28 Mayıs 2025 Çarşamba

MAŞUK ÖĞRETMEN’İN YOLCULUĞU

MAŞUK ÖĞRETMEN’İN YOLCULUĞU

‘Beyoğlu’nda Başlayan Büyülü Günler’

Maşuk, İstanbul’un Beyoğlu semtinde, daracık sokakların birbirine kavuştuğu eski bir evde doğmuştu. Evin penceresinden bakınca, Galata Kulesi puslu bir masal gibi yükselir, sokaklardan geçen simitçilerin sesleri duvarlara çarpıp yankılanırdı. Her sabah martıların çığlığıyla uyanır, her gece ay ışığında kitaplara gömülürdü.

En çok da eski masal kitaplarını severdi. “Binbir Gece Masalları”nı okurken sanki içinden bir ses ona fısıldardı. “Buradayız… Seni bekliyoruz.” Annesi onun bu hayalleri için gülümseyip geçerdi: “Oğlum, o ses rüzgârın sesi.” Ama Maşuk, kitapların arasında saklı bir dünya olduğuna inanırdı.

‘Galatasaray’da Açılan Kapılar’

Liseye başladığında, okulu adeta bir büyü kalesi gibi görmeye başladı. Yüksek tavanlı salonlar, taş koridorlar ve tarih kokan sınıflar… Her köşesi sırlarla doluydu.

Bir gün, Türk Dili ve Edebiyatı öğretmeni ona Çalıkuşu adlı kitabı verdi. Kitabın sayfalarını çevirdikçe, Maşuk kendini Anadolu’nun ıssız köy yollarında yürüyen bir öğretmen gibi hayal etti. O gece rüyasında altın sarısı buğday tarlalarının içinde yürürken, gökyüzünden bir ses ona şöyle fısıldadı:

“Eğer yola çıkacaksan, yüreğini de yanına almayı unutma.”

Sabah yastığında küçük beyaz bir tüy buldu. Martı tüyü müydü, yoksa rüyasındaki çağrının bir işareti mi, kim bilir?

‘Anadolu’ya Yolculuk: Masalın Başlangıcı’

Üniversiteyi bitirdiğinde, sırt çantasına birkaç kitap, annesinin işlediği mendil ve çocukluğundan beri sakladığı o tüyü koyarak yola çıktı. Otobüs, İstanbul’dan uzaklaştıkça, gökyüzü sanki daha da yakına gelmişti. Bulutlar, başının üzerinde usulca dolaşıyor, rüzgâr kulağına eski şarkılar fısıldıyordu.

Van Gölü’nün kıyısındaki bir köye öğretmen olarak atandığında, onu karşılayan yaşlı bir dede, bastonuyla toprağa bir çizgi çekti:

“İşte burası senin tahtın, çocuklar senin umut askerlerin olacak.”

Okulun bahçesindeki büyük ceviz ağacı ona sanki göz kırptı. Geceleri rüzgârın uğultusuyla ağacın dalları hareket eder, sanki ona masallar anlatırdı. Bir gece, ay ışığında ağacın altında uyuyakaldı. Rüyasında, dalların arasında bir kız çocuğu gördü. Gözlerinde yıldızlar parlayan bu kız şöyle dedi:

“Öğretmenim, ben de okumak istiyorum…”

Sonra rüzgâr birden şiddetlendi, kız yapraklarla birlikte kayboldu. Sabah uyanınca, ceviz ağacının altında kırmızı bir kurdele buldu. O günden sonra, o ağaca “Masal Ağacı” dedi.

‘İstanbul’a Dönüş: Yeni Bir Kapı Açılıyor’

Yıllar sonra İstanbul’a döndüğünde, artık bakışlarında yıldızlar, yüreğinde çocukların hayalleri vardı. Yeni okulunda öğretmenler odası geniş ve aydınlıktı. Masasının köşesine küçük bir kitaplık kurdu. Her gelen öğrenci, oradan kitap seçebiliyordu.

Bu okulda Elif Öğretmen adında gizemli bir öğretmen vardı. Her sabah odadan içeriye lavanta kokusu yayılır, saçlarındaki gümüş tokalar ışıkla parıldardı. Hep sessizdi ama gözleri sanki uzak bir masalı anlatıyordu.

Bir gün, Maşuk’un masasında duran Çalıkuşu kitabını eline aldı. Uzun uzun baktıktan sonra şöyle dedi:

“Feride gibi gitmek mi, yoksa kalmak mı daha cesaret ister, sence?”

Maşuk bu sorunun cevabını veremedi. Ama Elif Öğretmen’in gülüşü ona bir şeyi hatırlattı: Anadolu’da ceviz ağacının gölgesinde gördüğü o küçük kızı…

‘Kalbin Peşinden Gidenler’

Maşuk Öğretmen artık biliyordu: Bazı insanlar hayatımıza rüzgâr gibi gelir, meltem esintileri misali serinlik verir, geçip gider. Elif Öğretmen işte öyle biriydi. Ama bazen biri gelir ve yüreğinizde bir fırtına koparır. İşte Canan Öğretmen öyleydi. Fırtınalar sessiz değildir; geldiklerinde dünyayı değiştirirler.

Ve Maşuk, artık şunu çok iyi biliyordu: Gerçek öğretmenlik, sadece bilgi vermek değil; kalplerde ışık yakmaktır. O ışık bazen bir kitapta saklıdır, bazen bir öğrencinin gözlerinde.

Ama en çok da bir öğretmenin yüreğinde…

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder