30 Haziran 2025 Pazartesi

ÖNCE İNSAN, SONRA MESLEK

 

Önce İnsan, Sonra Meslek

Eğitimin Ahlakla Bütünleşme Sorumluluğu

Bir toplumun geleceğini tayin eden en kritik unsur, yalnızca bireylerin bilgi birikimi veya mesleki yeterlilikleri değildir. Asıl belirleyici, o bilgi ve becerinin nasıl bir değer dünyasına, nasıl bir karakter zeminine yaslandığıdır. Nitekim günümüzde sıklıkla tanıklık ettiğimiz çelişkili kimlik geçişleri —lisede ideolojik bir fanatizm, üniversitede başka bir ideolojik savrulma, iş hayatında çıkar odaklı pragmatizm ve emeklilikte sığınılan yüzeysel maneviyat arayışı— bir rastlantının eseri değildir. Bu, Nevzat Tarhan’ın ifadesiyle bir sistem hatasıdır.

Bizler eğitim süreçlerinde çocuklarımıza en ileri düzeyde matematik formülleri, karmaşık fizik yasaları ve dijital teknolojilerin inceliklerini öğrettik; ama insan olmanın, dürüst kalmanın, sözünün eri olmanın erdemini aktarmakta başarısız olduk. Bütün dikkatimiz zekânın geliştirilmesine yöneldi; karakter inşası ise sistematik bir öncelik olarak ele alınmadı. Bu tarihsel ihmal, yalnızca bireylerin kimlik krizlerine değil, toplumsal güven bunalımına da zemin hazırladı.

Zekâ, karakterle birleşmediğinde bir potansiyel riske dönüşür. Nitekim bir çocuk zekâsıyla mühendis olabilir, ama vicdanı zayıf kalırsa o bilgi onu bir hacker’a dönüştürür. Bilgisiyle doktor olabilir, fakat ahlakı körelirse çete kurar. Zekâsını toplumsal yarar için seferber etmesi beklenirken, çıkar odaklı stratejilerin hizmetine sunar. Bu örnekler, eğitimin salt bilişsel aktarım değil; aynı zamanda ahlaki bağışıklık kazandırma sorumluluğu taşıdığını açıkça gösterir.

Eğitimde sürekli sınav, sürekli rekabet, sürekli performans kriterleri etrafında şekillenen bir sistem, öğrenciyi yalnızca başarı hırsına programlar. Ancak başarı, karakterle birleşmediğinde, Tarhan’ın dediği gibi, topluma zarar verir. Başarının ahlakla tahkim edilmediği bir düzen, kısa vadede verimlilik üretse bile uzun vadede toplumsal dokunun çürümesine neden olur. Eğitimcilerin, yöneticilerin ve müfredat tasarımcılarının en başta fark etmesi gereken gerçek budur: Önce insan yetiştirmek, sonra meslek öğretmek.

Bu noktada Japonya örneği öğretici bir perspektif sunar. Japon eğitim sistemi, bir çocuğa dört yaşına kadar herhangi bir akademik bilgi yüklemeden önce ona yalnızca insan olmayı öğretir. Söz vermenin ne demek olduğunu, başkasıyla paylaşmanın değerini, yere düşürdüğünü kaldırmayı, nezaketin bir tercih değil bir sorumluluk olduğunu... Oysa bizde çoğu çocuk henüz ilkokul çağında rekabet gerilimine maruz kalır, “yarışta geride kalma” kaygısıyla yetişir. Empati, özdenetim ve sorumluluk gibi karakteri besleyen nitelikler, sistemin görünmeyen ara sokaklarında kaybolur. Ve sonra, “Bu çocuk neden böyle oldu?” diye sorarız.

Eğitim sosyoloğu Philip Jackson’ın “Okulda Görünmeyen Müfredat” (The Hidden Curriculum) kavramıyla tarif ettiği gibi, çocuklar okullarda yalnızca ders kitaplarından değil, öğretmenlerin davranışlarından, kurumun ikliminden ve kurulan ilişkilerden de eğitilir. Dolayısıyla öğretmen, akademik içeriğin aktarıcısı olmaktan çok daha fazlasıdır: Karakterin, insanî tutumun ve toplumsal sorumluluk bilincinin en etkili modelidir. Bu yüzden öğretmenin her tutumu, her sözü ve her tercihi, öğrencinin değer dünyasında yankılanır.

Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli de tam bu noktada önemli bir paradigma değişimini işaret eder. Model, eğitim süreçlerinin yalnızca bilişsel kazanımlara değil, aynı zamanda değer temelli gelişime odaklanmasını esas alır. Müfredatın merkezine ahlakı, erdemi, aidiyet duygusunu yerleştirir. Çünkü güçlü bir medeniyet vizyonu, sadece bilgili değil, aynı zamanda iyi, dürüst ve sorumluluk sahibi bireylerle mümkün olur.

Eğitimciler olarak çocuklarımızın zihnini olduğu kadar kalbini de eğitmekle mükellefiz. Biliyoruz ki zekâ gelişimi için matematik problemleri ne kadar önemliyse, karakter gelişimi için de değer odaklı rehberlik en az o kadar elzemdir. Sözünü tutan, başkasının hakkına saygı duyan, empati kurabilen bir insan yetiştirmek, eğitimin nihai gayesidir. Meslek, bu gayenin doğal bir sonucudur; karakter olmadan ise bir mesleğin toplumsal faydaya dönüşmesi daima eksik kalır.

Bu nedenle, geleceğin öğretmeni artık yalnızca bilgiyi aktaran bir eğitici değil, öğrencilerin insani yönelimlerini şekillendiren bir değer mimarı olmak zorundadır. Bilginin potansiyel tehlikeye dönüşmesini engelleyen tek şey, o bilgiyi erdem ve sorumlulukla buluşturacak bir karakter inşasıdır. Eğer bunu başaramazsak, zekâ ne kadar gelişmiş olursa olsun, o zekâ bir gün topluma zarar verme ihtimali taşır.

Öyleyse gelin, önce insanı yetiştirelim. Ona doğruyu, iyiyi ve güzeli tanıtıp içselleştirmesine rehberlik edelim. Meslekler bekleyebilir; ama karakterin temeli çocuklukta atılmazsa, sonradan inşa edilemez. Bugün eğitim camiası olarak en öncelikli görevimiz, bu farkındalığı içselleştirmek ve her bir çocuğun zihin gelişimini kalp terbiyesiyle tamamlamaktır. Çünkü eğitimin en büyük başarısı, bilginin ötesinde erdemli insan yetiştirebilmektir.

 

 


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder