9 Nisan 2025 Çarşamba

ASKER YOLU BEKLERKEN

ASKER YOLU BEKLERKEN

Köy Meydanı sabahın erken saatlerinde alışılmadık bir canlılığa bürünmüştü. Mollaali Köyü, güneşin ilk ışıklarıyla birlikte uyandı. Huzur veren su sesine bu kez davul zurnanın ezgileri, ardından da çocukların neşeli kahkahaları eşlik ediyordu.

Bugün köyde başka bir heyecan vardı. Ahmet, Mehmet ve Serhat, asker uğurlaması için hazırlık yapıyorlardı. Bu üç genç, çocukluklarından beri yan yana büyümüş, birlikte top oynamış, aynı okulda okumuş, aynı türküleri mırıldanmışlardı. Şimdi ise aynı gururla vatani görevlerine doğru yola çıkacaklardı.

Köy halkı meydanda toplanmıştı. Kadınlar, çocuklar, yaşlılar… Herkesin yüzünde hem gurur hem de biraz hüzün vardı. Ahmet’in annesi, oğlunun ellerine kına yakarken gözyaşlarını içine akıtıyordu. Bu gelenek, evladını Allah’a emanet etmenin bir simgesiydi. Mehmet’in küçük kardeşi Yusuf, abisinin koluna sarılmış, hiç bırakmak istemiyordu.

— Abi, askerlik çok uzun sürer mi?
— Geçer hemen Yusuf'um. Göz açıp kapayıncaya kadar dönerim.

Yusuf başını eğdi. O, ağlamamaya çalışsa da gözleri dolmuştu. Annesi yanına geldi, saçlarını okşadı:

— Abin vatan borcunu ödemeye gidiyor kuzum. O da senin gibi bir zamanlar küçüktü, şimdi büyüdü.

Küçük Serap ise Serhat’ın yeğeniydi. Elinde bayrakla meydanda dans ediyordu. Serhat gülümsedi, eğilip yanına geldi:

— Sen bu bayrağı tutmaya devam et, biz de onu koruyacağız, olur mu?

— Tamam, söz!

Davulun sesi yükseldikçe köydeki coşku da artıyordu. Halaylar çekiliyor, omuz omuza şarkılar söyleniyordu. Meydandaki herkes tek yürek olmuştu. Bu sadece bir uğurlama değil, aynı zamanda birlik ve beraberliğin ta kendisiydi.

Saat 08.45 olduğunda sessizlik çöktü. Çünkü ayrılık anı yaklaşmıştı. Gençler sırt çantalarını takarken, babalar omuzlarına hafifçe vurup, “Yolun açık olsun evlat!” diyordu. Ahmet gözlerini annesinden ayıramadı:

— Hakkını helal et ana...

— Helal olsun oğlum. Sen dik dur, biz arkandayız.

Köyün yaşlılarından dede Halil, bastonuna yaslanmış, gözleri buğulu bir şekilde gençlere bakıyordu. Yavaşça yaklaştı, elindeki küçük defteri uzattı:

— Bu, senin deden askerdeyken yazdığı şiirlerden birkaçıdır. Belki geceleri okuyup memleketi hatırlarsın Ahmet.

Ahmet defteri alıp saygıyla başını eğdi.

Saat 09.15'te tren istasyonuna gitme vakti gelmişti. Gençler yavaşça meydandan ayrılırken herkes el sallıyor, dualar ediyordu. Küçük Yusuf elindeki bayrağı yukarı kaldırdı, Serap da diğer eliyle kalp yaptı.

Trene bindiklerinde Ahmet camdan dışarı baktı. Gözleri dolmuştu ama içinde bir gurur vardı. Yanındaki Serhat fısıldadı:

— Biz sadece asker olmaya gitmiyoruz, aynı zamanda köyümüzün, ailemizin ve kardeşlerimizin hayallerini korumaya gidiyoruz.

Tren hareket ettiğinde, köy meydanında tek kalan şey; yerdeki karanfiller ve gökyüzünde dalgalanan bir bayraktı.

Bir köyde başlayan küçük hikâyeler, aslında bir milletin büyük destanlarına dönüşür. Çocukların ağabeylerini gururla uğurladığı, annelerin dualarla evlatlarını yolcu ettiği her uğurlama, yeni bir sevgi halkası örer. Çünkü sevgiyle büyüyen her çocuk, vatanını da kardeşini de hep yürekten sever.

KARLAR ÜLKESİ VE KÜÇÜK MEKTUP

KARLAR ÜLKESİ VE KÜÇÜK MEKTUP

Sabah gözlerimi açtığımda, odama vuran bembeyaz ışıkla heyecanlandım. Koşarak pencereye gittim. Her yer bembeyazdı. Ağaçlar sanki pamuktan yapılmış gibiydi, dalları karla kaplanmış, eğilmişti. Güneş gökyüzünde ışıldıyor, karların üstünde pırıltılar dans ediyordu.

O sırada kapım çaldı. İçeri, ablam Elif girdi. Elinde telefonuyla bana baktı:

— Duru, kalksana! Kar tatili olmuş! diye bağırdı.

Ben çoktan pencerenin önünde heyecanla dışarıyı izliyordum bile.

— Biliyorum! Harika görünüyor, değil mi?

Elif biraz daha büyüktü benden, sekizinci sınıfa gidiyordu. Ama bazen hâlâ birlikte kar topu oynardık. Annem, mutfaktan seslendi:

— Hadi kahvaltıya gelin çocuklar! Dışarı çıkmadan önce karnınız doysun.

Mutfağa geçtiğimizde, annem ekmek kızartıyor, babam ise gazeteyi okuyordu. Ama bir kişi eksikti: ağabeyim Mert.

— Anne, Mert nerede?

— Odasında… Sabah pek keyfi yok gibiydi.

Mert on dört yaşındaydı. Son günlerde sessizleşmişti. Ne bizimle oynamak istiyor, ne de konuşuyordu pek. Bu beni üzüyordu. Her zamanki neşeli hâlini özlemiştim.

Kahvaltıdan sonra montumu giydim. Annem bana bir termos uzattı:

— İçine sıcak çikolata koydum, Elif’le paylaşırsınız. Ama lütfen çok ıslanmayın!

— Tamam, anne, teşekkür ederim!

Dışarı çıktığımızda park çocuklarla doluydu. Kar adam yapanlar, kardan kale örenler… Elif arkadaşlarıyla kartopu savaşına katıldı. Ben biraz kenarda durup izlemeyi tercih ettim. Aklım hâlâ Mert’teydi.

Eve dönünce doğrudan onun odasına gittim. Kapıyı yavaşça tıklattım:

— Mert, içeri gelebilir miyim?

— Gel bakalım Duru…

Yüzü biraz solgundu. Elimdeki sıcak çikolatadan bir yudum aldım ve termosu uzattım:

— Bunu paylaşabiliriz. Bugün harika bir kar günüydü. Ama sen olmadığın için biraz eksikti...

Mert başta sessiz kaldı. Sonra hafifçe gülümsedi:

— Teşekkür ederim. Sadece… Bugün babamla dışarı çıkacağımız gündü ama onun işi çıktı. Biraz üzgünüm, o kadar.

O an onu daha iyi anladım. Ben dışarıda eğlenirken, o beklediği biriyle olamamıştı. Elini tuttum:

— O zaman hafta sonu birlikte çıkarız. Kar erimeden hep beraber kar adam yaparız, ne dersin?

Mert başını salladı. Gözleri biraz parladı.

O sırada annem kapıdan içeri uzandı, elinde küçük bir kâğıt vardı:

— Mert, baban sana not bıraktı. Aceleyle çıkarken yazmış.

Mert kâğıdı aldı ve sesli okudu:

"Oğlum, bugün birlikte olamayacağımız için çok üzgünüm. Ama bu karlar erimeden seni sımsıkı saracağım. Beni biraz beklemen gerekecek. Gurur duyuyorum seninle.
Baban."

Odaya sessizlik çöktü. Ama güzel bir sessizlikti. İçimizi ısıtan türden.

Gerçek Kar, Kalpten Yağar

O gün şunu anladım: Kar ne kadar güzel yağarsa yağsın, asıl güzellik, birlikte ısınabildiğimiz kalplerde saklıdır. Bazen bir sıcak çikolata, bazen küçük bir not, bazen sadece “Ben buradayım” demek… Bir çocuğun dünyasını tamamen değiştirebilir.

Ve o dünyada, en parlak ışık… Sevildiğini hissetmektir.

UTKU’NUN RESMİ

                                                               UTKU’NUN RESMİ

Utku, okuldan eve dönerken yüzünde kocaman bir gülümseme vardı. Elinde sıkıca tuttuğu renkli resmi rüzgârdan korumaya çalışarak adımlarını hızlandırdı. Bu, sadece bir resim değildi onun için. Kalbinden gelenlerin, hayal gücünün ve ailesine duyduğu sevginin bir yansımasıydı. Resimde güneş parlıyordu, gökyüzü maviye boyanmıştı. Ortada, el ele tutuşmuş üç kişi vardı: annesi, babası ve kendisi. Gözlerinden kalpler çıkıyor gibiydi hepsinin.

Öğretmeni resmi görünce gözleri parlamıştı. “Bu sadece bir çizim değil,” demişti, “bu bir duygu resmi.” Sınıftaki arkadaşları alkışlamış, Utku’nun içi sevinçle dolmuştu. Eve gidip ailesiyle bu mutluluğu paylaşmak için sabırsızlanıyordu.

Kapıdan içeri girer girmez bağırdı:

Anne! Bugün öğretmenim resmimi çok beğendi!

Mutfaktan tencere sesleri geldi. Annesi sırtı dönük halde yemek hazırlıyordu. Tavaya soğanları atarken aceleyle seslendi:

Tamam, canım...

Ama dönüp bakmadı bile. Utku’nun yüzündeki gülümseme biraz silindi. Bir umutla salona yöneldi.

Baba! Bak, bu resmi ben yaptım!

Babası bilgisayar başında, gözlüğünün ucundan ekrana odaklanmıştı. Yalnızca başını hafifçe çevirip şöyle dedi:

Güzel olmuş...

Utku’nun eli ağırlaştı. Renkli kâğıdı yavaşça yanına indirdi. Kimse resmine gerçekten bakmamıştı. Kimse gözlerinin içini görmemişti. İçinde bir şeylerin düğümlendiğini hissetti. Usulca odasına yürüdü, kapısını kapattı.

Resmi masasına bıraktı. Sonra pencereye yönelip dışarı baktı. Gökyüzünde hâlâ güneş vardı ama onun içindeki güneş, sanki yavaş yavaş bulutların arkasına saklanıyordu.

Sessizliğin Ardından

Utku’nun annesi, mutfakta yemek pişirmeye devam ederken bir anda Utku’nun sesi kulağında yankılandı: “Öğretmenim resmimi çok beğendi!”
Durdu. Elindeki tahta kaşığı bıraktı. İçine bir huzursuzluk çöktü.

Aynı anda babası, bilgisayara yazdığı e-postayı gönderdikten sonra bir an duraksadı. Utku’nun sesi zihnine geri döndü: “Baba! Bak, bu resmi ben yaptım!”
Gözleri monitöre odaklıydı ama aklı odasına çekilen küçük çocuğundaydı.

Anne ve baba göz göze geldiklerinde, aynı şeyi hissettiler.
"Biz neyi kaçırdık?"

Annesi ellerini kurulayıp, babasıyla birlikte Utku’nun odasının kapısını tıklattı.
— Utku, canım... İçeri gelebilir miyiz?

Utku cevap vermedi ama kapı hafifçe aralandı. Anne ve babası içeri girdiklerinde, resim hâlâ masadaydı. Annesi yaklaştı, eline aldı.

— Bu… Çok güzel bir resim, dedi fısıltıyla. Sonra diz çöküp Utku’nun yanına oturdu.
— Bunu bizim için mi yaptın?

Utku başını salladı, gözleri dolmuştu ama sessizdi. Babası da eğildi, bu sefer göz göze geldiler.
— Özür dilerim oğlum, seni duymadım. Ama şimdi görmek istiyorum. Anlat bana, bu resmi çizerken ne hissettin?

Utku ilk kez gülümsedi o gün.
— Beraber pikniğe gitmiştik ya… O günü düşündüm. O gün çok mutlu olmuştum. Hep öyle olalım istedim.

Anne ile baba birbirlerine baktılar. Bazen çocukların dünyasına girmek için yalnızca birkaç dakikamızı vermemizin yeterli olduğunu fark ettiler. Ve o birkaç dakikanın, çocukların kalbinde kocaman bir yer kapladığını…

Kalpten Kalbe Giden Yol

O akşam, yemek masasında daha çok konuşuldu. Sorular soruldu, cevaplar dinlendi. Utku'nun resmi buzdolabına asıldı. Her sabah gözlerinin önünde olsun diye...

Çünkü artık anne ile baba biliyordu:
Bir çocuğu dinlemek, ona ‘önemli olduğunu’ hissettirmek demektir. Ve bu, dünyadaki en güzel resimlerden bile daha değerlidir.

 

 

8 Nisan 2025 Salı

EĞİTİMİN ANLAMI

EĞİTİMİN ANLAMI

Eğitim, sadece okula gitmek, ders çalışmak ya da sınav kazanmak değildir. Eğitim; düşünmeyi öğrenmek, kendini geliştirmek ve hayata daha güçlü adımlarla yürümektir. En önemlisi de, birlikte öğrenmenin ve birlikte büyümenin değerini kavramaktır.

Hayat bir yolculuktur. Bu yolculukta bazen zorlanır, bazen hızla ilerleriz. Ama her adımda yeni şeyler öğrenir, biraz daha olgunlaşırız. Eğitim de işte böyle bir yolculuktur: Sadece bilgi değil, aynı zamanda erdem, sorumluluk, saygı ve sevgi kazanma yoludur.

Neden Eğitim Alıyoruz?

Çünkü geleceğimizi şekillendirmek için buna ihtiyacımız var. Kimimiz doktor, kimimiz öğretmen, kimimiz sanatçı olmak istiyoruz. Hangi yolu seçersek seçelim, önce iyi bir insan olmayı öğrenmeliyiz. İşte eğitimin gerçek anlamı da burada gizli: Bilgili olduğu kadar ahlaklı, çalışkan ve üretken bireyler yetiştirmek.

Birlikte Daha Güçlüyüz

Eğitim yalnız başına yapılan bir iş değildir. Öğretmenlerimiz, arkadaşlarımız, ailemiz… Hep birlikte bu yolculuğun birer parçasıyız. Sınıfta bir soruyu yapamadığında arkadaşından yardım istemekten çekinme. Projende zorlandığında öğretmenine danış. Çünkü “Bilmemek ayıp değil, öğrenmemek ayıptır.”

Tıpkı bir takım gibi düşün: Başarıya birlikte ulaşılır. Türkiye Yüzyılı Maarif Eğitim Modeli de bize bunu öğretiyor. İstişare kültürü dediğimiz şey; fikir alışverişi yapmak, birbirimizi dinlemek ve ortak akılla hareket etmektir. Birlikte düşünürsek, birlikte çözüm buluruz.

İz Bırakmak İçin

Eğitimin asıl amacı, sadece iyi notlar almak değildir. Hayata güzel izler bırakabilmek, insanlara faydalı olabilmek, doğruyu yanlıştan ayırabilmek ve vicdanlı bir birey olabilmektir.

Maarif Eğitim Modeli bizlere şunu hatırlatıyor:
"Dünyayı değiştiren şey sadece bilgi değil, iyi kalpli ve azimli insanlardır."

Bu yüzden sen de hayal kurmaktan korkma. Kendine inan, başkalarına destek ol ve her gün biraz daha iyisini yapmaya çalış.

Sevgili arkadaşım,
Unutma ki sen bu ülkenin umudusun. Kurduğun hayaller bir gün gerçek olabilir. Yeter ki çalışmaktan vazgeçme, birbirine destek ol ve yol arkadaşlarını unutma.

Eğitim, geleceğe atılan en değerli adımdır. Sen bu adımı attıkça, bizler yani öğretmenlerin, her zaman senin yanında olacağız. Çünkü inanıyoruz ki:

“Gelecek, öğrenenlerin ve öğrendikçe paylaşanların ellerinde yükselecek.”

Kalbindeki ışık hiç sönmesin...

7 Nisan 2025 Pazartesi

KALBE DOKUNAN EĞİTİM

KALBE DOKUNAN EĞİTİM

Sevgiyle Öğreten, Sevgiyle Öğrenen Bir Gelecek İçin

"En çok sevilen öğretmen, en çok seven öğretmendir." Cemil Meriç

Bir çocuğun kalbine dokunmak, ona dünyayı değiştirme gücü vermektir. Öğretmenlik, yalnızca bilgi aktarma değil; aynı zamanda öğrencinin içindeki potansiyeli keşfetme, onu anlamaya çalışma ve insanın en savunmasız yaşlarında ona umut olma sanatıdır.

Bugün bir sınıfa adım atan her öğrenci, gözlerinde onlarca soru, yüreğinde görünmeyen umutlar taşır. Öğretmen o sorulara cevap arayan değil, o sorularla birlikte yürüyen kişidir. Bu yüzden eğitim, bir kitapla değil, bir kalple başlar. Sevgiyle dokunulmamış bir eğitim ne kadar bilgili olursa olsun, eksiktir.

 Eğitimde Erken Dokunuşun Gücü

Doğru olan şudur: Bir öğrencinin ilgi alanları, yetenekleri ve akademik eğilimleri mümkün olan en erken yaşta belirlenmeli ve o doğrultuda desteklenmelidir.

Bir çocuk iyi bir müzisyen olabilir, ama bunu 16 yaşında değil, 10 yaşında fark etmek gerekir. Bir başkası muazzam bir matematiksel zekâya sahip olabilir, ama doğru yönlendirilmediği için bunu yıllarca fark edemeyebilir. Hayat, doğru zamanda verilen desteklerle şekillenir.

Ancak biz, kimi zaman çocuklarımızı hayata hazırlamak yerine hayattan soğutuyoruz. Önce özgüvenini zedeliyor, sonra da onu yarış atı gibi sınavlara koşuyoruz. Oysa sınavlar sadece birer araç olmalı, amaç değil. Gençlerimizi hayata küstürmek için değil, hayata kazandırmak için eğitim vermeliyiz.

 Türkiye Yüzyılı: Yeni Bir Eğitim Ufku

İşte Türkiye Yüzyılı Maarif Eğitim Modeli, bu anlayışla yola çıkıyor. Ezberci, tek tipçi ve yarışçı bir eğitim yerine; çocuğun ruhunu, aklını ve duygusunu birlikte geliştirmeyi hedefliyor.

 Bu modelde öğrenci, sadece ders başarılarıyla değil; estetik duygusu, spor yeteneği, iletişim becerisi ve ahlaki duruşuyla da değerli.
 Bilgiye ulaşan değil, bilgiyi kullanan ve anlamlandıran bireyler yetiştirmek istiyor.
Çocukları sınavlara değil, hayata hazırlayan bir sistem inşa ediyor.

Bir Portre: İhmalin Acı Yüzü

“Bugünkü öğrenci spordan nasipsiz, müzikten habersiz, en basit makineden habersiz, yaşayan yabancı dillerden habersiz, sağlık kültürü sıfır, memleket görgüsü sıfır, dünyadan haberi sıfırın altında.” Prof. Dr. Remzi Oğuz Arık (1948)

Bu sözler 1948'e ait ama hâlâ yankısını duyuyoruz. Oysa çocuklarımızın içinde ne cevherler var. Ama bir cevherin pırlanta olabilmesi için işlenmesi gerekir. Ve bu, yalnızca sınav hazırlıklarıyla olmaz. Spor salonlarında ter döken bir çocuk, sabrı öğrenir. Tiyatro sahnesinde bir replik ezberleyen genç, duygudaşlık kurmayı öğrenir. Bilim kulüplerinde proje üreten öğrenciler, hem düşünmeyi hem üretmeyi öğrenir.

Gerçek Eğitim: İnsana Dokunandır

Eğitim, bir yarış değil; bir yolculuktur. Bu yolculukta öğretmenin sevgisi, rehberliği ve anlayışı, öğrencinin en büyük yol azığıdır.
Çünkü değer verdiğiniz öğrenciler, kendini değerli hisseder.
Değerli hisseden öğrenci de, hayal kurar, üretir ve kendini geliştirir.

Bir öğretmen bir çocuğun içindeki yıldızları görebildiğinde, işte o zaman gerçek öğrenme başlar. O yıldızlar bazen bir şiirde parlar, bazen bir deney tüpünde, bazen bir futbol topunun peşinden koşarken…

Sevgiyle Büyüyen Gelecek

Eğitim, insanı sadece bilgili değil, iyi insan yapmalıdır.
Öğrenciyi sadece sınavlara değil, hayata hazırlamalıdır.
İşte Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli bu yüzden umut veriyor: Çünkü o, sadece dersleri değil, insanı merkeze alıyor.

Bugünün çocukları, yarının Türkiye’sini kuracak. Onlara bilgi kadar sevgi, sınav kadar sanat, not kadar duygudaşlık de verelim. Çünkü:

Bir çiçeğin büyümesi için sadece toprak değil, güneş de gerekir.

Bir öğrencinin gelişmesi için sadece bilgi değil, sevgi de gerekir.

Bu Bölümde Öğrenciye Verilen Mesajlar:

·        Sen değerlisin. Yeteneklerin kıymetli.

·        Sadece sınavlara değil, hayata hazırlanıyorsun.

·        Gerçek başarı, sevgiyle ve ilgiyle beslenir.

·        Öğretmenin seni sadece derslerde değil, hayat yolunda da desteklemek için var.

·        Türkiye Yüzyılı’nın öğrencisi; düşünen, hisseden ve üreten bir bireydir.

UFKA YOLCULUK

UFKA YOLCULUK

‘Geleceği Hayal Eden Gençler İçin’

Her sabah okul kapısından içeri adım attığınızda, aslında sadece sınıfınıza değil, kendi geleceğinize de bir adım atmış oluyorsunuz. Sıralarınızda otururken, tahtaya bakarken ya da defterinize bir cümle yazarken fark etmeseniz de, o anlar iç dünyanızda birer tohum gibi filizleniyor. Ve unutmayın, o küçük tohumlar bir gün büyük hayallere, büyük başarılara dönüşecek.

Çünkü sizler yalnızca birer öğrenci değil; bilgiyle büyüyen, hayaller kuran ve geleceğe umutla bakan özel bireylersiniz. Türkiye Yüzyılı’nın genç nesli olarak; sorgulayan, düşünen, çözüm üreten ve kendine inanan bireyler olarak yetişiyorsunuz. Her attığınız adım, sadece bugününüzü değil, yarınınızı da şekillendiriyor.

Okul koridorlarında yürürken, sadece bir zil sesi duymazsınız aslında. O ses, sizi bilgiye çağıran, hayallerinize uzanan yolun başlangıç zilidir. Sınıflarınız, sizin sorduğunuz sorularla hayat bulur. Bir matematik problemiyle sabretmeyi, bir fen deneyiyle keşfetmeyi, bir hikâyeyle başkasının dünyasına dokunmayı öğrenirsiniz. Her yeni gün, öğrenmek ve büyümek için eşsiz bir fırsat sunar size.

Ama bilmelisiniz ki, gelecek sadece beklenen bir zaman değil; bugünden kurulan bir yoldur. Geleceğin doktorları, mühendisleri, yazarları, öğretmenleri sizlersiniz. Attığınız her adım, açtığınız her kitap, sorduğunuz her “Neden?” sorusu, geleceğinize çizilen bir ışıktır.

Belki şu an satranç kulübüne gidiyorsun, belki resim defterine içinden geldiği gibi karalamalar yapıyorsun ya da okul bahçesinde yıldızlara bakarak “Evren nasıl oluştu?” diye düşünüyorsun… Kim bilir? Belki de bir gün büyük bir ressam, bir bilim insanı ya da dünyayı değiştirecek bir lider olacaksın. Her şey, bugün gösterdiğin çabayla başlıyor.

Cahit Zarifoğlu, gençleri her zaman önemseyen bir şairdi. Onun şu sözü, tam da sizin için:

“Çocuklar güle oynaya büyüsün, her gün biraz daha umutlansın diye yaşıyoruz.”

İşte biz öğretmenleriniz de, siz büyürken umutlarınız yeşersin, hayalleriniz gerçeğe dönüşsün diye varız. Türkiye Yüzyılı Maarif Eğitim Modeli tam da bu düşünceyle ilerliyor. Sizleri sadece sınavlara değil, gerçek hayata hazırlıyor. Ezberleyen değil anlayan, taklit eden değil üreten bireyler olmanızı istiyor. Çünkü gerçek başarı, sadece notlarda değil; sorumlulukta, merakta ve kararlılıktadır.

Bu yolda öğretmenleriniz size rehber, arkadaşlarınız yoldaş, kitaplarınız en sadık dost olacak. Her soru, yeni bir kapı açacak. Her çaba, bir ufka varacak.

Gelecek, hazır gelen bir şey değildir. Gelecek; bugün kurduğunuz hayallerle, attığınız adımlarla, kurduğunuz cümlelerle ve gösterdiğiniz cesaretle inşa edilir. Küçük bir çabanın, büyük bir başarıya dönüşeceğini asla unutmayın. Tıpkı bir damlanın sabırla taşı delmesi gibi…

 O yüzden her sabah kalktığınızda, sadece bir güne değil, kendi geleceğinize de “merhaba” diyorsunuz. Ve sizler; Türkiye’nin yarınlarını aydınlatacak, geleceğin mimarı olacak gençlersiniz.

“Yol uzun ama ışık sizsiniz. Gözlerinizi ufuktan ayırmayın; çünkü Türkiye’nin yarını, sizin adımlarınızla yazılacak.”

Ve unutmayın: En güzel yolculuklar, bir hayalle başlar.

5 Nisan 2025 Cumartesi

OKULUN CÜMLESİNDE EN DEĞERLİ ÖZNE: ÖĞRENCİ

OKULUN CÜMLESİNDE EN DEĞERLİ ÖZNE: ÖĞRENCİ

Bir okul, tıpkı anlamlı bir cümle gibidir. Bu cümlede en önemli yer, özneye aittir. O özne, öğrencidir. Çünkü okulun varlık sebebi, öğrencinin gelişimi, mutluluğu ve başarısıdır. Öğrencinin adının önüne sıfat eklenmez; çünkü o, sadece “çalışkan” ya da “yaramaz” değildir. O bir dünyadır. Merak eden, hayal kuran, soru soran ve büyüyen bir dünyadır.

Cümlenin yüklemi ise öğretmendir. Çünkü cümleye anlamı veren, onu tamamlayan, yön veren odur. Öğretmen, öğrencinin içindeki cevheri fark eden, onun yolunu aydınlatan kişidir. Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli tam da bu anlayışla yola çıkar: Öğrenciyi merkeze alır, öğretmeni ise rehber ve yol arkadaşı olarak görür.

Artık okulda sadece bilgi ezberlenmez; bilgi anlaşılır, tartışılır ve üretilir. Her öğrenci biriciktir, farklıdır. Kimi müzikte parıldar, kimi matematikte. Kimi güzel yazılar yazar, kimi bilimsel sorular sorar. Türkiye Yüzyılı’nın okullarında her öğrenci kendi yeteneğine göre desteklenir. Çünkü amaç, herkesin en iyi olduğu alanda gelişmesini sağlamaktır.

Bir sınıf, sadece sıralar ve tahtalardan ibaret değildir. O sınıf, hayallerin filizlendiği, fikirlerin konuşulduğu, dostlukların kurulduğu bir yerdir. Kitap okurken bir kahramanla yola çıkarız, projeler yaparken takım olmayı öğreniriz, yazarken duygularımıza yön veririz. Öğretmenlerimiz bize sadece ders anlatmaz; aynı zamanda sabrı, saygıyı, cesareti ve düşünmeyi öğretirler.

Teknolojiyi doğru kullanmayı, değerlerimize sahip çıkmayı, doğayı korumayı da okulda öğreniriz. Çünkü artık eğitim sadece okul duvarlarının içinde değil, hayatın her alanındadır. Türkiye Yüzyılı'nın gençleri olarak bizden beklenen; okuyan, düşünen, üreten ve insanlığa fayda sağlayan bireyler olmamızdır.

Bir okulun en güzel cümlesi, içinde sevgiyle öğrenen bir öğrencinin ve yol gösteren bir öğretmenin bulunduğu cümledir. Ve bu cümle, geleceği yazacak olan en güçlü cümledir. Çünkü biz, Türkiye’nin geleceğini kelimelerle, fikirlerle ve umutla inşa eden bir nesiliz.

“Bir öğrenciyi tanımadan hiçbir dersi gerçekten anlatmış sayılmazsın.”
— Türkiye Yüzyılı’nın öğretmeni