12 Nisan 2025 Cumartesi

HAYALLERİN KAPISI

OKULDA BAŞLAYAN BİR YOLCULUK

‘Hayallerin Kapısı’

Okul, sadece derslerin işlendiği bir yer değildir. Aslında okul, hayatın küçük bir provasıdır. Yani gerçek hayatta karşılaşacağımız pek çok şeyi, okulda küçük küçük yaşamaya başlarız. Bir arkadaşa yardım etmek, sorumluluk almak, sabretmek, kurallara uymak ya da birlikte başarmayı öğrenmek… Hepsi okulda başlar. Çünkü okul sadece bilgiyi değil, aynı zamanda iyi insan olmayı da öğretir.

Hayal edin, elinizde sihirli bir fırça var. Bu fırça sadece hayal gücüne inananların elinde işe yarıyor. Onunla çizdiğiniz dünyalar gerçek gibi oluyor. Ama bu dünyalara girerken bir şeyi unutmamak gerekiyor: Her zaman bir kapı da çizin. Çünkü o kapı size geri dönmeyi, yani nereden geldiğinizi hatırlamayı sağlar. Tıpkı hayat gibi… Hayal kurmak çok güzeldir ama nereden geldiğimizi, kim olduğumuzu da unutmamalıyız.

İşte Türkiye Yüzyılı Maarif Eğitim Modeli tam da bunu anlatıyor:
Öğrenciler sadece sınavlara değil, hayata da hazırlanmalı. Sadece bilgili değil; merak eden, araştıran, düşünen, iyi insan olmayı da önemseyen bireyler yetişmeli. Bu model, öğrencilerin hem bilimle hem sanatla hem de değerlerle iç içe büyümesini istiyor. Çünkü güçlü bir gelecek, sağlam karakterli bireylerle kurulur.

Bugün okulda yazdığın bir hikâye, yarın senin başarı yolculuğunun başlangıcı olabilir. Tahtaya yazdığın bir formül, gelecekte çözeceğin büyük bir problemin ilk adımıdır. Ama en önemlisi, kurduğun hayallerdir. Çünkü hayal kuran çocuklar, geleceği değiştirebilir.

 Sevgili Öğrenciler,

Sizler sihirli fırçanızı elinize alın, hayal kurmaktan korkmayın. Bilgiyi, iyiliği ve merakı yüreğinizde taşıyın. Çünkü geleceği çizecek olan, sizsiniz.

Unutmayın: Hayal eden değiştirir, inanan başarır.

Değerli Öğretmenler,

Her çocuğun içinde gizli bir dünya, keşfedilmeyi bekleyen bir yetenek vardır. Bizler, sadece bilgi veren değil; aynı zamanda umut aşılayan, yön gösteren ve yüreğe dokunan kişileriz. Türkiye Yüzyılı’nın güçlü bireylerini yetiştirirken; hayal kuranlara cesaret, düşünenlere rehber, yolunu arayanlara ışık olalım.

Çünkü her kalem tutan elin ardında, geleceği yazacak bir yürek vardır. Ve o yüreğe dokunan bir öğretmen, dünyayı değiştirebilir.

RENKLİ DÜŞLER

RENKLİ DÜŞLER

Meryem, resim yapmayı çok seven bir çocuktu. Gözleri renkleri, çizgileri, desenleri hayal ederken hep mutlu olurdu. En sevdiği şey, her gün okuldan sonra resim defterini alıp, farklı dünyaların kapılarını aralamaktı. Evde küçük bir resim odası vardı, duvarları rengârenk çizimlerle doluydu. Her bir çizim, ona bambaşka bir dünya sunar, her bir fırça darbesi yeni bir hayal kurmasına yardımcı olurdu.

Bir gün, Meryem okuldan dönerken annesi ona bir kutu verdi. Kutu sıradan bir kutu gibi görünüyordu, ancak içinde bir şeyler olduğunu hissediyordu. Merakla kutuyu açtı ve içinden bir fırça çıktı. Ancak bu, bildiği fırçalardan çok farklıydı. İnce uzun, altın sarısı bir sapı ve uç kısmı rengârenkti. Fırçanın yanında, eski bir kâğıda yazılmış bir not vardı. Notta şöyle yazılıydı:

“Bu fırça seni hayallerinle buluşturacak. Ama önce, bir dünyayı çizebilmek için o dünyanın kapısını çizmelisin. Fırçanla hayalindeki dünyayı yarat, sonra bir kapı çiz ve gözlerini kapat. Bu kapı, seni içine çekecek. Ama unutma, sadece inanarak girebilirsin… Çünkü fırça ve kapı, sadece inananların dünyasına açılır.”

Meryem ilk başta şüpheyle karışık bir şaşkınlık hissetti. Hayalinde hep böyle bir şey varmış gibi hissetti ama yine de bu kadarını beklemiyordu. Ne de olsa fırçaların ve kapıların sihirli olması çok garipti. Ama içindeki merak onu bir adım daha attırdı. Hemen fırçayı aldı, büyük bir kâğıda koydu ve gözlerini kapatarak hayalindeki dünyayı çizmeye başladı.

Hayalinde, renkli bir ormanda yürüyen, konuşan hayvanların olduğu bir yer vardı. Gökyüzü, mor ve pembe tonlarında parlıyordu. Rengârenk çiçekler arasında yürürken, minik kuşlar şarkılar söylüyor, gökyüzünde dev balonlar süzülüyordu. Meryem fırçayı bir hareketle kaydırarak ormanın derinliklerini çizmeye başladı. Bir köprü, bir gölet, bir nehir… Her şey öylesine gerçekti ki, bir an içinde kayboldu.

Yavaşça resmi tamamladı. Ancak notta yazan kapıyı unutmamak gerekiyordu. Meryem, tam ortasında küçük bir kapı çizmeye başladı. Kapı, ince işlemelerle süslenmiş, üzerine minik yıldızlar serpilmişti. Kapı bittiğinde, gözlerini kapattı ve derin bir nefes aldı. Kendine güvenerek, o dünyaya girebileceğine inandı.

Bir anda, başındaki ince bir rüzgârın sesiyle irkildi. Gözlerini açtığında, kendini tam da çizdiği o ormanın içinde buldu. Ağaçlar yüksek, gökyüzü parlıyor, kuşlar cıvıldıyordu. Kendi çizdiği dünyada kaybolmuştu. Her şey, Meryem’in fırçasının hayal gücüyle şekillenmişti. O kadar canlıydı ki, sanki orada doğmuş gibiydi.

Saatlerce gezdi, yeni arkadaşlar edindi. Konuşan tavşanlar, uçarak ona rehberlik eden kelebekler… Her şey gerçekti, öylesine büyülüydü. Bir süre sonra biraz yoruldu ve aklına geri dönme fikri geldi. Çizdiği kapının yanına gitti. Gözlerini kapattı ve aynı şekilde içindeki inancı hissetti. Kapıdan geçeceğini, kendini geri getirebileceğini düşündü.

Yine o garip uğultu sesi kulaklarında yankılandı, ama bu kez korkmadı. Gözlerini açtığında, resim odasında, kendi kâğıdının önünde buldu kendini. Geri dönmüştü.

Meryem mutlulukla gülümsedi. Şimdi, çizdiği dünyalar gerçekti ve o her zaman hayal ettiği yerlere gidebilecekti. Artık sadece resim yapmakla kalmıyor, aynı zamanda çizdiği her dünyaya adım atıyordu. Her fırça darbesi, ona yeni bir kapı açıyor, her kapı yeni bir maceraya götürüyordu.

11 Nisan 2025 Cuma

EĞİTİM İLE BÜYÜYEN BİR GELECEK

 Eğitimle Büyüyen Bir Gelecek

Bir ülkenin kaderi, aslında sınıf sıralarında şekillenir. Tebeşirle yazılan her harf, kaleme alınan her cümle; yalnızca bir bilgi taşımaz, aynı zamanda o ülkenin geleceğine atılan güçlü bir adımdır. Çünkü eğitim, bireyin kendi yolunu aydınlatmasının ötesinde, toplumun birlikte kalkınmasının en sağlam temelidir.

Bugün Türkiye, Türkiye Yüzyılı vizyonuyla yalnızca ekonomik değil, kültürel ve toplumsal olarak da güçlü bir gelecek inşa etmeyi hedefler. Bu büyük hedefin merkezinde ise eğitim yer alır. Ancak bu eğitim anlayışı, yalnızca sınavlara hazırlanmak ya da yüksek notlar almakla sınırlı değildir. Artık beklenti daha yüksektir: Bilgiyle donanmış ama aynı zamanda vicdanı güçlü bireyler yetiştirmek.

Eğitim uzmanları, “Gerçek eğitim hem aklı hem kalbi besler” der. Türkiye Yüzyılı Maarif Eğitim Modeli de tam olarak bu anlayışı temel alır. Bu model; akademik başarıyı önemserken, öğrencilerin insani değerlere sahip olmasını da ön planda tutar. Çünkü geleceği şekillendirecek bireylerin sadece zeki değil, aynı zamanda duyarlı, adil ve sorumluluk sahibi olması gerekir.

Bugünün dünyasında teknoloji baş döndürücü bir hızla ilerler. Yapay zekâ, uzay çalışmaları, dijital dönüşüm artık hayatımızın her alanına girer. Ancak bu yeniliklerin yanında, insan olmanın özünü kaybetmemek çok daha değerlidir. İşte bu yüzden duygudaşlık, iş birliği, çevre bilinci ve farklılıklara saygı gibi kavramlar da eğitimin vazgeçilmez parçaları hâline gelir. Artık okullar yalnızca bilgi aktaran kurumlar değil; karakter gelişiminin, sosyal becerilerin ve kültürel farkındalığın da filizlendiği yerlerdir.

Bugün pek çok okulda “akran zorbalığına karşı farkındalık”, “doğa koruma bilinci”, “toplum hizmeti projeleri” gibi etkinlikler yapılır. Çünkü iyi bir birey olmak, sadece bilgiye sahip olmakla değil; onu doğru yerde, doğru şekilde kullanmakla mümkündür.

Eğitim artık ezberin değil, üretkenliğin alanıdır. Öğrenciler artık yalnızca dinleyen değil, düşünen, soran, çözüm üreten bireyler olarak yetişir. Sınıflar, sadece ders anlatılan yerler değil; düşüncelerin paylaşıldığı, fikirlerin filizlendiği yaşam alanlarıdır.

Hayal edelim… Kendi geçmişini bilen, kültürüne sahip çıkan, doğaya ve insana saygılı, aynı zamanda çağın teknolojisiyle barışık bir öğrenci. İşte bu öğrenci, yalnızca kendi yolunu değil, ülkesinin de yolunu aydınlatır. Türkiye Yüzyılı’nın özlediği ve hedeflediği birey, tam olarak budur.

Çünkü bir ülkenin yarını, bugün sınıf kapısından içeri giren öğrencinin içinde saklıdır.
Ve eğitimle büyüyen her birey, toplumun umudunu yeşerten bir fidandır.

KENDİNE DEĞER VERMEK

YOLUN BAŞLANGICI

‘Kendine Değer Vermek’

Bir insanın hayatındaki en önemli yolculuk, kendine doğru yaptığı yolculuktur. Bu yolculuk bir harita ya da pusula istemez. Çünkü yön, kalpte saklıdır. Kendine değer vermek, bu yolculuğun ilk ve en önemli adımıdır.

Kendine değer veren bir insan, önce kendini tanımaya çalışır. Hangi konularda iyi olduğunu, hangi yönlerini geliştirmesi gerektiğini fark eder. Bu da özgüveni artırır. Bilimsel araştırmalar, özsaygısı yüksek çocukların okulda daha başarılı olduğunu gösterir. Çünkü kendine güvenen bir öğrenci, yeni şeyler öğrenmekten korkmaz, hatalarından ders çıkarır.

Bugün dünyada birçok eğitim sistemi sadece ders başarısına değil, kişisel gelişime ve karakter eğitimine de önem verir. İşte Türkiye Yüzyılı Maarif Eğitim Modeli de bu anlayışı benimser. Bu model, öğrencilerin sadece iyi matematik çözmesini değil, aynı zamanda iyi insan olmasını, değerlerine sahip çıkmasını ister. Çünkü bilgi kadar vicdan da önemlidir.

Kendine değer veren biri, bedenine ve ruhuna iyi bakar. Yorulduğunda dinlenir, ihtiyacı olduğunda destek ister. Boş zamanlarında resim yapar, kitap okur, müzik dinler ya da spor yapar. Bu sadece eğlenceli vakit geçirmek değildir; bu, kendini dinlemektir. Mesela bir öğrenci basketbol oynarken hem fiziksel olarak güçlenir hem de takım ruhunu öğrenir. Kitap okuyan biri, hayal dünyasını geliştirir ve farklı hayatlara dokunur.

Kendine değer veren insan, aynı zamanda başkalarına da değer verir. Empati yapar, paylaşır, yardım eder. Çünkü bilir ki herkesin bir hikâyesi vardır. Sınıfına yeni gelen bir arkadaş için önce göz teması kurmak, sonra bir “Merhaba” demek bile büyük bir adımdır. Bu tür küçük ama anlamlı davranışlar, kapsayıcı ve güvenli bir öğrenme ortamı oluşturur.

Her gün biraz daha kendini tanımak, biraz daha geliştirmek, yeni bir beceri kazanmak, aslında bu yolculuğun devamıdır. Kendine değer veren biri, sadece bugün için değil, gelecekteki kendisi için de yatırım yapar. Yeni bir dil öğrenmek, bir müzik aleti çalmak ya da kodlama gibi yeni alanlara ilgi duymak, özgüveni artırır ve hayata hazırlık sağlar.

Unutulmamalıdır ki; herkes değerlidir. Bazen çevremizdekiler bize olumsuz sözler söyleyebilir, başarısız hissedebiliriz. Ama önemli olan, iç sesimizi dinlemek ve kendimize inanmaktır. Çünkü başkalarının ne söylediği değil, bizim kendimize nasıl davrandığımız daha önemlidir.

Kendine değer vermek, bir gün değil, her gün yapılan bir iştir. Bu bir alışkanlıktır. Kendini seven, koruyan, geliştiren bir çocuk; gelecekte sorumluluk sahibi, üretken ve duyarlı bir birey olur. İşte Türkiye Yüzyılı’nın hedeflediği insan profili tam da budur: Hem aklı hem kalbiyle güçlü bireyler.

Ve unutma: Yolun menzili senin içinde başlar.
Kendini fark ettiğinde, yolun açılır.
Kendine değer verdiğinde, hayat güzelleşir.

10 Nisan 2025 Perşembe

KALPTEN KALBE AÇILAN KAPI

KALPTEN KALBE AÇILAN KAPI

Okulun kapısından her sabah sadece sınıfa değil, hayata da adım atarız aslında. Sıralar, yalnızca kitapların değil, duyguların da taşıyıcısıdır. Her öğrenci bir dünyadır; kimisi neşeyle parlar, kimisi ise sessizliğe sarılır. Tıpkı Kerem gibi…

Kerem, yeni bir şehirden gelmişti. Yüzü yere dönük, sesi neredeyse duyulmayacak kadar hafifti. Sınıfa yabancıydı, yüzlere, duvarlara, hatta teneffüs zilinin sesine bile… Yalnızdı. Ama o yalnızlığı fark eden biri vardı: Deniz.

Deniz, sınıfındaki herkesin değerli olduğunu bilen biriydi. Yardım etmeyi, paylaşmayı, saygı göstermeyi öğrenmişti. Kerem’in suskunluğunu gördü ve sessizliğine bir dostluk eli uzatmak istedi. Çünkü Deniz biliyordu: Birine yaklaşmak, bazen sadece yanında olduğunu hissettirmekle başlar.

Bugün eğitim dediğimiz şey, yalnızca ders kitaplarıyla sınırlı değil. Türkiye Yüzyılı Maarif Eğitim Modeli de tam bunu söylüyor: Hem bilgili hem vicdanlı bireyler yetiştirmek... Başarılı olmak demek sadece sınavdan yüksek not almak değil, çevremizdeki insanlara iyi gelebilmek demek.

Kerem belki de hiç alışamayacaktı bu yeni sınıfa. Ama Deniz'in bir tebessümü, birkaç kelimesi, kocaman bir kapıyı araladı onun için. Artık teneffüslerde yalnız yürümüyor, gözlerini yerden kaldırabiliyordu. Çünkü biri onun farkına varmış, onunla aynı sıraya oturmuş, onunla konuşmuştu.

İşte bu, gerçek başarıdır. Bugün eğitimde en çok ihtiyaç duyduğumuz şey; farklı olanı dışlamadan, birlikte yaşamayı öğrenmektir. Her öğrencinin kendini güvende ve değerli hissettiği bir sınıf, yalnızca öğretmenlerin değil, öğrencilerin de emeğiyle oluşur.

Unutmayalım: Bir adım atmak bazen bir kalbi değiştirir. Ve her kalp değişimi, bir toplumu güzelleştirir.

Gelin biz de sınıflarımıza sadece kitaplarımızı değil, kalplerimizi de taşıyalım. Yeni gelen bir arkadaşın gözlerine umut olalım. Türkiye Yüzyılında yalnızca zihinleri değil, yürekleri de eğitelim.

Çünkü gerçek eğitim, insanı fark etmekle başlar.

MUTLULUK DENGESİNİ KURMAK

MUTLULUK DENGESİNİ KURMAK

Hayat bazen elimizde taşıdığımız bir kaşık gibidir. İçinde sadece iki damla yağ vardır. Bu yağ, bizim sorumluluklarımızı, ailemizi, değerlerimizi temsil eder. Ama aynı zamanda bu hayat, etrafımızı saran kocaman bir saray gibidir; içinde güzellikler, renkler, sesler ve umutlar barınır. Mutluluk da işte bu iki şeyi bir arada tutabilmekte gizlidir: Hem elimizdeki kaşıktaki yağı dökmeden yürümekte, hem de çevremizdeki güzellikleri fark edebilmekte.

Bugün biz öğrenciler için bu dengeyi kurmak hiç de kolay değil. Sınavlar, ödevler, sorumluluklar arasında koşarken, bazen gökyüzüne bakmayı, ağaçların arasından gelen kuş sesini dinlemeyi unuturuz. Ya da tam tersine, sadece eğlenmeye, oyunlara ya da sosyal medyaya odaklanır, görevlerimizi aksatırız. Oysa gerçek mutluluk, bu iki ucu dengeleyebilmektir.

Türkiye Yüzyılı Maarif Eğitim Modeli bize bu dengeyi kurmayı öğretiyor. Diyor ki: “Sadece bilgili olmak yetmez; ahlaklı, vicdanlı ve sorumlu da olmalısın.” Bu modelde biz sadece test çözen bireyler değil, aynı zamanda doğaya saygı duyan, arkadaşlarına değer veren, kültürünü tanıyan ve dünyaya açık insanlar olmaya davet ediliyoruz. Yani hem kaşıktaki yağı koruyacağız, hem de sarayın güzelliklerine hayranlıkla bakacağız.

Örneğin, sabahları okul yolunda yürürken sadece sınavı düşünmek yerine, etrafımızdaki ağaçları fark etmek, yaşlı birine selam vermek bile hayatımıza anlam katar. Ya da derslerimize çalışırken hedeflerimizi unutmadan hayal kurmak, küçük bir başarıyı kutlamak, kendimize zaman ayırmak bize mutluluğun küçük kapılarını açar.

Bize düşen, hem kalbimizi hem aklımızı birlikte yürütmek. Ne sadece görevlerle boğulmak ne de sadece keyif peşinde koşmak. Bir yandan başarıya ulaşırken diğer yandan ruhumuzu besleyecek değerlerle hareket etmek.

Çünkü bilgenin söylediği gibi: “Mutluluğun gizi, dünyanın bütün harikalarını görebilmekte; ama kaşıktaki iki damla yağı unutmadan.” Biz de kendi sarayımızda yürürken, bu iki damlayı dökmeden ilerlemeyi öğrenmeliyiz.

9 Nisan 2025 Çarşamba

KABUL GÖRMEK

KABUL GÖRMEK

Bugün Süeda’nın içi kıpır kıpırdı. En yakın arkadaşı Ayşe'nin doğum günü vardı. Kutlama okuldan sonra yapılacaktı; sınıfça bir cafede toplanacaklar, Ayşe’ye sürpriz yapacaklardı. Herkes heyecanlıydı.

Ama Süeda’nın kafasında başka bir telaş vardı. Günlerdir düşündüğü bir şey vardı: Ne giyeceğim?

Son günlerde sınıfta herkesin dilinde aynı marka tişört vardı. Logosu büyük ve parıltılıydı. Adeta “Ben buradayım!” diyordu. Pek çok arkadaşı o markadan giymeye başlamıştı. Süeda da bu doğum günü için o tişörtü giymek istiyordu. Onlara benzemek… Onlar gibi görünmek istiyordu.

Okuldan gelir gelmez çantasını fırlatıp mutfağa koştu:

— Anne, sana bir şey söyleyeceğim. Lütfen bu kez “hayır” deme…

Annesi o sırada ocağın başında tenceredeki yemeği karıştırıyordu. Yüzünü Süeda’ya döndü, hafifçe gülümsedi:

— Söyle bakalım, neymiş bu kadar önemli olan?

— O marka var ya hani… Herkesin giydiği… O tişörtünden alabilir miyiz? Sadece bir tane. Yarın Ayşe’nin doğum günü ve herkes o markayı giyecek.

Annesi bir an duraksadı. Sonra üzgün bir sesle cevap verdi:

— Süeda’cığım, o tişört çok pahalı. Şu an bütçemiz buna uygun değil. Ama dolabında çok güzel giysilerin var. Onlardan birini seçebiliriz birlikte, ne dersin?

Süeda'nın yüzü düştü. İçi içini yemeye başladı. Annesi anlamıyordu ki… O tişört sadece bir kumaş parçası değildi onun için. Arkadaş grubunda “bizden biri” sayılmanın biletiydi.

— Ama anne… Herkesin var! Ben giymeyince dışlanıyorum. Sanki onlardan değilmişim gibi davranıyorlar. O tişörtü giymem şart. Lütfen...

Annesi ocağın altını kapattı, elini kuruladı ve Süeda'nın yanına gelip diz çöktü. Gözlerinin içine baktı.

— Bazen kendini kabul ettirmek için bir markanın arkasına saklanmak istersin. Ama o zaman da gerçek seni kimse göremez. Gerçek arkadaşlık, tişörtten değil, kalpten gelir. Seni olduğun gibi seven arkadaşlar bulman daha önemli değil mi?

Süeda bir şey demedi. Gözleri doldu ama belli etmedi. Başını sallayıp odasına çıktı.

Doğum günü geldiğinde Süeda, annesiyle birlikte seçtikleri sade ama zarif tişörtü giydi. Birkaç tokayla saçlarını süsledi. Ayna karşısında durduğunda çok da kötü görünmediğini düşündü.

Cafeye vardığında sınıf arkadaşlarıyla buluştu. Herkes birbirine sarılıyor, hediyeler veriyor, bol bol fotoğraf çekiliyordu.

Ayşe, Süeda’ya yaklaştı. Gözlerinde samimi bir gülümseme vardı.

— Ne kadar tatlı görünüyorsun! Saç tokana bayıldım! Ayrıca yazdığın doğum günü kartını annemle birlikte okuduk, ikimizi de çok duygulandırdı.

Süeda, “Gerçekten mi?” diyebildi sadece.

Ayşe başını salladı:

— O kadar güzel yazmışsın ki… Senin arkadaşım olduğun için çok mutluyum.

O anda Süeda anladı ki; önemli olan bir tişört değilmiş. Gerçekten değerli olan, içtenlikmiş. İyi bir kalp, güzel bir söz, samimi bir bakış… Onlar hiçbir zaman modası geçmeyen şeylermiş.

Gülümsedi. İçindeki baskı, yavaşça yerini huzura bırakmıştı. Kendi gibi olmaktan gurur duyuyordu artık.

O gün Süeda şunu öğrendi:

“Kabul görmek için değişmene gerek yok. Gerçek dostluk, olduğun hâlini sevenlerle mümkündür.”