SESSİZ SOKAKLARIN YANKISI
İstanbul, kocaman bir hikâye kitabı gibidir. Her sokağı başka bir sayfa,
her taşında başka bir anı saklıdır. Kimi zaman kalabalığıyla seni sarar, kimi
zaman da sessizliğiyle içine çeker. Bazen yürüdüğün bir yol, seni geçmişe
götürebilir; bazen bir bina, yıllar önce yaşanmış bir olayı fısıldayabilir
kulağına.
Bir akşam, hafif esen rüzgârın taşıdığı deniz kokusu eşliğinde Bakırköy’den
Kadıköy’e geçmek üzere yola çıkan bir yazar vardı. Üzerinde koyu renkli, bol
cepli bir ceket, omzunda ise yıpranmış bir çanta vardı. Yağmur yağmamıştı ama
gökyüzü bulutlarla kaplıydı; şehir hafif bir pusun içine gömülmüştü. Vapur
iskeleye yanaştığında yazar yavaşça ayağa kalktı. Sessizce iskeleden indi,
sanki etrafındaki kalabalığı fark etmiyor gibiydi. Zihni rüzgârla birlikte
dolaşıyor, adımlarını bilinçsizce atıyordu.
Kadıköy sokaklarında yürürken, tabelaların değiştiğini fark etti. Tanıdığı
yollar sanki başka bir şehre dönüşmüştü. Sanki İstanbul, bir oyun oynuyordu
onunla. Binalar tanıdık ama farklıydı, kaldırımlar eskiden yürüdüğü gibi
değildi. Kaybolmuş gibiydi ama garip bir şekilde bu durum onu korkutmuyordu.
Birden, küçük, eski bir kitapçı dükkânının önünde durdu. Dükkânın camları
buğuluydu; içeride sarı ışıklar yanıyordu. Kapının üstünde solmuş bir tabela
asılıydı: “Saklı Sayfalar”. Yazar, vitrine göz attığında içinde eski
kitapların ve sararmış sayfaların dizili olduğunu gördü. Dükkânın içinden gelen
eski kâğıt kokusu, ona çocukken okuduğu kitapları hatırlattı. Merakla kapıyı
aralayıp içeri girdi.
Ressamın
Dünyası
Dükkân, oldukça küçüktü ama içinde yüzlerce kitap vardı. Raflar tavanlara
kadar uzanıyordu. Bazı kitaplar üst üste yığılmış, yere kadar inmişti. Tam
ortadaki eski bir masa dikkatini çekti. Masanın başında genç bir delikanlı
oturuyordu. İnce yapılı, dalgalı siyah saçlı, gözleri dikkatle defterine
odaklanmış biriydi bu. Üzerinde boyaya bulanmış bir gömlek vardı. Sessizce
çizim yapıyordu.
Yazar, yavaşça yanına yaklaştı. Genç ressamın defterindeki çizimlere göz
attı. Şehrin sokaklarını çizmişti ama bu sokaklar düzgün değildi. Kimi yamuktu,
kimi eksikti, bazılarıysa sadece gölgelerden oluşuyordu. Buna rağmen, bu
çizimlerde bir anlam vardı. Yazar, resimlere baktıkça kalbinin derinliklerinde
bir şeylerin kıpırdadığını hissetti. Bu çizimler ona tanıdık geliyordu. Sanki
daha önce o sokaklarda yürümüş, o gölgelerin içinde kaybolmuştu.
Genç ressam başını kaldırıp gülümsedi. “Bir zamanlar, bu şehirde bir adam
yaşardı,” dedi. “Onu gören herkes, gözlerinde İstanbul’un bütün sokaklarını
taşıdığını söylerdi. Ama kim olduğunu kimse tam olarak bilemezdi.”
Yazar, bu sözleri duyunca içinde garip bir his uyandı. Belki de kendisi de
o adamdı. Ya da o adam, onun geçmişinde saklı bir hatıraydı.
Ressamın bir sonraki çiziminde belirsiz çizgilerle çizilmiş bir sokak
vardı. Sokak, eksikti ama yine de gerçek gibiydi. Yazar dikkatle baktı.
Çizimdeki sokak, kitapçı dükkânının dışındaki geçide çok benziyordu. Hatta
neredeyse aynıydı.
Kaybolmuş
Sokak
Yazar, kalbinde artan bir merakla dışarı çıktı. O çizimdeki sokaktan geçmeye
başladı. Adımlarını yavaş atıyor, etrafına dikkatle bakıyordu. Sokakta rüzgâr
hafifçe esiyor, uzaktan bir kedi miyavlıyordu. Lambaların ışığı sarıya çalan
bir gölge oluşturmuştu. Duvarlara yaslanmış eski binalar, suskun bir şekilde
onları izliyordu.
Yürüdükçe sesler değişmeye başladı. Şehir sesi yavaş yavaş azaldı. Ayak
sesleri daha çok yankılanır olmuştu. Işıklar sanki soldu, sokak gri bir sisin
içine girdi. Bu sokak, onu başka bir zamana götürüyor gibiydi.
Sokağın sonunda beliren bir figür dikkatini çekti. İnce uzun bir adam,
sırtında eski bir palto, yüzü belli belirsizdi. Yavaşça yaklaştı. Yazar durdu.
Figür, ona sessizce yaklaştı ve cebinden küçük bir nesne çıkardı.
Avucuna bıraktı: Eski bir anahtar ve yanında solmuş bir mektup.
“Bu sana aitti,” dedi figür. “Ve belki de hiç kaybolmadı, sadece seni
bekledi.”
Yazar, mektuba baktı. Yazısı tanıdık geldi. Sanki yıllar önce yazıp
unutmuştu. Anahtar, çok eskiydi ama hâlâ sağlamdı. Belki de çocukken oyun
oynadığı sandığın anahtarıydı. Belki de unuttuğu bir hayalin.
Tamamlanan
Hatıralar
Yazar tekrar kitapçıya döndüğünde genç ressam onu bekliyordu. Yeni bir
çizim yapmıştı. Bu defa o eksik sokak tamamlanmıştı. Binalar yerindeydi,
ışıklar yanıyordu ve gölgeler artık korkutucu değil, davetkâr görünüyordu.
Ressam gülümsedi: “Bazı yollar insanı kaybettirmek için değil, yeniden
bulmak için vardır.”
Yazar, bunu duyunca başını salladı. İçindeki eksiklik dolmaya başlamıştı.
Artık sokaklar ona yabancı değildi. Her köşede bir anı, her binada bir iz
vardı.
İstanbul’un sokakları, sessizdi ama içlerinde yüzlerce ses taşıyordu. Ve o
sesler, bazen sadece kalbini dinleyenlere görünürdü.
Artık yazar biliyordu: Bir hikâye asla tam olarak bitmez, sadece başka
bir biçimde devam eder.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder