28 Mayıs 2025 Çarşamba

MASAL KORUYUCUSU

MASAL KORUYUCUSU

Beyoğlu’nun tarih kokan dar sokaklarında, taş duvarlar sanki geçmişin nefesini saklıyordu. Kimi zaman bir çeşme başında dualar gibi dökülen su sesi, kimi zaman eski bir kapı halkasında yankılanan ecdat sedası, bu semtin sıradan bir yer olmadığını anlatıyordu.

İşte bu sokaklardan her gün geçen, on iki yaşında bir kız vardı: Canan. Gözleri sabah seherinde parlayan yıldızlar gibiydi. Siyah saçları, annesinin ördüğü ince örgülerle sımsıkı toplanırdı. Canan, hem sessiz hem de meraklı bir çocuktu. Kitaplara düşkün, cami avlularında güvercinlere selam veren, yaşlılara dua eden bir yüreğe sahipti.

Ama o gün, her şey farklıydı. Okula giderken eski bir medrese duvarının kıyısında, hiç görmediği bir ağaç dikkatini çekti. Kökleri taşların altından fışkırmış, gövdesi mor çiçeklerle bezeli bir ağaç… Bu ağacın dalları, güneşe değil, eski sokakların içine doğru eğilmişti. Yaprakları rüzgârla değil, sanki bir duayla titriyordu.

Canan yaklaşınca ağacın gövdesinden incecik bir ışık süzüldü. Sanki "Yaklaş, evladım..." der gibiydi. Elini uzattı. Ağacın kabuğuna dokunduğu anda gözlerinin önünde ışıklar dönmeye başladı. Zaman durmuş, dünya başka bir renge bürünmüştü.

Kendisini başka bir âlemde buldu: Gökyüzü lacivert değil, kâtibe yazdırılmış mürekkep rengindeydi. Ağaçlar, yaprak yerine kitap sayfaları sallıyordu. Bir göl vardı ilerde; suyu ayna gibiydi. Gölden yansıyan yıldızlar sanki birer hat yazısıydı.

O anda, göğü delen bir ses yankılandı:
— “Bir masal eksik. Eğer tamamlanmazsa, hikmet unutulacak. Zaman dağılacak.”

Canan ürperdi ama kaçmadı. Çünkü kalbi, hikâyelerle yoğrulmuştu. “Ben bulurum o masalı,” dedi sessizce.

Birden etrafı gri sis kapladı. İçinden uzun beyaz elbiseli, ışık siluetleri çıktı. Ayak sesleri yoktu, ama varlıkları aydınlık gibiydi. Bunlar, “Nurdan Varlıklar”dı. Eskiden hikâyeleri koruyan, adaletle sınır çizen varlıklardı. Ancak zamanla niyetleri bozulmuş, hikâyeleri kontrol etmek, hatta susturmak istemişlerdi.

En önde duranları konuştu:
— “Masallar serbest kalırsa, insanlar hayallere gömülür. Gerçek kaybolur. Biz düzeni sağlamak için buradayız.”

Canan bir adım geri çekildi. Nurdan Varlıklar sessizce çevresini sarmıştı. Tam o sırada, gökyüzünde garip bir uğultu yükseldi. Gri bulutların arasından süzülen ince bir ışık, altın bir sarkaç gibi dönerek yere doğru inmeye başladı. Işıkla birlikte havada süzülen bir kitap yavaşça yere kondu.

Kitabın kapağı kadim bir sandukanın yüzeyi gibi dokulu, rengi ise geceyle şafağın arasında kalmış bir laciverdi. Üzerindeki desenler hilal, sekiz köşeli yıldız ve sonsuzluk motifiyle bezeli, yazılar hat sanatıyla işlenmişti. Tozdan ve zamandan arınmış gibi duruyordu. Sanki zamanın kendisi onu korumuştu.

Canan’ın iç sesi yankılandı:

“Bu... Bir hikâye kitabı değil. Bu, unutulmuş zamanların anahtarı gibi. Peki ya içindeki sırlar bana aitse?”

Kalbi titrerken kitabı eline aldı. Dokunduğu anda parmak uçlarında sıcaklık hissetti. Kitabın kapağını açar açmaz içinden incecik bir melodi yükseldi. Sayfalar, rüzgârla çevrilen narin yapraklar gibi bir bir açıldı. Her birinde altın mürekkep ile yazılmış dizeler, zamanın kıyısına bırakılmış dualar gibiydi.

Ve ardından iki sembol belirdi sayfada.

 Hilal ile çevrelenmiş bir nar tanesi: Bu yol, hikâyeleri özgür bırakmayı simgeliyordu. Masallar serbestçe akacak, ama insanlar hakikatin izini kaybedebilirdi.

 Zeytin dalı ile çevrelenmiş bir kalem: Bu yol ise dengeyi temsil ediyordu. Masallar sadece onları arayanlara rehber olacak, hakikat ile hayal arasında sağlam bir köprü kurulacaktı.

Canan derin bir nefes aldı. Damarlarında zamanın sesi yankılanıyor, geçmişin ve geleceğin masalları kalbinde canlanıyordu.

“Ben sadece bir çocuk olabilirim,” diye geçirdi içinden, “ama masalların susmasına izin veremem. Çünkü onlar bizi Rabbimiz'in verdiği akıl ve hayal gücüyle insan yapan hikmetin izleridir...”

Ve seçimini yaptı.

  1. Masalları özgür bırakmak: Masallar sonsuz güce ulaşacak ama insanlar gerçek dünyadan kopacaktı.
  2. Masalları dengelemek: Böylece hikâyeler sadece onları hikmetle arayanlara kendini gösterecekti.

Canan, Masal Ağacı’nın gölgesine oturdu. Kitabın sayfaları arasında dolaşırken anneannesinin anlattığı Hızır hikâyeleri, okul hocasının okuduğu Mevlâna menkıbeleri, Yunus Emre'nin mısraları gözlerinin önünden geçti.

Ve eksik olan cümleyi sonunda kalbinden duydu. Ellerini semaya kaldırıp fısıldadı:
 “Zamanın içinde masallar sonsuza kadar anlatılacak; ancak onları yalnızca hatırlayan ve hikmetle arayanlar koruyabilecek.”

O an gökyüzü parladı. Nurdan Varlıklar başlarını eğdi. En yaşlısı tekrar konuştu:
— “Sen dengeyi buldun, ey gönlü saf çocuk. Biz yok edici değil, sınır koyucuyduk. Artık masallar yeniden dirilecek.”

Masal Ağacı göğe uzandı, kökleri toprağın altından zamanın derinliklerine yayıldı. Canan gözlerini açtığında yeniden Beyoğlu sokaklarındaydı. Ama artık o aynı Canan değildi. Artık o, Masal Koruyucusu idi.

O günden sonra, her akşam cami avlusunda çocukları topladı. Onlara masallar anlattı. Ama herkesin değil, ancak kalpten dinleyenlerin anlayabileceği türden… Hızır’ın izini sürenler, Yusuf’un sabrını arayanlar, Yunus gibi sevdayla yananlar bu masallarda hakikatin izini buldu.

Ve o günden sonra, Masal Ağacı yeniden yaşamaya başladı.

Ama artık yalnızca kalpten hatırlayanların ulaşabileceği bir yerde, hikâyeler yaşamaya devam etti.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder