duygudaşlığını gösterir. Ya da bir çocuk, bir hata yaptığında, hatasını kabul ederek ve özür dileyerek dürüstlük ve sorumluluk duygusunu geliştirir. Bu tür davranışlar, onun sadece akademik başarısını değil, insan olarak olgunlaşmasını da sağlar.

Maarif Eğitim Modeli, bireyleri sadece bilgiyle değil, ahlaki değerlerle de donatmayı amaçlar. Umutsuzluk anları, geçici ve aşılması gereken duvarlar gibidir. Sabırla, azimle, doğru bir bakış açısıyla onları aşmak mümkündür. Başarı, sadece çalışkanlıkla değil, aynı zamanda doğru kararlar alarak, ahlaki değerlerimizi yitirmeden ilerlemekle elde edilir. Eğitimin amacı, bireyleri sadece okulda değil, yaşamda da güçlü, saygılı ve sorumlu bireyler olarak yetiştirmektir. Çünkü gerçek başarı, insanın hem kendine hem de çevresine katkı sağladığı, doğru ve iyi bir insan olarak topluma hizmet ettiği yoldur.

MUTLU TÜRKİYE’NİN GÜÇLÜ NESİLLERİ

 

MUTLU TÜRKİYE’NİN GÜÇLÜ NESİLLERİ

Bir okul bahçesini düşünelim… Ders zili çalar çalmaz çocuklar neşeyle koşuyor, kahkahalar havaya karışıyor, oyun oynarken birbirlerine destek oluyorlar. İşte mutlu bir Türkiye’nin sesi budur! Okul bahçelerinin coşkulu neşesi, sadece bugünün değil, yarının da güçlü Türkiye’sinin habercisidir. Çünkü bir milletin en büyük gücü, yetiştirdiği nesillerdir.

Biz buradayız! Çocuklarımızın yalnızca derslerde başarılı olması için değil, aynı zamanda vicdan sahibi, cesur, üretken ve vatanını seven bireyler olarak yetişmesi için buradayız. Onları sadece sınavlara değil, hayata hazırlamak zorundayız. Özgür düşünebilen, doğruyu yanlıştan ayırt edebilen, ahlaklı ve erdemli bireyler yetiştirmek en büyük sorumluluğumuzdur. Türkiye Yüzyılı’nın Maarif davası işte tam da budur: Eğitimi sadece bilgi aktarmak değil, aynı zamanda karakter inşa etmek olarak görmek.

Bir çocuğun kendi kararlarını verebilmesi için fikir dünyasının özgür olması gerekir. Sorgulayan, araştıran, üreten nesiller yetiştirmek için onlara güvenmeli ve fırsatlar sunmalıyız. Örneğin, büyük bilim insanı İbn Sina, çocukken merak ettiği her şeyin peşine düşmüş, sorular sormuş ve yılmadan araştırmalar yapmıştır. İşte biz de çocuklarımıza böyle bir öğrenme aşkı kazandırmalıyız. Kitapları sadece ezberlemek için değil, hayatı anlamlandırmak için okumalılar.

Ancak güçlü bir nesil sadece aklıyla değil, ruhuyla da sağlam olmalıdır. Birlikte oyun oynarken arkadaşına destek olmayı öğrenen bir çocuk, büyüdüğünde toplumun sorunlarına duyarsız kalmaz. Paylaşmayı bilen, merhametli bir birey, gelecekte adaletli bir lider olabilir. Mevlânâ’nın dediği gibi, “İyilik arıyorsan, insanlara iyilik ver.” Eğitim sadece bireysel başarıya değil, toplumsal faydaya da hizmet etmelidir.

Ahlak ve değerler, bireyin pusulasıdır. Bir insan ne kadar bilgili olursa olsun, vicdanı yoksa bildiklerini yanlış kullanabilir. Aliya İzzetbegoviç bu konuda şöyle der: “Ahlaktan yoksun eğitim, toplumu felakete sürükler.” Bu yüzden öğrencilerimize doğruyu ve yanlışı ayırt edebilmeleri için rehberlik etmeliyiz. Onlara dürüstlük, vefa, sorumluluk gibi değerleri öğretmeliyiz. Vatanını seven bir nesil, ülkesini her alanda ileriye taşır.

Biz buradayız! Ülkemizi daha ileriye taşıyacak nesilleri yetiştirmek için buradayız. Eğitimciler, aileler, toplum olarak el ele vererek çocuklarımızı sadece bugüne değil, yarına da hazırlamalıyız. Türkiye Yüzyılı’nın Maarif davasını yükseltmek için hiç durmadan çalışacağız. Çünkü güçlü, özgür ve ahlaklı bireyler yetiştirirsek, Türkiye’nin sesi daha da gür çıkacaktır.

Ve unutmayalım: Mutlu Türkiye, sadece bilgiyle değil, sevgiyle, değerlerle ve umutla büyüyen çocukların Türkiye’sidir!

BİLGİYLE BÜTÜNLEŞEN DEĞERLER


BİLGİYLE BÜTÜNLEŞEN DEĞERLER

Eğitim, tıpkı bir ağacın kökleri gibi, hem derine uzanmalı hem de dallarıyla gökyüzüne erişmelidir. Eğer kökler sağlam değilse, en güçlü rüzgârda ağaç devrilir. Eğer dallar göğe uzanmıyorsa, gelişemez ve büyüyemez. İşte bu yüzden eğitim, hem bilimsel bilgiyle hem de millî ve manevi değerlerle harmanlanmalıdır. Türkiye Yüzyılı Maarif Eğitim Modeli, öğrencilerin yalnızca akademik başarı kazanmalarını değil, aynı zamanda ahlaki ve insani yönlerini de geliştirmelerini hedefler.

Türk-İslam düşünce tarihinde eğitim, sadece bilgi aktarmak değil, aynı zamanda insanı "kâmil insan" yani erdemli birey hâline getirmek olarak görülmüştür. Farabi, eğitimi bireyin sadece dünyayı anlaması için değil, iyi bir insan olabilmesi için de gerekli görmüştür. Ona göre, “Erdemli bir toplum, ancak iyi yetişmiş bireylerle mümkündür.” Bu anlayış, günümüzde de eğitim sistemimizin temel taşlarından biri olmalıdır.

İmam Gazali, eğitimin insanı yalnızca akıl yoluyla değil, aynı zamanda kalp yoluyla da geliştirmesi gerektiğini savunur. O, bilginin ancak ahlak ile birleştiğinde faydalı olacağını söyler. Günümüzde ise eğitim sistemlerinde ahlaki gelişimi ihmal ettiğimizde, öğrenciler bilgiyi nasıl kullanacaklarını bilemez hâle gelirler. Maarif Eğitim Modeli de bu yüzden sadece akademik başarıyı değil, öğrencilerin vicdan, sorumluluk ve adalet duygularını da geliştirmeyi hedefler.

Peki, dünyadaki eğitim sistemleri bu konuda nasıl bir yol izliyor? Finlandiya modeli, bireysel ilgi alanlarını ön plana çıkararak öğrenciyi merkeze alır. Japonya'da, eğitimin bir parçası olarak disiplin ve sorumluluk bilinci öğretilir. Türkiye’nin eğitim anlayışı ise bu modellerin güçlü yönlerini alarak, öğrencileri hem kendi değerleriyle yetiştirmeyi hem de evrensel bilgiyle donatmayı amaçlar. Mevlânâ’nın dediği gibi, “Her gün bir yerden göçmek ne iyi, her gün bir yere konmak ne güzel.” Eğitim de böyledir; gelişmeli, yenilenmeli ama özünden kopmamalıdır.

Eğitim aynı zamanda geçmişin mirasını geleceğe taşıyan bir köprüdür. Tarihini bilmeyen, değerlerini unutan bir nesil, geleceğini sağlıklı inşa edemez. Mustafa Kemal Atatürk, “Hayatta en hakiki mürşit ilimdir.” derken, ilmin sadece teknik bilgi değil, aynı zamanda bir yol gösterici olması gerektiğini de vurgulamıştır. Maarif Eğitim Modeli de bu anlayışla, öğrencileri tarihine duyarlı, vatanını ve insanını seven, topluma katkı sağlayan bireyler olarak yetiştirmeyi amaçlar.

Eğitim sadece sınav başarısı elde etmek değil, aynı zamanda iyi insan yetiştirmektir. Eğitimin amacı, öğrencileri sadece geleceğe hazırlamak değil, onlara yaşadıkları hayatın anlamını ve sorumluluklarını da öğretmektir. Yusuf Has Hacib’in dediği gibi, “Bilgi ile donan, ama onu iyilik için kullan.” İşte bu yüzden eğitim, hem bireyin hem de toplumun geleceğini şekillendiren en önemli güçtür.

EĞİTİMİN SONSUZ GÖKYÜZÜ

EĞİTİMİN SONSUZ GÖKYÜZÜ

Gökyüzü her zaman değişir. Bulutlar bazen dağılır, bazen yoğunlaşır, bazen de gökyüzünü karartır. Ancak gökyüzü hep oradadır; değişimlerin içinde sabit kalan bir öz gibidir. Eğitim de böyledir; yöntemler değişir, anlayışlar evrilir, öğrenciler ve öğretmenler kuşak kuşak yenilenir. Ama asıl mesele, eğitimin bu değişimler içinde kalıcı ve sağlam bir yapı olarak varlığını sürdürmesidir.

John Dewey, “Eğitim, hayata hazırlık değil, hayatın ta kendisidir.” der. Eğitimi yalnızca akademik bilgi aktaran bir süreç olarak görmek, bireyin gelişimini yarım bırakmak anlamına gelir. Türkiye Yüzyılı Maarif Eğitim Modeli, bu anlayışla öğrencileri sadece bilgiyle değil, ahlaki, sosyal ve duygusal zekâ açısından da donatmayı amaçlamaktadır. Bilgiye erişimin bu kadar kolay olduğu bir çağda, önemli olan bilgiye nasıl ulaşılacağını, onu nasıl kullanılacağını ve topluma nasıl fayda sağlanacağını öğretmektir.

Bu noktada Bulunuşluk Öğrenme Kuramı (Situated Learning Theory) devreye giriyor. Jean Lave ve Etienne Wenger, öğrenmenin sadece sınıf içinde gerçekleşmediğini, öğrencinin sosyal çevresiyle etkileşime geçerek anlamlı bir şekilde öğrendiğini söyler. Öğrencinin edindiği bilgi, gerçek hayatta uygulama alanı bulmadıkça, kalıcı olmaz. Örneğin, tarih dersinde bir savaşın yalnızca tarihlerle anlatılması yerine, öğrencilerin bir müzeyi ziyaret ederek dönemin şartlarını deneyimlemesi veya bir tiyatro oyununda o dönemi canlandırması, bilgiyi çok daha etkili bir şekilde içselleştirmelerini sağlar.

Dünya eğitim sistemleri de giderek daha fazla öğrenciyi merkeze alan, onların aktif katılımını sağlayan yöntemlere yönelmektedir. Maria Montessori, “Öğretmen, çocuğun doğasına saygı duyan bir rehber olmalıdır.” der. Eğitimin merkezinde öğrenci olmalı; onun merakı, ilgisi ve yetenekleri keşfedilmelidir. Finlandiya, Kanada, Japonya gibi eğitimde öncü ülkeler, eğitimin sadece sınav başarısına odaklanmadığını, bireyin toplumsal sorumluluk ve etik değerlerle yetiştirilmesi gerektiğini vurgulamaktadır. Türkiye de bu anlayışla, öğrencilerini yalnızca meslek sahibi yapmayı değil, dünyaya katkı sunabilecek bilinçli bireyler olarak yetiştirmeyi hedeflemektedir.

Öğrencilerimizin her yeni bilgiyi keşfetme heyecanını kaybetmemesi, öğretmenlerimizin onlara rehberlik ederken kendi öğrenme serüvenlerini de sürdürmesi dileğiylePlaton’un dediği gibi, “Eğitim, ruhun bütün güzelliğini ortaya çıkarmaktır.”

İyi dersler İstanbul, iyi dersler Türkiye!

17 Şubat 2025 Pazartesi

İYİ İNSAN OLMANIN SIRRI

İYİ İNSAN OLMANIN SIRRI

 Tolstoy’un Perspektifi’

Herkes iyi bir insan olmak ister, ama gerçekten iyi bir insan olmanın yolu nedir? Tolstoy’a sormuşlar: "Nasıl iyi insan olunabilir?" O da demiş ki: "Önce kötülük ve kötü insan hususunda mutabık olmak lazım." Peki, kötü insan kimdir? Diye sormuşlar. Tolstoy’un cevabı düşündürücüydü: "Kendi mutluluğundan başka hedefi olmayan insan en kötü insandır." Bu sözler, sadece kendimizi düşünmenin bizi iyi bir insan yapamayacağını gösteriyor. İyi bir insan olmak için başkalarının mutluluğunu da önemsemek gerekir. Peki, iyi bir insan olmak için başka neler yapabiliriz?

Kendini Tanımak ve Duyarlılık

İyi bir insan olmanın ilk adımı, kendimizi tanımaktır. Kendi duygularımızı, düşüncelerimizi ve davranışlarımızı anlamalıyız. Böylece güçlü ve zayıf yönlerimizi fark edebiliriz. Mevlânâ’nın şu sözü bu konuyu çok güzel özetler: "Başkalarına karşı duyarlı olmak, kendi iç dünyamızın kapılarını aralamaktır."

Duyarlılık, başkalarının hislerini anlamak ve onlara destek olmaktır. Arkadaşlarımız üzgün olduğunda yanında olmak, birine yardım etmek ya da sadece birini dinlemek bile duyarlı bir insan olduğumuzu gösterir. Türkiye Yüzyılı Maarif Eğitim Modeli, bireylerin sadece akademik değil, aynı zamanda sosyal ve manevi gelişimini de destekler. Empati kurmak, başkalarını anlamaya çalışmak, toplumsal dayanışmayı güçlendirir. Böylece çevremizle daha sağlıklı ilişkiler kurabiliriz.

Paylaşmak ve Yardımlaşmak

Tolstoy’un dediği gibi, sadece kendi mutluluğumuzu düşünmek bizi kötü bir insan yapar. Gerçek mutluluk, paylaşmaktan ve yardımlaşmaktan geçer. Yunus Emre’nin şu sözleri de bu durumu çok iyi anlatır: "Bölüşürsek tok oluruz, bölünürsek yok oluruz." Paylaşmak, bizi insan yapan en önemli değerlerden biridir.

Günlük hayatımızda küçük şeyleri paylaşarak bile mutlu olabiliriz. Örneğin, arkadaşımızla kalemimizi paylaşmak, ihtiyacı olan birine destek olmak veya birine güzel bir söz söylemek, hem bizim hem de karşımızdaki kişinin mutlu olmasını sağlar. Yardımsever olmak, topluma katkı sağlamak ve insanları mutlu etmek, bizi daha iyi bir insan yapar.

Azim ve Kararlılık

İyi bir insan olmak için azimli ve kararlı olmak çok önemlidir. Başarıya ulaşmak, pes etmeden çalışmayı gerektirir. Büyük bilim insanı Thomas Edison, binlerce kez deney yaparak ampulü icat etti. Onun şu sözü, başarının sırrını çok iyi anlatır: "Başarısızlık, başarının daha zeki bir yolunu bulmaktır." Eğer Edison pes etseydi, bugün dünyamız çok farklı olurdu.

Hayatta bazen zor anlarla karşılaşabiliriz. Ama önemli olan, bu zorlukların üstesinden gelebilmek için çaba göstermektir. Türkiye Yüzyılı Maarif Eğitim Modeli, öğrencilerin kendine güvenen, azimli ve kararlı bireyler olarak yetişmesini hedefler. Çünkü kararlı olmak, sadece akademik hayatta değil, insan ilişkilerinde ve toplumsal sorumluluklarda da bize başarı getirir.

Bağımsızlık ve Sorumluluk

İyi bir insan olmak için sadece başkalarına duyarlı olmak yetmez, aynı zamanda bağımsız ve sorumlu da olmalıyız. Kendi kararlarımızı verebilmeli, başkalarına zarar vermeden özgürce düşünebilmeli ve hareket edebilmeliyiz. Atatürk, Nutuk adlı eserinde, bağımsızlığın Türk milletinin temel özelliklerinden biri olduğunu vurgulamıştır. Atatürk’ün bağımsızlık mücadelesi, özgürlüğün ve sorumluluk bilincinin ne kadar önemli olduğunu bize gösterir.

Bağımsız olmak, sadece fiziksel özgürlükle ilgili değildir; düşüncelerimizde, kararlarımızda ve hayata bakış açımızda da özgür olmalıyız. Ama bu özgürlüğü kullanırken sorumluluk sahibi olmalı, yaptığımız her şeyin sonuçlarını da düşünmeliyiz. Topluma fayda sağlayacak işler yaparak iyi bir insan olabiliriz.

Gerçek Mutluluk Paylaşmaktan Geçer

İyi bir insan olmanın sırrı, sadece kendi mutluluğumuzu düşünmekten çok, başkalarının mutluluğunu da önemsemektir. Çevremize duyarlı olmak, paylaşmak, azimli ve kararlı olmak, bağımsız ve sorumlu davranmak, bizi iyi bir insan yapar. Tolstoy’un sözleri bize, gerçek mutluluğun sadece kendimiz için yaşamak değil, başkalarına da katkı sağlamak olduğunu hatırlatır. Türkiye Yüzyılı Maarif Eğitim Modeli de tam olarak bu değerleri destekleyen bireyler yetiştirmeyi amaçlar.

Unutmayalım ki, iyi bir insan olmak sadece kendi hayatımızı değil, çevremizdeki insanların hayatlarını da olumlu yönde etkiler. O yüzden, mutlu olmanın ve mutlu etmenin yollarını keşfetmeli, hayatımıza değer katacak şeyler yapmalıyız. Çünkü iyi bir insan olmak, dünyayı daha yaşanabilir bir yer haline getirmek demektir!

 

MUTLULUĞUN SIRRI

MUTLULUĞUN SIRRI

‘İç Huzuru Ve İyi İlişkiler’

Mutluluk, herkesin peşinden koştuğu ancak bazen yanlış yerlerde aradığı bir duygudur. Oysa büyük düşünür Mevlânâ’nın dediği gibi: "Mutluluğu uzaklarda arama, o hep senin içinde." Bu söz, mutluluğun aslında dış dünyada değil, insanın kendi iç dünyasında saklı olduğunu vurgular. Peki, gerçek anlamda mutlu olabilmek için neler yapmalıyız? Bu sorunun cevabını birlikte arayalım.

İç Huzuru ve Kendini Tanıma

Gerçek mutluluğun temelinde iç huzur yatar. İnsan, kendini tanıdıkça neye ihtiyacı olduğunu, hangi durumların onu mutlu ettiğini daha iyi kavrar. Kendi yeteneklerini keşfetmek, ilgi alanlarını belirlemek ve bu alanlarda gelişmek, bireyin içsel tatminini artırır. Türkiye Yüzyılı Maarif Eğitim Modeli de öğrencilerin bireysel potansiyellerini en üst düzeye çıkarmayı hedefler. Bu eğitim modeli, akademik başarı kadar sosyal ve manevi gelişimi de önemser. İnsan, kendini tanıyarak güçlü ve zayıf yönlerini keşfedebilir, hayatını daha bilinçli bir şekilde yönlendirebilir. İç huzuru sağlamak için kişinin kendine vakit ayırması, kitap okuması, sanatla ilgilenmesi ve doğayla iç içe olması gibi aktiviteler önerilir.

Başkalarına Yardım Etmek ve Paylaşmak

Mutluluğun en büyük kaynaklarından biri de paylaşmaktır. Mutluluk sadece almakla değil, vermekle de çoğalır. Tolstoy, İnsan Ne ile Yaşar? adlı eserinde sevgi ve iyiliğin insanı gerçek anlamda mutlu ettiğini vurgular. Birine yardım etmek, küçük de olsa iyilikte bulunmak, içsel tatmin ve mutluluk getirir. Yunus Emre’nin "Bölüşürsek tok oluruz, bölünürsek yok oluruz." sözü, paylaşımın ve dayanışmanın önemini anlatır. Arkadaşlarımızla vakit geçirmek, sohbet etmek, birlikte etkinliklerde bulunmak sadece anlık mutluluk değil, uzun vadeli mutluluk ve huzur da sağlar. İnsan sosyal bir varlıktır ve çevresiyle olumlu ilişkiler kurdukça mutluluk hissi güçlenir.

Çözüm Odaklılık ve Azim

Hayatta karşılaştığımız zorluklar kaçınılmazdır. Ancak bu zorluklara nasıl yaklaştığımız, mutluluğumuzu belirleyen önemli bir etkendir. Sorunlara farklı açılardan bakmak, çözüm üretmek ve pes etmemek insanı ileriye taşır. Stephen R. Covey, Etkili İnsanların 7 Alışkanlığı kitabında, çözüm odaklı olmanın önemini vurgular. Ona göre, çözüm odaklı insanlar, karşılaştıkları sorunları fırsata çevirir ve başarıya daha hızlı ulaşırlar. Ayrıca, büyük hedefler belirleyip bu hedeflere ulaşmak için sürekli çaba göstermek ve kararlı olmak gerekir. Ünlü bilim insanı Thomas Edison, ampulü icat etmek için binlerce deneme yapmıştır. Onun şu sözü çok anlamlıdır: "Başarısızlık, başarının daha zeki bir yolunu bulmaktır." Azim ve kararlılık sayesinde, imkânsız gibi görünen hedefler bile gerçekleştirilebilir. Başarıya giden yolda karşılaşılan engeller, aslında insanın potansiyelini keşfetmesi için bir fırsattır.

Bağımsızlık ve Özgüven

Bağımsızlık, insanın kendi kararlarını alabilmesi ve hayatının sorumluluğunu üstlenebilmesidir. Bu yetenek, kişinin özgüvenini artırır ve başarıya ulaşmasını kolaylaştırır. Atatürk, Nutuk adlı eserinde bağımsızlığın Türk milletinin temel karakteristik özelliklerinden biri olduğunu vurgular. Atatürk’ün liderlik anlayışı, özgürlük ve bağımsızlık kavramlarının bireyler için de ne kadar değerli olduğunu gösterir. Kendi ayakları üzerinde durabilen, sorumluluk alan bireyler, hayatlarında daha mutlu ve başarılı olurlar. Bağımsızlık sadece maddi değil, manevi anlamda da önemlidir. Kendi değerlerini bilen, başkalarının etkisi altında kalmadan karar verebilen bir birey, daha huzurlu bir yaşam sürer.

Mutluluk İçimizde

Mutluluğun sırrı iç huzuru bulmak ve iyi ilişkiler kurmaktan geçer. Çözüm odaklılık, duyarlılık, azim, kararlılık ve bağımsızlık gibi değerler, insanı mutluluğa ve başarıya götüren temel taşlardır. Günlük yaşamımızda bu değerleri benimseyerek sadece kendimiz için değil, çevremiz için de olumlu değişimler yaratabiliriz. Unutmayalım ki, mutluluk sadece bir varış noktası değil, bir yolculuktur. Ve bu yolculuk, kişinin kendini tanıması, başkalarıyla iyi ilişkiler kurması ve hayata karşı pozitif bir bakış açısı geliştirmesiyle anlam kazanır.

O halde, mutluluğumuzu içimizde arayalım ve çevremize yayalım!