3 Ağustos 2017 Perşembe

4688 SAYILI SENDİKALAR YASASINA GİDEN SÜREÇ

4688 SAYILI SENDİKALAR YASASINA GİDEN SÜREÇ
                                                                                                               EROL BATTAL
4688 Sayılı Kamu Görevlileri Sendika Yasası çıkmadan önce yaşanan hukukî ve fiili bir süreç var. Bu süreç 1990’lı yıllarla birlikte memurların vermiş oldukları mücadele ile başladı. Memurların fiili olarak başlattıkları örgütlenme çalışmaları mahkeme süreçlerini başlattı. Bu süreçle birlikte memurlar örgütlenme noktasında yaşadıkları sıkıntı ve cezalarla birlikte belli kazanımlarda elde ettiler.           Bunlardan birincisi,  Danıştay 1. Dairesi 22.04.1992 tarih,  1992/136 esas ve 1992/147 sayılı kararıyla sendika kurmanın Anayasa’ya aykırı olmadığına karar vermesidir.
Memurların sendika kurma,  sendikalara üye olma hakları aşağıda isimleri yazılı uluslararası sözleşmelerle de güvenceye bağlanmıştır :
a) İnsan Hakları Evrensel Bildirisi
b) İnsan Hakları ve Temel Özgürlükler Avrupa Sözleşmesi
c) Avrupa Sosyal Şartı
d) Örgütlenme ve Toplu Pazarlık Hakkının Korunmasına İlişkin 98 sayılı Uluslararası Çalışma Örgütü (İLO) Sözleşmesi
e) Sendika Özgürlüğüne ve örgütlenme hakkının korunmasına ilişkin 87 sayılı İLO Sözleşmesi
f) Kamu Hizmetinde Örgütlenme Hakkının Korunması ve İstihdam Koşullarının Belirlenmesi Yöntemlerine ilişkin 151 sayılı İLO Sözleşmesi
Anayasa’nın 90. maddesine göre,  yürürlüğe konulmuş uluslararası sözleşmeler kanun hükmündedir.
Nitekim Başbakanlık da 15.06.1993 tarih ve 15 sayılı genelgesinde : “… kamu görevlilerinin sendika kurma,  sendikalara üye olma,  sendikal etkinliklerde bulunma yolundaki başvuru girişimlerini engellememesi … yayınlar çıkarma,  çeşitli toplantılar düzenleme,  kültürel ve sanatsal etkinliklerde bulunmalarını kısıtlayıp yasaklamamasını” valilere bildirmiştir. Daha sonra 23.07.1995 tarihinde Anayasa’nın 53. maddesi ve 12.06.1997  tarihinde de 657 sayılı Devlet Memurları Yasası’nın,  mülga 22. maddesinin yeniden ihyasından sonra Başbakanlık Personel ve Prensipler Genel Müdürlüğü 20.11.1997 gün ve 1997/70 sayılı Genelgesini yayınlamıştır.  Bu genelgede ; üyelik aidatlarının aylıklardan kesilerek sendika hesabına yatırılacağı,  kamu görevlilerinin sendikal etkinliklerde bulunma yolundaki başvuru girişimlerinin engellenmemesi ve etkinliklerde bulunmalarının kısıtlanıp yasaklanmaması,  sendika yöneticisi ve üyelerine sendikal çalışmaları nedeniyle disiplin cezaları uygulanmaması,  sendikaların kanunlar çerçevesindeki etkinliklerine müdahale edilmemesi hususlarına yer verilmiştir.
Bu mahkeme ve genelgeler sürecinde sendika yasası da meclise getirildi. Bu dönemde MEMUR-SEN ve KESK bu yasa tasarısına karşı yoğun bir tepki ortaya koydular. Çünkü tasarıda grev ve toplu sözleşme hakkı verilmiyordu. Bu tepkiler üzerine yasa 18. maddesi kabul edildiği halde geri çekildi. Bundan sonra 2001 yılı Haziran ayına kadar yine sendikacılık genelge ve mahkeme kararlarıyla şekil aldı.
05.08.1999 tarih ve 1999/44 sayılı Başbakanlık Genelgesinde de aynı kurallar tekrarlanmış ve sendika üyesi kamu görevlilerinin başvuruları halinde üyelik aidatlarının aylıklarından kesilerek sendika hesabına aktarılabileceği vurgulanmıştır.
Yargıtay 4. Ceza Dairesi 17.02.2000 tarih ve 2000/780 sayılı ilâmıyla. “Ancak ; öğretmen olan sanıkların suç tarihinde kamu sendikalarınca alınan karar uyarınca görevlerini geçici olarak yapmadıkları,  ikrarlarıyla dosya kapsamından anlaşılmış olması karşısında 23.07.1993 tarihinde 4121 sayılı yasayla,  Anayasa’nın 53. maddesiyle,  12.06.1997 tarihli 4275 sayılı yasanın 22. maddesinde yapılan değişikliklerle,  sanıkların konumundaki kimselere sendika kurma ve bu tür kuruluşlara girme hakkı sağlanmış olmasına ve 1993 yılında TBMM tarafından onaylanarak Anayasa’nın 90. maddesine göre iç hukuk halini alan Uluslararası Çalışma Örgütü’nün 87 ve 151 sayılı sözleşmelerinde de,  sendikanın amaçları doğrultusunda üyelere etkinlikte bulunma olanağı sağlanmış olması sonucunda sanıkların eylemlerinde suç öğelerinin oluşmadığı…,  yasaya aykırı ve …. temyiz nedenleri yerinde görüldüğünden  HÜKÜMLERİN BOZULMASINA …” kararı verilmiştir.
Yukarıda açıklanan Yargıtay 4. Ceza Dairesinin Kararı ile Başbakanlık Genelgesi kamu çalışanlarına sendikal haklar alanında yeni ve ek güvenceler sağladığının bir göstergesidir. Bu şu ana kadar ki sendikal çalışmaların bir sonucu ve ilk aşamasıdır.
Bu karardan sonra yine MEMUR-SEN ve KESK ’in grev ve toplu sözleşme hakkı verilmediği için kitlesel basın açıklamalarıyla,  mitinglerle karşı çıkmalarına rağmen özellikle hükümette MHP olduğu için KAMU-SEN  ‘in desteğiyle 25.06.2001 tarihinde 4688 sayılı Kamu Görevlileri Sendika Kanunu çıkarıldı.
Başbakanlık 6 Haziran 2002 gün ve 17 sayılı genelgesinde de ;
“4688 sayılı Kamu Görevlileri Sendikaları Kanunu’nun uygulanabilirliği,  toplumsal uzlaşma ve demokrasi kültürünün geliştirilmesi ve çalışma barışının sürekliliğinin sağlanması açısından ;
Kamu görevlilerinin sendika ve üst kuruluş kurma,  sendikalara üye olma sendikal etkinliklerde bulunma yolundaki başvurularının engellenmemesi,
Sendikaların kendilerini ve çalışmalarını tanıtıcı yayınlar yapmak,  toplantılar düzenleme,  sosyal,  kültürel ve sanatsal etkinliklerde bulunmalarının kısıtlanıp yasaklanmaması,
Gerektiğinde sendika yöneticileri ile diyaloğa girilerek işbirliği yapılması,  görüş ve önerilerinin alınması,
Hususlarında her düzeydeki kamu görevlilerince gereken duyarlılık ve kolaylık gösterilecektir.” görüşü yer almıştır.
Sendikamızın bundan sonraki hedefi her platformda sendikal mücadele biçiminin bütün etkinliklerini kullanarak,  sendika yasasında değişiklik yapılmasıyla grevli,  toplu sözleşmeli bir sendika yasasına kavuşmak olacaktır.
4688 SAYILI KAMU GÖREVLİLERİ SENDİKALARI KANUNU’NUN GENEL ÇERÇEVESİ
1- Sendika kurulabilecek iş kolu sayısı on birdir. Eğitim iş kolu da bunlardan biridir.
2- Sendika kurmak için fazla bürokratik engel yoktur. Memuriyette iki yılını tamamlayan bir gurup bir araya gelerek, önceden izin almaksızın sendika kurabilir.
3- Sendikaların uyması gereken seçim usul ve esasları son derece demokratiktir. Üç yılda bir olağan genel kurul yapılır. Lüzumu halinde üç yılı beklemeksizin olağanüstü genel kurula gidebilir.
4- Sendikaya üye olmak ve sendikadan istifa etmek son derece kolaydır. Matbu üyelik formunu ya da istifa formunu doldurmak yeterlidir.
5- Birden fazla sendikaya üye olunamaz. Sendika üyesi aidat kestirmek zorundadır.
6- Mülki idare amirleri, TSK ve MİT mensupları, denetim elemanları, emniyet mensupları, yüz veya daha fazla kamu görevlisinin çalıştığı iş yerlerinin en üst amiriyle yardımcıları, ceza infaz memurları, yargı mensupları, rektörler, dekanlar vb. sendika kuramazlar sendikaya üye olamazlar.
7- Bir sendika birden fazla konfederasyona üye olamaz. Sendikaların amaçlarına uygun uluslararası kuruluşlara üye olmaları serbesttir.
8- Konfederasyon ve sendika genel merkez yönetim kurulu üyeleri ve şube yöneticileri ücretsiz izine ayrılırlar, maaşlarını sendika öder.
9- Şube olabilmek için 500 üyeye ulaşmak şarttır. Maaşlarını sendika vermek şartıyla şube yönetim kurulundan (şubedeki üye sayısına göre) bir ya da daha fazla kişi ücretsiz izine ayrılabilir. 500 ile 3000 arası bir kişi, 3001 ile 5000 arası iki kişi…
10- Ücretsiz izine ayrılıp da sendikadaki görevleri sona erenler eski işlerine geri dönerler.
11- Sendikalar başta toplu görüşme hakkı olmak üzere üyelerinin her türlü hak ve menfaatini koruma ve geliştirme hakkına sahiptir.
12- Sendikalar anayasaya aykırı hareket edemezler. Kamu kurum ve kuruluşlarından, siyasî partilerden yardım alamaz, onlara yardım edemezler.
13- Sendikalar siyasî partilerde görev alamazlar, ticaretle uğraşamazlar.
14- Yüksek İdari Kurul, Kamu İşveren Kuruluna görüş bildirir ve toplu görüşmelerle belirlenen metinlerin uygulanmasını izler. Bu kurulda en büyük üç konfederasyon temsilci bulundurur.
15- Kurum düzeyinde memurların çalışma koşulları ve kanunların herkese eşit uygulanması konularında görüş bildirmek üzere Kurum İdari Kurulları oluşturulur. Kurum İdari Kurulunda söz hakkı o iş kolundaki en büyük sendikanındır.
16- Kamu görevlisi yirmiyi aşan işyerlerinde işyeri sendika temsilcisi bulunur. O iş yerindeki en büyük sendika işyeri temsilcisi seçme hakkına sahiptir. İşyeri temsilcisi üyelerinin işyeri veya işverenle ilgili sorunlarını dinler, ilgili yerlere iletir. Aradaki iletişimi sağlar.
17- Sendikaların geliri esas itibariyle üye aidatlarına dayanır. Kanun çerçevesinde yapacağı faaliyetlerden gelir elde edilebilir. Bağış ve yardım alabilir. Sendikalar çok az bir tutar hariç tüm gelirlerini bankaya yatırmak zorundadır.
18- Aylık ödenti tutarı on beşinci derecenin birinci kademesinden aylık alan devlet memurunun maaşının otuzda birinden fazla olamaz. (Bütün sendikalar maaşın binde beş kadar aidat kestirmektedir. Bu da örneğin 450 milyon TL maaş alan bir memurdan 2, 5 milyon TL aidat kesilmesi demektir.)
19- Sendikalar gelirlerinin en az % 10’unu üyelerinin meslekî bilgi ve tecrübelerini artırmak için kullanmak zorundadırlar.
20- Sendikalar,  yönetici ve üyelerine ya da diğer kişi ve kuruluşlara borç para veremezler.
21- Sendikaların her türlü malî ve idarî denetimi, denetim yetkisine sahip kişiler tarafından gerçekleştirilir.
22- Toplu görüşmeye her iş kolundan birinci olan sendika ile konfederasyonu katılır. Buna göre toplu görüşme masasına farklı sendika ve konfederasyonlar oturabilecektir.
23-Sendikalarla kamu işvereni anlaşamazsa bağımsız kişilerden oluşan Uzlaştırma Kurulu devreye girer. Uzlaştırma Kurulu
-varsa- itiraz şerhleriyle birlikte raporunu Bakanlar Kuruluna sunar.
24- Her yıl 31 Mayıs itibariyle Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı tarafından sendikaların üye sayıları ilân edilir. En çok üyeye sahip sendika yetkiyi alır. İtirazlar kanunî bir süreç içinde yapılabilir.
25- Sendika ve konfederasyonlar birbirleriyle birleşme,  birbirin- den ayrılma kararı alabilir.
26- Anayasaya aykırı hareket eden sendikalar kapatılabilir. Sendika kanununa aykırı hareket eden sendikalara çeşitli cezalar öngörülmüştür.
27- Sendikalar bütün işleyişini 13 Nisan 2002 tarihine kadar  4688 sayılı yasaya uydurmak zorundadır.
28- Temmuz 2002 tarihinden sonra yüzde beş barajını aşamayan sendikalar üyelik aidatı kestiremezler. Geliri olmayan sendika ayakta duramaz. Eğitim iş kolunda yüzde beş barajı 35000 memur demektir
29- konfederasyon oluşabilmesi için en az beş değişik iş kolundaki sendikanın bir araya gelmesi gerekir.

30- Yetkili sendikaların hükümetler nezdinde elde ettiği kazanımlardan sendika üyesi olmayanlarda faydalanır. Ancak hiçbir sendikaya üye olmayanların o iş kolundaki sendikaya dayanışma aidatı ödemesi söz konusu olabilecektir.

1990 SONRASI KURULAN EĞİTİM SENDİKALARI

1990 SONRASI KURULAN EĞİTİM SENDİKALARI
                                                                                                              EROL BATTAL
1.Eğitim-Bir-Sen
2.Eğitim-Sen
3.Demokrat Eğitimciler Sendikası (DES)
4.Türk Eğitim-Sen
5.Bağımsız Eğitimciler Sendikası (BES)
6.Tüm Eğitimciler ve Eğitim Müfettişleri Sendikası (Tem-Sen)
7.Ulusal Eğitimciler Sendikası (UES)
8.Hürriyetçi  Eğitim Bilimleri ve Hizmetleri Sendikası (Hür Eğitim-Sen)
EĞİTİM-SEN
23 Ocak 1995’te Ankara’da eğitim, bilim ve kültür iş kolunda faaliyet göstermek için KESK’e bağlı olarak kuruldu .
Eğitim-Sen 13 Kasım 1990’da kurulan Eğit-Sen ve 28 Mayıs 1990’da kurulan Eğitim-İş’in birleşmesiyle oluştu.
Aslında Eğitim-Sen’in 18 Şubat 1988’de kurulduğunu söylemekte mümkündür. Çünkü bu tarihte kurulan Eğit-Der ’in amaçlarından biri ,  öğretmenlerin sendika kurmasını sağlamaktır. Çeşitli nedenlerle görevden uzaklaştırılan ve emekli olan öğretmenler tarafından kurulan dernek içerisinden Eğitim-İş ve Eğit-Sen’i çıkarmış bu iki sendika’da birleşerek Eğitim-Sen’i oluşturmuşlardır.
Sendikanın Yönetim Kurulu, Genel Başkanı dahil 4 kişi Eğit-Sen,  Genel Sekreter dahil 5 kişi Eğitim-İş’ten olmak üzere 9 kişiden meydana getirildi..
Sendika kuruluşundan 6 ay sonra 1. Olağan Kurulu’nu 22-23 Temmuz 1995’te yaptı. Genel Başkanlığa Kemal Behçet Bal seçildi.
Sendika 2. Genel Kurulu’nu da 5-6-7 Temmuz 1996’da yaptı Genel Başkanlığa yine Kemal Behçet BAL seçildi. Şimdiki Genel Başkanı ise Alaaddin Dinçer’dir.
Sendika başlangıçta sol düşüncenin bütün renklerini bünyesinde topladı. Diğer sol örgüt ve marjinal partilerle birlikte büyük mitingler de düzenledi. Ancak zaman içerisinde bu mitinglerin çalışanların haklarının korunması için değil, ideolojik amaçlar için kullanıldığı üyeler tarafından görüldü. Bu nedenle son yıllarda bağımsız olarak hiçbir miting yapamaz oldu. Çünkü düzenlenen mitinglere çoğunluğu yönetici 100 kişiden fazla kamu çalışanı katılmıyor.
Bu durumu “Türkiye’de Eğitim Politikaları ve Sivil Toplum “ isimli kitaplarında Doç. Dr. Muharrem Güneş şöyle özetlemektedir.
Bu sendikacılık anlayışı “grupçuluk anlayışını yeterince aşamamış olmasıdır. Grup programlarının sınıfsal mücadelelerine denk düşmeyen sendikal mücadelede olması gerekenden çok siyasal işlevle yükümlü olması ve öngördükleri pratik taleplerin olumsuzlukları sendikal hareketin kapsamında daraltıcı bir etken olmuştur.”
Son bir yıl içerisinde ise yoğun bir şekilde sendikada çözülme başladı. Bu çözülmenin önüne geçmek için ya sun’i gündemler oluşturmaya çalışmaktalar veya istifa eden üyelerin istifa formlarını Çalışma Bakanlığı’na göndermemektedirler.
DEMOKRAT EĞİTİMCİLER SENDİKASI (DES)
Herhangi bir konfederasyona bağlı olmayan DES Doğru Yol Partisi’ne  yakın bir sendika olarak tanındı. MEB’nın DYP ’de olduğu dönemde özellikle okul müdürleri tarafından örgütlenen sendika şu an varlığını kaybetmiştir.
TÜRK EĞİTİM-SEN
19 Şubat 1992’de Ankara’da ,  Türkiye Eğitim ve Öğretim Hizmet Kolu Çalışanları adıyla kuruldu.
Sendikanın ilk yönetim kurulunda,  halen başkan olan Şuayb Özcan,  Hanım Cevher,  Şeref Dilmen görev aldılar.
13 Aralık 1992’de yapılan 1. Olağan Kurulda Genel Baş-kanlığa Şuayb Özcan getirildi.
22 Haziran 1992’de  kurulan Türkiye Kamu-Sen’e katıldı.
Sendikanın Tüzüğü Türkiye Kamu-Sen’e bağlı diğer sendikalarla tek tip hazırlandı.
Kamu-Sen’e bağlı Türk Eğitim-Sen ve Türk Sağlık-Sen dışındaki sendikaların tamamının Kamu-Sen’in kuruluşundan 4 gün önce aynı büroda üst düzey bürokratlar tarafından kurulmuş olması “devlet güdümlü olmak,  kamu çalışanlarının sendikal mücadelelerini bölmek,  sarı sendikacılık yapmak ” olarak değerlendirildi.
Bu değerlendirmeyi haklı kılacak çalışmalar da yapıldı.
Türkiye Kamu-Sen hükümete sunduğu “Kamu Görevlileri Sendikaları Yasa Taslağında,  bir sendikanın en temel gücü olan “toplu iş sözleşmesi” ve “grev” hakkına yer vermemesi,  oldukça çok eleştirilince zaman içerisinde toplu iş sözleşmesi ve greve isteklerinde yer verdiler ancak daha sonra 2001 yılında çıkarılan 4688 sayılı Sendikalar Yasasında grev ve toplu iş sözleşmesi olmamasına diğer sendikalar karşı çıkarken Türkiye Kamu-Sen destek vermiştir.
Ancak sendikal örgütlenmelerinin idareciler tarafından yapılması sendikanın sendikacılık yapmasına engel olmuştur.
Sendikanın bir siyasal partinin yan kuruluşu gibi değerlendirilmesi,  özellikle Kamu-Sen’in ilk genel başkanı Ali Işıklar ve diğer bazı yöneticilerinin MHP’den Milletvekili olmaları,  sendikayı MHP iktidarı döneminde büyütmüş fakat bu büyümeyle birlikte sendika üyesini değil,  Genel Başkanını bile koruyamaz duruma düşmüştür.
Resul Akay’ın Devlet Bahçeli’nin talimatıyla Genel Başkanlıktan uzaklaştırılmasıyla  birlikte sendika fiili olarakta MHP’nin eline geçmiştir, açıklamasını yine Akay yapmış ve kendisinin MHP Milletvekili Orhan Şen tarafından tehdit edildiğini söylemiş ve suç duyurularında bulunmuştur. Ayrıca MHP’nin bu müdahalesini Cumhurbaşkanı’na da şikayet etmiştir.
Bu süreçler sonrası Resul Akay ve arkadaşları Kamu-Sen’den  ayrıldı. Ayrı bir konfederasyon kurdular. Zaman içerisinde Kamu-Sen’den tek tek ve toplu kopuşlar yaşanmaya başladı.
Kamu-Sen’e bağlı Türk Eğitim-Sen’de bu istifa sürecini en yoğun şekilde yaşamaya devam ediyor.
BAĞIMSIZ EĞİTİMCİLER SENDİKASI (BES)
Kamu-Sen’den uzaklaştırılan Resul Akay daha sonra BASK’ı (Bağımsız Sendikalar Konfederasyonu) kurdu.
BASK’a bağlı olarak Ağustos 2003 tarihinde Gürkan Avcı tarafından da Bağımsız Eğitimciler Sendikası kuruldu. Şu an üyesi olmayan sendikayla ilgili yazılı her hangi bir belge bulunmamaktadır.
ULUSAL EĞİTİMCİLER SENDİKASI (UES)
Kamil Aydoğan tarafından kurulan USEK’e bağlı sendika 2003 yılında kendisini feshetti.
TÜM EĞİTİMCİLER VE EĞİTİM MÜFETTİŞLRİ SENDİKASI (TEM-SEN)
1992 Aralık ayında kurulan sendika  herhangi bir konfederasyona bağlı değildir.Genellikle müfettişlerin üye olduğu sendikanın 1500 civarında üyesi vardır. Genel Başkanlığını Mehmet Pınardağ’ın yaptığı sendika etkin olamamış zamanla üyelerinin bir kısmını kaybetmiştir.
HÜR-EĞİTİM-SEN
Hürriyetçi Eğitim Bilimleri ve Hizmetleri Sendikası şu an bir tabela sendikasıdır. Üyesi yoktur. Çalışması yoktur.
Hür Kamu-Sen isimli hiçbir iş kolunda üyesi bulunmayan konfederasyona bağlı  sendikanın Genç Parti tarafından finanse edildiği iddia edilmektedir.
İLK ÖĞRETMEN GREVLERİ
2 Mayıs 1920 de kurulan  Eğitim Bakanlığında birçok eksik vardı. Eğitimle ilgili hiçbir bilgi tam değildi. Hatta kaç okul var,  ne kadar öğretmen var bunlarda bilinmiyordu. Bunun yanında öğretmen maaşları oldukça düşük,  yetersiz ve zamanında da ödenemiyordu. Bazen 8-10 ay maaşlarını alamadıkları olmuştu. Çok zor ekonomik şartlarda yaşıyorlardı.
Bununla beraber tayin,  terfi,  azil işlemleri de adil yürümüyordu. Bu konuda da çok büyük sıkıntılar yaşanıyordu.
Öğretmenlerin bu zor şartlardan kurtulmak ve seslerini duyurabilmek için II. Abdülhamit döneminde maaş alamadıkları için gittikleri öğretmen grevinden sonra gerçekleştirdikleri 2. Öğretmen grevidir.
1. Grevde, 2. Grevde kendiliğinden gerçekleşmiştir. Belirgin bir organizasyon yoktur.
20 Ekim 1920 günü Tokat öğretmenleri greve gittiklerini bakanlığa bildirmişlerdir. Bunun ardından 4 Aralık 1920 de çoğunluğu ilkokul öğretmenlerinden oluşan Ankara öğretmenleri de greve giderek derslere girmemişlerdir. Aynı gün Milli Eğitim Bakanı Rıza NUR konuyu Meclis’e getirir. Milletvekilleri öğretmenleri haklı bulur ve bunun üzerine maaş ödemeleri yapılır.
Tokat,  Ankara,  Yozgat öğretmen grevlerinden sonra Nisan 1921 de İstanbul öğretmenleri greve gider. Hükümet ve Milli Eğitim Bakanı grev, “amelelerin işidir” diyerek greve karşı tavır alırlar. Öğretmen derneği Muallimler Cemiyeti ise gazetelere ilân vererek “grevi desteklemiyoruz” duyurusunda bulunur. Bunun üzerine öğretmenlerin büyük bir bölümü Muallimler Cemiyetinden istifa ederek “Mekatib-i İptidaiye Muallim Cemiyeti” ni kurarlar.
Hükümetin ve Eğitim Bakanı Reşit Bey’in karşı olmasına rağmen milletvekilleri öğretmen grevini haklı bulmuş bunun üzerine öğretmenler maaşlarını almışlar. Ve 8 Nisan 1923‘de çıkan 326 sayılı kanunla öğretmen maaşları maarif vekaletinin bütçesinden ödenmeye başlanmıştır.
DARÜLFÜNUN GREVİ
1922 yılında Darülfünun (İstanbul Üniversitesi) öğrencilerinin bazı öğretim üyelerine karşı yaptıkları grev.

Peyam-ı Sabah gazetesi yazarı Ali Kemal’in bir yazısı ve Feylesof Rıza Tevfik’in “Fuzuli Türk değil,  Acem’dir” demesi üzerine öğrenciler Ali Kemal,  Rıza Tevfik,  Cenap Şehabettin,  Hüseyin Daniş ve Muallim Barsamyan’ın üniversite hocalığından çıkarılmalarını istedi. Bunun için toplantılar yapıldı,  çeşitli yerlere afişler asıldı. Muhataplar çeşitli zeminlerde kendilerini savundular. Üniversite hocalarına sahip çıktı,  öğrenciler greve gitti, okul tatil edildi.12 Nisan 1922 de başlayan grev hocaların okuldan süresiz izne ayrılmalarıyla 25 Ağustos 1922 de bitti.

12 EYLÜL 1980 SONRASI SENDİKALAR DÖNEMİ

12 EYLÜL 1980 SONRASI SENDİKALAR DÖNEMİ
                                                                                                               EROL BATTAL
12 Eylül 1980 darbesi de kendinden önceki diğerleri gibi kazanılmış bütün demokratik hakları ortadan kaldırıyor. O güne kadar kurulmuş olan dernekler,  vakıflar,  sendikalar ve siyasî partiler kapatılıyor. Bunların bütün mal varlıklarına el konuluyor. Her türlü birikimleri heba ediliyor. Sadece ekonomik olarak bile katrilyonları bulan araç,  gereç ve malzemeleri hoyratça kaldırıldıkları depolarda çürütülüyordu. Her darbeden sonra bu kurumların yerine aynı düşünceyi,  ideali paylaşan yenileri birkaç yıl sonra da olsa kuruluyor,  ancak yukarıda da ifade edildiği gibi sadece her biri birer milli servet olan bilgi,  beceri,  tecrübe ve ekonomik birikimleri düşmanca bir darbeci anlayışıyla hiçbir insanî refleks gözetilmeden yok ediliyor,  bu kurumlara vücut verenler cezai müeyyidelere tabi tutuluyordu.
Kader değişmiyor, 12 Eylül darbesinde de aynı sahneler yaşanıyor. “Sahibi devlet olan sivil kurumların (!)” dışındaki bütün örgütlenmeler yok ediliyor.
Daha sonra 2. sahne yaşanmaya başlıyor. Önce darbeden 3 yıl sonra 1983’de siyasî partilerin darbecilerden onay almış olan 3 tanesinin ( Halkçı Parti –HP- , Milliyetçi Demokrasi Partisi –MDP  Anavatan Partisi –ANAP- ) kurulmasına kurucuları da yine kendileri tarafından onaylanmak kaydıyla müsaade ediliyor.Bunların seçime katılmalarına izin çıkıyor. Bu partilerden biri olan MDP seçim meydanlarında açıkça destekleniyor. Ancak vatandaşlar her defasında olduğu gibi bu seferde darbeyi ve darbecileri desteklemediklerini kendilerine verilen ilk fırsatta gösteriyorlar. MDP seçimde çok az bir oy alıyor,  kısa zamanda da dağılıp gidiyor. Normal seçimler ise ancak 1987 de referandum sonucu yasaklı siyasilerin yasakları kaldırılarak yapılabiliyor. Bugün 12 Eylülcülerin müsade ettiği partilerden hiçbiri yaşamıyor.
Sivil örgütlerin en şanslısı her zaman siyasî partiler ol-muştur. Çünkü halk yönetime etki edenden ziyade,  yöneteni daha çok tanımış,  ilgisini onlar üzerinde yoğunlaştırmıştır. Buna rağmen yukarıda da görüldüğü gibi normal siyasî yaşama ancak 7 yılda dönülebilmiştir ki, bu 7 yıl bile siyasî partilerin büyük bir kısmının kendi isimlerine kavuşmalarına yetmemiştir. Aradan geçen 25 yıla rağmen birçok siyasî parti ismi, bugün bile hâlâ yasaklıdır.                                ***
Halkın direkt ilgisini toplayan siyasî partiler bu durumdayken vakıf,  dernek ve  sendikaların yaşamış olduklarını kolaylıkla hesap etmek mümkündür. Onlar hiçbir zaman bir önceki oluşumun fiili olarak devamı olamamışlar isimleri de dahil hiçbir maddî birikimini kullanamamışlardır.
Memur örgütlenmelerinin durumu daha da vahimdi. Memurların kurabilecekleri,  üye olabilecekleri hiçbir kuruma müsade edilmiyordu. Ancak emekli olmuş veya görevden atılmış bazı memurların çeşitli girişimleri 1990’lara doğru başlıyor. Bunların en önemlilerinden biri bazı emekli ya da görevden atılmış öğretmenlerin kurmuş oldukları bir şirketin oluşturduğu zemindir. Bu şirket bünyesinde ABECE diye bir dergi çıkarılır. Bu dergide örgütlenme ve önemi üzerine yazılar yazılır. Daha sonra 16 Şubat 1987’de EĞİT-DER adıyla bir dernek kurulur. Bu dernek çeşitli faaliyetlerde bulunur ve sendikalılaşma isteklerini dile getirir. Çünkü 12 Eylül Anayasası’nda sendikacılığı yasaklayan herhangi bir hüküm yoktur. Bu derneğin benzeri farklı oluşumlar,  birliktelikler de göze çarpar. Bu örgütlenme girişimleri gerekçelerini genellikle ILO sözleşmelerinin bağlayıcı hükümleriyle irtibatlandırırlar. Ve 1990 yılında çeşitli sendikalar kurulmaya başlar.
Önce Eğit-Der bünyesinden bazı öğretmenler 28 Mayıs 1990 yılında EĞİTİM-İŞ adında bir sendika kurdular. Onu yine aynı dernek bünyesinden 13 Kasım 1990 da kurulan EĞİT-SEN izler. Daha sonra bu iki sendika birleşerek 23 Ocak 1995’te kurulan EĞİTİM-SEN’e katılırlar. Bu sendikalaşma sürecinde 14 Şubat 1992 de Ankara’da EĞİTİM-BİR kurulur. Eğitimciler Birliği Sendikası’nın kısaltılmış ismi olan Eğitim-Bir,  daha sonra kısaltılmış adını EĞİTİM-BİR-SEN olarak değiştirir. Şu an mevcut sendikalar içerisinde kuruluş tarihi en eski olan Eğitim-Bir-Sen’dir. Bunu 19 Şubat 1992 de kurulan TÜRK-EĞİTİM-SEN takip eder. Bu süreçte farklı eğitim sendikaları da kurulur. Ancak bunlar ya varlıklarını devam ettiremezler veya şu an birer tabela sendikası olmanın ötesine geçememişlerdir.
Dayanaklarını; genelge,  yönetmelik veya ILO sözleşmesinde bulan sendikalar,  daha sonra 21 Haziran 2001 tarihinde çıkarılan 4688 sayılı yasayla yasal bir zemine taşımışlardır.
Bu yasa hiçbir sendikanın kabul edebileceği bir yasa değildir. Şu an sendikaların mücadelesi grevli,  toplu sözleşmeli bir sendika yasasına kavuşmaktır.

Bugün bu sendikaların yanı sıra yine öğretmenler tarafından kurulmuş çeşitli dernek ve vakıflar vardır.

SENDİKALAR DÖNEMİ

SENDİKALAR DÖNEMİ
                                                                                                           EROL BATTAL
1.  Türkiye İlkokul Öğretmenleri Sendikası 1965 yılında Ankara’da kurulmuştur. Türkiye İlk-Sen,  İlk-Sen’lerin birleşmesiyle oluşmuştur. 30 000 üyesi olmuştur. Yani toplam ilkokul öğretmenlerinin 3/1’i .
Türkiye İlk-Sen’in üyeleri de ,  yöneticileri de ilkokul öğretmenleridir. 8 Haziran 1965'te 624 sayılı kanunla izin verilen sendika kurma hakkını memurlar çok cömertçe  kullandılar. 1970 yılına kadar 500 tane sendika kuruldu. Bunların en önemlilerin-den biriydi Türkiye İlkokul Öğretmenleri Sendikası.
Sendika aynı sorunları yaşayan insanların kurduğu bir birliktir. Bu birlik memurlarda devlete karşı oluşturulur. Sendika mensuplarının sosyal,  ekonomik,  kültürel ve hukukî hak ve çıkarlarını korur. Bu da çalışanlar için bir güvence olmuştur. O nedenle bu kadar çok sendika kurulmuştur.
Türkiye İlk-Sen Federasyonu 1970’te,  40’tan fazla il,  200’den fazla ilçede örgütlenmiştir.
T.Ö.S.’le birleşme çabaları olmasına rağmen 12 Mart 1970 muhtırası sonrasındaki kapatılmalarına kadar bu mümkün olmamıştır.
2.        Milliyetçi Öğretmenler Sendikası
1965 yılında Ankara’da kurulmuştur. İl ve ilçelerde şube açma yetkisine sahip olan sendika “Milliyetçi Öğretmenler Dernekleri ve Birlikleri”nin birleşmesiyle meydana gelmiştir.
Sendika kurulduğu 1965 den kapatıldığı 1971 e kadar birçok il ve ilçede örgütlenmiş ve faaliyetlerini sürdürmüştür. Sendika özellikle T.Ö.S. tarafından devletçi,  faşist ve sarı sendika olmakla itham edilmiş, Milliyetçi Öğretmenler Sendikası ise T.Ö.S. ’lüleri Marksist,  komünist  olmakla suçlamıştır.
Bu dönemde öğretmen sendikaları ideolojik ve siyasal kamplaşmaların içerisinde olmuşlardır. Sendikaların rekabet unsurlarından en önemlisi de birbirlerini ideolojik duruşlarla suçlamaları olmuştur. Bundan da zararı, çalışanlar ve sendikal yaşam görmüştür. 
3.        Türkiye Öğretmenler Sendikası (T.Ö.S.)
1965 de T.Ö.D.M.F. üyesi öğretmenler tarafından Ankara’da kurulmuştur. T.Ö.S.’ün kurucuları T.Ö.D.M.F. Kongresinde belirlenmiştir. 92 T.Ö.D.M.F. temsilcisiyle kurulan T.Ö.S.’ün yürütme kurulu üyeleri Fakir BAYKURT,  Dursun KUT,  Dursun AKÇAM,  Feyzullah ERTUĞRUL ve Hayrettin UYSAL ‘dır.
T.Ö.S.’ün Devrimci Eğitim Şurası,  Büyük Eğitim Yürüyüşü ve Büyük Öğretmen Boykotu gibi önemli etkinlikleri olmuştur. Eğitim kurultayı 5 gün sürmüş,  büyük yürüyüşe 30 000 kişi katılmıştır. Büyük boykota İlk-Sen’de katılmıştır. Boykota 109 000 öğretmen katılmış bunlar çeşitli cezalar almışlardır. Eyleme katılan çalışanlardan 50 000’i adli kovuşturmaya uğramış bunlar meslekten ihraç dahil çeşitli cezalar almışlardır.
T.Ö.S.,  öğretmen örgütlenmesine birçok kazanımlar sağlamıştır. Sendikacılığı meslek çıkarları üzerine mücadelenin, ötesine taşımıştır.
12 Mart Muhtırasıyla 22 Eylül 1971 de anayasa değişikliği ile T.Ö.S.’de diğer sendikalar gibi kapatılmıştır.
T.Ö.S. yöneticileri hakkında çeşitli davalar açılmıştır. Bu davalar genellikle beraatla sonuçlanmıştır.
T.Ö.S. mirasını 1971 den sonra başlayan dernekler dönemiyle birlikte  TÖB – DER ’e devretmiştir.
DERNEKLER DÖNEMİ
Darbe yönetimleri demokratik hayatın biçildiği dönemlerdir. Bugüne kadar ki bütün askeri darbelerde ilk tırpanlananlar sivil örgütler oldu.
Sivil örgütlerin kapatılmasıyla birlikte toplumun sesi kısılıyor. Hiçbir olumsuzluk tepki almıyor. Çünkü tepki gösterecek hiçbir kuruluş bırakılmıyor. Toplum kör,  sağır ve dilsiz bırakılıyor ne zaman ki darbenin baskıcı yönü ortadan kalkıyor bununla birlikte ancak darbenin topluma vermiş olduğu zararın boyutu ortaya çıkabiliyordu.
Her 10 yılda bir gerçekleştirilen darbelerle toplum ekonomik,  sosyal ve siyasal enkaza döndürülüyor. Ve bunun hesabı hiçbir şekilde sorulamıyor. Bugüne kadar anayasal düzeni silah zoruyla değiştiren hiçbir darbeci yargılanmamıştır.
Her darbe döneminde yoksulluk,  yolsuzluk,  hırsızlık artmış, ancak bunun hesabının sorulacağı kanallar darbe sonrası oluşturulan anayasalarla kapatılmıştır.
Darbelerin ve darbecilerin psikolojik baskısı hatta korkusu, darbe sonrası oluşturulan meclislerin başlarının üzerinde hep “Demokles’in kılıcı” gibi sallanmış ve hiçbir dönemde Meclisler darbecilerin yaptığı anayasalara dokunamamışlardır. Darbecilerin anayasasını, ancak yine başka darbeciler değiştirebilmiştir.
***
Ülkedeki hiçbir değişim vatandaş isteğiyle olmamıştır. Bütün demokratik ve ekonomik değişimler Batı dayatmasıyla meydana gelmiştir.
1936 – 1946 örgütlenme yasağının sona erdirilmesi ve çok partili hayata geçişle  kurulan dernekler, 1965 sonrası kurulan sendikalar, 1971 sonrası dernekler, 1990 sonrası kurulan sendikalar ya NATO ya da AB isteği doğrultusunda gerçekleştirilmek zorunda kalan emirlerle kurulmuştur. 12 Mart 1970  muhtırasıyla son verilen sendikal hayat 1971 den sonra derneklerle devam etmiştir.
Bu dönemde kurulan öğretmen derneklerinin başlıcaları :
1.        Tüm Öğretmenler Birleşme ve Dayanışma Derneği  (TÖB-DER)
3 Eylül 1971 de T.Ö.S.’ün kapatılmasıyla ortaya çıkan boşluğu doldurmak için “Türkiye Öğretmenler Birliği”( T.Ö.B.) adıyla kurulmuştur. “Tüm Öğretmenler Birleşme ve Dayanışma Derneği” adını 1972 de almıştır.
TÖB-DER 12 Eylül 1980 darbesiyle kapatıldığı zaman 670 şube ve 200 000 üyesinin olduğu söylenir,  ancak bu sayının abartılı olduğu da iddia ediliyor çünkü 1969 da Türkiye’deki öğretmen sayısı 162.764 iken sendikaların gösterdikleri üye sayıları,  üye olmayan öğretmenler dikkate alınmadan bile mevcut öğretmen sayısının çok üzerindeydi. TÖB-DER ’in  üyelerinin büyük çoğunluğunu ilkokul öğretmenleri oluşturuyordu. Bunda Köy Enstitüsü mezunu öğretmenlerin büyük bir rolü vardır.
Ancak şu da unutulmamalıdır ki öğretmen örgütlenmelerinin tamamında yaşadıkları şartların diğer guruplara oranla daha olumsuz olması nedeniyle her dönemde ilkokul öğretmenleri öncü olmuşlar ve örgütlenme oranları hep daha ağırlıklı olmuştur.
TÖB-DER hatırda kalan birçok etkinlik gerçekleştirmiştir. 15 günde bir yayınlanan “TÖB-DER” adıyla bir dergi çıkarmışlardır.
TÖB-DER  12 Eylül 1980  darbesiyle birlikte kapatılmıştır. Yöneticileri hakkında davalar açıldı ve çeşitli hapis cezalarına çarptırıldılar.
2.        Ülkücü Öğretim Üyeleri ve Öğretmenler Derneği      (Ülkü - Bir)
1971 yılında Ankara’da kurulmuştur. Her kademedeki eğitim çalışanı ile birlikte  öğretmen yetiştiren okulların son sınıf  öğrencilerini de üye olarak kabul etmiştir. Derneğin kurucularından bazıları Doç. Dr. Recep DOKSAT,  Fethi GÖZLER,  Prof. Dr. Cengiz ULUCAY,  Mustafa YILMAZ vs.
Toplam üye sayısının 78 000 olduğu söylenir. Hakkari ve Tunceli hariç bütün iller ve birçok ilçede 330 şubesi  vardı.
Aylık “Ülkü-Bir”  adıyla bir gazete,  üç ayda bir “Milli Eğitim” adıyla bir dergi çıkarıldı. Derneğin ayrıca yayınlamış olduğu kitap ve broşürleri de  vardır. Dernek yine diğer demokratik örgütler gibi 12 Eylül 1980 darbesiyle kapatılmıştır.
3.        Tüm İlköğretim Müfettişleri Derneği  (TİM-DER)
1971’de kurulmuştur. Üyeleri ilköğretim müfettişlerinden oluşmaktadır.
Dernek kendi düşüncelerini üç ayda bir yayınladığı TİM-DER  adındaki dergiyle açıklamıştır. TİM-DER ’in 1700 üyesinden sadece iki tanesi kadındır.  Müfettişlerin %90 ı TİM-DER ’in üyesiydi. TİM-DER ’de diğer dernekler gibi 12 Eylül’le birlikte kapatılmıştır. 
4.        Hürriyetçi Öğretmenler Yardımlaşma ve Dayanışma Birliği (HÜR-ÖĞRETBİR)
1975'te kurulmuştur. Derneğin isminin başına “HÜR” kelimesi 1978 de getirilmiştir. Genel Merkezi Ankara’dadır.
Genel başkanı  Dr. Saim KAPTAN dır. Derneğin 11 500 üyesi vardır. Üyelerin %10 u kadındır. Üyelerin diğer öğretmen derneklerinde olduğu gibi çoğunluğu ilkokul öğretmenidir.
Öğretmen örgütlenmelerine her dönem ve aşamada en ilgisiz  olanlar her zaman Yüksek Öğretim Kurumlarındaki öğretim üyeleri olmuştur. Bu durum HÜR-ÖĞRETBİR üyeleri içinde aynı olmuştur. Dernek 16 il ve 43 ilçede örgütlenebilmiştir. Ayrıca üç ayda bir yayınlanan  ÖĞRET-BİR adında sürekli bir yayını vardı.
5.        Mefkureci Öğretmenler Derneği (MEF-DER)
Bütün öğretmenlerin üye olabildiği dernek Mayıs 1975 yılında kurulmuştur. Genel merkezi Ankara’dadır. Amacı öğretmenler arasında meslekî birlik ve dayanışmayı sağlamak için bütün öğretmenleri “Milli Mefkure” etrafında toplamaktır. Bazen her ay, bazen de iki ayda bir yayınlanan MEF-DER adında bir dergi çıkarmışlardır.
MEF-DER  15 000  üyeye sahiptir. Üyelerinin çoğunluğu milli ve muhafazakâr değerlere sahip kimselerdir.
Bunların dışında da birçok öğretmen derneği kurulmuş ancak bunlar pek taban bulamamışlardır.  Birer tabela derneğinin ötesine geçememişler ve hepsi 12 Eylül 1980  askeri darbesiyle birlikte kapatılmışlardır.
Bugün  bunların devamı sayılabilecek sendikalar 1990 yılıyla birlikte kurulmuşlardır.
TÖB-DER ‘i              EĞİTİM-SEN
MEF-DER ‘i             EĞİTİM-BİR-SEN
ÜLKÜ-BİR ‘i            TÜRK-EĞİTİM-SEN birçok benzer yönüyle devam ettirmektedir.
Bunun manası örgütlenmek insanın doğasında var olan bir özelliktir. Ne kadar engel olmaya çalışılsa da bunun önüne geçmek mümkün değildir.
Bu örgütlerin varlıkları birer milli servettir. Her kapatıldıklarında bütün birikimleri heba edilmektedir. Bu birikimler hem eğitimin kalitesini yükseltecek tecrübe ve bilgi, hem de ekonomik servetleridirler. Örgütlerin varlıklarının bir kalemde silinmesinin hesabını herhalde tarih soracaktır.
Bütün örgütlenmelerin kurallarını koyan, denetlemelerini yapan devlet,  eğer yanlış yapılıyorsa bu yanlışların faturasını çıkaracağı mevkileri,  makamları,  kurumları hesaba çekmelidir.
Kapatılmalarında hiçbir sorumluluğu olmayan, kapatılmalarını gerektirecek hiçbir suçları olmayan örgütleri kapatmak, varlıklarına el koymak, sadece her ay düzenli olarak aidatlarını ödeyen üyeleri ve toplumu cezalandırmaktır. Eğer yasal bir örgüt, yanlış yapıyorsa bu yanlışta bu örgütün yasasını düzenleyen,  tüzüğüne onay veren,  işleyişini denetleyen,  kongrelerini takip eden kurumların hiçbir suçu yok mudur? Bu güne kadar on binlerce dernek,  sendika,  vakıf,  siyasî parti kapatılmıştır. Bunların suçlarından,  yanlışlarından dolayı sorgulanmış,  cezalandırılmış hiçbir devlet yetkilisi veya kurumu olmuş mudur? Bunun araştırılması sorgulaması yapılmış mıdır ?
Bu sorunun cevabı, hayır hayır… Çünkü kapatılan hiçbir örgüt suçundan ötürü kapatılmamıştır. Sadece anayasal ve yasal dayanaklarının darbelerle yok edilmesiyle,  demokrasinin rafa kaldırılmasıyla yok edilmişlerdir.

Türkiye’yi bir yasal örgütler mezarlığına çeviren,  ülke milli servetini heba eden kişi ve kurumlardan tarihin hesap soracağından eminiz. Bu kurumlar varlıklarını kesintilerle de olsa devam ettirmektedirler. Ancak onları yok eden şahıs veya kurumlar kamu vicdanında her daim mahkûm durumdadırlar.

TARİH İÇERİSİNDE ÖĞRETMEN ÖRGÜTLENMELERİ

TARİH İÇERİSİNDE ÖĞRETMEN ÖRGÜTLENMELERİ
                                                                                                               EROL BATTAL
Öğretmen örgütlenmelerinin tarihi ; öğretmenliğin bir meslek olarak resmen kabulü olan 13 Mart 1924’ten önce başlar.
Öğretmenler başlangıcından beri ücret bakımından en çok mağdur edilen kesim oldu. Özellikle ilkokul öğretmenlerinin maaşları diğer öğretmenlerden daha düşük olduğu için öğretmen örgütlenmelerinde ilkokul öğretmenleri hep öncü olmuşlardır. Bugüne kadar meydana gelen bütün  örgütlenmelerde  mağdur edilen kesimlerin daha katılımcı olduğu görülmektedir. Yüksekokullarda görev yapan öğretim üyelerinin her zaman daha az istekli oldukları dikkat çekmektedir. Son dönemde ise özellikle YÖK’ün baskıcı uygulamaları öğretim üyelerinin örgütlenmelerinde ya da “özgür örgütlenmeleri”nde caydırıcı bir etkendir.
Dünyanın birçok ülkesinde öğretmenler 1800’lü yıllardan beri çeşitli adlar altında örgütlenmekteler. Aynı tarihlerde başlamak üzere Osmanlı’da da öğretmenler değişik şekillerde birlikler oluşturmuşlar hatta 1920 sonu ile 1921 başlarında  greve de gitmişlerdir.
1860’da kurulan “Cemiyet-i İlmiye-i Osmaniye”“Cemiyet-i Tedris-i İslamiye” ve “Cemiyet-i Edebiye” çoğunlukla eğitimcilerin kurdukları örgütlerdir.
Türkiye’de ilk öğretmen örgütleri, 1908’de II.Meşrutiyetin ilânı ile gündeme geldi. Bunlardan ilki Meşrutiyetin ilânından kısa bir süre sonra,  yasal düzenleme beklenmeksizin İstanbul’da,  Temmuz 1908’de kurulan Encümen-i Muallimîndir. Bu örgüt,  Maarif Nezareti’ne yakın öğretmenler tarafından kurulduğu için fazla itibar görmedi.Aynı yıl içinde Fransızca öğretmeni Zeki Bey’in öncülüğünde Muhafaza-ı Hukuk-i Muallimîn kuruldu. Yine aynı yıl bu iki örgüt Zeki Bey’in başkanlığında birleşerek Cemiyet-i Muallimîn’i oluşturdu. Cemiyet başkanı Zeki Bey, dönemin ünlü siyaset adamı Mizancı Murat Bey’in yakın arkadaşıydı ve Avrupa ülkelerinde gelişen öğretmen hareketlerini izliyordu. Zeki Bey 1908 yılı içerisinde Maarif Nazırı Abdurrahman Şeref Bey’e verdiği bir muhtırada cemiyetin amacını “eğitimin, meşrutiyet ve hürriyet devrine yaraşır bir şekilde bütün yurtta yaygınlaştırılmasına çalışmak ve bu konuda nezarete yardımcı olmak” biçiminde belirtir.Muhtıraya göre,  cemiyet Avrupa’daki benzer kuruluşlarla temasa geçecekti ve bazı Avrupalı profesörlerde cemiyete fahri üye olmak istemekteydiler. Cemiyet Osmanlıların Avrupa’da tanınmasına, oralarda yaygın olan, ”Osmanlılar batı medeniyetine girmeye kabiliyetli değildir” kanısını silmeye de katkıda bulunacaktı.
Cemiyet özellikle ilkokul öğretmenlerinin sorunlarını dile getirmek amacıyla, “Mirat-ı Maarif” adında bir dergi çıkardı.Ancak bu cemiyetin ömrü kısa oldu.İttihatçıların yasal ve fiili baskıları başladı.1909’da İstanbul’a giren Harekat Ordusu cemiyet başkanı Zeki Bey’i tutukladı. Cemiyette dağıldı.
Cemiyet-i Muallimîn’in dağılmasından sonra,  öğretmen örgütlenmesi konusunda İstanbul’da hareketsiz bir döneme girildi. Erenköy Kız lisesi öğretmeni Ata Bey’in örgütleme konusundaki özverili çalışmaları, evini bile örgütün hizmetine sunması,  önemli bir sonuç vermedi. Zaten dernek kurmak için izin (mazbata) almak bile çok zordu. Bu arada, taşrada önemli iki girişim gözlendi.Edirne Muallim Mektebi Müdürü Nafi Atuf’un (Kansu) öncülüğünde, bu kentte Mahfel-i Muallimîn kuruldu.Bu kuruluşun amacı,  bilimsel ve teknik konularda halka dersler ve konferanslar vermek,  gece dersleri açmak,  köylere öğretmen yetiştirmek,  yatılı ve gündüzlü okullar açılması konusunda gönüllü girişimleri özendirmekti.Aynı çevre tarafından “Sa’y ve Tetebbû” adlı bir dergi çıkarıldı.Ancak bu kuruluş öğretmen çıkarlarını korumak konusunda açık bir amaç belirtmemişti.
Taşrada görülen ikinci girişim, Bursa’da yine öğretmen okulu müdürü Ethem Nejat’ın öncülüğünde Muallim Yurdu’nun kurulmasıdır.Fahri başkanlığını Vali Prens Abbas Halim Paşa’nın yaptığı Muallim Yurdu’nun amacı, öğretmenleri meslek ve ülke sorunları üzerinde düşünmeye sevk etmekti. Yurd’un çıkardığı “Yeni Fikirler” dergisi, öğretmenleri ulusal birlik, eğitimde birlik ve çağdaşlık düşüncesi çerçevesinde bütünleştirmeyi amaçlıyordu.
Gerek İstanbul’daki gerek taşradaki bu girişimler, daha çok iyi yetişmiş eğitimcilerin öncülüğünde başlamış, onların çekilmesiyle ve uzun yıllar süren sıkıyönetimin etkisiyle yanıp sönen yıldızlar gibi uzun ömürlü olamamıştır. Okul müdürü,  öğretmen ve yayımcı Ahmet Halit’in (Yaşaroğlu) öncülüğünde 1914’te denenen Muallimler Cemiyeti girişimi yarım kalmış ; bu örgüt,  dört yıl sonra,  8 Mart 1918’de,  İttihatçıların etkilerini yitirmeye başladığı dönemde kurulmuştu. Muallimler Cemiyeti’nin amacı, gerçek bir meslek örgütü işlevine uygun düşüyordu. Cemiyet tüzüğüne göre,  öğretmenlerin  tanışıp kaynaşmasına yardımcı olacak, onların ekonomik ve sosyal haklarını koruyacak,  kültür düzeylerini ve saygınlıklarını yükseltmeye çalışacaktı. Cemiyet her düzeyde çalışan öğretmen ve öğretim üyelerini üyeliğe kabul edeceği gibi, taşrada şube de açabilecekti. Ancak,  üniversite öğretim üyeleri örgüte “tenezzül etmemiş”,  ortaöğretim öğretmenlerinden de çok az üye kaydedebilmişti.
Bu dönemde Ankara’dan sonra İstanbul’da da, kadın ve erkek öğretmenlerin ortak örgütlenmeye başladıkları, örgüt adında her iki cinsin de ifade edildiği görülür. Bu yıllarda kurulan Dar’ül Muallimîn ve Dar’ül Muallimat Mezunları Cemiyeti buna bir örnektir.
İstanbul’un işgal altında bulunduğu, Anadolu’daki kurtuluş hareketinin örgütlenmeye başladığı 1920 yılında öğretmenler özellikle kamu görevlisi statüsündeki ilkokul öğretmenleri, büyük ekonomik sıkıntı içindeydiler. İstanbul’da olsun Anadolu’da olsun öğretmen aylıkları aylarca ödenemiyordu. İstanbul ilkokul  öğretmenleri 1-14 Mart 1920 tarihleri arasında greve gittiler. Ücretlerin ödeneceğinin vaat edilmesiyle durdurulan grev,  ücretlerin ödenmemesi üzerine Eylül 1920’de okulların açılacağı günlerde yeniden başladı ve bir ay kadar sürdü. Bu grevlere ilkokulların tümünde çalışan 1000’e yakın öğretmen katıldı. Aylıklar bankalardan borç alınarak ödendi.
Aynı nedenle Kasım 1920’de Ankara, Tokat ve Yozgat illerinde öğretmenler greve gitmiştir. İstanbul’da da, Ankara’da da, bu grevleri mevcut öğretmen örgütlerinin yönlendirdiğine dair bir işaret yoktur. Hatta, İstanbul’da üyelerinin büyük çoğunluğu ilkokul öğretmenlerinden oluşan Muallimler Cemiyeti, gazetelere verilen ilânlarda “grevlerle ilişkilerinin olmadığını” duyurmuştu. Bu yüzden ilkokul öğretmenleri bu cemiyetten koparak,  ”Tedrisat-ı İptidaiye Muallimleri Cemiyeti” ni kurdular.
Anadolu’da 23 Nisan 1920’de TBMM’nin açılışından sonra Anadolu hükümetine bağlı öğretmenler tarafından yeni örgütlenmeler başlatıldı. İstanbul ve çevresindeki eski örgütçülerin ve yetkin eğitimcilerin Ankara’ya taşınması, yeni örgütlenmeye de açılım sağladı. Temmuz 1920’de Ankara lisesi öğretmenleri tarafından, Muallim ve Muallimler Cemiyeti kuruldu. Cemiyet 21 Temmuz 1920’de TBMM Başkanlığına gönderdiği bir davetiyede, tüm milletvekillerini Cuma namazından sonra örgüt açılışı için okunacak mevlide çağırıyordu. Maarif Vekili Dr. Rıza Nur, Bakanlığın taşra örgütüne gönderdiği bir genelgede,  “sırf ahlâkî, ilmi ve meslekî mahiyete haiz olan” bu cemiyete,  “her yerde şube açtırmak matluptur.” (uygundur) demekteydi. Bunun üzerine cemiyet Antalya,  Akşehir,  Konya,  Amasya, Denizli gibi illerde şubeler açtı. Ancak bir süre sonra cemiyet, işlevsiz olduğu gerekçesiyle eleştirildi. Örneğin, 7 Aralık 1920 tarihinde Hakîmiyet-i Milliye gazetesinde çıkan bir yazıda; “Cemiyetin amacının belirsiz” olduğuna değindikten sonra; “idarecilerle Cemiyetçiler birbirine karışık haldedir….alttan bakarsanız meslek cemiyeti,  üstten bakarsanız devlet müessesi… cemiyet bu vaziyeti aldıktan sonra, serbest adamlar gibi değil, devletçiler gibi düşünüp hareket etmek zorundadır” denilmekteydi. Nafi Atuf (Kansu) da aynı gazetede, Şubat 1921’de yazdığı bir yazıda ,  “bizde öğretmen örgütlerinin üyelerinin ekonomik ve sosyal hakları ile uğraşmadıklarını” belirtti.
Yine de Muallim ve Muallimler Cemiyeti gelişme kaydetti.
Yeni gereksinimler karşısında 7 Mayıs 1921’de Cemiyet, Türkiye Muallime ve Muallimler Cemiyeti’ne dönüştü. Birliğin girişimcileri Nafi Atuf (Kansu) ile İstanbul Sanayi ve Ticaret Odası umumi Katibi Vehbi Bey’di. Birliğin başkanı Bursa mebusu Baha (Pars) Bey, fahri başkanı ise Mustafa Kemal Paşa idi. Öteki yönetim kurulu üyeleri; İzmir milletvekili Mahmut Esat (Bozkurt),  Kütahya milletvekili Cevdet, iktisat müdürü Vehbi,  Maarif Vekaleti Özel Kalem Müdürü Vasıf (Çınar), öğretmen Sadri Ertem ve Ankara Kız Öğretmen Okulu öğretmeni Leman Hanım’dı. Birliğin adının başına kadınları da içeren muallime sözcüğü konulmuş, yöneticileri dönemin önemli siyaset adamları ve bürokratlardan oluşmuştu. Birliğin havasına dönemin Orta Öğretim Genel Müdürü Kazım Nami’nin (Duru) söyleyişiyle,  “sosyalizm kokusu” da bulaşmış ve “sendikamsı” bir özellik kazanmıştı. Duru’ya göre bu özellik örgüte “Almanya’da bulunmuş öğretmenlerce kazandırılmıştı.
Birliğin 9 Mayıs 1921 günü Hakîmiyet-i Milliye’ de yayımlanan tüzüğünde; amacı, öğretmenlik mesleğini korumak,  “muallime ve muallimlerin içtimaî vaziyetlerini yükseltmek ve bu gayesine iktisadî ve ilmi vasıtalarla ulaşmak” olarak belirtiliyordu. Birlik,  Kurtuluş Savaşını desteklemekteydi. 26 Haziran 1922 günü Kurtuluş Savaşı’nı destekleyen ve kurtuluş hareketine  yeni bir içerik vermeye çalışan bir bildiride,  “İnkılâpçı Türkiye’den söz ederek ; “Türkiye inkılabı,  muallime ve muallimlerin meslekî tavazzuu (örgütlenme) ve tesanütleriyle (dayanışmalarıyla) kazanılacaktır, ileri!..”denilmekteydi. Birliğin gidişatında sosyalizm kokusu alan milletvekili İsmail Rüştü Efendi, Eğitim ve İçişleri Bakanlığına Meclis’te yazılı soru yönelterek,  “bildirinin bir kelimesinde olsun İslâmiyet’in kaale alınmadığını, bilakis sosyalizmi ve Bolşevizmi lisan-ı takdir ile andığını” belirterek şu soruların cevabını istemiştir:
1. Bu cemiyet, Cemiyetler Kanununa göre mi kurulmuştur?
2. Böyle bir inkılaba hükümet taraftar mıdır?
3.Meclisin anlayışına aykırı olan bu hareket hakkında, gerek hükümete güvensizlik, gerek milli eğitim amaçları, gerekse İslam esasları açısından ne gibi takibatta bulunulmuştur?
Bunun üzerine İçişleri Bakanı Ata Bey, birliğin yasalara uygun olarak kurulduğunu, söz konusu bildiri içeriğinin siyasî nitelikte olmayıp halk üzerinde de yankı uyandırmadığını, ancak muallime ve muallimlerin bir cemiyette beraber çalışmaları, gerek Maarif Vekaleti’nce ve gerekse Ankara Valiliğince muvafık görülmediği gibi, bunun cevazına kanunda da sarahat bulunmadığını belirtti. Maarif Vekili Vehbi Bey ise, dinî eğitime ağırlık vermeleri konusunda öğretmenlere genelge gönderdiğini açıkladı. Bu eleştirilere karşı birliğin üzerine fazla gidilmediği ve örgütün varlığını sürdürdüğü, bazı kuşkuların da saklı tutulduğu anlaşılmaktadır.
Cumhuriyetin ilânından sonra, bir süre İstanbul öğretmen örgütleri ve Ankara’daki birlik varlıklarını ayrı ayrı sürdürdüler. Ankara’daki birlik, adının başındaki “muallime” sözcüğünü kaldırdı,  Türkiye Muallimler Birliği adını aldı. Bu değişiklik kadın öğretmenlerin gözardı edilmesi anlamına gelmiyordu; aksine muallim sözcüğünün, her iki cins öğretmeni de kapsadığına inanılıyordu.
Cumhuriyet’in kurulmasından sonra “yeni bir Cumhuriyet öğretmeni” modeli yaratılmak istenmişti. Mustafa Kemal’in, 25 Ağustos 1924 günü kendisini ziyarete gelen Türkiye Muallimler Birliği yöneticilerine “Türkiye Muallimler Birliği’nin bütün yurtta örgütlenmesini, Van’ı da, Hakkari’yi de içine almasını ve her köyde bir  üyesi bulunmasını derin bir ilgi ile bekleyeceğim” demesi ve “yeni kuşağı, Cumhuriyet’in özverili öğretmen ve eğitimcileri, sizler yetiştireceksiniz” diyerek öğretmenlere önemli bir misyon yüklemesi, bu beklentiyi açıkça ortaya koyuyordu.
Temmuz 1925’te genel kurulunu toplayan Türkiye Muallimler Birliğinin amacı,  “bütün muallimlerin hukuk ve menafini siyanet etmek, muallimlik mesleğini layık olduğu yere çıkarmak, meslektaşların fikrî ve içtimaî seviyelerini mesleğin kadr-ü haysiyetiyle mütenasip bir şekilde ila etmek (yükseltmek), yeni nesli asri, iradeli, cumhuriyetçi yetiştirmek” şeklinde belirleniyordu. Birliğin hamisi yine Mustafa Kemal Paşa,  Genel Başkanı Adalet Bakanı Mustafa Necati Bey, yönetim kurulu üyeleri, hepsi milletvekili olan Vasıf (Çınar),  İzzet Ulvi ve Hamdi Beyler di. Bu arada,  İstanbul’da bulunan Muallimler Cemiyeti,  Mekatib-i iptidaiye Muallimler Cemiyeti ve diğerleri de Türkiye Muallimler Birliğine katıldılar. 1925 sonralarında Maarif Vekilliğine getirilen ve birlik genel başkanlığını da sürdüren Mustafa Necati Bey’in verdiği bilgiye göre Birliğin, 1926 yılında 240 bağlı derneği bulunmaktaydı. Ancak Bakanlık-Birlik yakınlığı (hatta özdeşliği),  öğretmenlere bir yandan önemli kazanımlar sağlarken,  bir yandan da ciddi sorunlar yaşatıyordu.
“Cumhuriyet tipi öğretmen meydana getirme ideali”, bazı öğretmenlerin meslekten çıkarılmasını gündeme getirdi. Lâik cumhuriyetin oluşturulmaya çalışılması, bunun gerektirdiği siyasal, yasal ve yönetim önlemleri, birçok kamu görevlisinin, bu arada öğretmenin işten çıkarılması sonucunu doğurdu. Hem bakan, hem birlik başkanı olan Necati Bey, bu tasfiye kararlarına imza atıyordu. Hiçbir fırsat tanınmadan meslekten çıkarma ve işten alınmalar, öğretmenleri örgütten uzaklaştırıyordu.
Türkiye Muallimler Birliği yukarıda da ifade edildiği gibi tamamen kuruluş amacından uzaklaştırılmıştır. Daha önce kurulan Muallimler Cemiyeti gibi öğretmenlerin haklarını korumak yerine, farklı amaçlar için kullanılmıştır. Bu durum öğretmenleri dernekten uzaklaştırmış,  onların bu dernekten beklentilerini bitirmiştir. Bu nedenle de birlik sonuçta tabela derneği durumuna gelmiştir.
Şeyh Sait isyanını takip eden olaylarla birlikte her tür örgütlenme ve ifade özgürlüğüne kuşkuyla bakılmış bundan öğretmen örgütlenmeleri de etkilenmiştir.
Zaten bir hak arama örgütü olmaktan çıkmış olan Türkiye Muallimler birliği, sonuçta, 1928’de yapılan kongresinde merkezi yapıyı bırakıp federatif bir yapıya dönüştü. Böylece bazı dernekler kendi başlarına özgür hareket imkânına kavuştu. Çoğu yerel dernekler sönüp gitti. 1931’e gelindiğinde 16 yerel öğretim derneği bulunmaktaydı. Son olarak, 1935-1936 öğretim yılı içerisinde İstanbul Muallimler Birliği’nin de kapanmasıyla öğretmenlerin örgütlenme süreci sona erdi. 1931 yılında girilen tek parti dönemi her türlü özgür örgütlenme iklimini yok etti. 1938’de çıkarılan 3512 sayılı Cemiyetler Kanunu kamu görevlilerine,  “yaptıkları işin sıfat ve mahiyeti” nedeniyle örgütlenme hakkını yasakladı.
1931-1945 yılları arasında örgütlenme görülmese de öğretmen hareketinde bazı gelişmeler gözlendi. 1932 yılında kurulmaya başlanan Halkevlerine, öğretmenlerin üye olmaları isteniyordu. Hatta bunu özendirmek, giderek zorlamak içinde önlemler alındı.
1946 Çok partili hayata geçene kadar hiçbir örgütlenmeye müsaade edilmemiştir. 1946 – 1965 yılları arasında yöresel olarak belli örgütler kurulmuştur. Bunların başlıcaları :
1.        Ankara Öğretmenleri Yardımlaşma Derneği
1948 de Ankara’da kurulmuştur. Üyelerinin %60’ı ilkokul öğretmeni ve %30’u da bayandır. Dernek aralıklı olarak “Sağduyu” adında bir gazete çıkarmıştır.
Bu dernek daha sonraki yıllarda Türkiye Öğretmen Dernekleri Milli Federasyonu’nun kurulmasını sağlamıştır.
2.        Göller Yöresi Öğretmenler Derneği
Köy Enstitülü öğretmenlerin etkin olduğu bir dernektir. “Demet” adında bir dergi çıkarmışlardır. Öğretmenler bu yıllarda Akdeniz,  Ege,  Marmara Bölgesi  öğretmen derneklerini kurarak Türkiye Öğretmen Dernekleri Milli Federasyonu’na karşı bir birlik oluşturmuşlardır.
3.        Ege Bölgesi Öğretmenler Derneği
Bu dernek de daha çok kendilerini ilerici,  demokrat diye tanımlayan öğretmenler tarafından kurulmuştur. “Gayret” adında bir de dergi çıkarmışlardır.
4.        Köy Öğretmenleri Dernekleri Federasyonu
Bölgesel derneklerin 1963 yılında birleşmesiyle oluşturulmuş bir örgüttür.  Daha sonra Türkiye Öğretmen Dernekleri Milli Federasyonu’nun fikrî değişimiyle yani daha sol bir düşünceye kaymasıyla bu dernek dağılmıştır.
Bu dönemde öğretmenler mezun oldukları okullara göre de örgütlenmiş ve ortaya ayrı ayrı öğretmen örgütleri çıkmıştır.
5.        Türkiye Öğretmen Dernekleri Milli Federasyonu
1946 dan itibaren çok partili hayata geçiş denemeleriyle birlikte dernekler yasalarında da  değişiklikler olmaya başlamış bununla birlikte her meslek kendi derneğini kurmaya başlamış,  Eğitimciler de bu dönemi en iyi şekilde değerlendirmişler,  çeşitli adlar altında dernekler kurmuşlar.
Daha sonra bu dernekler birleşerek Türkiye Öğretmen Dernekleri Milli Federasyonu’nu  kurmuşlardır. 15 bin civarında üyesi olan federasyon etkin olamıyor diye eleştirilmiş ve bunun karşısında özellikle Köy Enstitülü köy öğretmenlerinden oluşan  “Köy Öğretmenleri Dernekleri Federasyonu” kurulmuş ancak Türkiye Öğretmen Dernekleri Milli Federasyonu’nun (T.Ö.D.M.F.) kendisini çeşitli yönlerden yenilemesiyle, K.Ö.D.F. tutunamamış ve dağılmıştır.
1946 da kurulan T.Ö.D.M.F. 1936 da Recep PEKER ’in CHP Genel Sekreterliğine gelmesiyle diğer sosyal cemiyetler gibi kapatılan öğretmen cemiyetlerinin de 1946 yılından sonra kurulanlarının en güçlüsü olmuştur.
Ancak 27 Mayıs 1960‘a kadar sadece iktidarın bir uydusu gibi hareket eden federasyonun İstanbul’da ve Ankara’da olmak üzere iki binası vardı.
Üç genel başkanının üçü de Milletvekili seçildi. “Birlik Dergisi” diye bir dergi çıkarılıyordu.
1960’tan sonra daha çok sol görüşlü öğretmenlerin yönetimine geçen federasyon, kısa sürede sayısını 10 derneğe bağlı 5000 üyeden 450 derneğe bağlı 65 000 üyeye çıkarmıştır. Çeşitli eylemler gerçekleştirmişlerdir.
20 Şubat 1963'te Kızılay’da yapılan mitinge 20 bin kişi katılmış ve miting sonunda Milli Eğitim Bakanı Şevket R. HATİBOĞLU istifa etmiş ve öğretmenler özlük hakları noktasında sınırlı da olsa belli ekonomik kazanımlar elde etmişlerdir.
Ancak daha sonra özellikle Marksist talepler ön plana çıkarılmış,  halkın sosyal yaşamına müdahale edecek fikirler dile getirilmiştir.
Federasyon özellikle 1960 darbesiyle kendisine biçtiği darbe destekçiliği ile birlikte elde etmiş olduğu gücü, bugüne kadar bir miras olarak devretmiş ve bugün Eğitim – Sen ’in temelleri o günden atılmıştır.
Federasyonun en önemli etkinliği sendika yasasının çıkması noktasında gösterdiği çaba olmuştur. Ve T.Ö.S.‘ün kurulması için altyapı oluşturulmuştur.
8 Haziran 1965'te 624 sayılı kanunla memura sendika hakkı tanınmıştır.
1962 den 8 Temmuz 1965 e kadar yapılan çalışmaların sonunda T.Ö.S. kurulmuştur.
Federasyon “Sosyalist Muhalefet” denilen gurup tarafından 1964'te kongreye zorlanmış.1960 darbesi sonrası yönetime gelen Turhan FEYZİOĞLU (1961) ve Şükrü KOÇ (1962-1964) yönetimine son verilmiş yönetime Hayrettin UYSAL (1965-1966) gelmiştir. 1967 de Bahri SAVCI 1968'de de Fakir BAYKURT genel başkan olmuştur.
13 Temmuz 1968 de Ankara’da yapılan 32. kongre ile T.Ö.D.M.D. kendisini feshederek T.Ö.S. e katılmıştır. Bu arada daha farklı derneklerde kurulmuştur.
6.        Teknik Öğretmenler Derneği
1950 de kurulmuştur. 3500 üyesi olmuştur. “Teknik Öğretmen” diye bir dergi çıkarılmıştır.
7.        İstanbul İlköğretim Okullarını Bitirenler Derneği (1965)
1961 Anayasası’nın sağladığı örgütlenme özgürlüğü öğretmenlere örgütlenme cesareti vermiştir. Bu nedenle bu dönemde irili ufaklı pek çok dernek kurulmuştur. Bunlardan biri de “İstanbul İlköğretim Okullarını Bitirenler Derneği” dir. Dernek, amacını,
“ Üyelerinin tanışıp,  kaynaşmalarını sağlamak İstanbul İlk öğretmen okullarının eğitim ve öğretim bakımından maddî ve manevî gelişmelerine katkıda bulunmak.”  olarak  belirlemiştir.
8.        Beden Eğitimi Öğretmenleri Derneği
1965'te her dereceli okulda görev yapan Beden Eğitimi Öğretmenlerini bir araya getirmek için kuruldu.
Amaçlarını “Birlikteliğin gücünü bütün alanlarda kullanmak” diye ifade ederler. Dernek “Beden Eğitimi Ve Spor” diye üç aylık bir dergi ile 15 günlük bir haber bülteni yayınlamıştır.
9.                    Türkiye Emekli Öğretmenler Cemiyeti
1956’da İstanbul’da kurulmuştur. 1965 yılında şube sayısını 22 ye çıkarmıştır. Aylık bir meslekî dergi olan “Emekli Öğretmen”’i çıkarmışlardır.  70. sayısından sonra derginin ismi “Ülkücü Öğretmen” olarak değişmiştir.Dernek daha sonra çocuk ve kültür yayınları,  okul ihtiyaçları,  basılı kağıtlar,  öğrenci kırtasiyeleri ders araçları gibi maddeleri de yapan bir kurum haline gelmiştir.
Dernek, Türkiye Umum Emekli Öğretmenler Federasyonu’nun oluşumunu sağlamış 1965’ten sonra, dernek bünyesindeki emeklilerde sendikalılaşma cereyanına kapılmış ancak başarılı olamamışlardır.
10.      Milliyetçi Öğretmenler Birliği
1960’ta Türkiye Öğretmen Dernekleri Milli Federasyonu’nun kendilerini; ilerici, devrimci diye tanımlayan sol görüşlü kişilerin yönetimine geçmesiyle birlikte Milliyetçi, Muhafazakâr görüşlü öğretmenler farklı dernekler kurmaya başladılar. Bunlardan biri de Milliyetçi Öğretmenler Birliği idi. Birlik çeşitli il ve ilçelerde şubeler oluşturdu.
Birliğin amacını, 29 Mayıs 1965’te İstanbul Şubesinin açılışında Şube Başkanı İbrahim KAFESOĞLU şu şekilde ifade ediyordu.
“Tasavvurun üzerinde maddî sıkıntı ve manevî sıkıntılar içinde bunalmış olan öğretmenler kitlesini selamete ulaştırmak için çalışmak ve bu suretle büyük milletimizin varlık ve haysiyetini kuvvetlendirme imkânlarını sağlamaktır.”
1965 Sendikalar dönemine ise birlik, T.Ö.S. kadar güçlü olmasa da Milliyetçi Öğretmenler Sendikası’nı miras bırakmıştır. Ancak sendika daha varlığını tam ortaya koyup, örgütlenmesini tamamlayamadan 12 Mart 1970 muhtırasıyla sendikalar kapatılmıştır.

Aşağıda da ifade edileceği gibi Milliyetçi Öğretmenler Sendikası da kendisinden sonraki dernekler dönemine T.Ö.S. ‘ün T.Ö.B.-DER ‘e devrettiği mirası devredememiştir. Bu nedenle de öğretmen örgütlenmelerinde 1990’ların başına kadar aynı kaynaktan beslenen öğretmen örgütleri, sayısal çoğunluğu hep üzerlerinde bulundurmuşlardır.