3 Ağustos 2017 Perşembe

MEHMET AKİF İNAN (Erol BATTAL)

MEHMET AKİF İNAN
                                                                                                    EROL BATTAL
12 Temmuz 1940 tarihinde Şanlıurfa’nın Balıklıgöl mahallesinde doğdu. Çocukluğu ve ilk gençlik yılları Su mahallesindeki evde geçti. Babası,  Urfa’nın Mirzaali aşiretinden gümrük memuru Hacı Müslim Efendi’dir. Annesi Maraşlı olup Dedeoğulları’ndan Mehmet Tevfik kızı Şakire Hanım’dır. Müslim Efendi,  Akif İnan’ın annesi Şakire Hanım’la Antep’te evlenir. Bu evlilikten dördü erkek,  ikisi kız altı çocuk dünyaya gelir. M. Akif altı kardeşin en büyüğüdür.
İlkokulu Urfa’da Cumhuriyet İlkokulu’nda (1952),  ortaokulu ve son sınıfa kadar liseyi,  Urfa’da okudu (1958). Son sınıfta iken öğretmeniyle yaptığı bir münakaşa yüzünden annesinin memleketi olan Maraş’a sürgüne gider ve Maraş Lisesi’nden mezun olur (1959).
1959’da Ankara’ya gelir. Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi, Türk Dili ve Edebiyatı bölümüne kaydolur. Fakülte ikinci sınıfta iken okulu bırakır. Daha sonraları Nuri Pakdil’ in ricasıyla 1962’de tekrar fakülteye girer ve on sene sonra 1972’de yaz döneminde buradan mezun olur. Öğrencilik yıllarını kendisi şöyle anlatmaktadır: “İlk, orta ve son sınıfa kadar liseyi Urfa’da okudum. 1950’den itibaren Türkiye’nin içine girmiş olduğu değişim süreci herkesin üzerinde etkili oluyordu. Yavaş yavaş fikrî ve siyasî bir uyanma dönemi başlamıştı. Aydın ve halk giderek  üstünden korkuyu,  çekingenliği atıyordu. Çok partili hayat, insanlarımızı değişik fikirleri savunmaya, inançlarını konuşabilmeye biraz imkân vermişti. Farklı dergiler,  gazeteler çıkıyordu. Ben okumayı seven bir aileden geldiğim için bu yayınları izliyordum. Çevremin ve ailemin muhafazakâr oluşu,  kişiliğimde değerini almıştı. Bu kişiliğin üzerine yayınlar da eklenince daha sosyal bir alana yol alıyordum. Benim gibi olan sınıf arkadaşlarım vardı. Doğunun,  Batının Türkçe’ye çevrilmiş belli başlılarını hızla deviriyordum. En sıkışık günlerimde bile altı,  yedi saat verebiliyordum okumaya. Tatil günlerinde bu bazen on saati geçiyordu. Bir yandan da yazmaya hevesim başlamıştı.”
Lise yıllarında yazmaya başlayan İnan’ın ilk yazı ve şiirleri,  Urfa Demokrat Gazetesi’nde yayınlandı. Urfa’ da bir grup arkadaşıyla “Derya” adlı bir gazete çıkardı(1958). Hepsi de lisenin son sınıfında okuyan bu arkadaşların her biri ileride ünlü gazeteci,  yazar ve yayıncı olacaklardır.
Akif İnan’ın 1959’da Maraş lisesi son sınıfındayken tanıştığı, sanat ve edebiyata ilgi duyan,  şiir,  hikâye ve denemeler yazan arkadaşları arasında başta Nuri Pakdil olmak üzere Erdem Bayazıt,  Cahit Zarifoğlu,  Aleaddin Özdenören ve Rasim Özdenören bulunmaktaydı.
Maraş’ta öğrenciyken “Hizmet” adlı mahalli bir gazetede sürekli yazılar yazar. Ankara’da,  hemşehrisi Salih Özcan’ ın çıkardığı ve ilk sayısı Kasım 1958’de yayınlanan,  ”İslâmi Hilal” dergisinin (1962-1964 dönemi) müessese müdürlüğünde bulunur. Bir kısım yazıları bu dergide yayınlanır. Hilal dergisinin yayınlarını yönetir. Bu dergi, 1960’lı yılların önemli aylık İslâmi mecmualarından biridir.
M. Akif İnan,  1964-1969 yılları arasında Türk Ocaklarında önce müze ve kütüphane,  sonra merkez müdürlüğü yapar. Bu dönemde başta Türk Yurdu olmak üzere,  Türk Ruhu, Filiz,  Fedai,  Orkun,  Oku,  Defne,  Yeni İstiklal gibi dergi ve gazetelerde şiir ve yazıları yayınlanır. Bu dönem içinde yazıp da dergilerde yayınladığı hiçbir şiirini daha sonra yayınlayacağı iki şiir kitabına almaz.
23.07.1965 yılında edebiyat öğretmeni Sevim Hanım’la evlenir. Bu evlilikten 1967 doğumlu Şakire Banu adlı kızı dünyaya gelir.
M. Akif İnan, 1969-1972 yılları arasında Ankara’da Türk Taşıt İşverenleri Sendikası’nda uzman olarak çalışır. Burada edindiği sendikacılık deneyimlerini,  daha sonra Eğitim-Bir-Sen ve Memur-Sen’e taşır.
Akif İnan bütün fikirlerini Büyük Doğu’dan özümlediğini,  adeta bir anneden süt emer gibi emdiğini açıklar:
“Anamı sorarsan Büyük Doğu’dur,Batı ki sırtımda paslı bıçaktır.”
Akif İnan, 1969’da deneme ve oyun yazarı Nuri Pakdil’ in öncülüğünde çıkan Edebiyat Dergisi’nin kurucuları arasında yer alır. Bu derginin isim babası da kendisidir.
Mehmet Akif İnan cemiyetçi kişiliği ve sosyal olaylarla yakın ilgisi yüzünden 1959 yılında kaydolduğu fakülteyi 1971-1972 ders yılının yaz döneminde bitirerek Türk Dili ve Edebiyatı lisans diplomasını alır. Aynı yıl Uşak İmam Hatip Lisesi’ne Türkçe ve Edebiyat öğretmenliğine atanır. 1975 yılında kısa dönem askerliğe alınır.
Askerlik dönüşü, ilk sayısı Aralık 1976’da yayınlanan “Mavera” adlı aylık edebiyat dergisinin kurucuları arasında yer alır. Kurucu kadroda bulunan şair ve yazarlar daha önce Büyük Doğu, Diriliş ve Edebiyat gibi dergilerde yazmışlardı. Kurucu kadroda yer alan şair ve yazarlar daha sonra şair Cahit Zarifoğlu’nun bir şiir kitabına ad olacaklardı “Yedi Güzel Adam” diye. Bu yedi güzel adamın altısı şair, hikâyeci ve yazardır. Kurucu altı kişi şu isimlerden oluşmaktadır. Erdem Beyazıt,  Ersin Gürdoğan,  M. Akif İnan,  Aleaddin Özdenören,  Rasim Özdenören,  Cahit Zarifoğlu. Yedincisi ise yazar olmayıp ancak sözü,  saatlerce konuşsa bile dinlenebilen,  dönemin en önemli sohbetçisi diye bilinen Hasan Seyithanoğlu’dur.
Mavera dergisi,  163 sayı (14 cilt) yayınlandıktan sonra 1990’da kapandı. Mehmet Akif İnan,  1977’den itibaren Yeni Devir ve Milli Gazete’de Akif Reha,  Mehmet Reha imzasıyla günlük fikir ve sanat yazıları yazdı. M. Akif İnan kendi isminden başka yazılarında şu takma isimleri kullandı:Mehmet Reha, Müslimoğlu, Mithat Mirzaali.
1977’den 1980’e kadar Ankara Gazi Eğitim Enstitüsünde Türkçe Edebiyat öğretmenliği yaptı. Daha sonra Ankara Fen Lisesinde öğretmenliğe atandı. Vefatına kadar bu lisede öğretmenlik yaptı.
Akif İnan’ın konferansçılığı,  hayatı boyunca devam etti. Nisan 1979 yılında Adapazarı’nda düzenlenen bir mitingde yaptığı konuşmadan ötürü 16 Nisan 1979 günü gözaltına alındı.
1982 yılında kısa adı KASD olan Kayseri Sanatçılar Derneği tarafından verilen KASD deneme ödülünü aldı. 1995’te uluslararası şiir şöleninde kendisine Türkmenistan’ın ünlü şairi Mahdum Kulu Şiir Ödülü verildi.
1980 yılında hac farizasını yerine getirdi. Bir süre Kanal 7 televizyonunda haftalık kültür ve sanat programları yaptı (1998).
Osmanlı şiiriyle çağdaş bir bağ kurmaya yönelen yeni bir sanat nazariyesini tartışan yazıları ve bunun örneklerini teşkil eden şiirleri ile dikkatleri üstüne çekti.
İlk eseri “Edebiyat ve Medeniyet Üzerine” 1972’de, ilk şiir kitabı olan “ Hicret” 1974’te yayınlandı. Eğitim Enstitüleri için yazdığı ders kitabı “Yeni Türk Edebiyatı” (Oktay Çağlar ile birlikte) 1977’de, denemelerini içeren “Din ve Uygarlık” kitabı 1985’te ve son şiir kitabı “Tenha Sözler” 1991’de yayınlandı. Yayına hazır en az on kitabı daha vardır. Kendisinin vasiyeti üzerine ailesi tarafından yayına hazırlanmaktadır. Vefatından önce hakkında yapılmış iki tane de fakülte bitirme tezi vardır.
1992’den itibaren yedi yıl,  sürekli Eğitim-Bir’in ve Memur - Sen Konfederasyonunun genel başkanlığını yaptı. 1999 Haziran ayında sendikanın Ankara’da yaptığı bir miting sonunda rahatsızlandı. Soğuk algınlığı ve zatürree teşhisi ile Gazi Üniversitesi Araştırma Hastanesi’ne yatırıldı. İlerleyen zamanlarda akciğer kanserine yakalandığı ortaya çıktı.
Vefatından yirmi gün önce doğduğu yere,  baba ocağına,  Nebiler yurdu , Urfa’ ya, kardeşleri tarafından ramazanı Urfa’da geçirmek bahanesiyle hastaneden alınarak götürüldü. Bir Ramazan gecesi, 6 Ocak 2000, gece saat 02:00’de Hakkın Rahmetine kavuştu. Cenazesi 7 Ocak Cuma günü öğle namazını müteakip Hasan Paşa Camiinde kılınan cenaze namazından sonra Harran Kapı aile kabristanına defnedildi.

AKİF İNAN’IN SENDİKACILIĞININ ARKAPLANI

Mehmet Akif İNAN sendikacılığının tam olarak değerlendirilebilmesi O'nun hayat hikâyesinin; ayrıntılarına ve kişiliğine dikkat etmekle mümkündür.
Akif İNAN sendikacılığında, yapılan işlerin,  söylenen sözlerin zamanının, üslubunun önemi görmezden gelinemeyecek kadar belirleyicidir.
Sendikanın kendisini tanımladığı Eğitim-Bir  bülteninin ilk sayısı olan Temmuz 92 sayısı bu manada ilk numunemizdir.
Bu ilk bültende sendikanın kuruluşu,  kurucuları,  ilkeleri,  prensipleri,  amaçları ve mücadele biçimiyle beraber,  Milli Eğitimin sorunları ve bu sorunlara çözüm önerileri sunulur. Yani çözüm önerisi sunulmadan, sorun dile getirmeme  düşüncesi daha başlangıçta ortaya konan tavırdı.
İlk sayıda dikkat çeken ve Türk sendikal hayatı için belki de bir ilk olan haklar kadar,  sorumluluklardan da bahsedilmesidir.
Bu hak arama biçimi Eğitim-Bir-Sen ‘in tarihi arka planının kendisine yüklemiş olduğu bir sorumluluktur. Eğitim-Bir-Sen ’in ve daha sonra Memur-Sen ‘e bağlı bütün sendikaların tarihî arkaplanlarında “Ahilik” anlayışının tezahürlerini görmek mümkün olacaktır.
Hak etmeden,  yani sorumluluklar yerine getirilmeden, hiçbir haktan bahsetmemek,  iş ahlâkını her zaman korumak, yapılan işte en iyiyi meydana getirmek ve bunun karşılığındaki hakkın mutlaka örgütlü bir mücadele içerisinde alınması gerektiğini aynı yükümlülüğün bir parçası olarak değerlendirmek Akif İNAN sendikacılığının genel çerçevesini çizer.
Eğitim-Bir-Sen mücadele yönteminde; kırmak,  dökmek,  başkalarına zarar vermek ve zarar görmek asla öngörülmemiştir. Uygulanmamıştır.
Sendikal mücadelede öncelikle sorun tespit edilmiş,  sorunun boyutu,  mahiyeti çizilmiş, çözüm önerileri tespit edilmiş ve bu çözüm önerilerinin hayata geçirilebilmesi için örgütlü gücün imkânları devreye sokulmuştur.
Bunun için takip edilen metot genellikle,  sorun ve çözüm önerileri, sorunu çözecek makama ziyaretle iletilir. Bu makam siyasî erkse,  siyasî erk;  bürokratik makamlarsa,  bürokratik makamlardır.
Sonuç alınmazsa,  sorun ve çözümü kamuoyuyla paylaşılır. Bu paylaşım çeşitli biçimlerde olur: Basın bildirisi,    kitlesel basın açıklaması,  panel,  seminer,  konferans,  imza kampanyaları,  anketler,  çeşitli destek arama ziyaretleri,  afişler,  siyah çelenk,  miting. Sokağa dökmek,  dökülmek sondan bir önceki etkinlik.
Son eylem: İşi bırakmak.
Bütün bu etkinliklerde inceden inceye hesaplanan, amaca ulaşılsın. Ancak hiç kimse,  hiçbir şekilde zarar görmesin veya nasıl daha az zarar görür. Bunun muhasebesi çıkarılmadan hiçbir eyleme müsaade edilmemiştir. Hiçbir eylem gerçekleştirilmemiştir.
Bu anlayış, çoğu zaman;“insanların zihnine yanlış olarak zerk edilen sendikal mücadele biçimiyle” çeliştiği için eleştirilerde almıştır. Özellikle sol sendikal anlayışın baskın görüntüsü bu eleştirilerin kaynağını oluşturmuştur. Bu sendikal anlayış; hep muhalif olmak,  hiçbir şeye memnun olmamak kitleleri manüpüle ederek sokağa dökmek,  sonucu ne olursa olsun kırmak,  dökmek ve bunu sadece bir şey için yapmak: Ben varım. Bütün varlığını hırçınlığına borçlu olmak. Ve bunu ideolojik arka planının gereği saymak.
Bu manadaki eleştiriler dikkate alınmakla beraber yeni bir sendikal kültürde kitlelere ulaştırılmaya çalışılmıştır.
Bu sendikal kültür dayanağını çalışmamızın başında da ifade ettiğimiz gibi tarihsel kökeninden alıyordu.
Aradan geçen zaman içerisinde zamanın rafine edici özelliği Akif İNAN sendikacılığını haklı çıkarmış. Bugün kamu sendikacılığının eğitici unsuru olarak bu anlayış belirleyici olmuştur.
***
Akif İNAN sendikacılığı zor bir zeminde start almıştır.
Ağa kültürü ile yetişmiş bir camiaya bu kültürle hiçbir akrabalığı olmayan sendikal alanda hareket sağlamak,  aşılması çok güç bir işti.
Ağa kültüründen hak arama bilinci oluşturmak yakın çevresinde bulunan yazar çizer arkadaşlarına dahi anlatmakta zorlandığı bir büyük sorundu.
M. Akif  İNAN yakın çevresine hâlâ bunu anlatamasa da bu sorunu aşmıştır. Ve bugün 200 binleri aşan bir MEMUR-SEN ailesi vardır.
Hak arama bilinci oluşturulmuş,  insanlara haklarını aramalarının bir erdem olduğu düşüncesi ulaştırılmıştır. Bu hedefe ulaşmak uzun zaman almış. İnsanlar bu durumu değerlendirirken de bazı yanlış sonuçlara varmışlardır. Eğitim-Bir-Sen ve Memur-Sen’in teşkilâtlanmasının zorluğunun ve uzun zaman alışının O‘nun sendikal anlayışının bir uzantısı olduğunun farkına varamamışlardır. Daha sonraki sayfalarda Eğitim-Bir-Sen’in sivil toplum olarak kendisini tanımlarken çizmiş olduğu portre,  O’nun kimseye dayanmadan kendi ayakları üzerinde var olma ilkesinin bir sonucu olduğunu ortaya koymaktadır.
Eğitim-Bir-Sen kendisini hiçbir siyasal yaklaşımın ve ideolojinin kanatları altına vermemiştir,  kendi dinamizmini kendisi oluşturmuştur. O nedenle de istikrarlı bir şekilde büyüyen bir bünyeye sahip olmuştur. Bugün aynı iş kolunda faaliyet gösteren ve bir anda büyüyen rakipleri küçülürken,  Eğitim-Bir-Sen ve Memur-Sen büyümektedir.
***
Yukarıda da ifade ettiğimiz gibi Akif İNAN’ı ve O ’nun mücadelesinin büyüklüğünü en yakın çevresi bu gün bile tam olarak algılayabilmiş değillerdir.
Onlar hâlâ “M. Akif İNAN sendikacı olmasaydı üç-beş şiir daha yazardı veya bir-iki kitap daha çıkarırdı” nın hesabı içerisindeler. Bu dostları her yıl Ocak ayı içerisinde Memur-Sen ve Eğitim-Bir-Sen olarak yurdun dört bir yanında düzenlenen anma toplantılarına çağırılır. Ve bu zatlarda gelip AKİF‘le ne kadar yakın,  ne kadar iyi dost olduklarını anlatırlar,  sonra da “O bir şairdi,  niçin sendikacı oldu ki” derler.
Bu insanlar, hayatlarında toplum adına hiç bir şey yapmamış sadece ve sadece kendilerini tatmin için kendilerine çizdikleri hiç kimsenin de kâle almadığı,  uzak noktaları entellektüellik zanneden küçük dünyaların insanları olarak kalmaya mahkum,  hastalıklı zihinler olarak değerlendiriyorum.
Bu zihin yapısına göre şair,  edebiyatçı bohem olmalıdır. Kendine çizdiği fildişi kulelerden ahkamlar kesmeli,  hayatla,  toplumla hiçbir bağı olmamalıdır. Onlar sadece güzel,  süslü sözler söyleyip,  nutuklar atmalılar,  başkaları da onları el üstünde tutup “ne büyük adam” demeliler.
Halbuki M. Akif İNAN iklimini yaşayan hiçbir büyük şair,  edip onların çizdiği sığ kalıbın insanı olmamışlardır.
Bir şey daha söylenmeli,  aşağıdaki insanlar onlara göre şair de değildir.
Yunus Emre bir davanın bir inancın sesidir.Mevlana ha keza Köroğlu,  Dadaloğlu herhalde bunlarda o insanların kalıbına uymaz.
M. Akif  ERSOY  bir davanın,  bir kimliğin savunucusudur.
N. Fazıl KISAKÜREK ölçeğinde hangisi eser vermiştir, bu insanların, cidden merak edilecek bir konu. Halbuki Üstad bir dava bir aksiyon adamıydı.
Aynı şekilde Sezai KARAKOÇ bir siyasal parti kurmuş,  O’nun genel başkanlığını yapmış,  tüzüğünü yazmış,  parti programını oluşturmuştur.
Herhalde bu söylemin kendisine en yakın bulacağı isim Nuri PAKDİL’dir demek,  Nuri PAKDİL ’e hakaret olur. O’nun “ tavır adamı ” kimliğini inkar etmiş oluruz.
Yakın çevresinin bu anlayışı bazen M. Akif İNAN ’ı yalnızlık duygusuna sevk etmiş olsa da O inandığı davadan geri durmamıştır.
Çünkü yine yakın çevresinden,  sendikacı arkadaşı Zübeyir YETİK ‘in ifade ettiği gibi “ sendikacılık hiçbir şeyin  aracısı değildir,  sendikacılık ancak sendikacılık için yapılır,  sendikacılık şurasından,  burasından tutularak yapılacak bir uğraş değildir. O hayatın 24 saatine şamil bir meslektir. Çünkü sendikacılık,   her türlü oligarşiye karşı demokratik sistem içerisinde katılımcı ruhu taşımaktır. “ Akif İNAN’ın sendikacılığı budur. Zübeyir YETİK Bey’in bu tanımlaması Akif İNAN sendikacılığının özeti gibidir. Ve  Zübeyir YETİK bu düşüncelerini yine bir anma toplantısında arkadaşlarından birinin,  Akif İNAN‘ın kültürel birikimini yaymak için sendikacılık yaptığı sözüne karşı söylemiştir.
Bu tartışmayı açan Akif İNAN‘ın edebiyatçı dostlarından şunu beklemek herhalde hakkımızdır. Akif İNAN’ın on yılını alan,  gecesini gündüzünü işgal eden,  Anadolu’yu karış karış gezerek oluşturduğu bu mücadelesine daha saygılı olunuz. Kıskanmanın da bir sınırı olsa gerek.
M. Akif İNAN “ ağa kültüründen, hak arama bilincini oluşturmak ” için göstermiştir çabasını. O nedenledir zorluğu. İşte bu noktadadır çoğu zaman dostlarından yakınması. En kolay onlara anlatabileceği zannıdır O’na sıkıntı yaşatan. Bu zan doğru çıkmamıştır. Duyduğu yalnızlık sıkıntısının da temelini bu yanılgı oluşturmaktadır.
***
Hak arama bilinci oluşturulması “ zihnî bir devrimi “ gerektiriyordu. Bu zihnî devrimi gerçekleştirebilmek ve şimdiye kadar bir alt kültür anlayışıyla hareket eden sendikacılığa entelektüel bir boyut kazandırmak yoğun bir çalışmayı,  gayreti,  tekrar tekrar yenilenmeyi gerektiriyordu.
Akif İNAN’ın şair,  edip,  entellektüel kimliği ancak burada vurgu kazanabilir. Bu vurgu; O’nun rakipleri tarafından bile kabul edilmiş, sendikacılığa yeni bir boyut kazandırmış olan özelliğidir.
Akif İNAN’ın mücadelesi bu zemin üzerine oturuyordu. Bu zemini sağlamlaştırmak,  bu zemini genişletmek,  Türkiye çapına yaymak,  bütün kamu çalışanlarına ulaştırmak,  Akif İNAN’ın son on yılını aldı.
1999 Ağustos ayındaki oluşumunda,  büyük emeğinin bulunduğu Emek Platformu’nun Ankara’daki mitinginde hastalandı ve bu onun son mitingi oldu.
Akif İNAN hep vermek üzerine oturmuş Ağa kültürünün tezahürü olan vakıf  ve dernekçiliğin hakîm olduğu bir zümreye,  temelinde “ almak “ olan bir dünyayı açıyordu. Sendikacılık .
Öylesine çok tartışıldı ki : Sendikacılık bize ne kadar uyar? Sonuçta hak ve adaletin arandığı her alanın, hak arama bilincine açık olduğu gerçeği yeni bir dünyayla da tanışmış oldu. Eğitim-Bir-Sen doğdu. Ve diğer sendikalar ve nihayet Memur-Sen.
***
M. Akif  kendinden küçüklerinde akranlarının da,  büyüklerinin de ağabeyiydi. Evet O bir “ ağa ” “ bey ” di.
O hep verdi. Büyük bir miras bırakmak için verdi. Evinin buzdolabını da sendikaya getirdiğini anlattılar aile efradı. Evindeki tabakları sendikaya taşıdığını söylediler dostları. Kredi kartının sendikanın mali sekreterinde olduğu da hep nakledilir.
Evet yazacağı,  yazması gereken eserlerini verdi sendikasına. Son on yılda kitapları olmadı. Ama O; başka,  bambaşka bir eser bıraktı dünyaya. Fiziken tanışmadığı yüz binlere bıraktı eserini miras diye.O miras O’nu yaşatıyor. Ölümünün 4. yılında da diğer yıllarda olduğu gibi yurdun dört bir köşesinde Ocak ayı boyunca anıldı. Ardından fatihalar okundu.
Sendikal anlayışa bir derinlik sağladı. Entellektüel bir çehre çizdi. İçini hak,  adalet,  sorumluluk çerçevesinde doldurdu.
***
Sendikacılığı ideolojik arenadan kurtardı.
Eğitim-Bir-Sen’le birlikte bütün sendikalar kendi anlayışlarını sorgulama ihtiyacı duydular. Bu manada diğer sendikalarında öğretmenliğini üstlenmiş oldu.
Eğitim-İş ve Eğit-Sen’den sonra bunların birleşmesiyle 1995’te oluşan  Eğitim-Sen diğerlerinden farklı bir profil çizmek zorunda kalmıştır. İdeolojik görüntüsünü törpülemek ihtiyacı duymuştur.
Aynı şekilde siyasî partilerle ilişkiler noktasında çizilen net çizgiler diğer sendikalar içinde uyarıcı olmuştur.
O sendikacılığın uzun soluklu bir koşu olduğunun hep bilincinde oldu. Bunun içinde günübirlik siyasî tarafgirliği tercih etmedi. Bu noktada özellikle bizlerin daha çok dikkat etmemiz gerektiğine vurgu yaptı.
Geçmiş bütün bültenlerimizde yayınlarımızda bu konunun altı defalarca çizilmiştir. Bu tür tarafgirliklerin sendikaların yönlendirici vasfını ortadan kaldıracağına inanmıştır.
“Siyasî partilerin var olabilmesi içinde bütün bütün mesailer verilmelidir” inancı her zaman hakîm olmuştur.
Bununla beraber diğer sivil toplum kuruluşlarına karşı da tavrı aynıdır. Onların varlığı için gereken destek her zaman verilmiştir. Örgütlü toplumun gelişmiş toplum olduğuna hep işarette bulunmuştur.
Akif İNAN’ın hayatı içerisinde hep toplumun sesi olan yapılar yer almıştır.
***
O bir şairdir. Geleneği geleceğe taşıyan bir anlayışı sergilemiştir.
O divan edebiyatı nazım türü olan gazeli günümüzün sesiyle dillendirmiştir. Edebi anlayışının belirgin vasfı “geleceğin köklerini maziye bağlama” çabasıdır. O bu anlayışını sendikal duruşuna da taşımıştır. Bu duruşu sendikada hakîm kılmak için en ince ayrıntısına kadar dikkat etmiştir.
Memur-Sen anlayışının kökenleri Ahilik teşkilâtında kendini bulur. Bunu en sanatsal anlamıyla logomuzda görmek mümkündür.
Eğitim-Bir-Sen logosunun alt zeminini geleneksel eğitimin simgesi rahle biçimindeki barışın sembolü olan defne dalları temsil ederken,  üst kısmında modern milli eğitimi ifade eden meşale vardır.
O’nun şair duyarlılığı kendisini bütün sendikal metinlerde de gösterir. Hiçbir kelimenin fazladan kullanılmamasına, yanlış kullanılmasına aşırı hassasiyet gösterdiğini çevresindekiler,  O’nun edebi terbiyesinde yetişmiş olanlar dile getirmişlerdir.
***
O bir Mütefekkirdir : Döneminin en etkin düşünce dergisi Hilal Dergisinin başında çok genç yaşta bulunmuştur.
18 yaşında “Urfa'lı Şairler” diye bir konferans vermiştir. Daha lise üçte  A. Haşim ’in şiirlerinin tamamını ezbere okuduğuna tanıyan herkes şahit.
Adres bulmakta hiçbir hafıza yeteneğine sahip olmayan Akif ’in,  Doğudan Batıdan binlerce şiiri ezbere bildiğini yine tanıdıkları hatıralarında anlatmaktadırlar. Bu yeteneğini daha sonra sendikanın teşkilâtlanma çalışmalarında kullandı ve binlerce Memur-Sen üyesini çoğu zaman isimleriyle,  özellikleriyle tanıdı. Onun mütefekkir kişiliği hep Eğitim-Bir-Sen ‘in baskın özelliği oldu. Günübirlik sendikal metinlerde bile felsefî bir derinliğin varlığı hep dikkat çekmiştir.
***
O bir Öğretmendir : Yıllarca çeşitli okullarda öğretmenlik yaptı. Öğrencilerinin hatıralarında O; babacan,  efendi,  sık giyinen,  kültürlü,  saygın bir öğretmendir.
Daha sonraki yıllarda öğrencilerinde bıraktığı bu intibânın  sonuçlarını sendikal teşkilâtlanma aşamasında sendikaya katkı olarak değerlendirdi.
Türkiye’nin dört bir yanında öğrencileri vardı. Bu öğrencilerine mektuplar gönderdi. Bu mektuplarla onları sendikal çalışmaya davet etti. Öğrencilerinin büyük bir kısmı bu daveti bir emir telakki ederek çalışmalara katıldılar.
***
O bir Örgütçüdür : Daha 1964 yılında Türk Ocağındaki müdürlüğüyle birçok insanı tanıdı. Yıllarca ülkenin yönetiminde önemli görevler üstlenmiş olan,  hatta üstlenecek olan birçok kişiyi burada bir araya getirdi. Burada ülkenin birçok entellektüelini tanıma imkânını da buldu.
Ayrıca Türk Taşıt İşverenleri sendikasındaki görevi Akif İNAN ’a büyük bir birikim sağladı
Bu iki görevde edindiği çevreyi ve birikimi Eğitim-Bir-Sen ve Memur-Sen’in teşkilâtlanmasında kullandı.
Akif İNAN’ın siyasal ve bürokratik kesiminden oldukça çok tanıdığı ve bu tanıdıkları üzerinde baskın bir saygınlığı da vardı. Bu Eğitim-Bir-Sen için bir güç oldu. Ve bu güç her zaman değerlendirildi.
***
O bir Entellektüeldir : İlk gençlik yıllarından,  son dönemlerine kadar Akif İNAN hep kültürel bir çevrenin içerisinde bulundu.
Gerek kurucuları arasında bulunduğu dergi çevreleri gerekse lise yıllarında edindiği arkadaş çevresi Türk kültür hayatında etkin insanlardır.
Bunlarla beraber Türk Ocağı O’nun entellektüel birikimine katkıda bulunan çevrelerden biridir. Bu çevreleri iyi değerlendirmiş eşi Sevim Hanım’ın şahadetiyle gece yarılarına kadar okuması onun her zaman artı özellikleri olmuştur.
Entellektüel kimliğini sendikacılığına da yansıtmıştır. Bu güne kadar bir alt kültür organizasyonu olarak algılanan sendikacılığa entellektüel bir boyut kazandırmıştır.
***
O bir Çelebidir : O’nun beyefendi tavrı ilişkide bulunduğu bütün insanları etkiliyordu. Bu nedenle de bulunduğu ortamda sözü dinlenen,  saygı duyulan bir insan oldu. Bulunduğu ortamları paylaşanlar,  “ son sözü hep O söyledi ” diye kanaat birliği içerisindedirler . “O toparlayıcıydı” diye de ekliyorlar. O’nun bu özelliği sendikacılığının harcını oluşturuyor.
O sıra gecesi kültüründen geçmiş bir “hâne sahibi”ydi. Ankara Seyran Bağları’nda ki evinin adresini bilmeyen, orada konaklamayan hiçbir dostu yok gibidir. Dostları, “Ankara’daki buluşma adresimizdi” diyorlar.Necip Fazıl KISAKÜREK Anakara’ya geldiğinde hep o evde kalırdı. Üstad’ın orada olduğunu bilen herkeste orada olurdu. Sohbetler sabahlara kadar sürerdi. O,  sohbetlerin “Ağa” “bey” iydi.
“Ağa” “bey”liğini çelebi tavırlarında mecz etmiştir.
Giyimi,  kuşamı,  traşı hep bir özeni gösterirdi.
Ve bunu sendikada görev yapan herkesten de isterdi.
Sendikacının giyiminin,  kuşamının,  konuşmasının,  davranışlarının hep etkili olmasını isterdi. Hatta bu isteğinin sendika binaları içinde geçerli olduğunu belirtirdi. Şube binalarının şehrin en merkezi yerinde olmasını,  boyasının,  badanasının ve dekorasyonunun belli bir standardı yakalamasının bir gereklilik olduğunu belirtirdi.
Hülasa,  yakın arkadaşlarından Halil ÜRÜN ’ün ifade ettiği gibi “Bazı insanlar yaşarken kınlarındaki kılıç gibidirler,  öldükten sonra ise kınlarından çekilmiş yalın kılıç gibi olurlar,  Akif İNAN bu nev-î den bir insandı.”
O’nun sendikal anlayışı sadece Eğitim-Bir-Sen ve Memur-Sen için değil Türk Sendikal yaşamı için bir kazançtır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder