MAŞUK ÖĞRETMEN’İN YOLCULUĞU
‘Beyoğlu’nda
Başlayan Büyülü Günler’
Maşuk, İstanbul’un Beyoğlu semtinde, daracık sokakların birbirine kavuştuğu
eski bir evde doğmuştu. Evin penceresinden bakınca, Galata Kulesi puslu bir
masal gibi yükselir, sokaklardan geçen simitçilerin sesleri duvarlara çarpıp
yankılanırdı. Her sabah martıların çığlığıyla uyanır, her gece ay ışığında
kitaplara gömülürdü.
En çok da eski masal kitaplarını severdi. “Binbir Gece Masalları”nı okurken
sanki içinden bir ses ona fısıldardı. “Buradayız…
Seni bekliyoruz.” Annesi onun bu hayalleri için gülümseyip geçerdi: “Oğlum, o ses rüzgârın sesi.” Ama
Maşuk, kitapların arasında saklı bir dünya olduğuna inanırdı.
‘Galatasaray’da
Açılan Kapılar’
Liseye başladığında, okulu adeta bir büyü kalesi gibi görmeye başladı.
Yüksek tavanlı salonlar, taş koridorlar ve tarih kokan sınıflar… Her köşesi
sırlarla doluydu.
Bir gün, Türk Dili ve Edebiyatı öğretmeni ona Çalıkuşu adlı kitabı
verdi. Kitabın sayfalarını çevirdikçe, Maşuk kendini Anadolu’nun ıssız köy
yollarında yürüyen bir öğretmen gibi hayal etti. O gece rüyasında altın sarısı
buğday tarlalarının içinde yürürken, gökyüzünden bir ses ona şöyle fısıldadı:
“Eğer yola çıkacaksan, yüreğini de
yanına almayı unutma.”
Sabah yastığında küçük beyaz bir tüy buldu. Martı tüyü müydü, yoksa
rüyasındaki çağrının bir işareti mi, kim bilir?
‘Anadolu’ya
Yolculuk: Masalın Başlangıcı’
Üniversiteyi bitirdiğinde, sırt çantasına birkaç kitap, annesinin işlediği
mendil ve çocukluğundan beri sakladığı o tüyü koyarak yola çıktı. Otobüs,
İstanbul’dan uzaklaştıkça, gökyüzü sanki daha da yakına gelmişti. Bulutlar,
başının üzerinde usulca dolaşıyor, rüzgâr kulağına eski şarkılar fısıldıyordu.
Van Gölü’nün kıyısındaki bir köye öğretmen olarak atandığında, onu
karşılayan yaşlı bir dede, bastonuyla toprağa bir çizgi çekti:
“İşte burası senin tahtın, çocuklar
senin umut askerlerin olacak.”
Okulun bahçesindeki büyük ceviz ağacı ona sanki göz kırptı. Geceleri
rüzgârın uğultusuyla ağacın dalları hareket eder, sanki ona masallar anlatırdı.
Bir gece, ay ışığında ağacın altında uyuyakaldı. Rüyasında, dalların arasında
bir kız çocuğu gördü. Gözlerinde yıldızlar parlayan bu kız şöyle dedi:
“Öğretmenim, ben de okumak istiyorum…”
Sonra rüzgâr birden şiddetlendi, kız yapraklarla birlikte kayboldu. Sabah
uyanınca, ceviz ağacının altında kırmızı bir kurdele buldu. O günden sonra, o
ağaca “Masal Ağacı” dedi.
‘İstanbul’a
Dönüş: Yeni Bir Kapı Açılıyor’
Yıllar sonra İstanbul’a döndüğünde, artık bakışlarında yıldızlar, yüreğinde
çocukların hayalleri vardı. Yeni okulunda öğretmenler odası geniş ve
aydınlıktı. Masasının köşesine küçük bir kitaplık kurdu. Her gelen öğrenci,
oradan kitap seçebiliyordu.
Bu okulda Elif Öğretmen adında gizemli bir öğretmen vardı. Her sabah odadan
içeriye lavanta kokusu yayılır, saçlarındaki gümüş tokalar ışıkla parıldardı.
Hep sessizdi ama gözleri sanki uzak bir masalı anlatıyordu.
Bir gün, Maşuk’un masasında duran Çalıkuşu kitabını eline aldı. Uzun
uzun baktıktan sonra şöyle dedi:
“Feride gibi gitmek mi, yoksa kalmak
mı daha cesaret ister, sence?”
Maşuk bu sorunun cevabını veremedi. Ama Elif Öğretmen’in gülüşü ona bir
şeyi hatırlattı: Anadolu’da ceviz ağacının gölgesinde gördüğü o küçük kızı…
‘Kalbin
Peşinden Gidenler’
Maşuk Öğretmen artık biliyordu: Bazı insanlar hayatımıza rüzgâr gibi gelir,
meltem esintileri misali serinlik verir, geçip gider. Elif Öğretmen işte öyle
biriydi. Ama bazen biri gelir ve yüreğinizde bir fırtına koparır. İşte Canan
Öğretmen öyleydi. Fırtınalar sessiz değildir; geldiklerinde dünyayı
değiştirirler.
Ve Maşuk, artık şunu çok iyi biliyordu: Gerçek öğretmenlik, sadece bilgi
vermek değil; kalplerde ışık yakmaktır. O ışık bazen bir kitapta saklıdır,
bazen bir öğrencinin gözlerinde.
Ama en çok da bir öğretmenin yüreğinde…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder