11 Ağustos 2025 Pazartesi

FATİH CAMİİ’NDE KALBİN DİLİYLE YAZILAN SATIRLAR

 FATİH’İN KALBİ: FATİH CAMİİ’NDE KALBİN DİLİYLE YAZILAN SATIRLAR

Sabahın ilk ışıkları, Fatih Camii’nin taş duvarlarına usulca dokunuyordu. İstanbul’un yaz sıcağına meydan okuyan serinlik, avludan içeri adım atan herkesi sarmalıyordu. Her sabah olduğu gibi, yaşlı adam caminin köşesinde sessizce oturuyor, elinde küçük defteriyle uzaklara dalıyordu. Sessizliği yalnızca ahşap kapının gıcırtısı ve sabah ezanı ile kanatlanan kuşların sesi bozuyordu.

Tesadüf Değil, Bir Karşılaşma

Ali, üniversiteye hazırlanan, kafası sorularla dolu bir gençti. Bir gün kütüphaneden çıkarken nedensiz bir merakla Fatih Camii’nin kapısından içeri girdi. Taş yapının içinde, köşede hareketsiz oturan yaşlı adam dikkatini çekti. Onun duruşunda, sanki kalbin diliyle çağıran bir şeyler vardı. Yanına oturdu, hiç konuşmadan. Belki de ilk kez, susarak anlaşılabileceğini o an hissetti.

Şiir mi, Kalbin Dili mi?

Günler geçti, Ali her sabah aynı köşeye uğramaya başladı. Yaşlı adam defterine bir şeyler yazar, sonra dalar giderdi. Bir gün Ali cesaretini topladı:
— Affedersiniz amca, hep yazıyorsunuz. Şiir mi onlar?
Yaşlı adam gülümsedi. O gülümseme, yıllar boyu saklanmış bir sessiz çiçek gibiydi.
— Şiir denmez evlât. Bir yığın söz… biraz yürek, biraz acziyet… Belki de sadece kalbimin dili…

Defterden bir sayfa açtı ve okudu:
“Şi’r için ‘gözyaşı’ derler; onu bilmem, yalnız,
Aczimin giryesidir bence bütün âsârım…”

Ali, bu mısraların yalnızca bir dize olmadığını, her kelimenin bir ömür taşıdığını hissetti.
— Ağlarım, ağlatamam; hissederim, söyliyemem… Peki neden yazıyorsunuz?
— Çünkü başka türlü içim susmuyor, evlât. Dili yok kalbimin, ondan ne kadar bîzârım…

Bir Mabedin Sunduğu Huzur

Ali o gün anladı ki, kalbin diliyle yazılanlar gözle değil, yürekle okunur. Fatih Camii gibi bir mabedin içinde, insan sadece Allah’a değil, kendi kalbine de yönelir. Ve bazen susmak, konuşmaktan çok daha derin bir anlatım biçimidir.

Sessiz Vedalaşma

Bir sabah geldiğinde, yaşlı adam artık orada değildi. Köşede sadece küçük defteri kalmıştı. Üzerinde şu not yazıyordu:
“Oku, şâyet sana bir hisli yürek lâzımsa;
Oku, zira onu yazdım iki söz yazdımsa.”

Ali, defteri ellerine aldı. O satırlar sanki Fatih’in taş kalbinden çıkmış gibiydi. Cami artık onun için sadece bir yapı değil; yaşayan, nefes alan bir kalpti. Ve o gün anladı: Kalbin sesi bazen mısralara sığınır, bazen taşlara, ama en çok da başka bir kalpte yankı bulmak ister.

 

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder