3 Ağustos 2017 Perşembe

12 EYLÜL 1980 SONRASI SENDİKALAR DÖNEMİ

12 EYLÜL 1980 SONRASI SENDİKALAR DÖNEMİ
                                                                                                               EROL BATTAL
12 Eylül 1980 darbesi de kendinden önceki diğerleri gibi kazanılmış bütün demokratik hakları ortadan kaldırıyor. O güne kadar kurulmuş olan dernekler,  vakıflar,  sendikalar ve siyasî partiler kapatılıyor. Bunların bütün mal varlıklarına el konuluyor. Her türlü birikimleri heba ediliyor. Sadece ekonomik olarak bile katrilyonları bulan araç,  gereç ve malzemeleri hoyratça kaldırıldıkları depolarda çürütülüyordu. Her darbeden sonra bu kurumların yerine aynı düşünceyi,  ideali paylaşan yenileri birkaç yıl sonra da olsa kuruluyor,  ancak yukarıda da ifade edildiği gibi sadece her biri birer milli servet olan bilgi,  beceri,  tecrübe ve ekonomik birikimleri düşmanca bir darbeci anlayışıyla hiçbir insanî refleks gözetilmeden yok ediliyor,  bu kurumlara vücut verenler cezai müeyyidelere tabi tutuluyordu.
Kader değişmiyor, 12 Eylül darbesinde de aynı sahneler yaşanıyor. “Sahibi devlet olan sivil kurumların (!)” dışındaki bütün örgütlenmeler yok ediliyor.
Daha sonra 2. sahne yaşanmaya başlıyor. Önce darbeden 3 yıl sonra 1983’de siyasî partilerin darbecilerden onay almış olan 3 tanesinin ( Halkçı Parti –HP- , Milliyetçi Demokrasi Partisi –MDP  Anavatan Partisi –ANAP- ) kurulmasına kurucuları da yine kendileri tarafından onaylanmak kaydıyla müsaade ediliyor.Bunların seçime katılmalarına izin çıkıyor. Bu partilerden biri olan MDP seçim meydanlarında açıkça destekleniyor. Ancak vatandaşlar her defasında olduğu gibi bu seferde darbeyi ve darbecileri desteklemediklerini kendilerine verilen ilk fırsatta gösteriyorlar. MDP seçimde çok az bir oy alıyor,  kısa zamanda da dağılıp gidiyor. Normal seçimler ise ancak 1987 de referandum sonucu yasaklı siyasilerin yasakları kaldırılarak yapılabiliyor. Bugün 12 Eylülcülerin müsade ettiği partilerden hiçbiri yaşamıyor.
Sivil örgütlerin en şanslısı her zaman siyasî partiler ol-muştur. Çünkü halk yönetime etki edenden ziyade,  yöneteni daha çok tanımış,  ilgisini onlar üzerinde yoğunlaştırmıştır. Buna rağmen yukarıda da görüldüğü gibi normal siyasî yaşama ancak 7 yılda dönülebilmiştir ki, bu 7 yıl bile siyasî partilerin büyük bir kısmının kendi isimlerine kavuşmalarına yetmemiştir. Aradan geçen 25 yıla rağmen birçok siyasî parti ismi, bugün bile hâlâ yasaklıdır.                                ***
Halkın direkt ilgisini toplayan siyasî partiler bu durumdayken vakıf,  dernek ve  sendikaların yaşamış olduklarını kolaylıkla hesap etmek mümkündür. Onlar hiçbir zaman bir önceki oluşumun fiili olarak devamı olamamışlar isimleri de dahil hiçbir maddî birikimini kullanamamışlardır.
Memur örgütlenmelerinin durumu daha da vahimdi. Memurların kurabilecekleri,  üye olabilecekleri hiçbir kuruma müsade edilmiyordu. Ancak emekli olmuş veya görevden atılmış bazı memurların çeşitli girişimleri 1990’lara doğru başlıyor. Bunların en önemlilerinden biri bazı emekli ya da görevden atılmış öğretmenlerin kurmuş oldukları bir şirketin oluşturduğu zemindir. Bu şirket bünyesinde ABECE diye bir dergi çıkarılır. Bu dergide örgütlenme ve önemi üzerine yazılar yazılır. Daha sonra 16 Şubat 1987’de EĞİT-DER adıyla bir dernek kurulur. Bu dernek çeşitli faaliyetlerde bulunur ve sendikalılaşma isteklerini dile getirir. Çünkü 12 Eylül Anayasası’nda sendikacılığı yasaklayan herhangi bir hüküm yoktur. Bu derneğin benzeri farklı oluşumlar,  birliktelikler de göze çarpar. Bu örgütlenme girişimleri gerekçelerini genellikle ILO sözleşmelerinin bağlayıcı hükümleriyle irtibatlandırırlar. Ve 1990 yılında çeşitli sendikalar kurulmaya başlar.
Önce Eğit-Der bünyesinden bazı öğretmenler 28 Mayıs 1990 yılında EĞİTİM-İŞ adında bir sendika kurdular. Onu yine aynı dernek bünyesinden 13 Kasım 1990 da kurulan EĞİT-SEN izler. Daha sonra bu iki sendika birleşerek 23 Ocak 1995’te kurulan EĞİTİM-SEN’e katılırlar. Bu sendikalaşma sürecinde 14 Şubat 1992 de Ankara’da EĞİTİM-BİR kurulur. Eğitimciler Birliği Sendikası’nın kısaltılmış ismi olan Eğitim-Bir,  daha sonra kısaltılmış adını EĞİTİM-BİR-SEN olarak değiştirir. Şu an mevcut sendikalar içerisinde kuruluş tarihi en eski olan Eğitim-Bir-Sen’dir. Bunu 19 Şubat 1992 de kurulan TÜRK-EĞİTİM-SEN takip eder. Bu süreçte farklı eğitim sendikaları da kurulur. Ancak bunlar ya varlıklarını devam ettiremezler veya şu an birer tabela sendikası olmanın ötesine geçememişlerdir.
Dayanaklarını; genelge,  yönetmelik veya ILO sözleşmesinde bulan sendikalar,  daha sonra 21 Haziran 2001 tarihinde çıkarılan 4688 sayılı yasayla yasal bir zemine taşımışlardır.
Bu yasa hiçbir sendikanın kabul edebileceği bir yasa değildir. Şu an sendikaların mücadelesi grevli,  toplu sözleşmeli bir sendika yasasına kavuşmaktır.

Bugün bu sendikaların yanı sıra yine öğretmenler tarafından kurulmuş çeşitli dernek ve vakıflar vardır.

SENDİKALAR DÖNEMİ

SENDİKALAR DÖNEMİ
                                                                                                           EROL BATTAL
1.  Türkiye İlkokul Öğretmenleri Sendikası 1965 yılında Ankara’da kurulmuştur. Türkiye İlk-Sen,  İlk-Sen’lerin birleşmesiyle oluşmuştur. 30 000 üyesi olmuştur. Yani toplam ilkokul öğretmenlerinin 3/1’i .
Türkiye İlk-Sen’in üyeleri de ,  yöneticileri de ilkokul öğretmenleridir. 8 Haziran 1965'te 624 sayılı kanunla izin verilen sendika kurma hakkını memurlar çok cömertçe  kullandılar. 1970 yılına kadar 500 tane sendika kuruldu. Bunların en önemlilerin-den biriydi Türkiye İlkokul Öğretmenleri Sendikası.
Sendika aynı sorunları yaşayan insanların kurduğu bir birliktir. Bu birlik memurlarda devlete karşı oluşturulur. Sendika mensuplarının sosyal,  ekonomik,  kültürel ve hukukî hak ve çıkarlarını korur. Bu da çalışanlar için bir güvence olmuştur. O nedenle bu kadar çok sendika kurulmuştur.
Türkiye İlk-Sen Federasyonu 1970’te,  40’tan fazla il,  200’den fazla ilçede örgütlenmiştir.
T.Ö.S.’le birleşme çabaları olmasına rağmen 12 Mart 1970 muhtırası sonrasındaki kapatılmalarına kadar bu mümkün olmamıştır.
2.        Milliyetçi Öğretmenler Sendikası
1965 yılında Ankara’da kurulmuştur. İl ve ilçelerde şube açma yetkisine sahip olan sendika “Milliyetçi Öğretmenler Dernekleri ve Birlikleri”nin birleşmesiyle meydana gelmiştir.
Sendika kurulduğu 1965 den kapatıldığı 1971 e kadar birçok il ve ilçede örgütlenmiş ve faaliyetlerini sürdürmüştür. Sendika özellikle T.Ö.S. tarafından devletçi,  faşist ve sarı sendika olmakla itham edilmiş, Milliyetçi Öğretmenler Sendikası ise T.Ö.S. ’lüleri Marksist,  komünist  olmakla suçlamıştır.
Bu dönemde öğretmen sendikaları ideolojik ve siyasal kamplaşmaların içerisinde olmuşlardır. Sendikaların rekabet unsurlarından en önemlisi de birbirlerini ideolojik duruşlarla suçlamaları olmuştur. Bundan da zararı, çalışanlar ve sendikal yaşam görmüştür. 
3.        Türkiye Öğretmenler Sendikası (T.Ö.S.)
1965 de T.Ö.D.M.F. üyesi öğretmenler tarafından Ankara’da kurulmuştur. T.Ö.S.’ün kurucuları T.Ö.D.M.F. Kongresinde belirlenmiştir. 92 T.Ö.D.M.F. temsilcisiyle kurulan T.Ö.S.’ün yürütme kurulu üyeleri Fakir BAYKURT,  Dursun KUT,  Dursun AKÇAM,  Feyzullah ERTUĞRUL ve Hayrettin UYSAL ‘dır.
T.Ö.S.’ün Devrimci Eğitim Şurası,  Büyük Eğitim Yürüyüşü ve Büyük Öğretmen Boykotu gibi önemli etkinlikleri olmuştur. Eğitim kurultayı 5 gün sürmüş,  büyük yürüyüşe 30 000 kişi katılmıştır. Büyük boykota İlk-Sen’de katılmıştır. Boykota 109 000 öğretmen katılmış bunlar çeşitli cezalar almışlardır. Eyleme katılan çalışanlardan 50 000’i adli kovuşturmaya uğramış bunlar meslekten ihraç dahil çeşitli cezalar almışlardır.
T.Ö.S.,  öğretmen örgütlenmesine birçok kazanımlar sağlamıştır. Sendikacılığı meslek çıkarları üzerine mücadelenin, ötesine taşımıştır.
12 Mart Muhtırasıyla 22 Eylül 1971 de anayasa değişikliği ile T.Ö.S.’de diğer sendikalar gibi kapatılmıştır.
T.Ö.S. yöneticileri hakkında çeşitli davalar açılmıştır. Bu davalar genellikle beraatla sonuçlanmıştır.
T.Ö.S. mirasını 1971 den sonra başlayan dernekler dönemiyle birlikte  TÖB – DER ’e devretmiştir.
DERNEKLER DÖNEMİ
Darbe yönetimleri demokratik hayatın biçildiği dönemlerdir. Bugüne kadar ki bütün askeri darbelerde ilk tırpanlananlar sivil örgütler oldu.
Sivil örgütlerin kapatılmasıyla birlikte toplumun sesi kısılıyor. Hiçbir olumsuzluk tepki almıyor. Çünkü tepki gösterecek hiçbir kuruluş bırakılmıyor. Toplum kör,  sağır ve dilsiz bırakılıyor ne zaman ki darbenin baskıcı yönü ortadan kalkıyor bununla birlikte ancak darbenin topluma vermiş olduğu zararın boyutu ortaya çıkabiliyordu.
Her 10 yılda bir gerçekleştirilen darbelerle toplum ekonomik,  sosyal ve siyasal enkaza döndürülüyor. Ve bunun hesabı hiçbir şekilde sorulamıyor. Bugüne kadar anayasal düzeni silah zoruyla değiştiren hiçbir darbeci yargılanmamıştır.
Her darbe döneminde yoksulluk,  yolsuzluk,  hırsızlık artmış, ancak bunun hesabının sorulacağı kanallar darbe sonrası oluşturulan anayasalarla kapatılmıştır.
Darbelerin ve darbecilerin psikolojik baskısı hatta korkusu, darbe sonrası oluşturulan meclislerin başlarının üzerinde hep “Demokles’in kılıcı” gibi sallanmış ve hiçbir dönemde Meclisler darbecilerin yaptığı anayasalara dokunamamışlardır. Darbecilerin anayasasını, ancak yine başka darbeciler değiştirebilmiştir.
***
Ülkedeki hiçbir değişim vatandaş isteğiyle olmamıştır. Bütün demokratik ve ekonomik değişimler Batı dayatmasıyla meydana gelmiştir.
1936 – 1946 örgütlenme yasağının sona erdirilmesi ve çok partili hayata geçişle  kurulan dernekler, 1965 sonrası kurulan sendikalar, 1971 sonrası dernekler, 1990 sonrası kurulan sendikalar ya NATO ya da AB isteği doğrultusunda gerçekleştirilmek zorunda kalan emirlerle kurulmuştur. 12 Mart 1970  muhtırasıyla son verilen sendikal hayat 1971 den sonra derneklerle devam etmiştir.
Bu dönemde kurulan öğretmen derneklerinin başlıcaları :
1.        Tüm Öğretmenler Birleşme ve Dayanışma Derneği  (TÖB-DER)
3 Eylül 1971 de T.Ö.S.’ün kapatılmasıyla ortaya çıkan boşluğu doldurmak için “Türkiye Öğretmenler Birliği”( T.Ö.B.) adıyla kurulmuştur. “Tüm Öğretmenler Birleşme ve Dayanışma Derneği” adını 1972 de almıştır.
TÖB-DER 12 Eylül 1980 darbesiyle kapatıldığı zaman 670 şube ve 200 000 üyesinin olduğu söylenir,  ancak bu sayının abartılı olduğu da iddia ediliyor çünkü 1969 da Türkiye’deki öğretmen sayısı 162.764 iken sendikaların gösterdikleri üye sayıları,  üye olmayan öğretmenler dikkate alınmadan bile mevcut öğretmen sayısının çok üzerindeydi. TÖB-DER ’in  üyelerinin büyük çoğunluğunu ilkokul öğretmenleri oluşturuyordu. Bunda Köy Enstitüsü mezunu öğretmenlerin büyük bir rolü vardır.
Ancak şu da unutulmamalıdır ki öğretmen örgütlenmelerinin tamamında yaşadıkları şartların diğer guruplara oranla daha olumsuz olması nedeniyle her dönemde ilkokul öğretmenleri öncü olmuşlar ve örgütlenme oranları hep daha ağırlıklı olmuştur.
TÖB-DER hatırda kalan birçok etkinlik gerçekleştirmiştir. 15 günde bir yayınlanan “TÖB-DER” adıyla bir dergi çıkarmışlardır.
TÖB-DER  12 Eylül 1980  darbesiyle birlikte kapatılmıştır. Yöneticileri hakkında davalar açıldı ve çeşitli hapis cezalarına çarptırıldılar.
2.        Ülkücü Öğretim Üyeleri ve Öğretmenler Derneği      (Ülkü - Bir)
1971 yılında Ankara’da kurulmuştur. Her kademedeki eğitim çalışanı ile birlikte  öğretmen yetiştiren okulların son sınıf  öğrencilerini de üye olarak kabul etmiştir. Derneğin kurucularından bazıları Doç. Dr. Recep DOKSAT,  Fethi GÖZLER,  Prof. Dr. Cengiz ULUCAY,  Mustafa YILMAZ vs.
Toplam üye sayısının 78 000 olduğu söylenir. Hakkari ve Tunceli hariç bütün iller ve birçok ilçede 330 şubesi  vardı.
Aylık “Ülkü-Bir”  adıyla bir gazete,  üç ayda bir “Milli Eğitim” adıyla bir dergi çıkarıldı. Derneğin ayrıca yayınlamış olduğu kitap ve broşürleri de  vardır. Dernek yine diğer demokratik örgütler gibi 12 Eylül 1980 darbesiyle kapatılmıştır.
3.        Tüm İlköğretim Müfettişleri Derneği  (TİM-DER)
1971’de kurulmuştur. Üyeleri ilköğretim müfettişlerinden oluşmaktadır.
Dernek kendi düşüncelerini üç ayda bir yayınladığı TİM-DER  adındaki dergiyle açıklamıştır. TİM-DER ’in 1700 üyesinden sadece iki tanesi kadındır.  Müfettişlerin %90 ı TİM-DER ’in üyesiydi. TİM-DER ’de diğer dernekler gibi 12 Eylül’le birlikte kapatılmıştır. 
4.        Hürriyetçi Öğretmenler Yardımlaşma ve Dayanışma Birliği (HÜR-ÖĞRETBİR)
1975'te kurulmuştur. Derneğin isminin başına “HÜR” kelimesi 1978 de getirilmiştir. Genel Merkezi Ankara’dadır.
Genel başkanı  Dr. Saim KAPTAN dır. Derneğin 11 500 üyesi vardır. Üyelerin %10 u kadındır. Üyelerin diğer öğretmen derneklerinde olduğu gibi çoğunluğu ilkokul öğretmenidir.
Öğretmen örgütlenmelerine her dönem ve aşamada en ilgisiz  olanlar her zaman Yüksek Öğretim Kurumlarındaki öğretim üyeleri olmuştur. Bu durum HÜR-ÖĞRETBİR üyeleri içinde aynı olmuştur. Dernek 16 il ve 43 ilçede örgütlenebilmiştir. Ayrıca üç ayda bir yayınlanan  ÖĞRET-BİR adında sürekli bir yayını vardı.
5.        Mefkureci Öğretmenler Derneği (MEF-DER)
Bütün öğretmenlerin üye olabildiği dernek Mayıs 1975 yılında kurulmuştur. Genel merkezi Ankara’dadır. Amacı öğretmenler arasında meslekî birlik ve dayanışmayı sağlamak için bütün öğretmenleri “Milli Mefkure” etrafında toplamaktır. Bazen her ay, bazen de iki ayda bir yayınlanan MEF-DER adında bir dergi çıkarmışlardır.
MEF-DER  15 000  üyeye sahiptir. Üyelerinin çoğunluğu milli ve muhafazakâr değerlere sahip kimselerdir.
Bunların dışında da birçok öğretmen derneği kurulmuş ancak bunlar pek taban bulamamışlardır.  Birer tabela derneğinin ötesine geçememişler ve hepsi 12 Eylül 1980  askeri darbesiyle birlikte kapatılmışlardır.
Bugün  bunların devamı sayılabilecek sendikalar 1990 yılıyla birlikte kurulmuşlardır.
TÖB-DER ‘i              EĞİTİM-SEN
MEF-DER ‘i             EĞİTİM-BİR-SEN
ÜLKÜ-BİR ‘i            TÜRK-EĞİTİM-SEN birçok benzer yönüyle devam ettirmektedir.
Bunun manası örgütlenmek insanın doğasında var olan bir özelliktir. Ne kadar engel olmaya çalışılsa da bunun önüne geçmek mümkün değildir.
Bu örgütlerin varlıkları birer milli servettir. Her kapatıldıklarında bütün birikimleri heba edilmektedir. Bu birikimler hem eğitimin kalitesini yükseltecek tecrübe ve bilgi, hem de ekonomik servetleridirler. Örgütlerin varlıklarının bir kalemde silinmesinin hesabını herhalde tarih soracaktır.
Bütün örgütlenmelerin kurallarını koyan, denetlemelerini yapan devlet,  eğer yanlış yapılıyorsa bu yanlışların faturasını çıkaracağı mevkileri,  makamları,  kurumları hesaba çekmelidir.
Kapatılmalarında hiçbir sorumluluğu olmayan, kapatılmalarını gerektirecek hiçbir suçları olmayan örgütleri kapatmak, varlıklarına el koymak, sadece her ay düzenli olarak aidatlarını ödeyen üyeleri ve toplumu cezalandırmaktır. Eğer yasal bir örgüt, yanlış yapıyorsa bu yanlışta bu örgütün yasasını düzenleyen,  tüzüğüne onay veren,  işleyişini denetleyen,  kongrelerini takip eden kurumların hiçbir suçu yok mudur? Bu güne kadar on binlerce dernek,  sendika,  vakıf,  siyasî parti kapatılmıştır. Bunların suçlarından,  yanlışlarından dolayı sorgulanmış,  cezalandırılmış hiçbir devlet yetkilisi veya kurumu olmuş mudur? Bunun araştırılması sorgulaması yapılmış mıdır ?
Bu sorunun cevabı, hayır hayır… Çünkü kapatılan hiçbir örgüt suçundan ötürü kapatılmamıştır. Sadece anayasal ve yasal dayanaklarının darbelerle yok edilmesiyle,  demokrasinin rafa kaldırılmasıyla yok edilmişlerdir.

Türkiye’yi bir yasal örgütler mezarlığına çeviren,  ülke milli servetini heba eden kişi ve kurumlardan tarihin hesap soracağından eminiz. Bu kurumlar varlıklarını kesintilerle de olsa devam ettirmektedirler. Ancak onları yok eden şahıs veya kurumlar kamu vicdanında her daim mahkûm durumdadırlar.

TARİH İÇERİSİNDE ÖĞRETMEN ÖRGÜTLENMELERİ

TARİH İÇERİSİNDE ÖĞRETMEN ÖRGÜTLENMELERİ
                                                                                                               EROL BATTAL
Öğretmen örgütlenmelerinin tarihi ; öğretmenliğin bir meslek olarak resmen kabulü olan 13 Mart 1924’ten önce başlar.
Öğretmenler başlangıcından beri ücret bakımından en çok mağdur edilen kesim oldu. Özellikle ilkokul öğretmenlerinin maaşları diğer öğretmenlerden daha düşük olduğu için öğretmen örgütlenmelerinde ilkokul öğretmenleri hep öncü olmuşlardır. Bugüne kadar meydana gelen bütün  örgütlenmelerde  mağdur edilen kesimlerin daha katılımcı olduğu görülmektedir. Yüksekokullarda görev yapan öğretim üyelerinin her zaman daha az istekli oldukları dikkat çekmektedir. Son dönemde ise özellikle YÖK’ün baskıcı uygulamaları öğretim üyelerinin örgütlenmelerinde ya da “özgür örgütlenmeleri”nde caydırıcı bir etkendir.
Dünyanın birçok ülkesinde öğretmenler 1800’lü yıllardan beri çeşitli adlar altında örgütlenmekteler. Aynı tarihlerde başlamak üzere Osmanlı’da da öğretmenler değişik şekillerde birlikler oluşturmuşlar hatta 1920 sonu ile 1921 başlarında  greve de gitmişlerdir.
1860’da kurulan “Cemiyet-i İlmiye-i Osmaniye”“Cemiyet-i Tedris-i İslamiye” ve “Cemiyet-i Edebiye” çoğunlukla eğitimcilerin kurdukları örgütlerdir.
Türkiye’de ilk öğretmen örgütleri, 1908’de II.Meşrutiyetin ilânı ile gündeme geldi. Bunlardan ilki Meşrutiyetin ilânından kısa bir süre sonra,  yasal düzenleme beklenmeksizin İstanbul’da,  Temmuz 1908’de kurulan Encümen-i Muallimîndir. Bu örgüt,  Maarif Nezareti’ne yakın öğretmenler tarafından kurulduğu için fazla itibar görmedi.Aynı yıl içinde Fransızca öğretmeni Zeki Bey’in öncülüğünde Muhafaza-ı Hukuk-i Muallimîn kuruldu. Yine aynı yıl bu iki örgüt Zeki Bey’in başkanlığında birleşerek Cemiyet-i Muallimîn’i oluşturdu. Cemiyet başkanı Zeki Bey, dönemin ünlü siyaset adamı Mizancı Murat Bey’in yakın arkadaşıydı ve Avrupa ülkelerinde gelişen öğretmen hareketlerini izliyordu. Zeki Bey 1908 yılı içerisinde Maarif Nazırı Abdurrahman Şeref Bey’e verdiği bir muhtırada cemiyetin amacını “eğitimin, meşrutiyet ve hürriyet devrine yaraşır bir şekilde bütün yurtta yaygınlaştırılmasına çalışmak ve bu konuda nezarete yardımcı olmak” biçiminde belirtir.Muhtıraya göre,  cemiyet Avrupa’daki benzer kuruluşlarla temasa geçecekti ve bazı Avrupalı profesörlerde cemiyete fahri üye olmak istemekteydiler. Cemiyet Osmanlıların Avrupa’da tanınmasına, oralarda yaygın olan, ”Osmanlılar batı medeniyetine girmeye kabiliyetli değildir” kanısını silmeye de katkıda bulunacaktı.
Cemiyet özellikle ilkokul öğretmenlerinin sorunlarını dile getirmek amacıyla, “Mirat-ı Maarif” adında bir dergi çıkardı.Ancak bu cemiyetin ömrü kısa oldu.İttihatçıların yasal ve fiili baskıları başladı.1909’da İstanbul’a giren Harekat Ordusu cemiyet başkanı Zeki Bey’i tutukladı. Cemiyette dağıldı.
Cemiyet-i Muallimîn’in dağılmasından sonra,  öğretmen örgütlenmesi konusunda İstanbul’da hareketsiz bir döneme girildi. Erenköy Kız lisesi öğretmeni Ata Bey’in örgütleme konusundaki özverili çalışmaları, evini bile örgütün hizmetine sunması,  önemli bir sonuç vermedi. Zaten dernek kurmak için izin (mazbata) almak bile çok zordu. Bu arada, taşrada önemli iki girişim gözlendi.Edirne Muallim Mektebi Müdürü Nafi Atuf’un (Kansu) öncülüğünde, bu kentte Mahfel-i Muallimîn kuruldu.Bu kuruluşun amacı,  bilimsel ve teknik konularda halka dersler ve konferanslar vermek,  gece dersleri açmak,  köylere öğretmen yetiştirmek,  yatılı ve gündüzlü okullar açılması konusunda gönüllü girişimleri özendirmekti.Aynı çevre tarafından “Sa’y ve Tetebbû” adlı bir dergi çıkarıldı.Ancak bu kuruluş öğretmen çıkarlarını korumak konusunda açık bir amaç belirtmemişti.
Taşrada görülen ikinci girişim, Bursa’da yine öğretmen okulu müdürü Ethem Nejat’ın öncülüğünde Muallim Yurdu’nun kurulmasıdır.Fahri başkanlığını Vali Prens Abbas Halim Paşa’nın yaptığı Muallim Yurdu’nun amacı, öğretmenleri meslek ve ülke sorunları üzerinde düşünmeye sevk etmekti. Yurd’un çıkardığı “Yeni Fikirler” dergisi, öğretmenleri ulusal birlik, eğitimde birlik ve çağdaşlık düşüncesi çerçevesinde bütünleştirmeyi amaçlıyordu.
Gerek İstanbul’daki gerek taşradaki bu girişimler, daha çok iyi yetişmiş eğitimcilerin öncülüğünde başlamış, onların çekilmesiyle ve uzun yıllar süren sıkıyönetimin etkisiyle yanıp sönen yıldızlar gibi uzun ömürlü olamamıştır. Okul müdürü,  öğretmen ve yayımcı Ahmet Halit’in (Yaşaroğlu) öncülüğünde 1914’te denenen Muallimler Cemiyeti girişimi yarım kalmış ; bu örgüt,  dört yıl sonra,  8 Mart 1918’de,  İttihatçıların etkilerini yitirmeye başladığı dönemde kurulmuştu. Muallimler Cemiyeti’nin amacı, gerçek bir meslek örgütü işlevine uygun düşüyordu. Cemiyet tüzüğüne göre,  öğretmenlerin  tanışıp kaynaşmasına yardımcı olacak, onların ekonomik ve sosyal haklarını koruyacak,  kültür düzeylerini ve saygınlıklarını yükseltmeye çalışacaktı. Cemiyet her düzeyde çalışan öğretmen ve öğretim üyelerini üyeliğe kabul edeceği gibi, taşrada şube de açabilecekti. Ancak,  üniversite öğretim üyeleri örgüte “tenezzül etmemiş”,  ortaöğretim öğretmenlerinden de çok az üye kaydedebilmişti.
Bu dönemde Ankara’dan sonra İstanbul’da da, kadın ve erkek öğretmenlerin ortak örgütlenmeye başladıkları, örgüt adında her iki cinsin de ifade edildiği görülür. Bu yıllarda kurulan Dar’ül Muallimîn ve Dar’ül Muallimat Mezunları Cemiyeti buna bir örnektir.
İstanbul’un işgal altında bulunduğu, Anadolu’daki kurtuluş hareketinin örgütlenmeye başladığı 1920 yılında öğretmenler özellikle kamu görevlisi statüsündeki ilkokul öğretmenleri, büyük ekonomik sıkıntı içindeydiler. İstanbul’da olsun Anadolu’da olsun öğretmen aylıkları aylarca ödenemiyordu. İstanbul ilkokul  öğretmenleri 1-14 Mart 1920 tarihleri arasında greve gittiler. Ücretlerin ödeneceğinin vaat edilmesiyle durdurulan grev,  ücretlerin ödenmemesi üzerine Eylül 1920’de okulların açılacağı günlerde yeniden başladı ve bir ay kadar sürdü. Bu grevlere ilkokulların tümünde çalışan 1000’e yakın öğretmen katıldı. Aylıklar bankalardan borç alınarak ödendi.
Aynı nedenle Kasım 1920’de Ankara, Tokat ve Yozgat illerinde öğretmenler greve gitmiştir. İstanbul’da da, Ankara’da da, bu grevleri mevcut öğretmen örgütlerinin yönlendirdiğine dair bir işaret yoktur. Hatta, İstanbul’da üyelerinin büyük çoğunluğu ilkokul öğretmenlerinden oluşan Muallimler Cemiyeti, gazetelere verilen ilânlarda “grevlerle ilişkilerinin olmadığını” duyurmuştu. Bu yüzden ilkokul öğretmenleri bu cemiyetten koparak,  ”Tedrisat-ı İptidaiye Muallimleri Cemiyeti” ni kurdular.
Anadolu’da 23 Nisan 1920’de TBMM’nin açılışından sonra Anadolu hükümetine bağlı öğretmenler tarafından yeni örgütlenmeler başlatıldı. İstanbul ve çevresindeki eski örgütçülerin ve yetkin eğitimcilerin Ankara’ya taşınması, yeni örgütlenmeye de açılım sağladı. Temmuz 1920’de Ankara lisesi öğretmenleri tarafından, Muallim ve Muallimler Cemiyeti kuruldu. Cemiyet 21 Temmuz 1920’de TBMM Başkanlığına gönderdiği bir davetiyede, tüm milletvekillerini Cuma namazından sonra örgüt açılışı için okunacak mevlide çağırıyordu. Maarif Vekili Dr. Rıza Nur, Bakanlığın taşra örgütüne gönderdiği bir genelgede,  “sırf ahlâkî, ilmi ve meslekî mahiyete haiz olan” bu cemiyete,  “her yerde şube açtırmak matluptur.” (uygundur) demekteydi. Bunun üzerine cemiyet Antalya,  Akşehir,  Konya,  Amasya, Denizli gibi illerde şubeler açtı. Ancak bir süre sonra cemiyet, işlevsiz olduğu gerekçesiyle eleştirildi. Örneğin, 7 Aralık 1920 tarihinde Hakîmiyet-i Milliye gazetesinde çıkan bir yazıda; “Cemiyetin amacının belirsiz” olduğuna değindikten sonra; “idarecilerle Cemiyetçiler birbirine karışık haldedir….alttan bakarsanız meslek cemiyeti,  üstten bakarsanız devlet müessesi… cemiyet bu vaziyeti aldıktan sonra, serbest adamlar gibi değil, devletçiler gibi düşünüp hareket etmek zorundadır” denilmekteydi. Nafi Atuf (Kansu) da aynı gazetede, Şubat 1921’de yazdığı bir yazıda ,  “bizde öğretmen örgütlerinin üyelerinin ekonomik ve sosyal hakları ile uğraşmadıklarını” belirtti.
Yine de Muallim ve Muallimler Cemiyeti gelişme kaydetti.
Yeni gereksinimler karşısında 7 Mayıs 1921’de Cemiyet, Türkiye Muallime ve Muallimler Cemiyeti’ne dönüştü. Birliğin girişimcileri Nafi Atuf (Kansu) ile İstanbul Sanayi ve Ticaret Odası umumi Katibi Vehbi Bey’di. Birliğin başkanı Bursa mebusu Baha (Pars) Bey, fahri başkanı ise Mustafa Kemal Paşa idi. Öteki yönetim kurulu üyeleri; İzmir milletvekili Mahmut Esat (Bozkurt),  Kütahya milletvekili Cevdet, iktisat müdürü Vehbi,  Maarif Vekaleti Özel Kalem Müdürü Vasıf (Çınar), öğretmen Sadri Ertem ve Ankara Kız Öğretmen Okulu öğretmeni Leman Hanım’dı. Birliğin adının başına kadınları da içeren muallime sözcüğü konulmuş, yöneticileri dönemin önemli siyaset adamları ve bürokratlardan oluşmuştu. Birliğin havasına dönemin Orta Öğretim Genel Müdürü Kazım Nami’nin (Duru) söyleyişiyle,  “sosyalizm kokusu” da bulaşmış ve “sendikamsı” bir özellik kazanmıştı. Duru’ya göre bu özellik örgüte “Almanya’da bulunmuş öğretmenlerce kazandırılmıştı.
Birliğin 9 Mayıs 1921 günü Hakîmiyet-i Milliye’ de yayımlanan tüzüğünde; amacı, öğretmenlik mesleğini korumak,  “muallime ve muallimlerin içtimaî vaziyetlerini yükseltmek ve bu gayesine iktisadî ve ilmi vasıtalarla ulaşmak” olarak belirtiliyordu. Birlik,  Kurtuluş Savaşını desteklemekteydi. 26 Haziran 1922 günü Kurtuluş Savaşı’nı destekleyen ve kurtuluş hareketine  yeni bir içerik vermeye çalışan bir bildiride,  “İnkılâpçı Türkiye’den söz ederek ; “Türkiye inkılabı,  muallime ve muallimlerin meslekî tavazzuu (örgütlenme) ve tesanütleriyle (dayanışmalarıyla) kazanılacaktır, ileri!..”denilmekteydi. Birliğin gidişatında sosyalizm kokusu alan milletvekili İsmail Rüştü Efendi, Eğitim ve İçişleri Bakanlığına Meclis’te yazılı soru yönelterek,  “bildirinin bir kelimesinde olsun İslâmiyet’in kaale alınmadığını, bilakis sosyalizmi ve Bolşevizmi lisan-ı takdir ile andığını” belirterek şu soruların cevabını istemiştir:
1. Bu cemiyet, Cemiyetler Kanununa göre mi kurulmuştur?
2. Böyle bir inkılaba hükümet taraftar mıdır?
3.Meclisin anlayışına aykırı olan bu hareket hakkında, gerek hükümete güvensizlik, gerek milli eğitim amaçları, gerekse İslam esasları açısından ne gibi takibatta bulunulmuştur?
Bunun üzerine İçişleri Bakanı Ata Bey, birliğin yasalara uygun olarak kurulduğunu, söz konusu bildiri içeriğinin siyasî nitelikte olmayıp halk üzerinde de yankı uyandırmadığını, ancak muallime ve muallimlerin bir cemiyette beraber çalışmaları, gerek Maarif Vekaleti’nce ve gerekse Ankara Valiliğince muvafık görülmediği gibi, bunun cevazına kanunda da sarahat bulunmadığını belirtti. Maarif Vekili Vehbi Bey ise, dinî eğitime ağırlık vermeleri konusunda öğretmenlere genelge gönderdiğini açıkladı. Bu eleştirilere karşı birliğin üzerine fazla gidilmediği ve örgütün varlığını sürdürdüğü, bazı kuşkuların da saklı tutulduğu anlaşılmaktadır.
Cumhuriyetin ilânından sonra, bir süre İstanbul öğretmen örgütleri ve Ankara’daki birlik varlıklarını ayrı ayrı sürdürdüler. Ankara’daki birlik, adının başındaki “muallime” sözcüğünü kaldırdı,  Türkiye Muallimler Birliği adını aldı. Bu değişiklik kadın öğretmenlerin gözardı edilmesi anlamına gelmiyordu; aksine muallim sözcüğünün, her iki cins öğretmeni de kapsadığına inanılıyordu.
Cumhuriyet’in kurulmasından sonra “yeni bir Cumhuriyet öğretmeni” modeli yaratılmak istenmişti. Mustafa Kemal’in, 25 Ağustos 1924 günü kendisini ziyarete gelen Türkiye Muallimler Birliği yöneticilerine “Türkiye Muallimler Birliği’nin bütün yurtta örgütlenmesini, Van’ı da, Hakkari’yi de içine almasını ve her köyde bir  üyesi bulunmasını derin bir ilgi ile bekleyeceğim” demesi ve “yeni kuşağı, Cumhuriyet’in özverili öğretmen ve eğitimcileri, sizler yetiştireceksiniz” diyerek öğretmenlere önemli bir misyon yüklemesi, bu beklentiyi açıkça ortaya koyuyordu.
Temmuz 1925’te genel kurulunu toplayan Türkiye Muallimler Birliğinin amacı,  “bütün muallimlerin hukuk ve menafini siyanet etmek, muallimlik mesleğini layık olduğu yere çıkarmak, meslektaşların fikrî ve içtimaî seviyelerini mesleğin kadr-ü haysiyetiyle mütenasip bir şekilde ila etmek (yükseltmek), yeni nesli asri, iradeli, cumhuriyetçi yetiştirmek” şeklinde belirleniyordu. Birliğin hamisi yine Mustafa Kemal Paşa,  Genel Başkanı Adalet Bakanı Mustafa Necati Bey, yönetim kurulu üyeleri, hepsi milletvekili olan Vasıf (Çınar),  İzzet Ulvi ve Hamdi Beyler di. Bu arada,  İstanbul’da bulunan Muallimler Cemiyeti,  Mekatib-i iptidaiye Muallimler Cemiyeti ve diğerleri de Türkiye Muallimler Birliğine katıldılar. 1925 sonralarında Maarif Vekilliğine getirilen ve birlik genel başkanlığını da sürdüren Mustafa Necati Bey’in verdiği bilgiye göre Birliğin, 1926 yılında 240 bağlı derneği bulunmaktaydı. Ancak Bakanlık-Birlik yakınlığı (hatta özdeşliği),  öğretmenlere bir yandan önemli kazanımlar sağlarken,  bir yandan da ciddi sorunlar yaşatıyordu.
“Cumhuriyet tipi öğretmen meydana getirme ideali”, bazı öğretmenlerin meslekten çıkarılmasını gündeme getirdi. Lâik cumhuriyetin oluşturulmaya çalışılması, bunun gerektirdiği siyasal, yasal ve yönetim önlemleri, birçok kamu görevlisinin, bu arada öğretmenin işten çıkarılması sonucunu doğurdu. Hem bakan, hem birlik başkanı olan Necati Bey, bu tasfiye kararlarına imza atıyordu. Hiçbir fırsat tanınmadan meslekten çıkarma ve işten alınmalar, öğretmenleri örgütten uzaklaştırıyordu.
Türkiye Muallimler Birliği yukarıda da ifade edildiği gibi tamamen kuruluş amacından uzaklaştırılmıştır. Daha önce kurulan Muallimler Cemiyeti gibi öğretmenlerin haklarını korumak yerine, farklı amaçlar için kullanılmıştır. Bu durum öğretmenleri dernekten uzaklaştırmış,  onların bu dernekten beklentilerini bitirmiştir. Bu nedenle de birlik sonuçta tabela derneği durumuna gelmiştir.
Şeyh Sait isyanını takip eden olaylarla birlikte her tür örgütlenme ve ifade özgürlüğüne kuşkuyla bakılmış bundan öğretmen örgütlenmeleri de etkilenmiştir.
Zaten bir hak arama örgütü olmaktan çıkmış olan Türkiye Muallimler birliği, sonuçta, 1928’de yapılan kongresinde merkezi yapıyı bırakıp federatif bir yapıya dönüştü. Böylece bazı dernekler kendi başlarına özgür hareket imkânına kavuştu. Çoğu yerel dernekler sönüp gitti. 1931’e gelindiğinde 16 yerel öğretim derneği bulunmaktaydı. Son olarak, 1935-1936 öğretim yılı içerisinde İstanbul Muallimler Birliği’nin de kapanmasıyla öğretmenlerin örgütlenme süreci sona erdi. 1931 yılında girilen tek parti dönemi her türlü özgür örgütlenme iklimini yok etti. 1938’de çıkarılan 3512 sayılı Cemiyetler Kanunu kamu görevlilerine,  “yaptıkları işin sıfat ve mahiyeti” nedeniyle örgütlenme hakkını yasakladı.
1931-1945 yılları arasında örgütlenme görülmese de öğretmen hareketinde bazı gelişmeler gözlendi. 1932 yılında kurulmaya başlanan Halkevlerine, öğretmenlerin üye olmaları isteniyordu. Hatta bunu özendirmek, giderek zorlamak içinde önlemler alındı.
1946 Çok partili hayata geçene kadar hiçbir örgütlenmeye müsaade edilmemiştir. 1946 – 1965 yılları arasında yöresel olarak belli örgütler kurulmuştur. Bunların başlıcaları :
1.        Ankara Öğretmenleri Yardımlaşma Derneği
1948 de Ankara’da kurulmuştur. Üyelerinin %60’ı ilkokul öğretmeni ve %30’u da bayandır. Dernek aralıklı olarak “Sağduyu” adında bir gazete çıkarmıştır.
Bu dernek daha sonraki yıllarda Türkiye Öğretmen Dernekleri Milli Federasyonu’nun kurulmasını sağlamıştır.
2.        Göller Yöresi Öğretmenler Derneği
Köy Enstitülü öğretmenlerin etkin olduğu bir dernektir. “Demet” adında bir dergi çıkarmışlardır. Öğretmenler bu yıllarda Akdeniz,  Ege,  Marmara Bölgesi  öğretmen derneklerini kurarak Türkiye Öğretmen Dernekleri Milli Federasyonu’na karşı bir birlik oluşturmuşlardır.
3.        Ege Bölgesi Öğretmenler Derneği
Bu dernek de daha çok kendilerini ilerici,  demokrat diye tanımlayan öğretmenler tarafından kurulmuştur. “Gayret” adında bir de dergi çıkarmışlardır.
4.        Köy Öğretmenleri Dernekleri Federasyonu
Bölgesel derneklerin 1963 yılında birleşmesiyle oluşturulmuş bir örgüttür.  Daha sonra Türkiye Öğretmen Dernekleri Milli Federasyonu’nun fikrî değişimiyle yani daha sol bir düşünceye kaymasıyla bu dernek dağılmıştır.
Bu dönemde öğretmenler mezun oldukları okullara göre de örgütlenmiş ve ortaya ayrı ayrı öğretmen örgütleri çıkmıştır.
5.        Türkiye Öğretmen Dernekleri Milli Federasyonu
1946 dan itibaren çok partili hayata geçiş denemeleriyle birlikte dernekler yasalarında da  değişiklikler olmaya başlamış bununla birlikte her meslek kendi derneğini kurmaya başlamış,  Eğitimciler de bu dönemi en iyi şekilde değerlendirmişler,  çeşitli adlar altında dernekler kurmuşlar.
Daha sonra bu dernekler birleşerek Türkiye Öğretmen Dernekleri Milli Federasyonu’nu  kurmuşlardır. 15 bin civarında üyesi olan federasyon etkin olamıyor diye eleştirilmiş ve bunun karşısında özellikle Köy Enstitülü köy öğretmenlerinden oluşan  “Köy Öğretmenleri Dernekleri Federasyonu” kurulmuş ancak Türkiye Öğretmen Dernekleri Milli Federasyonu’nun (T.Ö.D.M.F.) kendisini çeşitli yönlerden yenilemesiyle, K.Ö.D.F. tutunamamış ve dağılmıştır.
1946 da kurulan T.Ö.D.M.F. 1936 da Recep PEKER ’in CHP Genel Sekreterliğine gelmesiyle diğer sosyal cemiyetler gibi kapatılan öğretmen cemiyetlerinin de 1946 yılından sonra kurulanlarının en güçlüsü olmuştur.
Ancak 27 Mayıs 1960‘a kadar sadece iktidarın bir uydusu gibi hareket eden federasyonun İstanbul’da ve Ankara’da olmak üzere iki binası vardı.
Üç genel başkanının üçü de Milletvekili seçildi. “Birlik Dergisi” diye bir dergi çıkarılıyordu.
1960’tan sonra daha çok sol görüşlü öğretmenlerin yönetimine geçen federasyon, kısa sürede sayısını 10 derneğe bağlı 5000 üyeden 450 derneğe bağlı 65 000 üyeye çıkarmıştır. Çeşitli eylemler gerçekleştirmişlerdir.
20 Şubat 1963'te Kızılay’da yapılan mitinge 20 bin kişi katılmış ve miting sonunda Milli Eğitim Bakanı Şevket R. HATİBOĞLU istifa etmiş ve öğretmenler özlük hakları noktasında sınırlı da olsa belli ekonomik kazanımlar elde etmişlerdir.
Ancak daha sonra özellikle Marksist talepler ön plana çıkarılmış,  halkın sosyal yaşamına müdahale edecek fikirler dile getirilmiştir.
Federasyon özellikle 1960 darbesiyle kendisine biçtiği darbe destekçiliği ile birlikte elde etmiş olduğu gücü, bugüne kadar bir miras olarak devretmiş ve bugün Eğitim – Sen ’in temelleri o günden atılmıştır.
Federasyonun en önemli etkinliği sendika yasasının çıkması noktasında gösterdiği çaba olmuştur. Ve T.Ö.S.‘ün kurulması için altyapı oluşturulmuştur.
8 Haziran 1965'te 624 sayılı kanunla memura sendika hakkı tanınmıştır.
1962 den 8 Temmuz 1965 e kadar yapılan çalışmaların sonunda T.Ö.S. kurulmuştur.
Federasyon “Sosyalist Muhalefet” denilen gurup tarafından 1964'te kongreye zorlanmış.1960 darbesi sonrası yönetime gelen Turhan FEYZİOĞLU (1961) ve Şükrü KOÇ (1962-1964) yönetimine son verilmiş yönetime Hayrettin UYSAL (1965-1966) gelmiştir. 1967 de Bahri SAVCI 1968'de de Fakir BAYKURT genel başkan olmuştur.
13 Temmuz 1968 de Ankara’da yapılan 32. kongre ile T.Ö.D.M.D. kendisini feshederek T.Ö.S. e katılmıştır. Bu arada daha farklı derneklerde kurulmuştur.
6.        Teknik Öğretmenler Derneği
1950 de kurulmuştur. 3500 üyesi olmuştur. “Teknik Öğretmen” diye bir dergi çıkarılmıştır.
7.        İstanbul İlköğretim Okullarını Bitirenler Derneği (1965)
1961 Anayasası’nın sağladığı örgütlenme özgürlüğü öğretmenlere örgütlenme cesareti vermiştir. Bu nedenle bu dönemde irili ufaklı pek çok dernek kurulmuştur. Bunlardan biri de “İstanbul İlköğretim Okullarını Bitirenler Derneği” dir. Dernek, amacını,
“ Üyelerinin tanışıp,  kaynaşmalarını sağlamak İstanbul İlk öğretmen okullarının eğitim ve öğretim bakımından maddî ve manevî gelişmelerine katkıda bulunmak.”  olarak  belirlemiştir.
8.        Beden Eğitimi Öğretmenleri Derneği
1965'te her dereceli okulda görev yapan Beden Eğitimi Öğretmenlerini bir araya getirmek için kuruldu.
Amaçlarını “Birlikteliğin gücünü bütün alanlarda kullanmak” diye ifade ederler. Dernek “Beden Eğitimi Ve Spor” diye üç aylık bir dergi ile 15 günlük bir haber bülteni yayınlamıştır.
9.                    Türkiye Emekli Öğretmenler Cemiyeti
1956’da İstanbul’da kurulmuştur. 1965 yılında şube sayısını 22 ye çıkarmıştır. Aylık bir meslekî dergi olan “Emekli Öğretmen”’i çıkarmışlardır.  70. sayısından sonra derginin ismi “Ülkücü Öğretmen” olarak değişmiştir.Dernek daha sonra çocuk ve kültür yayınları,  okul ihtiyaçları,  basılı kağıtlar,  öğrenci kırtasiyeleri ders araçları gibi maddeleri de yapan bir kurum haline gelmiştir.
Dernek, Türkiye Umum Emekli Öğretmenler Federasyonu’nun oluşumunu sağlamış 1965’ten sonra, dernek bünyesindeki emeklilerde sendikalılaşma cereyanına kapılmış ancak başarılı olamamışlardır.
10.      Milliyetçi Öğretmenler Birliği
1960’ta Türkiye Öğretmen Dernekleri Milli Federasyonu’nun kendilerini; ilerici, devrimci diye tanımlayan sol görüşlü kişilerin yönetimine geçmesiyle birlikte Milliyetçi, Muhafazakâr görüşlü öğretmenler farklı dernekler kurmaya başladılar. Bunlardan biri de Milliyetçi Öğretmenler Birliği idi. Birlik çeşitli il ve ilçelerde şubeler oluşturdu.
Birliğin amacını, 29 Mayıs 1965’te İstanbul Şubesinin açılışında Şube Başkanı İbrahim KAFESOĞLU şu şekilde ifade ediyordu.
“Tasavvurun üzerinde maddî sıkıntı ve manevî sıkıntılar içinde bunalmış olan öğretmenler kitlesini selamete ulaştırmak için çalışmak ve bu suretle büyük milletimizin varlık ve haysiyetini kuvvetlendirme imkânlarını sağlamaktır.”
1965 Sendikalar dönemine ise birlik, T.Ö.S. kadar güçlü olmasa da Milliyetçi Öğretmenler Sendikası’nı miras bırakmıştır. Ancak sendika daha varlığını tam ortaya koyup, örgütlenmesini tamamlayamadan 12 Mart 1970 muhtırasıyla sendikalar kapatılmıştır.

Aşağıda da ifade edileceği gibi Milliyetçi Öğretmenler Sendikası da kendisinden sonraki dernekler dönemine T.Ö.S. ‘ün T.Ö.B.-DER ‘e devrettiği mirası devredememiştir. Bu nedenle de öğretmen örgütlenmelerinde 1990’ların başına kadar aynı kaynaktan beslenen öğretmen örgütleri, sayısal çoğunluğu hep üzerlerinde bulundurmuşlardır.

ÖĞRETMEN ÖRGÜTLENMELERİNİN TARİHÇESİ

ÖĞRETMEN ÖRGÜTLENMELERİNİN TARİHÇESİ
                                                                                                               EROL BATTAL
ÖĞRETMENLİK
İnsanlık tarihinin en eski mesleklerinden biridir. En ilkel toplumlarda bile,  bazı insanlar sosyal,  ekonomik ve kültürel yaşamın sürüp gitmesini sağlayacak bilgi,  beceri,  tutum ve değerleri genç kuşaklara aktarmayı kendilerine iş edinmişlerdir.
Peygamberler,  düşünürler,  velîler,  bilginler bu mesleğin en önemli temsilcileri olmuşlardır.
Fakat kökleri bu kadar eskilere giden öğretmenlik çağlar boyunca profesyonel bir meslek haline gelememiş,  din adamlarının,  filozofların temel uğraşları yanı sıra sürdürdükleri ikincil bir görev olmuştur.
Birçok toplumda da ortaçağa kadar, temel eğitim genellikle köleler tarafından yürütülmüştür. Bu nedenle de ilkokul öğretmenlerinin sosyal statülerinin yükseltilmesi için de ayrıca bir mücadele verilmiştir.
Öğretmenlik; Fransız devriminden sonra, devrimin ruhuna uygun lâik,  cumhuriyetçi nesiller yetiştirmek için, eğitimin din adamlarından kurtarılması amacıyla, ilk öğretmen yetiştiren kurumların açılmasıyla profesyonel bir meslek haline gelmiştir.
Daha sonra ulus devletlerin ortaya çıkmasıyla, okur-yazarlık ülkelerin gelişmişlik düzeyinin belirleyicisi haline gelmeye başlamış, diğer taraftan ulus devletler Türkiye Cumhuriyeti gibi dayandıkları ideolojik ilkeleri toplumun her kesimine ulaştırmak / benimsetmek için öğretmenlere önemli görev ve sorumluluklar yüklemiştir. Bu sebeplerle öğretmenler her zaman önemli sayılmışlardır.
Öğretmen yetiştiren kurumların bizde ilki, 1848 yılında Dar’ul Muallim-i Rüştiye’dir. Daha sonra buna yenileri eklenmiştir.
1962 Anayasası öğretmenleri,  “Türk insanının maddî ve manevî yönünü geliştirecek şekilde dil,  ırk,  cinsiyet,  siyasî düşünce,  din ve mezhep ayrımı yapmadan,  çağdaş bilim ve eğitim esaslarına uygun olarak eğitim ve öğretim yapan kişilerdir.” diye tarif eder. Daha sonra bu tanımlama 1982 Anayasasında aşağıdaki şekilde revize edilerek,
“Öğretmenler,
1)        Atatürk ilke ve inkılâpları doğrultusunda çağdaş bilim ve eğitim esaslarına göre öğretim ve eğitim yapan,
2)        Türkçe’yi doğru konuşan ve yazan,  bu yönde öğrencilerini yetiştiren,
3)        Araştırma ve inceleme yapmayı alışkanlık haline getirmiş Anayasa ve kanunlara sâdık kalarak görev yapan kişiler olmalıdır.”diye tarif eder.
Türkiye’de öğretmenlik mesleği 1739 sayılı Milli Eğitim Temel Kanunu ile yasal bir tanıma kavuşmuştur.

***
Cumhuriyet’in başlangıcıyla birlikte Türkiye’de okur-yazarlık oranı % 10'du. Bu oranın artırılabilmesi için çeşitli tedbirler alınır ancak bu tedbirler hiçbir zaman yeterli olmaz.
Öğretmen Yetiştiren Kurumların yapılarında zaman içerisinde birçok değişiklikler yapılmıştır.
Bazen 1936-1946 döneminde olduğu gibi askerliğini erbaş olarak yapan köy çocuklarından 8500 kişi 6-8 aylık bir eğitimden geçirilerek “Eğitmen” olarak atanmışlar.
Bazen köy çocukları “Köy Enstitüleri”nden  köy öğretmeni olarak yetiştirilmişler,  bazen mektupla bazen de üç-beş aylık kurslarla öğretmen yetiştirilmiştir. Ancak 1992 yılından sonra öğretmen yetiştiren okulların tamamı 4 yıllık eğitim veren Eğitim Fakültelerine bağlanmışlardır.
Buna rağmen bugüne kadar öğretmen açığı bir türlü kapatılamamış ve her zaman bu açık, 1996 da olduğu gibi farklı alanlarda eğitim görmüş ancak işsiz kalmış meslek mensuplarıyla kapatılmaya çalışılmıştır.
Hiçbir mesleğin vekili olmadığı halde öğretmenliğin vekili oluşturulmuştur. Bu da öğretmenlik mesleğine bakış açısını sergilemesi bakımından örnek bir durumdur.
Yine “Sözleşmeli Öğretmen” adıyla öğretmen açığının kapatılması için farklı bir uygulama da yıllardır gerçekleştirilmektedir.
Türkiye’de  birçok kurumun kendi başına buyrukluğu,  ayaklarının yere basmaması,  Türkiye gerçekleriyle örtüşmeyen uygulamaları her zaman sorun oluşturmuştur.
Öğretmen yetiştirilmesi konusunda da aynı durum söz konusudur. YÖK’le Milli Eğitim Bakanlığı arasındaki koordinasyonsuzluk nedeniyle ihtiyaç duyulan alanların yerine ihtiyaç duyulmayan alanlarda öğretmen yetiştirilmiş ve birçok branşta öğretmen açığı binlerle,  on binlerle ifade edilirken,  bazı branşlarda yine binlerle ifade edilen öğretmen fazlası vardır. Bu öğretmenler hâlâ işsiz olarak gezmektedirler veya farklı bir branşta sözleşmeli öğretmen olarak çalışmakta ve mağdur edilmektedirler.
***
Eğitimin sorunu sadece öğretmen açığı değil. Mevcut öğretmenlerin Cumhuriyet’in başlangıcından hatta daha önce-sinden beri ekonomik olarak yeterince desteklenmemeleri,  maaşlarının az oluşu öğretmenliğin cazibesini yitirmesine bazen de ikinci iş olarak görülmesine neden olmuştur.
Öğretmenlik sadece nutuklarda kutsal meslek olarak anılmış ancak saygınlığına katkıda bulunacak maaştan hep mahrum bırakılmıştır.
Özellikle ilkokul öğretmenleri daha az maaş almışlardır. Son yıllarda ilkokul öğretmenleriyle branş öğretmenleri arasındaki maaş farkı ortadan kaldırılmıştır. Bu ilkokul öğretmenlerinin maaşları yükseltilerek değil, branş öğretmenlerinin maaşları düşürülerek sağlanmıştır.

Bu durum öğretmen örgütlenmelerinin de iskeletini oluşturmaktadır. Öğretmen maaşlarının düşük oluşu onların sendikal örgütlenmelere daha yoğun katılımlarını sağlamıştır.

BATI KÜLTÜRÜNDE SENDİKACILIĞIN DOĞUŞU

BATI KÜLTÜRÜNDE SENDİKACILIĞIN DOĞUŞU
                                                                                                               EROL BATTAL
İngiliz sanayi devrimiyle birlikte Batı’da,  çalışma hayatı altüst olmuştur. Bu altüst oluş, çeşitli yapılanmaları da doğurmuştur.
O güne kadar bağımsız çalışan esnaf ve sanatkâr artık başkasının hizmetinde çalışmaya başlamış lakin devlet tarafından bir güvence de oluşturulmadığı için işçiler kendi menfaatlerini koruyabilmek için birliktelikler oluşturmaya başlamışlar. Bu birliktelikler zaman içerisinde “sendika” ismini almıştır. Aynı şekilde işverenler de bunun karşısında sendikal örgütler ve dernekler kurmuştur.
Daha sonraki yıllarda da çeşitli mücadelelerle bu birlikteliklerin yasal dayanakları oluşturulmuştur. İlk dayanakta ILO sözleşmeleriyle meydana gelmiştir.
Türkiye de sendika hakkı 1947’de 5018 sayılı yasa ile tanınmıştır.
1961 Anayasasıyla sendika,  grev ve toplu sözleşme haklarının anayasal güvenceye kavuşturulması ve 1963’te çıkarılan 274 sayılı sendika kanunu ile Türk işçi sendikacılığı güçlenmiştir.
1983’de ise sendikalar kanunu değişmiş,  2821 sayılı sendikalar kanunu kabul edilmiştir.
Normal tarihçe bu iken birde olayın içerisine Marksist anlayış girmektedir ki sendikacılığın ideolojik bir yapılanmaya bürümesini sağlamış çoğu zaman çalışanların haklarını korumak yerine onların çalışma barışını bozan bir dinamit işlevi görmüştür.
Marksist düşünce kendi geleceğini sınıf bilincinin gelişmesinde,  keskinleştirilmesinde gördüğü için sendikacılığı bu amaçla bir kavga aracı olarak kullanmıştır.
Bu anlayış çoğu zaman çalışanlar arasında hak arama mücadelesinin yerine bir ideolojik örgütlenme biçimi olarak algılanması sonucunu doğurmuş ve sendikacılığın çalışanlar tarafından soğuk karşılanmasına neden olmuştur.
Özellikle Türkiye’de işçiler arasında DİSK’in sendikacılık anlayışı sendikacılık olarak lanse edilip sendikacılığın işçiler arasında ilgi görmemesine neden olmuştur.
DİSK’in 1960’lı yılların sol örgütlenmelere geniş imkânlar sağlayan ortamına rağmen beklenen etkinlikte olmamasının başında bu sebep yatmaktadır.
Bu anlayış memurlar içerisinde ise sadece Köy Enstitüsü mezunu ilkokul öğretmenleri arasında yaşama imkânı bulmuştur.
1960 ve 1970’Li yıllarda TÖS ve TÖB-DER örgütlenmeleri tamamen Köy Enstitülerinin Türk soluna bir armağanı gibidir.
Türkiye’de muhafazakâr kesim özellikle memur sendikacılığı açısından fazla bir varlık gösterememiştir. Bunun sebebi solun sendikacılığı sahiplenmesidir. Bu sahiplenişi sağ zımnen de olsa kabullenmiş bir iki küçük denemenin dışında fazlaca da önemsememiş,  bunun yerine daha çok dernekçiliği ve vakıfçılığı öne çıkarmış bu nedenle de önemli sendikal örgütlenme örnekleri sergileyememiştir. Ve hiçbir örgütlenmesi de bir önceki örgütlenmenin mirasını devren alamamıştır. Bu nedenle de 1990’lara kadar güçlü bir örgüt ortaya çıkaramamıştır.

Konunun önemi 1980’lerde anlaşılmaya başlamış ve güçlü memur sendikaları ortaya çıkmıştır.

SENDİKACILIĞIN TARİHSEL KÖKENLERİ

SENDİKACILIĞIN TARİHSEL KÖKENLERİ
                                                                                                               EROL BATTAL
Sendika,  ansiklopedilerde,  çalışanların ve işverenin çalışma ilişkilerinde ortak ekonomik ve sosyal hak ve menfaatlerini korumak ve geliştirmek için meydana getirdikleri tüzel kişiliğe sahip kuruluşlar diye tarif edilir.
Sendika kelimesi kavram olarak 19.yy başlarında ortaya çıkmış olmasına rağmen aynı amacı taşıyan oluşumların tarihi çok daha eskilere dayanmakta hatta insanlık tarihi ile eş zamanlı sayılmaktadır.
Hak arama mücadelelerinin tarihçesi bilinmeden bugünkü sendikaların konumlarını tam olarak değerlendirmek mümkün değildir.
Hak arama mücadelesinin tarihçesini iki ana koldan başlatmak gerekir.
Örgütlü hak arama mücadeleleri;
1-        Doğu kültüründe Fütüvvet Ocaklarıyla 10. y.y. da başlar.
2-        Batı kültüründe sanayi devrimiyle birlikte 18.y.y. da başlar.
Bugünkü mevcut işçi ve memur sendikalarının mücadele biçimlerindeki bu farklılığın temelleri bu kökenlerdir.
Sendikaların,  sorun odaklı ve çözüm odaklı yapılanmalarının nedenlerini de bu kökende aramak mümkündür.
1- DOĞU KÜLTÜRÜNDE HAK ARAMA ŞEKLİ
(EĞİTİM BİR SEN’İN TARİHSEL ARKAPLANI)
Sözlükte; gençlik,  yiğitlik,  mertlik anlamı taşıyan Fütüvvet kavramı çerçevesinde kurulan esnaf örgütleri bu mücadele biçiminin ilk örnekleridir.
Fütüvvet; kardeşlerine iyi davranmak ve onların yardımına koşmak kulluk edeplerini koruyarak halkın ihtiyaçlarını karşılamaktır.
Bu anlayışın iki önemli özelliği vardır.
a-        Kişinin kendisiyle barışık olmasını sağlamak
b-        Kişinin yaşadığı çevreyle sağlıklı ilişkiler kurmasını sağlamak
Kişinin hayatını düzenleyen bu anlayış zaman içerisinde çeşitli örgütlenmelerin temelini oluşturmuştur.
Bu anlayışla iktisadî hayat arasındaki ilişkiler giderek artmış ve bu esaslar esnafın prensipleri haline gelmeye başlamıştır. Zamanla bu prensipler bütün İslâm dünyasına yayılmış Anadolu’da  da Ahilik teşkilâtının doğmasını sağlamıştır.
Ahi EVRAN (öl. 1262) tarafından kurulan Ahilik çeşitli esnaf ve sanatkâr guruplarının değişik nedenlerle ekonomik sıkıntıya maruz kalmadan varlıklarını sürdürebilmeleri,  gelişmeleri,  sosyal,  iktisadî ve ahlâkî yapılarını koruyabilmele-rini hedeflemiştir.
Çeşitli otorite boşluğu olan kriz dönemlerinde Ahiliğin değişik meslek guruplarına sahip kişileri bünyesine alacak şekilde organize olması Anadolu’nun çeşitli kasaba ve köylerinde gerek siyasî,  iktisadî gerekse dinî,  askeri problemleri çözmek teşkilâta mensup olsun olmasın bütün halkın huzur ve refahını sağlamak çapulculuğu önlemek,  mal güvenliğini sağlamak,  kaliteli ve ucuz mal teminini garanti etmek gibi bir misyon üstlenmiştir.
Hatta Moğol istilasına karşı Selçuklular’ın yanında mücadeleye girmişlerdir.
Teşkilâtın her yerde ocakları vardı ve ocak başkanına Ahi Baba denirdi. Ahi Babalar seçimle iş başına getirilirdi.
Ahi Babalar şehir ve köyleri gezer fiyat ve kalite kontrolü yapar,  çıraklık ve kalfalık imtihanlarını yaparlardı.
Ahiliğin batıdaki karşılığı ise loncalardı. Osmanlıda bu kavramlar “Gedik” ve “Oda” kelimeleriyle karşılanırdı.
Bu teşkilâtların en belirgin özellikleri çalışanların menfaatlerini koruduğu gibi onların iş ahlâkını da düzenliyordu. Bu nedenle de meslek ahlâkı kontrol altında tutuluyordu.
Bizim sendikal anlayışımıza etki eden boyutu bu yönüydü.
Osmanlıdaki bu dernekler tamamen sivildiler hiçbir şekilde devlet politikalarının değişmesi bu yapının işleyişini etkilemiyordu.
Bu birlikler işsizliğe ve fazla üretimden doğan bunalımlara neden olmamak için çeşitli önlemler alıyorlardı ve birçok iktisadî bunalımın ortaya çıkmasına engel oluyorlardı.
Ve bütün bu çalışmalarını hem mensuplarını koruyarak hem de vatandaşı mağdur etmeden devletle çatışma ortamları yaratmadan sürdürüp,  sorunların çözümünü sağlıyordu.
Daha sonraki sayfalarda M. Akif İNAN tarafından açıklanan kuruluş bildirisinde dile getirmiş olduğu Eğitim Bir Sen’in amaçlarının yukarıda izah edilen anlayış biçimiyle birebir örtüştüğü görülmektedir.


SENDİKA TARİHİ


HAK ARAMA MÜCADELELERİNİN TARİHÇESİ SENDİKA
                                                                                                     EROL BATTAL            
Çalışanların ve işverenlerin çalışma ilişkilerinde ortak ekonomik ve sosyal hak ve menfaatlerini korumak ve geliştirmek için meydana getirdikleri tüzel kişiliğe sahip kuruluşlara sendika denir.
 Sendika kavramı, Batıda sadece çalışanların oluşturdukları kuruluşlar için kullanılır,  işverenlerin aynı amaçla kurdukları örgütlere “işverenler birliği” denir. Türkiye’de her ikisi de sendika olarak isimlendirilir.
 Hak arama mücadelelerinin tarihi hem Batı’da hem de Doğu’da çok eski olmasına rağmen kavram olarak sendika, kapitalizmin gelişme süreci içinde 19.yy başlarında ortaya çıkmıştır.
18.yy sonlarında ilerleyen tekniğe bağlı olarak kapitalizmin gelişmesi, başta İngiltere olmak üzere, Batı Avrupa ülkelerinde sanayi devrimini ortaya çıkarmış,  o zamana kadar bağımsız çalışan esnaf ve sanatkârların çoğu başka bir kimsenin hizmetinde işçi olarak çalışmaya başlamışlardır. Ancak iktisadî liberalizmin ortaya koyduğu “bırakınız yapsınlar,  bırakınız geçsinler” anlayışı içinde devletin çalışanları koruyucu bir rol üstlenmemesi karşısında işçi sınıfının sömürülmesi gerçeği ortaya çıkmıştır. Böyle bir ortamda işçiler kendi kendilerine yardım anlayışı içerisinde bir araya gelme ve ortak menfaatlerini koruma yolunda birleşmeye başlamışlar ve bu birlikler “sendika” olarak anılmıştır.
 Zamanla bu birliktelikler özellikle işveren kesimlerince sakıncalı bulunmuş,  devlet etkilenmiş ve yasaklamalar,  zorlamalar ortaya çıkmıştır. Ancak özellikle demokratik ülkeler bu taleplere karşı fazlaca kayıtsız kalamamış ve sendikacılığın kıstasları,  yetkileri,  sorumlulukları,  örgütlenme biçimleri yasalarla düzenlenmeye başlanmıştır.
 Bizde kavram olarak sendika,  geç kullanılmasına rağmen dünyada ilk toplu iş sözleşmesi 1776 yılında Kütahya’da fincancı esnafıyla imzalanmıştır.
 Sendika kavramı ise ilk defa Prens Sabahattin’in kurduğu “Teşebbüs-ü Şahsı ve Adem-i Merkeziyet Cemiyeti”nin metinlerinde telaffuz edilir.
 Daha sonra 1871’de kurulan “Amele Perver Cemiyeti” bir çeşit yardım derneğidir. Ancak 1895’te kurulan “Osmanlı Amele Cemiyeti” bugünkü manada ilk sendikal örgütlenmedir. Amele Perver Cemiyeti’ni ise araştırmacılar ilk sarı sendika olarak tanımlarlar.
Sendikacılığın başlangıçta işçiler arasında soğuk karşılanmasının önemli sebeplerinden biri Selanik’te Yahudiler tarafından 1908 ‘de kurulan Sosyalist Kulübün işçileri Sosyalist Partiye katılmaya davet eden bildiriler dağıtması işçilerin tepkisini doğurmuş,  bununla beraber ilk yıllarda sendikal faaliyetlere Osmanlı’da Rum,  Ermeni ve Bulgarların öncülük etmesi de sendikacılığın sahiplenilmesini engellemiştir.
Ayrıca birbirini izleyen grevler nedeniyle 1909 yılında çıkarılan Tatil-i Eşkâl Kanunu sendikacılığın Türkiye’de önünü tıkayan etkenlerdendir. Çünkü yasa sendika kurmayı yasaklayan ve cezalandıran hükümler içeriyordu.
Türkiye’de sendika hakkı ilk olarak 1947’de 5018 sayılı sendikalar kanunuyla tanınmıştır. 1947’de çıkan ve grev hakkını tanımayan kanunla 1952’de Türk-İş,  1967’de DİSK, 1970’de MİSK, 1976’da da Hak-İş kurulmuştur. İşverenler ise 1962’de TİSK adıyla örgütlenmişlerdir. Memurlara sendika kurma hakkı ise 1960 Anayasası ile verilmiş,  1970 Muhtırasıyla yasaklanmıştır.
Bu dönemde “sarı sendikalar” da oluşmaya başlamıştır. 
Sendikal hayatın en zor olanı ise sarı sendikalarla mücadeledir.
Bu sendikalar, işveren kesiminin çalışanların kurdukları sendikaları denetimleri altına almak için kendi kontrollerinde oluşturdukları, çalışanların haklarının gaspında kullandıkları birer araçtır.
Sendikaların yanı sıra benzer amaçlarla kurulmuş farklı örgütlenmeler de vardır. Bu örgütlenmelerle yani siyasî parti,  dernek, vakıf ve sendikal örgütlenmeler temel amaç ve araçlarda birbirlerinden ayrılmaktadırlar. 
Siyasî partiler yönetim kademelerinde yer almayı amaçlar.
 Dernek ve vakıflar ise sosyal ve kültürel alanda belli bir amaca hizmet eden kuruluşlardır. Üyelerinin, mensuplarının bu yöndeki isteklerini karşılamaya çalışırlar. Doğrudan doğruya hak aramayı, elde edilen bir menfaati korumayı amaç edinen kuruluşlar değildirler.
Sendikalar ise toplumun büyük bir kitlesinin kollektif ve sosyal ihtiyaçlarını karşılamak, kalkınmalarını sağlamak,  çalışanların ezilmesini veya işverenle aralarında çıkacak anlaşmazlıklar yüzünden toplum düzeninin bozulmasını önleyerek bir denge kurmak suretiyle kamu düzenine ve menfaatine çalışan bir kuruluş olması nedeniyle dernek ve vakıflardan ayrıdır. Sendikaların bu kuruluşlardan asıl farkı siyasal görüşü, dinî, mezhebi, bölgesi, etnik kökeni, anadili ve mesleği ne olursa olsun tüm çalışanları bünyesinde bir araya getirme çabasıdır.
Ayrıca sendikalar amaçlarına ulaşmak için yaptırım haklarına da sahiptir. 4688 sayılı sendika yasasında eksik olsa da sendikaların grev ve toplu sözleşme hakları vardır.