MASAL KORUYUCUSU
Beyoğlu’nun tarih kokan dar sokaklarında, taş duvarlar sanki geçmişin
nefesini saklıyordu. Kimi zaman bir çeşme başında dualar gibi dökülen su sesi,
kimi zaman eski bir kapı halkasında yankılanan ecdat sedası, bu semtin sıradan
bir yer olmadığını anlatıyordu.
İşte bu sokaklardan her gün geçen, on iki yaşında bir kız vardı: Canan.
Gözleri sabah seherinde parlayan yıldızlar gibiydi. Siyah saçları, annesinin
ördüğü ince örgülerle sımsıkı toplanırdı. Canan, hem sessiz hem de meraklı bir
çocuktu. Kitaplara düşkün, cami avlularında güvercinlere selam veren, yaşlılara
dua eden bir yüreğe sahipti.
Ama o gün, her şey farklıydı. Okula giderken eski bir medrese duvarının
kıyısında, hiç görmediği bir ağaç dikkatini çekti. Kökleri taşların altından
fışkırmış, gövdesi mor çiçeklerle bezeli bir ağaç… Bu ağacın dalları, güneşe
değil, eski sokakların içine doğru eğilmişti. Yaprakları rüzgârla değil, sanki
bir duayla titriyordu.
Canan yaklaşınca ağacın gövdesinden incecik bir ışık süzüldü. Sanki "Yaklaş, evladım..." der
gibiydi. Elini uzattı. Ağacın kabuğuna dokunduğu anda gözlerinin önünde ışıklar
dönmeye başladı. Zaman durmuş, dünya başka bir renge bürünmüştü.
Kendisini başka bir âlemde buldu: Gökyüzü lacivert değil, kâtibe
yazdırılmış mürekkep rengindeydi. Ağaçlar, yaprak yerine kitap sayfaları
sallıyordu. Bir göl vardı ilerde; suyu ayna gibiydi. Gölden yansıyan yıldızlar
sanki birer hat yazısıydı.
O anda, göğü delen bir ses yankılandı:
— “Bir masal eksik. Eğer tamamlanmazsa,
hikmet unutulacak. Zaman dağılacak.”
Canan ürperdi ama kaçmadı. Çünkü kalbi, hikâyelerle yoğrulmuştu. “Ben bulurum o masalı,” dedi sessizce.
Birden etrafı gri sis kapladı. İçinden uzun beyaz elbiseli, ışık siluetleri
çıktı. Ayak sesleri yoktu, ama varlıkları aydınlık gibiydi. Bunlar, “Nurdan
Varlıklar”dı. Eskiden hikâyeleri koruyan, adaletle sınır çizen varlıklardı.
Ancak zamanla niyetleri bozulmuş, hikâyeleri kontrol etmek, hatta susturmak
istemişlerdi.
En önde duranları konuştu:
— “Masallar serbest kalırsa, insanlar
hayallere gömülür. Gerçek kaybolur. Biz düzeni sağlamak için buradayız.”
Canan bir adım geri çekildi. Nurdan Varlıklar sessizce çevresini sarmıştı.
Tam o sırada, gökyüzünde garip bir uğultu yükseldi. Gri bulutların arasından
süzülen ince bir ışık, altın bir sarkaç gibi dönerek yere doğru inmeye başladı.
Işıkla birlikte havada süzülen bir kitap yavaşça yere kondu.
Kitabın kapağı kadim bir sandukanın yüzeyi gibi dokulu, rengi ise geceyle
şafağın arasında kalmış bir laciverdi. Üzerindeki desenler hilal, sekiz köşeli
yıldız ve sonsuzluk motifiyle bezeli, yazılar hat sanatıyla işlenmişti. Tozdan
ve zamandan arınmış gibi duruyordu. Sanki zamanın kendisi onu korumuştu.
Canan’ın iç sesi yankılandı:
“Bu... Bir hikâye kitabı değil. Bu,
unutulmuş zamanların anahtarı gibi. Peki ya içindeki sırlar bana aitse?”
Kalbi titrerken kitabı eline aldı. Dokunduğu anda parmak uçlarında sıcaklık
hissetti. Kitabın kapağını açar açmaz içinden incecik bir melodi yükseldi.
Sayfalar, rüzgârla çevrilen narin yapraklar gibi bir bir açıldı. Her birinde
altın mürekkep ile yazılmış dizeler, zamanın kıyısına bırakılmış dualar
gibiydi.
Ve ardından iki sembol belirdi sayfada.
Hilal ile çevrelenmiş bir nar
tanesi: Bu yol, hikâyeleri özgür bırakmayı simgeliyordu. Masallar serbestçe
akacak, ama insanlar hakikatin izini kaybedebilirdi.
Zeytin dalı ile çevrelenmiş bir
kalem: Bu yol ise dengeyi temsil ediyordu. Masallar sadece onları
arayanlara rehber olacak, hakikat ile hayal arasında sağlam bir köprü
kurulacaktı.
Canan derin bir nefes aldı. Damarlarında zamanın sesi yankılanıyor,
geçmişin ve geleceğin masalları kalbinde canlanıyordu.
“Ben sadece bir çocuk olabilirim,”
diye geçirdi içinden, “ama masalların susmasına izin veremem. Çünkü onlar bizi
Rabbimiz'in verdiği akıl ve hayal gücüyle insan yapan hikmetin izleridir...”
Ve seçimini yaptı.
- Masalları
özgür bırakmak: Masallar sonsuz güce ulaşacak ama insanlar
gerçek dünyadan kopacaktı.
- Masalları
dengelemek: Böylece hikâyeler sadece onları hikmetle
arayanlara kendini gösterecekti.
Canan, Masal Ağacı’nın gölgesine oturdu. Kitabın sayfaları arasında
dolaşırken anneannesinin anlattığı Hızır hikâyeleri, okul hocasının okuduğu
Mevlâna menkıbeleri, Yunus Emre'nin mısraları gözlerinin önünden geçti.
Ve eksik olan cümleyi sonunda kalbinden duydu. Ellerini semaya kaldırıp
fısıldadı:
“Zamanın içinde masallar sonsuza kadar
anlatılacak; ancak onları yalnızca hatırlayan ve hikmetle arayanlar
koruyabilecek.”
O an gökyüzü parladı. Nurdan Varlıklar başlarını eğdi. En yaşlısı tekrar
konuştu:
— “Sen dengeyi buldun, ey gönlü saf
çocuk. Biz yok edici değil, sınır koyucuyduk. Artık masallar yeniden
dirilecek.”
Masal Ağacı göğe uzandı, kökleri toprağın altından zamanın derinliklerine
yayıldı. Canan gözlerini açtığında yeniden Beyoğlu sokaklarındaydı. Ama artık o
aynı Canan değildi. Artık o, Masal Koruyucusu idi.
O günden sonra, her akşam cami avlusunda çocukları topladı. Onlara masallar
anlattı. Ama herkesin değil, ancak kalpten dinleyenlerin anlayabileceği türden…
Hızır’ın izini sürenler, Yusuf’un sabrını arayanlar, Yunus gibi sevdayla yananlar
bu masallarda hakikatin izini buldu.
Ve o günden sonra, Masal Ağacı yeniden yaşamaya başladı.
Ama artık yalnızca kalpten hatırlayanların ulaşabileceği bir yerde,
hikâyeler yaşamaya devam etti.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder