19 Mayıs 2025 Pazartesi

BİR MİLLETİN YENİDEN BAŞLAMA CESARETİ

BİR MİLLETİN YENİDEN BAŞLAMA CESARETİ

‘19 Mayıs’

Bazen bir sabah uyanırsın ve bir şeyin değişeceğini hissedersin. Hani içinden tarifsiz bir umut doğar ya… İşte 19 Mayıs 1919 sabahı da milletimiz için öyle bir sabahtı. Gri gökyüzünün ardından doğan bir güneş gibi, Samsun’a çıkan bir adamla başladı her şey: Mustafa Kemal Atatürk.

Şimdi düşünüyorum da, Atatürk bu yolculuğu başlattığında belki yanında büyük bir ordu yoktu. Ama taşıdığı inanç, bir milletin yeniden ayağa kalkmasına yetecek kadar büyüktü. Çünkü o, milletin en büyük gücünün gençlik olduğunu biliyordu. İşte bu yüzden, 19 Mayıs’ı gençliğe emanet etti. Bize… Bana, sana, hepimize…

Bir öğretmenimiz geçen gün derste şöyle dedi: “Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli, sadece derslerde başarılı bireyler değil; değerli, erdemli ve kendini bilen insanlar yetiştirmeyi amaçlar.” O an kafamda bir ışık yandı. Evet ya, biz sadece bilgiyle değil, değerle, inançla, iyilikle de büyümeliyiz. Çünkü biz yalnızca sınavlara değil, hayata hazırlanıyoruz.

19 Mayıs’ı sadece bir tören olarak görmemek gerekiyor. Bu gün aslında bize şunu hatırlatıyor: Gelecek biziz! Bizim hayallerimiz, bizim gayretimiz, bizim kalbimiz… “Kendini bilen insan” diyor Maarif Modeli. Yani hem aklını kullanabilen, hem de kalbinin sesini duyan biri. Sporla bedenini, kitapla zihnini, dostlukla ruhunu besleyen bir gençlik… İşte bu yüzden, bu bayram sadece bir kutlama değil; aynı zamanda bir sorumluluk.

Belki sen de zaman zaman “Ben bu ülke için ne yapabilirim ki?” diye düşünüyorsundur. Ama unutma, Atatürk de bir kişiyle başladı. Bir adım attı ve arkasından koca bir millet yürüdü. Sen de bugün bir kitap açtığında, bir arkadaşına iyilik yaptığında, bir sorunun cevabını merak edip araştırdığında aslında bu ülkenin geleceğine ışık yakıyorsun.

İşte tam burada Maarif Modeli bize diyor ki: “Her çocuk bir cevherdir. Asıl mesele, o cevheri fark edebilmek ve işleyebilmektir.” Yani hepimizin içinde bir güç var. Belki şiir yazıyorsun, belki resim yapıyorsun, belki futbol oynuyorsun… Her bir yetenek, bu ülkenin yarınına açılan bir pencere.

19 Mayıs, sadece bir tarih değil; bir anlam, bir duruş, bir yöneliştir. Ve bugün o bayramı kutlayan biz gençler, aslında Atatürk’ün bize duyduğu güvene cevap veriyoruz: “Biz buradayız! Gelecek için hazırız. Hem bilgiliyiz hem vicdanlıyız. Hem düşünürüz hem hissederiz.”

Ve belki de en önemlisi şu: Hayal kuruyoruz. Çünkü biliyoruz ki bir milletin geleceği, hayal kurabilen gençlerle inşa edilir. Türkiye Yüzyılı, bu hayalleri gerçeğe dönüştürme yüzyılı olacak.

Kutlu olsun 19 Mayıs!
Kutlu olsun, bu ülkenin umudu olan biz gençlerin bayramı!

15 Mayıs 2025 Perşembe

ZİHNİMİZDEKİ RESİMLER

ZİHNİMİZDEKİ RESİMLER

‘Görselleştirerek Okuma ve Gerçek Okuma Gücü’

Kitap okurken ya da birinin anlattıklarını dinlerken bazen gözümüzün önünde bir resim belirir. Sanki okuduklarımız ya da dinlediklerimiz bir film sahnesi gibi canlanır zihnimizde. İşte bu duruma görselleştirme diyoruz.

Görselleştirerek okuma, yani okuduğumuz ya da dinlediğimiz bilgileri kafamızda resme dönüştürmek, anlamamıza çok yardımcı olur. Çünkü insan beyni, gördüklerini yazılardan daha iyi hatırlar. Bu yüzden ders çalışırken ya da bir metni anlamaya çalışırken bu yöntemi kullanmak çok etkili bir stratejidir.

Eğer bir hikâye okuyorsak, olayları sırayla hayal ederek kafamızda canlandırabiliriz: Başlangıçta ne oldu, sonra neler gelişti, sonunda nasıl bitti? Eğer düşünce yazısı okuyorsak, kavramları ve aralarındaki ilişkiyi basit şekillerle veya tablolarla çizebiliriz. Bu sayede hem okuduklarımızı daha iyi anlar hem de daha uzun süre hatırlarız.

Son zamanlarda internette bazı videolarda, insanlar kitap sayfalarına bir saniyeliğine bakıp tüm sayfayı okuduklarını iddia ediyorlar. Bu durum “Fotografik Okuma” diye adlandırılıyor. Birçok kişi de bu videoları izleyip “Ben neden bu kadar hızlı okuyamıyorum?” diye düşünüyor.

Ama bilim insanları bu konuda bize çok net bir şey söylüyor: Sayfaya sadece bir saniye bakarak tüm yazıyı anlamak ve hatırlamak mümkün değil. Çünkü okuma, sadece gözle bakmak değil; anlamak, düşünmek ve bağlantı kurmaktır.

Bilim insanı Hermann Ebbinghaus, insanlar anlamsız şeyleri çok çabuk unutur demiştir. Eğer okuduğumuz şeyleri anlamadan ezberlemeye çalışırsak, beynimiz bunları çok hızlı unutur. Hele ki sayfaya sadece bakıp geçersek, o bilgilerin beynimizde kalması neredeyse imkânsızdır.

Ama bu, hızlı okumak mümkün değil demek değildir. Gerçek hızlı okuma; dikkatli, anlamaya odaklı ve hayal gücümüzü kullanarak yapılan bir okumadır. Hem kelimeleri tanımak, hem de onları zihnimizde canlandırmak gerekir. Bu da beynimizin hem sol (düşünme ve dil) hem sağ (hayal gücü ve görsel) tarafını birlikte kullanmak anlamına gelir.

Kitaplara sadece göz gezdirmekle değil, anlayarak ve hayal ederek yaklaşmalıyız. Okuduklarımızı resme dönüştürmek, beynimizde daha sağlam yer etmesini sağlar. Görselleştirme, hem anlamayı kolaylaştırır hem de unutmayı azaltır.

Unutma: Gerçek okuma, sadece gözle değil, zihinle ve kalple yapılır.

13 Mayıs 2025 Salı

KENDİNİ BİLEN İNSAN

İÇİNE BAKABİLEN İNSAN

Eyüp, 7. sınıfa giden, derslerinde başarılı ama duygularını kontrol etmekte zorlanan bir öğrenciydi. Sınıf arkadaşları onu zeki bulsalar da, onunla tartışmaktan çekinirlerdi. Çünkü Eyüp, eleştirilince çabuk sinirleniyor, bazen arkadaşlarını kırabiliyordu. Kendisi de bu durumdan memnun değildi ama neden böyle olduğunu bir türlü anlayamıyordu.

Bir gün Türkçe öğretmeni, öğrencilere “Kendini tanı” konulu bir yazı ödevi verdi. Eyüp, akşam masasına oturdu, defterini açtı ama kalemi bir türlü oynatamadı. “Ben kimim?” diye düşündü. “Sadece derslerde başarılı olan biri miyim? Neden arkadaşlarımla sorun yaşıyorum? Gerçekten ne istiyorum?”

Ertesi gün okul çıkışında öğretmenine yaklaştı ve içtenlikle, “Hocam, ben kendimi pek tanımıyorum galiba,” dedi. Öğretmeni gülümsedi:
“Eyüp,” dedi, “kendini tanımaya başlamak, işte bu soruları sormakla olur. Sokrates’in dediği gibi: ‘Kendini bilmek tüm bilgeliğin başlangıcıdır.’ Ama bizim kültürümüzde bu daha da derin bir anlam taşır. ‘Kendini bilen, Rabbini bilir.’ Yani insan, içindeki özellikleri, zayıf ve güçlü yanlarını tanıdıkça Allah’ın onu nasıl bir amaçla yarattığını da daha iyi kavrar.”

Bu sözler Eyüp’ün aklında yankılandı. O akşam eve dönerken okulun yanındaki kütüphaneye uğradı. Tesadüfen eline aldığı bir kitapta yine aynı sözle karşılaştı: “Kendini bilen, Rabbini bilir.” Altında da şu açıklama yazılıydı: “İnsan, kendini tanıyarak yaradılışındaki hikmeti fark eder. Nefsini anlayan, Yaradan’ını da daha iyi kavrar.”

Eyüp, o gece odasında sessizce düşündü. Aynaya baktı ama bu kez sadece yüzünü değil, içini görmeye çalıştı. “Ben niye bu kadar çabuk öfkeleniyorum? Başkalarının eleştirilerine neden dayanamıyorum?” sorularını sordu. İşte o an, kendini tanımanın ne demek olduğunu ilk kez fark etti.

Günler geçtikçe Eyüp’ün davranışları değişmeye başladı. Bir arkadaşına kırıcı bir şey söylediğinde hemen özür diliyor, sporda başarısız olduğunda pes etmiyor, nedenlerini araştırıyordu. Öğretmenleri onun bu farkındalığını takdir etti. Artık Eyüp sadece ders başarısıyla değil, olgun tavırlarıyla da dikkat çekiyordu.

Yılsonuna doğru sınıf panosunda “En Düşünceli Öğrenci” seçildi. Türkçe öğretmeni, onu tebrik ederken şöyle dedi:
“Eyüp, sen kendini tanımaya başladığın günden beri değiştin. Bu gerçek başarıdır. Çünkü kendini tanıyan, hem hayatı hem de Yaradan’ını daha iyi anlar.”

Eyüp o gün, yalnızca bir yazı yazmamış, hayatına yeni bir yön vermişti. Artık biliyordu: Bilgelik sadece bilgiyle değil, içe bakmakla, kendini anlamakla başlardı.

Ve gerçek rehberlik, insanın hem kendisini hem de onu Yaratan’ı tanımasıyla mümkündü.


İÇİNE BAKABİLEN İNSAN

İÇİNE BAKABİLEN İNSAN

İnsanın dünyayı anlaması için önce kendini tanıması gerekir. Dışarıdaki olayları, başkalarının davranışlarını, hayatın karmaşasını anlamaya çalışmadan önce, "Ben kimim?" sorusunu sormalıyız. İşte bu yüzden “Kendini bilmek tüm bilgeliğin başlangıcıdır” sözü yüzyıllardır değerini kaybetmemiştir.

Kendini bilmek, aynaya bakmak gibi değildir. Aynaya baktığımızda sadece yüzümüzü görürüz ama gerçek benliğimiz çok daha derindedir. Nelerden hoşlanırız, nelerden korkarız? Güçlü yönlerimiz neler? Hangi konularda yardıma ihtiyaç duyarız? İşte bu sorulara verdiğimiz cevaplar bizi içsel bir yolculuğa çıkarır.

Bu yolculuk bazen kolay değildir. Çünkü kendimizi tanımak, hatalarımızla da yüzleşmeyi gerektirir. Ama unutmayalım, bilge olmak demek her şeyi bilmek değil, eksiklerini fark edebilmek ve onları tamamlamaya çalışmaktır. Cesur olmak, sadece dışarıya karşı değil, kendi içimize bakmaya da cesaret edebilmektir.

Türk atasözlerinden biri şöyle der: “Kendini bilen, işini bilir.” Bu söz aslında çok derin bir anlam taşır. Kendini tanıyan kişi ne yapabileceğini, nerede duracağını, nasıl davranması gerektiğini bilir. Böylece hem kendisine hem de çevresine faydalı olur.

Ünlü düşünür Sokrates de binlerce yıl önce Atina sokaklarında dolaşırken insanlara “Kendini tanı” öğüdünü verirdi. Ona göre, başkalarının fikirleriyle değil, kendi aklı ve vicdanıyla hareket eden insan gerçek bilgeydi. Sokrates’in bu anlayışı, sadece felsefenin değil, insan olmanın da temelini oluşturmuştur.

Kendini bilen insan, başkalarını da daha kolay anlar. Sabırlı olur, yargılamaz, duygudaşlık kurar. Nerede konuşması gerektiğini, nerede susması gerektiğini bilir. Hangi durumda nasıl davranması gerektiğini kestirebilir. Çünkü içindeki pusula, yani kendine dair bilgisi ona yön gösterir.

Okulda ders çalışırken bile bu önemlidir. Bir öğrenci hangi derste zorlandığını, hangi yöntemle daha iyi öğrendiğini fark ederse, başarıya daha kolay ulaşır. Spor yaparken, müzikle uğraşırken ya da arkadaşlık ilişkilerinde de bu böyledir. Kendini bilen kişi, neyi neden yaptığını bilir ve daha bilinçli davranır.

Kısacası bilgelik, başkalarına akıl vermekten önce, kendine dürüst olmayı gerektirir. Çünkü kendini tanımayan biri, neyi neden yaptığını bilemez. Ama kendini tanıyan biri hem başkalarına hem de hayata daha bilinçli yaklaşır.

Ve işte o zaman, gerçek anlamda öğrenmeye ve gelişmeye başlamış olur.

SINIRLARI AŞAN YOLCULUK

SINIRLARI AŞAN YOLCULUK

Hayatta bazen karşımıza duvar gibi duran zorluklar çıkar. Bir ödevi yaparken anlamadığımız konular, yeni bir beceriyi öğrenirken yaşadığımız güçlükler ya da kendimize güvenemediğimiz anlar… İşte bu anlarda farkında olmadan kendi sınırlarımızla karşılaşırız.

Peki, bu sınırlarla karşılaştığımızda ne yapmalıyız? İşte tam da burada, hayatın bize sessizce fısıldadığı bir mesaj var: Sınırlarla yüzleşmek, aslında öğrenmenin ve gelişmenin başladığı yerdir. Bu yüzleşme, sadece bilgimizle değil; taşıdığımız değerler ve sahip olduğumuz becerilerle anlam kazanır.

Örneğin sabır, azim, dürüstlük gibi değerler bize zor zamanlarda yol gösterir. Sabır, bir matematik sorusunu defalarca denememizi sağlar. Azim, bir spor hareketini defalarca çalışırken pes etmememizi sağlar. Dürüstlük, hatamızı kabul edip yeniden denemeye cesaret etmemizi sağlar. Bu değerler, bizi sadece başarılı bir öğrenci değil; aynı zamanda iyi bir insan yapar.

Ama sadece değerlerle değil, becerilerimizle de güçleniriz. Problem çözme, iş birliği yapma, iletişim kurma, zamanı iyi kullanma gibi beceriler, bizi her alanda daha donanımlı hale getirir. Bu beceriler sayesinde sınırlarımızı tanır, ama onlara teslim olmayız. Onları aşmak için yöntemler geliştiririz, farklı yollar deneriz.

İşte tam da bu noktada Maarif Eğitim Modeli bize rehber olur. Bu model sadece derslerde başarılı olmayı değil, aynı zamanda ahlaklı, erdemli ve güçlü karakterli bireyler olmayı da hedefler. Bilgiyle değerleri, becerilerle kişiliği birleştirir. Böylece sınırlarla yüzleştiğimizde yalnız olmadığımızı hissederiz. Çünkü içimizdeki bilgi, beceri ve değerler bize güç verir.

Sınırlarla yüzleşmek: beceriler ve değerler işte tam da bu yolculuğun pusulasıdır. Çünkü hayatta her zorluk, içimizdeki gücü fark etmemiz için bir fırsattır. Her sınır, gelişmeye açılan bir kapıdır. Biz bu kapıyı cesaretle araladıkça, hem kendimizi daha iyi tanır hem de daha iyi bir insan olma yolunda ilerleriz.

Unutmayalım: Başarılı olmak sadece sınavlardan yüksek not almak değil, hayatın içindeki sınavlara da değerlerimizle ve becerilerimizle güçlü durabilmektir. Ve bu yolculukta atacağımız her adım, bizi daha güçlü, daha bilinçli, daha iyi biri yapar.


BİLGİ SESSİZCE DEĞİŞTİRİR

BİLGİ SESSİZCE DEĞİŞTİRİR

Bazen bir kitabı bitiririz, kapağını kapatır kapatmaz aklımıza bir soru düşer:
“Acaba ben bu kitaptan ne öğrendim?”
Cevap vermek kolay değildir. Çünkü hemen bir fark hissetmeyiz. Hatta sanki sayfaları okuyup geçmişiz de hiçbir şey değişmemiş gibi gelir. Ama aslında bu, bilginin en sessiz halidir.

Bir gün öğretmenim bana bir hurma verdi. “Ye bakalım,” dedi. Yedim.
Sonra sordu: “Şimdi büyüdün mü?”
“Hayır,” dedim.
Gülümsedi: “Ama o hurma şimdi senin vücuduna karıştı. Et olur, kemik olur, seni fark ettirmeden büyütür.”
Sonra da ekledi: “Kitaplar da böyledir. Hemen fark edilmez ama içini besler.”

İşte o an anladım: Bilgi de hurma gibi içimize işler. Belki gözle göremeyiz ama yavaş yavaş bizi değiştirir. Her okuduğumuz hikâye, her öğrendiğimiz yeni kelime, her düşündüren yazı… Hepsi beynimize, yüreğimize dokunur. Zamanla düşüncelerimiz güzelleşir, kelimelerimiz çoğalır, olaylara daha farklı bakmaya başlarız.

Bir hikâye bize başka bir insanın duygularını anlatırsa duygudaşlık kurarız. Bir bilgi yazısı dünyaya başka bir gözle bakmamızı sağlar. Belki bugün anlamadığımız bazı şeyler, gün gelir hayatımızda önemli bir yer bulur.

Bilgi sessizdir. Bağırmaz, gösteriş yapmaz. Ama biriktikçe seni daha güçlü, daha olgun, daha bilinçli bir insan yapar.

Bu yüzden kitap okumaktan vazgeçme. Çünkü her kitap, içine bir tohum eker. O tohum büyür, filiz verir, seni fark ettirmeden değiştirir.
Tıpkı bir hurmanın vücudumuza karışması gibi…
Tıpkı bir bilginin kalbimize yerleşmesi gibi…

Unutma:
Bilgi hemen değil, zamanla değiştirir. Ama etkisi, ömür boyu sürer.

11 Mayıs 2025 Pazar

ANNE

ANNEM

‘Hayatımın Güneşi’

Anneler Günü, sadece bir takvim yaprağındaki tarih değildir. Bu gün, yüreğimizin en derin yerinde hissettiğimiz sevgiyi söylemenin, annemize "İyi ki varsın" demenin özel bir fırsatıdır. Çünkü bir anne, sadece bizi büyüten kişi değil, aynı zamanda hayatı bize sevgiyle öğreten ilk öğretmendir.

Annem, daha ben dünyaya gelmeden beni yüreğinde taşıyan, gözümün içine her baktığında sevgisini hissettiren bir rehberdir. Sabah uyanınca yüzüme tebessüm eden, düştüğümde beni kaldıran, hata yaptığımda yargılamadan kucaklayan... Onun sevgisi anlatılmaz, yaşanır.

Maarif Eğitim Modeli, sevgi, şefkat, merhamet, saygı, sabır ve fedakârlık gibi değerleri ön planda tutar. İşte tüm bu değerlerin ilk ve en güçlü kaynağı annelerdir. Bir annenin yüreğinde taşıdığı şefkat, sadece bir evladı değil, bir toplumu da iyileştirir. Bir annenin sabrı, bir nesli inşa eder. Fedakârlığı ise bir milletin geleceğini şekillendirir.

Annem, bana sadece kalem tutmayı değil; doğruluğu, yardımlaşmayı, adaleti, vicdanı ve sorumluluğu da öğretti. Hayatın sadece başarıdan ibaret olmadığını, iyi insan olmanın her şeyden önemli olduğunu onunla anladım. Maarif Modeli’nin bize öğrettiği gibi; insanı insan yapan, bilgi kadar değerlerdir. Ve o değerleri ilk olarak annem bana yaşatarak öğretti.

Toplumun temelini oluşturan aile yapısının merkezinde anne vardır. Anneler, sadece çocuk yetiştirmez, aynı zamanda milletin karakterini yoğurur. Çünkü anne, bir çocuğun yüreğine sevgiyi eker, o sevgiyle bir toplum büyür. İşte bu yüzden anneler, sadece evin değil, hayatın da ışığıdır.

Bazı insanlar annesini kaybetmiştir, bazıları annesine sarılmayı özlemiştir. Bazı anneler evlatlarına ulaşamamış, bazıları evlat hasretiyle yaşamaktadır. İşte biz bu Anneler Günü'nde sadece kendi annemizi değil; Gazze’de, Keşmir’de, Doğu Türkistan’da acı çeken anneleri de unutmamalıyız. Her annenin gözyaşının dindiği, savaşların sona erdiği bir dünya dilemeliyiz.

Annem, sen benim en kıymetli varlığımsın. Bana insan olmayı, merhametli olmayı, vefayı öğrettin. Her sabah senin gülümsemenle yeni bir güne başlamak, bana hayatın en güzel hediyesi. Sana minnettarım. Bu sadece bir gün değil, her gün senin değerini bilmem gereken bir ömür.

Seni çok seviyorum anne. Sen benim hayatımın güneşisin. İyi ki varsın.