Önce İnsan,
Sonra Meslek
Eğitimin
Ahlakla Bütünleşme Sorumluluğu
Bir toplumun geleceğini tayin eden en kritik unsur, yalnızca bireylerin
bilgi birikimi veya mesleki yeterlilikleri değildir. Asıl belirleyici, o bilgi
ve becerinin nasıl bir değer dünyasına, nasıl bir karakter zeminine
yaslandığıdır. Nitekim günümüzde sıklıkla tanıklık ettiğimiz çelişkili kimlik
geçişleri —lisede ideolojik bir fanatizm, üniversitede başka bir ideolojik
savrulma, iş hayatında çıkar odaklı pragmatizm ve emeklilikte sığınılan
yüzeysel maneviyat arayışı— bir rastlantının eseri değildir. Bu, Nevzat
Tarhan’ın ifadesiyle bir sistem hatasıdır.
Bizler eğitim süreçlerinde çocuklarımıza en ileri düzeyde matematik
formülleri, karmaşık fizik yasaları ve dijital teknolojilerin inceliklerini
öğrettik; ama insan olmanın, dürüst kalmanın, sözünün eri olmanın erdemini
aktarmakta başarısız olduk. Bütün dikkatimiz zekânın geliştirilmesine yöneldi;
karakter inşası ise sistematik bir öncelik olarak ele alınmadı. Bu tarihsel
ihmal, yalnızca bireylerin kimlik krizlerine değil, toplumsal güven bunalımına
da zemin hazırladı.
Zekâ, karakterle birleşmediğinde bir potansiyel riske dönüşür. Nitekim bir
çocuk zekâsıyla mühendis olabilir, ama vicdanı zayıf kalırsa o bilgi onu bir
hacker’a dönüştürür. Bilgisiyle doktor olabilir, fakat ahlakı körelirse çete
kurar. Zekâsını toplumsal yarar için seferber etmesi beklenirken, çıkar odaklı
stratejilerin hizmetine sunar. Bu örnekler, eğitimin salt bilişsel aktarım
değil; aynı zamanda ahlaki bağışıklık kazandırma sorumluluğu taşıdığını açıkça
gösterir.
Eğitimde sürekli sınav, sürekli rekabet, sürekli performans kriterleri
etrafında şekillenen bir sistem, öğrenciyi yalnızca başarı hırsına programlar.
Ancak başarı, karakterle birleşmediğinde, Tarhan’ın dediği gibi, topluma zarar
verir. Başarının ahlakla tahkim edilmediği bir düzen, kısa vadede verimlilik
üretse bile uzun vadede toplumsal dokunun çürümesine neden olur. Eğitimcilerin,
yöneticilerin ve müfredat tasarımcılarının en başta fark etmesi gereken gerçek
budur: Önce insan yetiştirmek, sonra meslek öğretmek.
Bu noktada Japonya örneği öğretici bir perspektif sunar. Japon eğitim
sistemi, bir çocuğa dört yaşına kadar herhangi bir akademik bilgi yüklemeden
önce ona yalnızca insan olmayı öğretir. Söz vermenin ne demek olduğunu,
başkasıyla paylaşmanın değerini, yere düşürdüğünü kaldırmayı, nezaketin bir
tercih değil bir sorumluluk olduğunu... Oysa bizde çoğu çocuk henüz ilkokul
çağında rekabet gerilimine maruz kalır, “yarışta geride kalma” kaygısıyla
yetişir. Empati, özdenetim ve sorumluluk gibi karakteri besleyen nitelikler,
sistemin görünmeyen ara sokaklarında kaybolur. Ve sonra, “Bu çocuk neden böyle
oldu?” diye sorarız.
Eğitim sosyoloğu Philip Jackson’ın “Okulda Görünmeyen Müfredat” (The
Hidden Curriculum) kavramıyla tarif ettiği gibi, çocuklar okullarda yalnızca
ders kitaplarından değil, öğretmenlerin davranışlarından, kurumun ikliminden ve
kurulan ilişkilerden de eğitilir. Dolayısıyla öğretmen, akademik içeriğin
aktarıcısı olmaktan çok daha fazlasıdır: Karakterin, insanî tutumun ve
toplumsal sorumluluk bilincinin en etkili modelidir. Bu yüzden öğretmenin her
tutumu, her sözü ve her tercihi, öğrencinin değer dünyasında yankılanır.
Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli de tam bu noktada önemli bir
paradigma değişimini işaret eder. Model, eğitim süreçlerinin yalnızca bilişsel
kazanımlara değil, aynı zamanda değer temelli gelişime odaklanmasını
esas alır. Müfredatın merkezine ahlakı, erdemi, aidiyet duygusunu yerleştirir.
Çünkü güçlü bir medeniyet vizyonu, sadece bilgili değil, aynı zamanda iyi,
dürüst ve sorumluluk sahibi bireylerle mümkün olur.
Eğitimciler olarak çocuklarımızın zihnini olduğu kadar kalbini de eğitmekle
mükellefiz. Biliyoruz ki zekâ gelişimi için matematik problemleri ne kadar
önemliyse, karakter gelişimi için de değer odaklı rehberlik en az o kadar
elzemdir. Sözünü tutan, başkasının hakkına saygı duyan, empati kurabilen bir
insan yetiştirmek, eğitimin nihai gayesidir. Meslek, bu gayenin doğal bir
sonucudur; karakter olmadan ise bir mesleğin toplumsal faydaya dönüşmesi daima
eksik kalır.
Bu nedenle, geleceğin öğretmeni artık yalnızca bilgiyi aktaran bir eğitici
değil, öğrencilerin insani yönelimlerini şekillendiren bir değer mimarı olmak
zorundadır. Bilginin potansiyel tehlikeye dönüşmesini engelleyen tek şey, o
bilgiyi erdem ve sorumlulukla buluşturacak bir karakter inşasıdır. Eğer bunu
başaramazsak, zekâ ne kadar gelişmiş olursa olsun, o zekâ bir gün topluma zarar
verme ihtimali taşır.
Öyleyse gelin, önce insanı yetiştirelim. Ona doğruyu, iyiyi ve güzeli
tanıtıp içselleştirmesine rehberlik edelim. Meslekler bekleyebilir; ama
karakterin temeli çocuklukta atılmazsa, sonradan inşa edilemez. Bugün eğitim
camiası olarak en öncelikli görevimiz, bu farkındalığı içselleştirmek ve her
bir çocuğun zihin gelişimini kalp terbiyesiyle tamamlamaktır. Çünkü eğitimin en
büyük başarısı, bilginin ötesinde erdemli insan yetiştirebilmektir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder