MEHMET AKİF İNAN
EROL BATTAL
12 Temmuz 1940 tarihinde
Şanlıurfa’nın Balıklıgöl mahallesinde doğdu. Çocukluğu ve ilk gençlik yılları
Su mahallesindeki evde geçti. Babası,
Urfa’nın Mirzaali aşiretinden gümrük memuru Hacı Müslim Efendi’dir.
Annesi Maraşlı olup Dedeoğulları’ndan Mehmet Tevfik kızı Şakire Hanım’dır.
Müslim Efendi, Akif İnan’ın annesi
Şakire Hanım’la Antep’te evlenir. Bu evlilikten dördü erkek, ikisi kız altı çocuk dünyaya gelir. M. Akif
altı kardeşin en büyüğüdür.
İlkokulu Urfa’da Cumhuriyet
İlkokulu’nda (1952), ortaokulu ve son
sınıfa kadar liseyi, Urfa’da okudu
(1958). Son sınıfta iken öğretmeniyle yaptığı bir münakaşa yüzünden annesinin
memleketi olan Maraş’a sürgüne gider ve Maraş Lisesi’nden mezun olur (1959).
1959’da Ankara’ya gelir. Dil
ve Tarih-Coğrafya Fakültesi, Türk Dili ve Edebiyatı bölümüne kaydolur. Fakülte
ikinci sınıfta iken okulu bırakır. Daha sonraları Nuri Pakdil’ in ricasıyla
1962’de tekrar fakülteye girer ve on sene sonra 1972’de yaz döneminde buradan
mezun olur. Öğrencilik yıllarını kendisi şöyle anlatmaktadır: “İlk, orta ve son
sınıfa kadar liseyi Urfa’da okudum. 1950’den itibaren Türkiye’nin içine girmiş
olduğu değişim süreci herkesin üzerinde etkili oluyordu. Yavaş yavaş fikrî ve
siyasî bir uyanma dönemi başlamıştı. Aydın ve halk giderek üstünden korkuyu, çekingenliği atıyordu. Çok partili hayat,
insanlarımızı değişik fikirleri savunmaya, inançlarını konuşabilmeye biraz
imkân vermişti. Farklı dergiler,
gazeteler çıkıyordu. Ben okumayı seven bir aileden geldiğim için bu
yayınları izliyordum. Çevremin ve ailemin muhafazakâr oluşu, kişiliğimde değerini almıştı. Bu kişiliğin
üzerine yayınlar da eklenince daha sosyal bir alana yol alıyordum. Benim gibi
olan sınıf arkadaşlarım vardı. Doğunun,
Batının Türkçe’ye çevrilmiş belli başlılarını hızla deviriyordum. En
sıkışık günlerimde bile altı, yedi saat
verebiliyordum okumaya. Tatil günlerinde bu bazen on saati geçiyordu. Bir
yandan da yazmaya hevesim başlamıştı.”
Lise yıllarında yazmaya
başlayan İnan’ın ilk yazı ve şiirleri,
Urfa Demokrat Gazetesi’nde yayınlandı. Urfa’ da bir grup arkadaşıyla
“Derya” adlı bir gazete çıkardı(1958). Hepsi de lisenin son sınıfında okuyan bu
arkadaşların her biri ileride ünlü gazeteci,
yazar ve yayıncı olacaklardır.
Akif İnan’ın 1959’da Maraş
lisesi son sınıfındayken tanıştığı, sanat ve edebiyata ilgi duyan, şiir,
hikâye ve denemeler yazan arkadaşları arasında başta Nuri Pakdil olmak
üzere Erdem Bayazıt, Cahit
Zarifoğlu, Aleaddin Özdenören ve Rasim
Özdenören bulunmaktaydı.
Maraş’ta öğrenciyken “Hizmet”
adlı mahalli bir gazetede sürekli yazılar yazar. Ankara’da, hemşehrisi Salih Özcan’ ın çıkardığı ve ilk
sayısı Kasım 1958’de yayınlanan, ”İslâmi
Hilal” dergisinin (1962-1964 dönemi) müessese müdürlüğünde bulunur. Bir kısım
yazıları bu dergide yayınlanır. Hilal dergisinin yayınlarını yönetir. Bu dergi,
1960’lı yılların önemli aylık İslâmi mecmualarından biridir.
M. Akif İnan, 1964-1969 yılları arasında Türk Ocaklarında
önce müze ve kütüphane, sonra merkez
müdürlüğü yapar. Bu dönemde başta Türk Yurdu olmak üzere, Türk Ruhu, Filiz, Fedai,
Orkun, Oku, Defne,
Yeni İstiklal gibi dergi ve gazetelerde şiir ve yazıları yayınlanır. Bu
dönem içinde yazıp da dergilerde yayınladığı hiçbir şiirini daha sonra
yayınlayacağı iki şiir kitabına almaz.
23.07.1965 yılında edebiyat
öğretmeni Sevim Hanım’la evlenir. Bu evlilikten 1967 doğumlu Şakire Banu adlı
kızı dünyaya gelir.
M. Akif İnan, 1969-1972
yılları arasında Ankara’da Türk Taşıt İşverenleri Sendikası’nda uzman olarak
çalışır. Burada edindiği sendikacılık deneyimlerini, daha sonra Eğitim-Bir-Sen ve Memur-Sen’e
taşır.
Akif İnan bütün fikirlerini
Büyük Doğu’dan özümlediğini, adeta bir
anneden süt emer gibi emdiğini açıklar:
“Anamı sorarsan Büyük
Doğu’dur,Batı ki sırtımda paslı bıçaktır.”
Akif İnan, 1969’da deneme ve
oyun yazarı Nuri Pakdil’ in öncülüğünde çıkan Edebiyat Dergisi’nin kurucuları
arasında yer alır. Bu derginin isim babası da kendisidir.
Mehmet Akif İnan cemiyetçi
kişiliği ve sosyal olaylarla yakın ilgisi yüzünden 1959 yılında kaydolduğu
fakülteyi 1971-1972 ders yılının yaz döneminde bitirerek Türk Dili ve Edebiyatı
lisans diplomasını alır. Aynı yıl Uşak İmam Hatip Lisesi’ne Türkçe ve Edebiyat
öğretmenliğine atanır. 1975 yılında kısa dönem askerliğe alınır.
Askerlik dönüşü, ilk sayısı
Aralık 1976’da yayınlanan “Mavera” adlı aylık edebiyat dergisinin kurucuları
arasında yer alır. Kurucu kadroda bulunan şair ve yazarlar daha önce Büyük
Doğu, Diriliş ve Edebiyat gibi dergilerde yazmışlardı. Kurucu kadroda yer alan
şair ve yazarlar daha sonra şair Cahit Zarifoğlu’nun bir şiir kitabına ad
olacaklardı “Yedi Güzel Adam” diye. Bu yedi güzel adamın altısı şair, hikâyeci
ve yazardır. Kurucu altı kişi şu isimlerden oluşmaktadır. Erdem Beyazıt, Ersin Gürdoğan, M. Akif İnan,
Aleaddin Özdenören, Rasim
Özdenören, Cahit Zarifoğlu. Yedincisi
ise yazar olmayıp ancak sözü, saatlerce
konuşsa bile dinlenebilen, dönemin en
önemli sohbetçisi diye bilinen Hasan Seyithanoğlu’dur.
Mavera dergisi, 163 sayı (14 cilt) yayınlandıktan sonra
1990’da kapandı. Mehmet Akif İnan,
1977’den itibaren Yeni Devir ve Milli Gazete’de Akif Reha, Mehmet Reha imzasıyla günlük fikir ve sanat
yazıları yazdı. M. Akif İnan kendi isminden başka yazılarında şu takma isimleri
kullandı:Mehmet Reha, Müslimoğlu, Mithat Mirzaali.
1977’den 1980’e kadar Ankara
Gazi Eğitim Enstitüsünde Türkçe Edebiyat öğretmenliği yaptı. Daha sonra Ankara
Fen Lisesinde öğretmenliğe atandı. Vefatına kadar bu lisede öğretmenlik yaptı.
Akif İnan’ın
konferansçılığı, hayatı boyunca devam
etti. Nisan 1979 yılında Adapazarı’nda düzenlenen bir mitingde yaptığı
konuşmadan ötürü 16 Nisan 1979 günü gözaltına alındı.
1982 yılında kısa adı KASD
olan Kayseri Sanatçılar Derneği tarafından verilen KASD deneme ödülünü aldı.
1995’te uluslararası şiir şöleninde kendisine Türkmenistan’ın ünlü şairi Mahdum
Kulu Şiir Ödülü verildi.
1980 yılında hac farizasını
yerine getirdi. Bir süre Kanal 7 televizyonunda haftalık kültür ve sanat
programları yaptı (1998).
Osmanlı şiiriyle çağdaş bir
bağ kurmaya yönelen yeni bir sanat nazariyesini tartışan yazıları ve bunun
örneklerini teşkil eden şiirleri ile dikkatleri üstüne çekti.
İlk eseri “Edebiyat ve
Medeniyet Üzerine” 1972’de, ilk şiir kitabı olan “ Hicret” 1974’te yayınlandı.
Eğitim Enstitüleri için yazdığı ders kitabı “Yeni Türk Edebiyatı” (Oktay Çağlar
ile birlikte) 1977’de, denemelerini içeren “Din ve Uygarlık” kitabı 1985’te ve
son şiir kitabı “Tenha Sözler” 1991’de yayınlandı. Yayına hazır en az on kitabı
daha vardır. Kendisinin vasiyeti üzerine ailesi tarafından yayına
hazırlanmaktadır. Vefatından önce hakkında yapılmış iki tane de fakülte bitirme
tezi vardır.
1992’den itibaren yedi
yıl, sürekli Eğitim-Bir’in ve Memur -
Sen Konfederasyonunun genel başkanlığını yaptı. 1999 Haziran ayında sendikanın
Ankara’da yaptığı bir miting sonunda rahatsızlandı. Soğuk algınlığı ve zatürree
teşhisi ile Gazi Üniversitesi Araştırma Hastanesi’ne yatırıldı. İlerleyen
zamanlarda akciğer kanserine yakalandığı ortaya çıktı.
Vefatından yirmi gün önce
doğduğu yere, baba ocağına, Nebiler yurdu , Urfa’ ya, kardeşleri
tarafından ramazanı Urfa’da geçirmek bahanesiyle hastaneden alınarak götürüldü.
Bir Ramazan gecesi, 6 Ocak 2000, gece saat 02:00’de Hakkın Rahmetine kavuştu.
Cenazesi 7 Ocak Cuma günü öğle namazını müteakip Hasan Paşa Camiinde kılınan
cenaze namazından sonra Harran Kapı aile kabristanına defnedildi.
AKİF İNAN’IN SENDİKACILIĞININ
ARKAPLANI
Mehmet Akif İNAN
sendikacılığının tam olarak değerlendirilebilmesi O'nun hayat hikâyesinin;
ayrıntılarına ve kişiliğine dikkat etmekle mümkündür.
Akif İNAN sendikacılığında,
yapılan işlerin, söylenen sözlerin
zamanının, üslubunun önemi görmezden gelinemeyecek kadar belirleyicidir.
Sendikanın kendisini
tanımladığı Eğitim-Bir bülteninin ilk
sayısı olan Temmuz 92 sayısı bu manada ilk numunemizdir.
Bu ilk bültende sendikanın
kuruluşu, kurucuları, ilkeleri,
prensipleri, amaçları ve mücadele
biçimiyle beraber, Milli Eğitimin
sorunları ve bu sorunlara çözüm önerileri sunulur. Yani çözüm önerisi
sunulmadan, sorun dile getirmeme
düşüncesi daha başlangıçta ortaya konan tavırdı.
İlk sayıda dikkat çeken ve
Türk sendikal hayatı için belki de bir ilk olan haklar kadar, sorumluluklardan da bahsedilmesidir.
Bu hak arama biçimi
Eğitim-Bir-Sen ‘in tarihi arka planının kendisine yüklemiş olduğu bir
sorumluluktur. Eğitim-Bir-Sen ’in ve daha sonra Memur-Sen ‘e bağlı bütün
sendikaların tarihî arkaplanlarında “Ahilik” anlayışının tezahürlerini görmek
mümkün olacaktır.
Hak etmeden, yani sorumluluklar yerine getirilmeden,
hiçbir haktan bahsetmemek, iş ahlâkını
her zaman korumak, yapılan işte en iyiyi meydana getirmek ve bunun
karşılığındaki hakkın mutlaka örgütlü bir mücadele içerisinde alınması
gerektiğini aynı yükümlülüğün bir parçası olarak değerlendirmek Akif İNAN
sendikacılığının genel çerçevesini çizer.
Eğitim-Bir-Sen mücadele
yönteminde; kırmak, dökmek, başkalarına zarar vermek ve zarar görmek asla
öngörülmemiştir. Uygulanmamıştır.
Sendikal mücadelede öncelikle
sorun tespit edilmiş, sorunun
boyutu, mahiyeti çizilmiş, çözüm
önerileri tespit edilmiş ve bu çözüm önerilerinin hayata geçirilebilmesi için
örgütlü gücün imkânları devreye sokulmuştur.
Bunun için takip edilen metot
genellikle, sorun ve çözüm önerileri,
sorunu çözecek makama ziyaretle iletilir. Bu makam siyasî erkse, siyasî erk;
bürokratik makamlarsa, bürokratik
makamlardır.
Sonuç alınmazsa, sorun ve çözümü kamuoyuyla paylaşılır. Bu
paylaşım çeşitli biçimlerde olur: Basın bildirisi, kitlesel basın açıklaması, panel,
seminer, konferans, imza kampanyaları, anketler,
çeşitli destek arama ziyaretleri,
afişler, siyah çelenk, miting. Sokağa dökmek, dökülmek sondan bir önceki etkinlik.
Son eylem: İşi bırakmak.
Bütün bu etkinliklerde inceden
inceye hesaplanan, amaca ulaşılsın. Ancak hiç kimse, hiçbir şekilde zarar görmesin veya nasıl daha
az zarar görür. Bunun muhasebesi çıkarılmadan hiçbir eyleme müsaade
edilmemiştir. Hiçbir eylem gerçekleştirilmemiştir.
Bu anlayış, çoğu
zaman;“insanların zihnine yanlış olarak zerk edilen sendikal mücadele
biçimiyle” çeliştiği için eleştirilerde almıştır. Özellikle sol sendikal
anlayışın baskın görüntüsü bu eleştirilerin kaynağını oluşturmuştur. Bu sendikal
anlayış; hep muhalif olmak, hiçbir şeye
memnun olmamak kitleleri manüpüle ederek sokağa dökmek, sonucu ne olursa olsun kırmak, dökmek ve bunu sadece bir şey için yapmak:
Ben varım. Bütün varlığını hırçınlığına borçlu olmak. Ve bunu ideolojik arka
planının gereği saymak.
Bu manadaki eleştiriler
dikkate alınmakla beraber yeni bir sendikal kültürde kitlelere ulaştırılmaya
çalışılmıştır.
Bu sendikal kültür dayanağını
çalışmamızın başında da ifade ettiğimiz gibi tarihsel kökeninden alıyordu.
Aradan geçen zaman içerisinde
zamanın rafine edici özelliği Akif İNAN sendikacılığını haklı çıkarmış. Bugün
kamu sendikacılığının eğitici unsuru olarak bu anlayış belirleyici olmuştur.
***
Akif İNAN sendikacılığı zor
bir zeminde start almıştır.
Ağa kültürü ile yetişmiş bir
camiaya bu kültürle hiçbir akrabalığı olmayan sendikal alanda hareket
sağlamak, aşılması çok güç bir işti.
Ağa kültüründen hak arama
bilinci oluşturmak yakın çevresinde bulunan yazar çizer arkadaşlarına dahi
anlatmakta zorlandığı bir büyük sorundu.
M. Akif İNAN yakın çevresine hâlâ bunu anlatamasa da
bu sorunu aşmıştır. Ve bugün 200 binleri aşan bir MEMUR-SEN ailesi vardır.
Hak arama bilinci
oluşturulmuş, insanlara haklarını
aramalarının bir erdem olduğu düşüncesi ulaştırılmıştır. Bu hedefe ulaşmak uzun
zaman almış. İnsanlar bu durumu değerlendirirken de bazı yanlış sonuçlara
varmışlardır. Eğitim-Bir-Sen ve Memur-Sen’in teşkilâtlanmasının zorluğunun ve
uzun zaman alışının O‘nun sendikal anlayışının bir uzantısı olduğunun farkına
varamamışlardır. Daha sonraki sayfalarda Eğitim-Bir-Sen’in sivil toplum olarak
kendisini tanımlarken çizmiş olduğu portre,
O’nun kimseye dayanmadan kendi ayakları üzerinde var olma ilkesinin bir
sonucu olduğunu ortaya koymaktadır.
Eğitim-Bir-Sen kendisini
hiçbir siyasal yaklaşımın ve ideolojinin kanatları altına vermemiştir, kendi dinamizmini kendisi oluşturmuştur. O
nedenle de istikrarlı bir şekilde büyüyen bir bünyeye sahip olmuştur. Bugün
aynı iş kolunda faaliyet gösteren ve bir anda büyüyen rakipleri
küçülürken, Eğitim-Bir-Sen ve Memur-Sen
büyümektedir.
***
Yukarıda da ifade ettiğimiz
gibi Akif İNAN’ı ve O ’nun mücadelesinin büyüklüğünü en yakın çevresi bu gün
bile tam olarak algılayabilmiş değillerdir.
Onlar hâlâ “M. Akif İNAN
sendikacı olmasaydı üç-beş şiir daha yazardı veya bir-iki kitap daha çıkarırdı”
nın hesabı içerisindeler. Bu dostları her yıl Ocak ayı içerisinde Memur-Sen ve
Eğitim-Bir-Sen olarak yurdun dört bir yanında düzenlenen anma toplantılarına
çağırılır. Ve bu zatlarda gelip AKİF‘le ne kadar yakın, ne kadar iyi dost olduklarını
anlatırlar, sonra da “O bir şairdi, niçin sendikacı oldu ki” derler.
Bu insanlar, hayatlarında
toplum adına hiç bir şey yapmamış sadece ve sadece kendilerini tatmin için
kendilerine çizdikleri hiç kimsenin de kâle almadığı, uzak noktaları entellektüellik zanneden küçük
dünyaların insanları olarak kalmaya mahkum,
hastalıklı zihinler olarak değerlendiriyorum.
Bu zihin yapısına göre
şair, edebiyatçı bohem olmalıdır.
Kendine çizdiği fildişi kulelerden ahkamlar kesmeli, hayatla,
toplumla hiçbir bağı olmamalıdır. Onlar sadece güzel, süslü sözler söyleyip, nutuklar atmalılar, başkaları da onları el üstünde tutup “ne
büyük adam” demeliler.
Halbuki M. Akif İNAN iklimini
yaşayan hiçbir büyük şair, edip onların
çizdiği sığ kalıbın insanı olmamışlardır.
Bir şey daha söylenmeli, aşağıdaki insanlar onlara göre şair de
değildir.
Yunus Emre bir davanın bir
inancın sesidir.Mevlana ha keza Köroğlu,
Dadaloğlu herhalde bunlarda o insanların kalıbına uymaz.
M. Akif ERSOY
bir davanın, bir kimliğin
savunucusudur.
N. Fazıl KISAKÜREK ölçeğinde
hangisi eser vermiştir, bu insanların, cidden merak edilecek bir konu. Halbuki
Üstad bir dava bir aksiyon adamıydı.
Aynı şekilde Sezai KARAKOÇ bir
siyasal parti kurmuş, O’nun genel
başkanlığını yapmış, tüzüğünü
yazmış, parti programını oluşturmuştur.
Herhalde bu söylemin kendisine
en yakın bulacağı isim Nuri PAKDİL’dir demek,
Nuri PAKDİL ’e hakaret olur. O’nun “ tavır adamı ” kimliğini inkar etmiş
oluruz.
Yakın çevresinin bu anlayışı
bazen M. Akif İNAN ’ı yalnızlık duygusuna sevk etmiş olsa da O inandığı davadan
geri durmamıştır.
Çünkü yine yakın
çevresinden, sendikacı arkadaşı Zübeyir
YETİK ‘in ifade ettiği gibi “ sendikacılık hiçbir şeyin aracısı değildir, sendikacılık ancak sendikacılık için
yapılır, sendikacılık şurasından, burasından tutularak yapılacak bir uğraş
değildir. O hayatın 24 saatine şamil bir meslektir. Çünkü sendikacılık, her türlü oligarşiye karşı demokratik sistem
içerisinde katılımcı ruhu taşımaktır. “ Akif İNAN’ın sendikacılığı budur. Zübeyir
YETİK Bey’in bu tanımlaması Akif İNAN sendikacılığının özeti gibidir. Ve Zübeyir YETİK bu düşüncelerini yine bir anma
toplantısında arkadaşlarından birinin,
Akif İNAN‘ın kültürel birikimini yaymak için sendikacılık yaptığı sözüne
karşı söylemiştir.
Bu tartışmayı açan Akif
İNAN‘ın edebiyatçı dostlarından şunu beklemek herhalde hakkımızdır. Akif
İNAN’ın on yılını alan, gecesini
gündüzünü işgal eden, Anadolu’yu karış
karış gezerek oluşturduğu bu mücadelesine daha saygılı olunuz. Kıskanmanın da
bir sınırı olsa gerek.
M. Akif İNAN “ ağa
kültüründen, hak arama bilincini oluşturmak ” için göstermiştir çabasını. O
nedenledir zorluğu. İşte bu noktadadır çoğu zaman dostlarından yakınması. En
kolay onlara anlatabileceği zannıdır O’na sıkıntı yaşatan. Bu zan doğru
çıkmamıştır. Duyduğu yalnızlık sıkıntısının da temelini bu yanılgı
oluşturmaktadır.
***
Hak arama bilinci
oluşturulması “ zihnî bir devrimi “ gerektiriyordu. Bu zihnî devrimi
gerçekleştirebilmek ve şimdiye kadar bir alt kültür anlayışıyla hareket eden
sendikacılığa entelektüel bir boyut kazandırmak yoğun bir çalışmayı, gayreti,
tekrar tekrar yenilenmeyi gerektiriyordu.
Akif İNAN’ın şair, edip,
entellektüel kimliği ancak burada vurgu kazanabilir. Bu vurgu; O’nun rakipleri
tarafından bile kabul edilmiş, sendikacılığa yeni bir boyut kazandırmış olan
özelliğidir.
Akif İNAN’ın mücadelesi bu
zemin üzerine oturuyordu. Bu zemini sağlamlaştırmak, bu zemini genişletmek, Türkiye çapına yaymak, bütün kamu çalışanlarına ulaştırmak, Akif İNAN’ın son on yılını aldı.
1999 Ağustos ayındaki
oluşumunda, büyük emeğinin bulunduğu
Emek Platformu’nun Ankara’daki mitinginde hastalandı ve bu onun son mitingi
oldu.
Akif İNAN hep vermek üzerine
oturmuş Ağa kültürünün tezahürü olan vakıf
ve dernekçiliğin hakîm olduğu bir zümreye, temelinde “ almak “ olan bir dünyayı
açıyordu. Sendikacılık .
Öylesine çok tartışıldı ki :
Sendikacılık bize ne kadar uyar? Sonuçta hak ve adaletin arandığı her alanın,
hak arama bilincine açık olduğu gerçeği yeni bir dünyayla da tanışmış oldu.
Eğitim-Bir-Sen doğdu. Ve diğer sendikalar ve nihayet Memur-Sen.
***
M. Akif kendinden küçüklerinde akranlarının da, büyüklerinin de ağabeyiydi. Evet O bir “ ağa ”
“ bey ” di.
O hep verdi. Büyük bir miras
bırakmak için verdi. Evinin buzdolabını da sendikaya getirdiğini anlattılar
aile efradı. Evindeki tabakları sendikaya taşıdığını söylediler dostları. Kredi
kartının sendikanın mali sekreterinde olduğu da hep nakledilir.
Evet yazacağı, yazması gereken eserlerini verdi sendikasına.
Son on yılda kitapları olmadı. Ama O; başka,
bambaşka bir eser bıraktı dünyaya. Fiziken tanışmadığı yüz binlere bıraktı
eserini miras diye.O miras O’nu yaşatıyor. Ölümünün 4. yılında da diğer
yıllarda olduğu gibi yurdun dört bir köşesinde Ocak ayı boyunca anıldı.
Ardından fatihalar okundu.
Sendikal anlayışa bir derinlik
sağladı. Entellektüel bir çehre çizdi. İçini hak, adalet,
sorumluluk çerçevesinde doldurdu.
***
Sendikacılığı ideolojik
arenadan kurtardı.
Eğitim-Bir-Sen’le birlikte
bütün sendikalar kendi anlayışlarını sorgulama ihtiyacı duydular. Bu manada
diğer sendikalarında öğretmenliğini üstlenmiş oldu.
Eğitim-İş ve Eğit-Sen’den
sonra bunların birleşmesiyle 1995’te oluşan
Eğitim-Sen diğerlerinden farklı bir profil çizmek zorunda kalmıştır.
İdeolojik görüntüsünü törpülemek ihtiyacı duymuştur.
Aynı şekilde siyasî partilerle
ilişkiler noktasında çizilen net çizgiler diğer sendikalar içinde uyarıcı
olmuştur.
O sendikacılığın uzun soluklu
bir koşu olduğunun hep bilincinde oldu. Bunun içinde günübirlik siyasî
tarafgirliği tercih etmedi. Bu noktada özellikle bizlerin daha çok dikkat
etmemiz gerektiğine vurgu yaptı.
Geçmiş bütün bültenlerimizde
yayınlarımızda bu konunun altı defalarca çizilmiştir. Bu tür tarafgirliklerin
sendikaların yönlendirici vasfını ortadan kaldıracağına inanmıştır.
“Siyasî partilerin var
olabilmesi içinde bütün bütün mesailer verilmelidir” inancı her zaman hakîm
olmuştur.
Bununla beraber diğer sivil
toplum kuruluşlarına karşı da tavrı aynıdır. Onların varlığı için gereken
destek her zaman verilmiştir. Örgütlü toplumun gelişmiş toplum olduğuna hep
işarette bulunmuştur.
Akif İNAN’ın hayatı içerisinde
hep toplumun sesi olan yapılar yer almıştır.
***
O bir şairdir. Geleneği
geleceğe taşıyan bir anlayışı sergilemiştir.
O divan edebiyatı nazım türü
olan gazeli günümüzün sesiyle dillendirmiştir. Edebi anlayışının belirgin vasfı
“geleceğin köklerini maziye bağlama” çabasıdır. O bu anlayışını sendikal
duruşuna da taşımıştır. Bu duruşu sendikada hakîm kılmak için en ince
ayrıntısına kadar dikkat etmiştir.
Memur-Sen anlayışının
kökenleri Ahilik teşkilâtında kendini bulur. Bunu en sanatsal anlamıyla
logomuzda görmek mümkündür.
Eğitim-Bir-Sen logosunun alt
zeminini geleneksel eğitimin simgesi rahle biçimindeki barışın sembolü olan
defne dalları temsil ederken, üst
kısmında modern milli eğitimi ifade eden meşale vardır.
O’nun şair duyarlılığı
kendisini bütün sendikal metinlerde de gösterir. Hiçbir kelimenin fazladan
kullanılmamasına, yanlış kullanılmasına aşırı hassasiyet gösterdiğini
çevresindekiler, O’nun edebi
terbiyesinde yetişmiş olanlar dile getirmişlerdir.
***
O bir Mütefekkirdir :
Döneminin en etkin düşünce dergisi Hilal Dergisinin başında çok genç yaşta
bulunmuştur.
18 yaşında “Urfa'lı Şairler”
diye bir konferans vermiştir. Daha lise üçte
A. Haşim ’in şiirlerinin tamamını ezbere okuduğuna tanıyan herkes şahit.
Adres bulmakta hiçbir hafıza
yeteneğine sahip olmayan Akif ’in,
Doğudan Batıdan binlerce şiiri ezbere bildiğini yine tanıdıkları
hatıralarında anlatmaktadırlar. Bu yeteneğini daha sonra sendikanın
teşkilâtlanma çalışmalarında kullandı ve binlerce Memur-Sen üyesini çoğu zaman
isimleriyle, özellikleriyle tanıdı. Onun
mütefekkir kişiliği hep Eğitim-Bir-Sen ‘in baskın özelliği oldu. Günübirlik
sendikal metinlerde bile felsefî bir derinliğin varlığı hep dikkat çekmiştir.
***
O bir Öğretmendir : Yıllarca
çeşitli okullarda öğretmenlik yaptı. Öğrencilerinin hatıralarında O;
babacan, efendi, sık giyinen,
kültürlü, saygın bir öğretmendir.
Daha sonraki yıllarda
öğrencilerinde bıraktığı bu intibânın
sonuçlarını sendikal teşkilâtlanma aşamasında sendikaya katkı olarak
değerlendirdi.
Türkiye’nin dört bir yanında
öğrencileri vardı. Bu öğrencilerine mektuplar gönderdi. Bu mektuplarla onları
sendikal çalışmaya davet etti. Öğrencilerinin büyük bir kısmı bu daveti bir
emir telakki ederek çalışmalara katıldılar.
***
O bir Örgütçüdür : Daha 1964
yılında Türk Ocağındaki müdürlüğüyle birçok insanı tanıdı. Yıllarca ülkenin
yönetiminde önemli görevler üstlenmiş olan,
hatta üstlenecek olan birçok kişiyi burada bir araya getirdi. Burada
ülkenin birçok entellektüelini tanıma imkânını da buldu.
Ayrıca Türk Taşıt İşverenleri
sendikasındaki görevi Akif İNAN ’a büyük bir birikim sağladı
Bu iki görevde edindiği
çevreyi ve birikimi Eğitim-Bir-Sen ve Memur-Sen’in teşkilâtlanmasında kullandı.
Akif İNAN’ın siyasal ve
bürokratik kesiminden oldukça çok tanıdığı ve bu tanıdıkları üzerinde baskın
bir saygınlığı da vardı. Bu Eğitim-Bir-Sen için bir güç oldu. Ve bu güç her
zaman değerlendirildi.
***
O bir Entellektüeldir : İlk
gençlik yıllarından, son dönemlerine
kadar Akif İNAN hep kültürel bir çevrenin içerisinde bulundu.
Gerek kurucuları arasında
bulunduğu dergi çevreleri gerekse lise yıllarında edindiği arkadaş çevresi Türk
kültür hayatında etkin insanlardır.
Bunlarla beraber Türk Ocağı
O’nun entellektüel birikimine katkıda bulunan çevrelerden biridir. Bu çevreleri
iyi değerlendirmiş eşi Sevim Hanım’ın şahadetiyle gece yarılarına kadar okuması
onun her zaman artı özellikleri olmuştur.
Entellektüel kimliğini
sendikacılığına da yansıtmıştır. Bu güne kadar bir alt kültür organizasyonu
olarak algılanan sendikacılığa entellektüel bir boyut kazandırmıştır.
***
O bir Çelebidir : O’nun
beyefendi tavrı ilişkide bulunduğu bütün insanları etkiliyordu. Bu nedenle de
bulunduğu ortamda sözü dinlenen, saygı
duyulan bir insan oldu. Bulunduğu ortamları paylaşanlar, “ son sözü hep O söyledi ” diye kanaat birliği
içerisindedirler . “O toparlayıcıydı” diye de ekliyorlar. O’nun bu özelliği
sendikacılığının harcını oluşturuyor.
O sıra gecesi kültüründen
geçmiş bir “hâne sahibi”ydi. Ankara Seyran Bağları’nda ki evinin adresini
bilmeyen, orada konaklamayan hiçbir dostu yok gibidir. Dostları, “Ankara’daki
buluşma adresimizdi” diyorlar.Necip Fazıl KISAKÜREK Anakara’ya geldiğinde hep o
evde kalırdı. Üstad’ın orada olduğunu bilen herkeste orada olurdu. Sohbetler
sabahlara kadar sürerdi. O, sohbetlerin
“Ağa” “bey” iydi.
“Ağa” “bey”liğini çelebi
tavırlarında mecz etmiştir.
Giyimi, kuşamı,
traşı hep bir özeni gösterirdi.
Ve bunu sendikada görev yapan
herkesten de isterdi.
Sendikacının giyiminin, kuşamının,
konuşmasının, davranışlarının hep
etkili olmasını isterdi. Hatta bu isteğinin sendika binaları içinde geçerli
olduğunu belirtirdi. Şube binalarının şehrin en merkezi yerinde olmasını, boyasının,
badanasının ve dekorasyonunun belli bir standardı yakalamasının bir
gereklilik olduğunu belirtirdi.
Hülasa, yakın arkadaşlarından Halil ÜRÜN ’ün ifade
ettiği gibi “Bazı insanlar yaşarken kınlarındaki kılıç gibidirler, öldükten sonra ise kınlarından çekilmiş yalın
kılıç gibi olurlar, Akif İNAN bu nev-î den
bir insandı.”
O’nun sendikal anlayışı sadece
Eğitim-Bir-Sen ve Memur-Sen için değil Türk Sendikal yaşamı için bir kazançtır.