ZAMANIN GÖLGESİ
İstanbul’da, Galata Kulesi’nin gölgesine sığınmış eski bir mahallede,
merakı sınır tanımayan bir çocuk yaşardı. Adı Derin’di. Kıvırcık saçları
başında dağ gibi durur, zeytin gözleri ise sürekli etrafa dikkatle bakardı.
Herkes onun sessiz, içine kapanık olduğunu düşünürdü ama Derin’in sessizliği,
hayal gücünün en çok konuştuğu anlardı.
Yağmurun yeni dinmiş olduğu bir akşamüstü, kaldırımlar hâlâ ıslaktı. Derin,
Galata Kulesi’nin etrafındaki taş duvarları inceliyor, tarihî yazıtların üstüne
düşen gölgeleri izliyordu. Bir anda duvarın kıyısında yosunlarla kaplı küçük
bir yazı fark etti. Parmak uçlarıyla tozu silince yazı parladı:
“Gerçek güç, kaybolduğunda değil, yeniden ayağa kalktığında şekillenir.”
O anda gökyüzü grileşti, rüzgâr birden yön değiştirdi ve Derin’in kulağına
fısıltılar doldu. Taşlar sanki konuşmuştu. Şaşkınlıktan donup kaldı. Bu,
yalnızca eski bir söz olamazdı. Derin artık biliyordu: Bu, bir çağrıydı. Ve onu
Saat-i Âlem ’in izine sürüklüyordu.
‘Kapalıçarşı’nın
Unutulmuş Geçidi’
Ertesi sabah Derin, çantasına büyüteç, bir not defteri ve dedesinden kalma
eski bir pusula koyarak yola çıktı. Hedefi: Kapalıçarşı’nın gizli bölmeleri. O
gün çarşı, her zamankinden daha kalabalık ve sesliydi. Derin, insanların arasından
kıvrıla kıvrıla geçerek, eski halı dükkânlarının arkasındaki dar bir koridora
saptı.
Duvarlarda çatlamış fayanslar, örümcek ağlarıyla kaplı lambalar ve
sessizliğin içinden gelen hafif bir tıkırtı... En sonunda, üzerinde kum saati
sembolü olan eski bir kapıya ulaştı. Kapı, bir dokunuşla açıldı. İçerisi toz
doluydu ama ortada bir şey parlıyordu: Saat-i Âlem. Altın ve gümüşten
yapılmış, ince işlemeli büyülü bir cep saatiydi bu.
Derin, saati eline aldığında oda birden titredi. Tavan, etrafında dönmeye başladı.
Ve ışıklar... Renkli, kıvılcımlı ışıklar etrafını sardı.
‘Zamanın
Gölgesi’
Gözlerini açtığında artık Kapalıçarşı’da değildi. Gökyüzü mora çalıyordu,
evlerin camları buğuluydu, kuşlar susmuştu. Her şey tanıdık ama bir o kadar
yabancıydı. Ayasofya duvarsız, Sultanahmet Camii minaresizdi. Sarnıçlar
kurumuştu. Ve o an, derin bir gölge yaklaştı.
İnce uzun bir siluet, yürürken zemine çiçek yerine karanlık düşüren bir
figür… Gözleri yoktu ama Derin onun baktığını hissediyordu.
“Sen zamanı kurcaladın, çocuk,” dedi gölge.
“Zamanın Gölgesi’ni uyandırdın.”
‘Kırık Zaman
Dünyası’
Bu yeni dünyada her şey değişmişti. İnsanlar zamanı unutmuş gibiydi. Herkes
aynı anda yürüyüp, aynı anda susuyor; hiçbir çocuk oynamıyordu. Derin korktu
ama içindeki ses, “Devam et” diyordu.
Bir gün aynaya baktığında, karşısında kendisine benzeyen biriyle
karşılaştı. Bu kişi ona şunları söyledi:
“Geçmişi düzeltmek istiyorsan, önce kim olduğunu hatırlamalısın.”
Derin, gözlerini kapatıp düşünmeye başladı. Dedesiyle yaptığı yürüyüşler,
yağmurlu günlerde okuduğu kitaplar, yıldızlara bakarken kurduğu hayaller… Hepsi
tek tek canlandı. İşte o an anladı: Zamanın özü, kendi hafızasındaydı.
‘Zamanı
Onarmak’
Saat-i Âlem yeniden titremeye başladı. Parlak ışıklarla birlikte, zaman
geriye doğru akmaya başladı. Derin’in etrafındaki dünya dönmeye, renkler
canlanmaya başladı. Ve bir sabah, kendini yeniden Galata’nın taş sokaklarında
buldu. Ama artık her şey eskisinden biraz farklıydı.
Bazı duvarlar daha çatlak, bazı yollar daha sessizdi. Ama gökyüzü daha
maviydi. Çünkü Derin, zamanı değiştirmemişti; anlamıştı. Ve bu anlayış, onu
daha güçlü biri yapmıştı.
‘Zamanın
Bekçisi’
Derin o günden sonra saatini bir daha hiç kullanmadı. Ama onu her gece
penceresinin kenarına koyar ve gökyüzüne bakardı. Çünkü bazı akşamlar, Galata
Kulesi’nin tepesinden yukarıya doğru parlayan ince bir ışık yükselirdi. Ve
çocuklar birbirine şöyle derdi:
“Bak! Saat-i Âlem yeniden parladı!”
Ve böylece, zamanı kıran bir çocuğun, kendi kalbini onararak dünyayı da
onardığı masal, İstanbul’un rüzgârında fısıltı gibi yaşamaya devam etti.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder