FATİH’TE BİR SABAH: İSTANBUL’DA SABAH
EZANI VE FATİH CAMİİ’NİN MANEVİ HUZURU
Sabahın ilk ışıkları henüz doğmamıştı. İstanbul’un
sokakları derin bir uykudaydı, gökyüzü ise mor ile lacivertin arasında sessiz
bir örtü gibi uzanıyordu. Sabah ezanı yaklaşmış, fakat henüz hiçbir pencere
ışık saçmamış, sokaklarda adımlar yankılanmamıştı. İşte tam o anda, ağır
adımlarla bir gölge Fatih Camii’nin yolunu tuttu.
Yılların izini taşıyan saçları ve geçmişin
anılarıyla dolu gözleriyle adam, caminin avlusuna adım attığında kendini başka
bir dünyada hissediyordu. Fatih Camii, ona göre sadece taşlardan ve
minarelerden ibaret değildi; yaşayan, konuşan ve dua eden bir ruhtu adeta.
Caminin kıble tarafındaki taş merdivene oturdu,
başını kubbeye kaldırdı ve içinden şöyle dedi:
“Bu bir mabed değil; aşk ile atan, secdeyle nefes alan bir kalptir.”
Çocukluk Anısı ve İlk Teravih
O an, sekiz yaşındaki haline döndü. Babasının elini
tutup teravihe götürdüğü geceyi hatırladı. O zamanlar cami onun için kocaman
bir yerdi; sütunlar devasa, kandiller ise yıldızlar gibi gökyüzünde asılıydı.
Babası namaza durduğunda o, safın arkasında koşturan küçük bir çocuktu.
O zamanki ezanın sesiyle bugün işittiği ezan
arasında fark yoktu belki, ama yüreğindeki yankı bambaşkaydı.
İstanbul’da Sabah
Ezanı: Manevi Bir Çağrı
Birden kubbeden müezzinin sesi yükseldi:
“Allah-u ekber, Allah-u ekber…”
Adamın tüyleri ürperdi. Gökyüzü yavaş yavaş
aydınlanmaya başladı. Minareler, semaya açılan eller gibi göğe yükseliyordu.
İçinden derin bir çağrı yükseldi:
“Ben buradayım, ey Rabbim! Kalbim sadece Sana ait!”
Nesilden Nesile
Uzanan İbadet
Fatih Camii’nin avlusu dolmaya başladı. Gençler,
yaşlılar, kadınlar ve erkekler; her biri kendi hayat hikâyesiyle ama aynı kalp
ritminde, aynı kıbleye yönelmişti.
Saçları beyazlamış yaşlı bir adam, elinden tuttuğu
küçük torununu namaza getirmişti. Bu görüntü, adamın gözlerini nemlendirdi. Bir
zamanlar kendi babasının ona eşlik ettiği anı şimdi kendisi yaşıyordu.
Secdeye Eğilen
Kalplerin Huzuru
Namaz başladı; rükû, secde ve fısıltılar arasında
herkes kendi içindeki karanlığı Rabbine teslim etti. Kubbeden süzülen ışık,
avluyu manevi bir huzurla dolduruyordu.
Namaz sona erdiğinde ortamda derin ve sakin bir
sessizlik vardı. Bu sessizlik, ölüm değil; huzurun ta kendisiydi. Zaman sanki
bir an durmuş, kalpler dolmuş, ruhlar arınmıştı.
Adam secdeden başını kaldırıp sessizce düşündü:
“Bu cami sadece taş değil. Bu ibadet mekânı değil. Burası kalbimizin
Allah’a açılan penceresidir.”
Fatih Camii:
Geçmişten Geleceğe Bir Mabet
Avludan çıkarken son kez camiye baktı. Minarelerin
göğe uzanan parmakları hâlâ dua eder gibiydi. Fatih Camii, geçmişin, bugünün ve
geleceğin ruhunun secde ettiği kutsal bir mekândı.
Ve adam o sabah bir kez daha anladı:
İnsan yaşlanır, değişir ama secdeye eğilen kalpler hep aynıdır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder