ÖĞRETMEN MEHMET AKİF
İNAN
Hıdır YILDIRIM
Avusturyalı romancı, oyun yazarı, gazeteci ve biyograf Stefan
Zweig’ın, tarihte büyük dönüşümlere sebep olmuş on iki tarihi olaydaki
belirleyici anlar üzerine yazdığı “İnsanlığın Yıldızının Parladığı Anlar” adlı
güzel bir eseri vardır. Zweig, bu eseriyle ilgili olarak, “Çağları aşan bir
kararın bir tek takvime, bir tek saate, çoğu kez de yalnızca bir tek dakikaya
sıkıştırıldığı trajik ve yazgıyı belirleyici anlara, bireylerin yaşamında ve
tarihin akışı içinde çok ender rastlanır. Ben böyle anları İnsanlığın
Yıldızının Parladığı Anlar diye adlandırdım; çünkü onlar, tıpkı yıldızlar gibi,
hiç değişmeden geçmişin karanlığına ışık tutmaktadırlar”[1] diyor.
Bir büyük gelişmeyi tetikleyen, önemsiz ve basit
addedilebilecek küçük, çoğu zaman sıradan bir olay, bugün karşımıza insanlık
tarihini etkileyen büyük bir olayı, bazen çağ açıp çağ kapatan başlı başına
büyük bir hadiseyi çıkarmış oluyor. Çoğu zaman bizler, büyük hadiseyi
yorumlarken onu doğuran basit ve sıradan vakanın, bu vakanın tarih sahnesinde
canlandırılması görevini üstlenen çoğu zaman isimsiz kahramanın farkına bile
varmamış olabiliyoruz.
“İnsanlığın Yıldızının Parladığı Anlar” olduğu gibi şüphesiz
hayatta ‘insan’ın, ferdin, bir tek insanın yıldızının parladığı anlar da var.
Bu anlar, insanın yaşamının akış yönünü, akış hızını değiştiren anlar. İnsanın
bazen yıldızını parlatan bazen de yıldızını söndüren anlar. Olumlu ya da
olumsuz yönde zirveye ulaşmış insanların dramatik kavşaklarla karşılaştığına ve
bu kavşaklardaki anlık yönelişlerin büyük sonuçlarının ortaya çıktığına şahit
oluyoruz. İnsanın yıldızının parladığı anlarda büyük çoğunlukla yanında
mesleğini mesele edinmiş bir öğretmenin olduğunu görüyoruz. Küçük bir dokunuşla
resmin bütününü değiştiren bir ressamın sihirli dokunuşuyla öğrencisine dokunan
bir öğretmen. Bazen bir dokunuş, bazen bir tebessüm, bazen bir küçük hediye,
bazen derdine ortak oluş, bazen bir sırrı paylaşma, bazen bir özdeşleşme akışı
birdenbire değiştiriyor ve ardından bir insanın yıldızı parlamaya başlıyor.
İnsana dokunma ehliyeti taşıyan ve buna ilişkin imkân sunulan
öğretmen, bir dokunuşuyla tarihi değiştirecek önemde bir gücü elinde
bulundurduğunun bilincini taşıdığında değişir tarih. Öğretmenin, hatası telafi
edilebilir bir mesleğin mensubu olmadığının bilincini kuşanmış olması gerekir.
Bu çerçeveden değerlendirildiğinde öğretmenlik bir idealistlik mesleğidir.
Edebiyat tarihçiliğinde bir ekol olmuş ve yetiştirdiği
öğrencileriyle ideal öğretmeni öğretmenlik hayatında örneklemiş büyük bir
öğretmen olan Prof. Dr. Mehmet Kaplan, “İdeal öğretmen, gerçekte var olmayan,
fakat her öğretmenin içinde ulaşılacak bir model olarak yaşayan ve onu
kendisine çeken, benzetmeye çalışan bir öğretmendir. Böyle ideal bir model
güzel ve iyi bir şeydir. Zira o, gerçekte var olan öğretmeni her sabah erkenden
uyandırır; ona okulunu, öğrencilerini, derslerini düşündürür, yapması gereken
şeyleri dikte eder. Mevcudiyetinin farkında olmasa bile, her öğretmenin içinde
böyle bir ideal öğretmen vardır. O, çok ciddidir, gevşekliği asla hoş görmez.
Onun gerçek öğretmenden istediği birinci şey , ‘vazife duygusu’dur. Bu duyguya
sahip olmayan bir kimsenin iyi bir öğretmen olmasına imkân yoktur”[2] diye
tarif etmektedir ideal öğretmeni. Öğretmenlik, bir ciddiyet mesleğidir aynı
zamanda.
“Hocalık Sanattır” adlı bir kitabı bulunan ve yalnızca örgün
eğitimde rahle-i tedrisinden geçen öğrencilerini değil, sohbetleriyle toplumu
yetiştirme yükümlülüğünü taşıyan Prof. Dr. Osman Öztürk, hacmi küçük muhtevası
derin mezkûr kitabında öğretmenlik sanatına ilişkin şu değerlendirmelerde
bulunmaktadır: “Öğretmenlik; tatmini maddede arayanların veya maddi bakımdan
tatmin olmak isteyenlerin mesleği olarak düşünülemez. Öğretmenlik, ‘yüksek
ideal’ sahiplerinin tatmin olacağı bir meslek olarak düşünülmelidir. Hocalık,
bitmek tükenmek bilmeyen bir enerji ile dersten çıktıktan sonra yorgunluk
değil; haz ve heyecan duyabilenlerin mesleğidir. Öğretmen dersin nasıl
geçtiğini, günün nasıl bittiğini, hafta sonunun geldiğini fark edemeyecek
kadar, öğretme ve bir şeyler verme sevdalısı ve tiryakisidir. Geleceğin mühim
insanlarının hocası olmuş olacağını, onların yapacakları hayırlı iş ve
hizmetlerden dolayı dünyada büyük gurur ve haz duyacağı gibi, ahirette de
hesapsız ecre nail olacağını düşünerek heyecanlanır. (…) Öğretmenlik; ideal ve
heyecanla tatlanan ve bu sayede katlanılan bir meslektir. Eğitim-öğretimin
mihveri ve temel taşı öğretmendir -belki de daha doğrusu ‘öğreten’. Çok lüks
binalarda, çok iyi imkânlar içerisinde; vasıflı öğretmen olmadıkça
yapılabilecek fazla bir şey yoktur. Siyasetçisi, idarecisi ve velisi ile bu
gerçek kavranamadıkça, havanda su döğmeye devam eder dururuz. (…)[3]
Öztürk, öğretmeni eğitim-öğretimin öznesi olarak
değerlendirmektedir. Öğretmenin aktif olmadığı, öncü ve sürükleyici işlevini
üstlenemediği bir eğitim-öğretim ameliyesinden çok şey beklenmemelidir. Öztürk,
öğretmenin niteliklerini başlıklar halinde verir ve her bir başlığı açıklar:
“Öğretmen kimdir? İdealisttir. Hocadır, muallimdir ve öğreticidir. Velidir.
Arkadaş, sırdaş ve dosttur. Rehberdir, örnektir. Çok okuyan ve çok okutandır.
Takdir ve teşekkürü boldur. Yol gösterici ve yönlendiricidir.”[4]
Nurettin Topçu’nun öğretmenlikle ilgili derinlikli bir tanım
içeren, öğrencilerine yönelik şu sözleri öğretmenliğe adanmış bir hayatın
yargılarını ortaya koyması bakımından son derece değerlidir: “Bizim işimiz,
sizin yalnız zekâlarınızı işlemeden ibaret değildir. Biz, sizin birtakım
dersleri öğrenen zekâ makineleri olduğunuzu hiç düşünmedik. Şahsiyet ve
halleriniz bizim hünerimizin gerçek eseridir. Bize, ‘siz ne iş yapar, ne vazife
görürsünüz’ diye soranlar olursa onlara sonsuz bir sevinçle içimiz taşarak ‘bizim
vazifemiz karakter yapmaktır, şahsiyet yapmaktır’ diye cevap vermede saadet
buluruz.”[5]
Öğretmen nitelikli toplumun inşacısıdır. Birey olarak
sorumluluklarının önemini idrak eden, bilgiyi davranışa dönüştüren ve bireysel
ahlakın toplumsal ahlakı oluşturduğu bir intizamlı çevrenin mebdei öğretmendir.
Sokrates, “İnsan, insan gölgesinde yetişir” diyor.
Öğretmenlik yalnızca bir meslek değil, kişinin kendi kreatif yeteneklerini de
katarak geliştirebileceği bir sanattır aynı zamanda. Öğretmenlik sanatı, incelikleri
meşk ile edinilen ve yılların birbirine ulandığı bir süreçte meşk ile
olgunlaşılan bir sanattır. Bu çerçevede usta-çırak ilişkisine yönelik bir
gereksinim ortaya koyan ama aynı zamanda durağanlığı da reddeden bir sanattır.
Sınıfın dışındaki
öğretmen Mehmet Akif İnan
1940’ta Urfa’da doğan, ilk gençlik çağlarından itibaren
kendisini mücadelenin içerisinde bulan Mehmet Akif İnan, çok yönlü bir
şahsiyettir. Akif İnan, 60 yıllık ömrü boyunca meşgul olduğu uğraşı alanları
itibarıyla tavsif edilecek olursa, şair, yazar, öğretmen, sendikacı,
mütefekkir, yayıncı, hatip, aydın, sanatçı kelimeleriyle ifade edilebilecek
çalışmalar içerisinde olmuştur. Mehmet Akif İnan, bütün bu unvanların ve
uğraşıların içini fazlasıyla doldurmuş, hakkını vermiş ve her birinin icrasında
ayrı ayrı büyük başarılar sergilemiştir.
Mehmet Akif İnan, 1960-1961 öğretim yılında Maraş Lisesi’nden
mezun olmuş ve 1961 yılında Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi
Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü’nde yükseköğrenime başlamıştır. Çeşitli
nedenlerle ara verdiği yükseköğrenimini Nuri Pakdil’in ısrarı ve teşvikleriyle
1972 yılında tamamlamış, aynı yıl Uşak İmam-Hatip Lisesi Türk Dili ve Edebiyatı
Öğretmeni olarak atanarak vefatına kadar sürdüreceği öğretmenlik mesleğine adım
atmıştır.
1972-2000 yılları arasında Uşak İmam-Hatip Lisesi, Ankara
Gazi Eğitim Enstitüsü, Ankara Demetevler Lisesi, Ankara Gazi Eğitim Enstitüsü,
Ankara Lisesi ve Ankara Fen Lisesi’nde görev yapan Mehmet Akif İnan, alanının
teorisini anlatan bir edebiyat öğretmeni değildir. Türkiye’de maalesef,
edebiyat akademisyenlerinin ve edebiyat öğretmenlerinin büyük çoğunluğu
yalnızca edebiyat ürünlerini tahlil ve tasnif eden bir meşguliyet içerisinde
bulunmakta, özgün edebi eser üretmemektedir. Mehmet Akif İnan, kendi edebi
anlayışı çerçevesinde şiir ve nesir olmak üzere eser vermiş üretken, aynı
zamanda medeniyet değerleri bağlamında mesleğinin öneminin farkında olarak
mesleğinin çilesini çekmiş bir edebiyat öğretmenidir.
1969 yılında kurucuları arasında yer aldığı Nuri Pakdil
öncülüğünde çıkarılan Edebiyat dergisinde yazıları ve şiirleri yayımlanan
Mehmet Akif İnan, öğretmenliğe başladığında belli bir çevrenin tanıdığı bir
şair ve yazardır. 1960’lı yılların başlarından itibaren şiirleri ve yazıları
yayımlanan Mehmet Akif İnan, edebiyatın yalnızca teorisini aktarmakla
yetinmemiş, edebiyat teorisine ilişkin düşüncelerini ortaya koyan ve çeşitli
edebi yaklaşımlara eleştiriler getiren yazılar da yayımlamıştır. İnan’ın 1972
yılında Edebiyat Dergisi Yayınları arasında yayımlanan ilk kitabı “Edebiyat ve
Medeniyet Üzerine”, bu çerçevedeki yazılardan müteşekkil bir kitaptır. İkinci
kitabı bir şiir kitabı olan Hicret’tir. Önemli ölçüde Edebiyat dergisinde
yayımlanan şiirlerin yer aldığı Hicret 1975’te yine Edebiyat Dergisi Yayınları
arasında yayımlanmıştır.
Mehmet Akif İnan, 1976 yılında Mavera dergisinin kurucuları
arasında yer almıştır. 1976 yılından itibaren Mavera dergisinde yazı ve şiirler
yayımlamış, ikinci nesir kitabı olan Din ve Uygarlık Mavera dergisinin yayınevi
olan Akabe yayınları arasında çıkmıştır. Mehmet Akif İnan, 1977’den itibaren
Yeni Devir gazetesinde, 1985’ten itibaren Milli Gazete’de köşe yazarlığı
yapmıştır. Mehmet Akif İnan’ın ikinci şiir kitabı Tenha Sözler 1991 yılında
Yedi İklim yayınları arasında yayımlanmıştır. Mehmet Akif İnan, 1977 yılında
Oktay Çağlar’la birlikte Yeni Türk Edebiyatı adıyla bir ders kitabı da
hazırlamıştır. Sınıfın dışındaki öğretmen Mehmet Akif İnan, kendi alanıyla
ilgili teorik bilgiyi yalnızca öğrencisine aktaran bir öğretmen değil, alanının
teorik bilgisini pratiğe de dökmüş bir öğretmendir. Mehmet Akif İnan, eseri olan,
tesiri olan bir öğretmendir.
Aksiyoner öğretmen
Mehmet Akif İnan
Mehmet Akif İnan, Yedi Güzel Adam’dan dışa dönük olanıdır.
Yedi Güzel Adam içerisinde aksiyona ilişkin teorisini, düşüncelerini, hareket
planında en fazla pratiğe dökmüş olanı Mehmet Akif İnan’dır. Mehmet Akif İnan,
bir duygu ve düşünce adamı olarak şiir ve yazılarıyla ortaya koyduğu duruşu,
bir hatip olarak kitleleri etkilemek ve yönlendirmek, bir sendika lideri olarak
kurumsal bir bünye halinde inşa, sevk ve idare etmek suretiyle başka bir boyuta
taşımıştır. Bu yönüyle Yedi Güzel Adam’ın diğer altısından farklıdır. Mehmet
Akif İnan’ın Kurucu Genel Başkanlığını üstlendiği Eğitim-Bir-Sen ve Memur-Sen;
onun bir düşünce adamı olmanın ötesinde bizzat sahaya inerek düşüncesini örgüt
çatısı altında somut varlığa dönüştürdüğünü ve eyleme döktüğünü göstermektedir.
Mehmet Akif İnan’ın sendikacılığı, öğretmenlik mesleğinin
sorunlarına vakıf, bu sorunların çözümüne ilişkin duyarlılık taşıyan ve çözüme
yönelik teklifler ortaya koyan farklı bir öğretmen profili taşıdığını
göstermektedir. Bu açıdan bakıldığında Eğitim-Bir-Sen, bürokratik bir
organizasyon olarak değil bir öğretmenler odası hareketi olarak doğmuştur.
Eğitim-Bir-Sen’in kuruluşu sırasında sendikanın genel kurullarında ve çeşitli
tanıtma toplantılarında konuşan Mehmet Akif İnan’ın içerikli konuşmaları, onun
eğitimin ve eğitimcilerin sorunlarının çözümüne ilişkin kendi gözlem ve
yaşanmışlıklarına dayanan bilgilere sahip bir öğretmen-sendikacı olduğunu
göstermektedir.
1992-2000 yılları arasında Ankara Fen Lisesi Edebiyat
Öğretmeni olarak fiilen derslere girmeyi sürdüren Mehmet Akif İnan,
Eğitim-Bir-Sen Genel Başkanlığı gibi ağır bir görevi, bir aydın sorumluluğu
olarak görmüş, türlü fedakârlıklarla eğitime ve eğitimcilere yönelik yerine
getirilmesi zaruri bu görevi bihakkın yerine getirmiştir. Mehmet Akif İnan’ın
bu yıllarında edebi üretim hususunda son derece kısır bir dönem geçirdiğini
belirtmek gerekir.
Mehmet Akif İnan, şair, yazar ve öğretmen olmanın yanında bir
iman ve aksiyon adamıydı. Mehmet Akif İnan, okuyan, yazan, düşünen, konuşan,
eser veren, örgütleyen, eyleme geçen bir öğretmen olarak aradığımız ideal öğretmen
profilini ortaya koymuştur.
Sınıfın içindeki
öğretmen Mehmet Akif İnan
Mehmet Akif İnan, yazımızın girişinde ortaya konulan,
Nurettin Topçu, Mehmet Kaplan, Osman Öztürk gibi büyük öğretmenlerin tarif
ettiği öğretmen profiline uygun bir öğretmenlik serencamı sergilemiştir. Mehmet
Akif İnan’ın öğretmenliğinin en başında sevgi ve şefkat gelmektedir. O
öğrencilerini seven bir öğretmendir. Öğrenme eyleminin en güzel sevgi ortamında
gerçekleştirilebileceğinin bilincindedir. Yakın arkadaşı Alaeddin Özdenören,
Mehmet Akif İnan’ın öğretmenlik anlayışını ortaya koyan şu anekdotu
nakletmektedir: “Yıl 1966. Maraş Lisesinde felsefe öğretmeniyim. Akif’ten
mektup. Gerçek soyluluğun pazarlığa yanaşmayacağını bir kez daha öğreniyorum.
Diyor ki: ‘Çocukları sınıfta bırakma. Başımızdan geçenleri bilmiyor musun?
Çocukları incitmemek için elinden geleni yap. Onları okumaya alıştır.’ İçimde
bir bolluk oluşuyor. Hem de ne bolluk. Çocukları okumaya sürüklüyorum. Okulun
kütüphanesine çekidüzen veriyorum. Çocuklar kütüphaneye alışıyor. Beni
seviyorlar. Çocuksu gözlerinin acı bakışlarını üzerimde hissediyorum. Osman
Sarı, İsmail Kıllıoğlu, Efendi Barutçu, Ali Doğan, Serpil Öksüz, Cafer ve
diğerleri. (…)”[6]
Mehmet Akif İnan’ın birlikte Milli Eğitim Bakanlığı Mektupla
Öğretim Merkezi için Yeni Türk Edebiyatı ders kitabı hazırladıkları Oktay
Çağlar, öğretmen Mehmet Akif İnan’a ilişkin değerlendirmelerinde, “Bence bir
öğretmenin en iyi değerlendiricisi ve müfettişi öğrencileridir. Gazi Eğitim
Enstitüsü’nde birlikte çalışırken; onun öğrencilerinin kendisine gösterdikleri
saygı ve sevgiyi çok yakından izledim. Akif’in öğretmenliği sınıflarla sınırlı
kalmaz; koridorlarda, öğretmenler odasında, hatta çok zaman evinde devam
ederdi. Öğrencileri çiçeğin bal özüne hücum eden arılar gibiydiler. O sert
görünüşlü, ağırbaşlı insan, öğrencileriyle birlikteyken, âdeta bambaşka bir
kişiliğe bürünürdü. Severdi öğrencilerini; onlar da onu severlerdi. Mesleğini
ibadet eder gibi, kutsal bir görev gibi icra eden insanlardandı”[7] demektedir.
Oktay Çağlar’ın değerlendirmesindeki son cümle, büyük bir
öğretmen olan Nurettin Topçu’nun “40 yıl öğretmenlik yaptım; mabede nasıl
girdiysem sınıfa da öyle girdim” sözlerini hatırlatmaktadır. Mehmet Akif İnan
için öğretmenlik medâr-ı mâişet değil, peygamber mesleğini icra etmenin
kudsiyetini taşıyan ulvi bir vazifedir.
Mehmet Akif İnan iz bırakan bir öğretmendir. Öğretmenliği
yalnızca sınıfta icra edilen bir meslek olarak görmez, okulun dışında da
öğrencileriyle birlikte olacağı ortamlar oluşturarak sınıfta bıraktığı izleri
daha da derinleştirir. Mehmet Akif İnan’ın öğretmenliğinin ilk yıllarında Uşak
İmam Hatip Lisesi’nde öğrencisi olan ve daha sonra sendikacılıkta ve siyasette
önemli başarılara imza atan Hüseyin Tanrıverdi, bütün nahifliğiyle bir taşra
kentinde, ideal öğretmen tipindeki bir öğretmenin ne demek olduğunu şöyle ifade
etmektedir: “Mehmet Akif İnan hocam ile ilk tanışmam lise yıllarımda olmuştu.
Uşak İmam Hatip Lisesinde yatılı olarak okumaya başladığımda benim edebiyat
öğretmenimdi. Bir çocuğun kişiliğinin şekillenmesinde ailesinden sonra ilk rol
alacağı kişi şüphesiz onun eğitimini üstlenen öğretmenidir. O yıllarda bir
Anadolu kasabasından çıkıp tek başına, hiç bilmediği, kimseyi tanımadığı bir
okula giden bir çocuğun da tutunabileceği, kendini güvende duyabileceği tek
sığınak, sıcak, güler yüzlü ve ilgili bir öğretmendir. İşte benim için Akif İnan
o kişiydi. Okul yıllarımızda dış dünyayı tanıma heyecanıyla haylazlıkla ve
vurdumduymaz bir tavırla günlerimiz geçerken o bizi ders kitapları dışındaki
bir dünyayla tanıştırdı. Yatılı günlerimizin dışında hafta sonları evine davet
ederek pazar kahvaltılarında sohbetler ettik. O sohbetler bizim için sanki
bayramdı. Çünkü pansiyonda sabahları kurtlu tarhana içerken, hocamızın evinde
börekler, çörekler ile kahvaltı yapıyorduk. Bu bizim için bulunmaz bir nimetti.
Bu kahvaltılarda hocamız ödev olarak değil, okumamız için elimize kitaplar
tutuştururdu, sonraki hafta da o kitaplardan sorular sorardı, ki okuyup
okumadığımızı kontrol ederdi.”[8]
Mehmet Akif İnan’ın Uşak İmam-Hatip Lisesi’nden öğrencisi
olan ve ömür boyu Mehmet Akif İnan’ın o ilk dokunuşunun etkisini üzerinde
hissetmeyi sürdüren Yazar Arif Altunbaş, Mehmet Akif İnan’ın yön veren, akışı
değiştiren öğretmenliğine işaret etmektedir: “Uşak İmam Hatip Lisesi hayatımın
en renkli, en hareketli, en verimli yıllarının geçtiği ömrümün ilkbaharıdır.
Birçok kıymetli bilgiyi birçok değerli hocalarımızdan öğrendik. Ama bunlardan
birisi vardı ki o sırtındaki batının paslı bıçağıyla derse giren Büyükdoğu'nun
cephesinin yiğit savaşçısı Mehmet Akif İnan'dı. Hayatımın akışı onun sırtındaki
paslı bıçağın açtığı yaradan sızan kanı görünce değişti. Hayatımız milletin
sırtındaki o kanı durdurmak için mücadele etmekle geçti. Biz sevdayı, davayı,
kavgayı ve Allah yolunda dimdik durmayı, ölünceye kadar bu yolda mücadele
etmeyi ondan öğrendik. Nice hocalar gördük. Şüphesiz hepsinin üzerimizde hakkı
vardır. Ama M. Akif İnan Hocamızın gönlümüzde ana kucağı gibi sıcacık, apayrı
bir yeri vardı. O bizim hocamızdı, birçoklarının da Akif ağabeysiydi. Onun
Anadolu kıtası kadar büyük yüreğinde hepimize yetecek kadar ayrı köşk yer
vardı.”[9]
Eğitim-Bir-Sen’in kuruluşunda Mehmet Akif İnan’ın en
yakınında bulunan, Eğitim-Bir-Sen’in kurucuları arasında yer alan ve ilk genel
sekreteri olan Gazi Eğitim Enstitüsü’nden öğrencisi Metin Selçuk, Mehmet Akif
İnan’ın öğretmen davranışlarıyla ilgili kırk yıl öncesinden manzaralar
aktarmaktadır: “Hocam öğretme gayreti olmaksızın öğrenmeyi gerçekleştiren bir
insandı. Dinleyen herkes duyduğu her cümlenin, her kavramın yeni olduğunu
düşünürdü. Çünkü kavramların içini kendi tarzınca doldurur ve onları yeniden
giydirirdi. Hafızamıza değil idrakimize seslenirdi. O konuşurken sanki bir
ırmak çağıldardı. Herhangi bir konudan bahsederken acaba şiir mi okuyor diye
defalarca irkildiğimi hatırlarım. Geçmişten geleceğe taşıyan ve geleceği o an
bize zapturapt altına aldıran bir üslubu vardı. (…) Hocam bilgiyi bir hediye
gibi sunardı. Vefat edene kadar öğrencisi olduğum için mutlu, huzurlu ve
kıvançlıyım. Eğitim Enstitüsü’ne ilk başladığımda bir gece yarısı eve giderken
‘Madem öğretmen olmaya karar verdin, Hz. Ali (R.A.)’nın şu sözünü hiç
unutmayacaksın ve çocuklar, kendi çocukların da söz konusu olduğunda onları
bulundukları (“yaşayacakları”) zamana göre yetiştireceksin’ demişti. Geçen
yıllarla birlikte gördüm ve şahit oldum ki, Hocamın öğretmenliğinin ve sendikal
anlayışının temelinde bu kutlu öğretinin izleri çok belirgindi. Zamanın ruhu
onun karanlıkları aydınlatmak için sunduğu bir mumdu adeta. Bir şey öğretirken
huşu hissi uyandırırdı. Öğrencilerinin anı yaşaması için zamanı parmaklarında
şekillendiriyordu adeta. Hocamın öğretmenliğinde merkezden çevreye doğru
hareket anlayışı vardı. Onun merkezi insandı. İnsanda olanı açığa çıkararak
hitap ederdi öğrencisine. Ve onu dinleyen herkes kendisini Akif İnan çapında
bir insan zannederdi. Karşısındaki büyük küçük herkese böyle yaklaşır, böyle
davranırdı. Ondan hiç kimse korkmazdı ama herkes de çekinirdi. Sınıfa
girdiğinde konuşmasını bekleten bir heyecan yaşatırdı öğrenciye. Bunu yıllar
sonra bir lise öğrencisinden de duyduğumda Hoca hiç değişmemiş ve kendi iç
heyecanını hala koruyor diye sevinmiştim. O, alanının hâkimiydi, bunu sözle
asla ifade etmedi; ama bu alanda, bu öğretmenlik yaşamında ‘ben varım ve en
iyilerden biri benim’ düşüncesini hissettirirdi insana. Bununla birlikte
mütevazılığın da kalesi gibiydi. Bunu o günlerde bir çocuk olan kızım bugün
yaşıyormuş gibi hâlâ anlatır. Çünkü onunla bir çocuk gibi oynar ve konuşurdu.
Başarılı ve sınıfta güçlü olmanın en kritik yanının alan hâkimiyeti olduğunu
belirtirdi. Bunun yanı sıra iyi yapılan işin mutlaka görüleceğini, bu ülkeye ve
bu millete döneceğini ifade ederdi. Öğretmen, çağının kültür, medeniyet ve
sanatından nasibini alarak kendini yetiştirmiş olmalıdır anlayışına
sahipti.”[10]
Sınıfın içindeki Öğretmen Mehmet Akif İnan, müşfik,
karizmatik, etkileyen, sürükleyen, ufuk açan bir öğretmendir. Öğrencileri
arasında bürokraside, siyasette, sivil toplum alanında etkili görevler
üstlenmiş, topluma yön vermiş çok sayıda kişi bulunmaktadır. Kısacası, Mehmet
Akif İnan, iz bırakan, sıra dışı bir öğretmendir.
Akif İnan, yazımızın giriş bölümünde ortaya koyulan ‘ideal
öğretmen’ tarifini örnekleyen bir öğretmenlik hayatı sergilemiştir. Alanına
hâkim, öğretmekten keyif alan, mesleğini severek fedakârlıkla icra eden bir
öğretmen olarak ölümüne değin, 28 yıl boyunca yalnızca öğretmenlik yapmış,
idari ya da bürokratik görevlere talip olmamıştır.
Mehmet Akif İnan’ın kültür ve sanat camiasında ağabey olarak
bilinmesini sağlayan duruşu sınıfta babacan öğretmen olarak tanınmasına yol
açmış, sevilen, güvenilen bir hoca olarak gönüllerde yer tutmasını sağlamıştır.
Mehmet Akif İnan bir okur ve bir yazardır. Öğrencilerinin
kitapla ünsiyet kurması için büyük gayret göstermiş, beslendiği ana damardan
öğrencilerinin de beslenmesini arzulamıştır. Akif İnan, maddiyata önem veren
biri değildir. Bu çerçevede öğretmenliği bir manevi tatmin vasıtası olarak
görmüştür. Tanınırlığı, birikimi, çevresi onu daha iyi maddi olanaklara sahip
başka mecralara taşıyabilecekken O öğretmenliği ısrarla sürdürmeyi seçmiş, son
sekiz yılında da enerjisini öğretmenliğin yanı sıra öğretmenlerin mesleklerini
daha iyi şartlarda sürdürmeleri için sendikal mücadeleye hasretmiştir.
[1] Stefan Zweig, İnsanlığın Yıldızının Parladığı Anlar - On
İki Tarihsel Minyatür, Can Yayınları, İstanbul 2008, s. 10
[2] Şevket Toker, Mehmet Kaplan ve Öğretmen [20 Yılın
Ardından Mehmet Kaplan kitabı içinde], Dergâh Yayınları, İstanbul 2007, s.
103-104
[3] Prof. Dr. Osman Öztürk, Hocalık Sanattır, Rağbet
Yayınları, İstanbul 2003, s. 16-18.
[4] Prof. Dr. Osman Öztürk, Hocalık Sanattır, Rağbet
Yayınları, İstanbul 2003, s. 26 vd.
[5] Nurettin Topçu, Türkiye’nin Maarif Davası, Dergah
Yayınları, İstanbul 1997, s. 187
[6] Alaeddin Özdenören, Unutulmuşluklar, İz Yayıncılık,
İstanbul 1999, s. 125-126
[7] Oktay Çağlar, Öğretmen Mehmet Akif İnan [Mehmet Akif İnan
Kitabı içinde], Türkiye Yazarlar Birliği Yayınları, İstanbul 2000, s. 132
[8] Hüseyin Tanrıverdi, Mehmet Akif İnan
(12.07.1940-06.01.2000) [Bilge Sendikacı Mehmet Akif İnan Kitabı İçinde],
Hazırlayan Hıdır Yıldırım, Eğitim-Bir-Sen Yayınları, Ankara 2017, s. 129-1300
[9]
http://www.haber7.com/yazarlar/arif-altunbas/973746-bir-akif-inan-hocamiz-vardi
[10] Metin Selçuk, Bilge Sendikacı Mehmet Akif İnan (Kitabı
İçinde), Hazırlayan Hıdır Yıldırım, Eğitim-Bir-Sen Yayınları, Ankara 2017, s.
173-174