25 Mayıs 2025 Pazar

ZAMANIN GÖLGESİ

ZAMANIN GÖLGESİ

İstanbul’da, Galata Kulesi’nin gölgesine sığınmış eski bir mahallede, merakı sınır tanımayan bir çocuk yaşardı. Adı Derin’di. Kıvırcık saçları başında dağ gibi durur, zeytin gözleri ise sürekli etrafa dikkatle bakardı. Herkes onun sessiz, içine kapanık olduğunu düşünürdü ama Derin’in sessizliği, hayal gücünün en çok konuştuğu anlardı.

Yağmurun yeni dinmiş olduğu bir akşamüstü, kaldırımlar hâlâ ıslaktı. Derin, Galata Kulesi’nin etrafındaki taş duvarları inceliyor, tarihî yazıtların üstüne düşen gölgeleri izliyordu. Bir anda duvarın kıyısında yosunlarla kaplı küçük bir yazı fark etti. Parmak uçlarıyla tozu silince yazı parladı:

“Gerçek güç, kaybolduğunda değil, yeniden ayağa kalktığında şekillenir.”

O anda gökyüzü grileşti, rüzgâr birden yön değiştirdi ve Derin’in kulağına fısıltılar doldu. Taşlar sanki konuşmuştu. Şaşkınlıktan donup kaldı. Bu, yalnızca eski bir söz olamazdı. Derin artık biliyordu: Bu, bir çağrıydı. Ve onu Saat-i Âlem ’in izine sürüklüyordu.

‘Kapalıçarşı’nın Unutulmuş Geçidi’

Ertesi sabah Derin, çantasına büyüteç, bir not defteri ve dedesinden kalma eski bir pusula koyarak yola çıktı. Hedefi: Kapalıçarşı’nın gizli bölmeleri. O gün çarşı, her zamankinden daha kalabalık ve sesliydi. Derin, insanların arasından kıvrıla kıvrıla geçerek, eski halı dükkânlarının arkasındaki dar bir koridora saptı.

Duvarlarda çatlamış fayanslar, örümcek ağlarıyla kaplı lambalar ve sessizliğin içinden gelen hafif bir tıkırtı... En sonunda, üzerinde kum saati sembolü olan eski bir kapıya ulaştı. Kapı, bir dokunuşla açıldı. İçerisi toz doluydu ama ortada bir şey parlıyordu: Saat-i Âlem. Altın ve gümüşten yapılmış, ince işlemeli büyülü bir cep saatiydi bu.

Derin, saati eline aldığında oda birden titredi. Tavan, etrafında dönmeye başladı. Ve ışıklar... Renkli, kıvılcımlı ışıklar etrafını sardı.

‘Zamanın Gölgesi’

Gözlerini açtığında artık Kapalıçarşı’da değildi. Gökyüzü mora çalıyordu, evlerin camları buğuluydu, kuşlar susmuştu. Her şey tanıdık ama bir o kadar yabancıydı. Ayasofya duvarsız, Sultanahmet Camii minaresizdi. Sarnıçlar kurumuştu. Ve o an, derin bir gölge yaklaştı.

İnce uzun bir siluet, yürürken zemine çiçek yerine karanlık düşüren bir figür… Gözleri yoktu ama Derin onun baktığını hissediyordu.

“Sen zamanı kurcaladın, çocuk,” dedi gölge.
“Zamanın Gölgesi’ni uyandırdın.”

‘Kırık Zaman Dünyası’

Bu yeni dünyada her şey değişmişti. İnsanlar zamanı unutmuş gibiydi. Herkes aynı anda yürüyüp, aynı anda susuyor; hiçbir çocuk oynamıyordu. Derin korktu ama içindeki ses, “Devam et” diyordu.

Bir gün aynaya baktığında, karşısında kendisine benzeyen biriyle karşılaştı. Bu kişi ona şunları söyledi:

“Geçmişi düzeltmek istiyorsan, önce kim olduğunu hatırlamalısın.”

Derin, gözlerini kapatıp düşünmeye başladı. Dedesiyle yaptığı yürüyüşler, yağmurlu günlerde okuduğu kitaplar, yıldızlara bakarken kurduğu hayaller… Hepsi tek tek canlandı. İşte o an anladı: Zamanın özü, kendi hafızasındaydı.

‘Zamanı Onarmak’

Saat-i Âlem yeniden titremeye başladı. Parlak ışıklarla birlikte, zaman geriye doğru akmaya başladı. Derin’in etrafındaki dünya dönmeye, renkler canlanmaya başladı. Ve bir sabah, kendini yeniden Galata’nın taş sokaklarında buldu. Ama artık her şey eskisinden biraz farklıydı.

Bazı duvarlar daha çatlak, bazı yollar daha sessizdi. Ama gökyüzü daha maviydi. Çünkü Derin, zamanı değiştirmemişti; anlamıştı. Ve bu anlayış, onu daha güçlü biri yapmıştı.

‘Zamanın Bekçisi’

Derin o günden sonra saatini bir daha hiç kullanmadı. Ama onu her gece penceresinin kenarına koyar ve gökyüzüne bakardı. Çünkü bazı akşamlar, Galata Kulesi’nin tepesinden yukarıya doğru parlayan ince bir ışık yükselirdi. Ve çocuklar birbirine şöyle derdi:

“Bak! Saat-i Âlem yeniden parladı!”

Ve böylece, zamanı kıran bir çocuğun, kendi kalbini onararak dünyayı da onardığı masal, İstanbul’un rüzgârında fısıltı gibi yaşamaya devam etti.

 

 

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder