ESERİN KİMLİĞİ
ESERİN
ADI: .Menekşeli Mektup
YAZARI:
Mustafa KUTLU
YAYIN
EVİ: Dergâh
BASKI
SAYISI: 12. Baskı Mart 2015
SAYFA
SAYISI: 159
İÇERİK
(MUHTEVA) ÖZELLİKLERİ:
HİKÂYENİN KAHRAMANLARI:
Postacı: Hikayenin asıl kahramanıdır. Kendi halinde,
sabırlı, iyi niyetli, yalnız bir insandır.
Kahvehane
Sahibi: Postacının yalnızlığına derman olan,
kahvede onunla sohbet eden, onu teselli eden karakter. Manevi bir güç olarak
hikayede yer almış.
Amcaoğlu: Almanya seyahatinde postacıyı yalnız
bırakmayan karakter.
İncila
Hanımın Eşi: Sadakatsizliğin
sembolü
İncila
Hanım: Sabrın ve sadakatin sembolü
Remzi Bey: Koruyucu güç
ESERDE İŞLENEN KONU:
Eserin
temasını oluşturan temel kavram aşktır.
Konu ise postacının eşine duyduğu sevgi ve İncila Hanıma duyduğu derin
hayranlıktır. Bu hayranlık duygusu zamanla aşk ile yer değiştirir. Zamanla
postacı, İncila Hanımı evden kaçan hanımının yerine koyar ve ona aşık olur.
Eser
bir kurmacadır.
ESERİN ANA FİKRİ
İnsan
yalnızlığı.
ESERİN TÜRÜ:
Hikâye
ESERDE İŞLENEN TEMEL DEĞERLER:
Türk hikâye sanatının kıymetli isimlerinden Mustafa Kutlu, artık bir
gelenek haline gelen Eylül kitaplarına bir yenisini daha ekledi: Menekşeli
Mektup.
Kutlu, 2000 yılından beri tek hikâyelik kitaplar yayınlıyor. Bu kitapların Türk hikâye sanatına ne denli büyük katkılar sağladığını ve okuyucuyu nasıl sarıp sarmaladığını söylemeye gerek yok.
Uzun Hikâye ile başlayan bu süreç, Menekşeli Mektup’a gelene kadar Beyhude Ömrüm, Mavi Kuş, Tufandan Önce, Rüzgârlı Pazar ve Chef ile devam etmişti.
Menekşeli Mektup’ta üç hikâye var: Menekşeli Mektup, Hacca Gidebilmek ve Kar Üstüne Kar Damlar. Birinci hikâyede bir postacı, ikinci hikâyede hacca giden bir otobüs şoförü, üçüncü hikâyede de Sarıkamış İhata Hareketi sırasında Ruslara esir düşen iki asker anlatılıyor.
Mustafa Kutlu’nun özelliklerinden biri olan şiirsel anlatım, bu kitapta adeta zirve yapıyor. Kelimeler, “birbirini kanaviçe gibi dokuyor”, cümleler “ak mermere duru suyun damlaması” gibi akıyor. Ve kitabı okuyup bitirdiğinizde, “ahir ömrünüzde bir güzellik yapmış olmanın iç ferahlatan ezgisini dinliyorsunuz.” İçiniz yıkanıyor.
Kitapta yer alan üç hikâyenin ortak noktası, insanın yalnızlığı ve trajedisidir. Kutlu, kendisiyle yapılan bir söyleşide, “Allah varsa, trajedi yoktur” demişti. Dolayısıyla, bu hikâyelerin karşısına koymamız gereken şey, çile kelimesidir, çile doldurmak’tır. “Ölüm ile ayrılığı tartmışlar, elli gram ağır gelmiş ayrılık” gibi.
Kutlu, Menekşeli Mektup’ta birçok yeniliğe de imza atmış. Mesela, hikâye kahramanının yanına öyle birini yerleştiriyor ki, bu kişi, hem kahramanı sürekli taze tutuyor, hem de onun yükünü hafifletiyor. Bir mesaj verecekse eğer, bu mesajı da o kişinin üzerinden veriyor.
Kar Üstüne Kan Damlar hikâyesinde bu kişi Berham Çavuş’tur. O güçlü kuvvetli, boylu poslu adamın ağır şartlara dayanamayarak sendeleyip yıkılması, sonra da vefat etmesi, bir anlamda Osmanlı Devleti’nin sonunu çağrıştırıyor.
Hacca Gidebilmek hikâyesindeki anahtar karakter İhsan Abi’dir. O, konuya uygun olarak; yaşadığı olumsuz hayata rağmen, insanın özünün sağlam kalabileceğini bizlere öğretmektedir.
Menekşeli Mektup’ta ise Postacı’nın yanına konulan karakter, İncilâ Hanım’dır. Bu hanımdan sabır ve tutkuyu öğreniyoruz.
Kitaptaki yeniliklerden biri de, okuyucuyu daha çok hikâyenin içine çekmesi, metne dâhil etmesidir.
Kutlu, Menekşeli Mektup’ta Türkçenin imkânlarını sonuna kadar kullanıyor. Türkçe, bütün görkemi ile ilk cümleden son cümleye kadar kendini gösteriyor. Her sayfada bir ya da birkaç cümlenin altını çizmek zorunda kalıyorsunuz. İşte: “Umudu üzmek...”
Yine, diğer hikâyelerinde az rastlanan bir durum, bu kitabında bir iki adım öne çıkıyor. Kutlu, hayat bilgisini, yani tecrübesini, gerektikçe okuyucu ile paylaşıyor. Misal: “Her coğrafyanın, her iklimin kendi insanına hediye ettiği bir şahsiyet, bir özellik vardır. Dağın adamı adımlarını kaldıra kaldıra atar; her an tetiktedir, hareketli ve çeviktir; ovanın adamı ayaklarını sürüye sürüye gider, ağır ve dalgındır. Biri içe dönük, öteki dışa dönük olur vesaire.” (Sayfa 31)
Kutlu hikâyesinin önemli bir özelliği de okuyana ilham vermesi, ufkunu açmasıdır. Buna ‘etki’ de diyebiliriz. Sözgelimi, “Çocuklar büyüyor, rüzgârın etkisiyle” dizesi, Menekşeli Mektup okunurken yazıldı. Şairleri bile etkileyen bu şiirsel üslup, elbette hikâyecileri de etkileyecektir.
Kutlu, 2000 yılından beri tek hikâyelik kitaplar yayınlıyor. Bu kitapların Türk hikâye sanatına ne denli büyük katkılar sağladığını ve okuyucuyu nasıl sarıp sarmaladığını söylemeye gerek yok.
Uzun Hikâye ile başlayan bu süreç, Menekşeli Mektup’a gelene kadar Beyhude Ömrüm, Mavi Kuş, Tufandan Önce, Rüzgârlı Pazar ve Chef ile devam etmişti.
Menekşeli Mektup’ta üç hikâye var: Menekşeli Mektup, Hacca Gidebilmek ve Kar Üstüne Kar Damlar. Birinci hikâyede bir postacı, ikinci hikâyede hacca giden bir otobüs şoförü, üçüncü hikâyede de Sarıkamış İhata Hareketi sırasında Ruslara esir düşen iki asker anlatılıyor.
Mustafa Kutlu’nun özelliklerinden biri olan şiirsel anlatım, bu kitapta adeta zirve yapıyor. Kelimeler, “birbirini kanaviçe gibi dokuyor”, cümleler “ak mermere duru suyun damlaması” gibi akıyor. Ve kitabı okuyup bitirdiğinizde, “ahir ömrünüzde bir güzellik yapmış olmanın iç ferahlatan ezgisini dinliyorsunuz.” İçiniz yıkanıyor.
Kitapta yer alan üç hikâyenin ortak noktası, insanın yalnızlığı ve trajedisidir. Kutlu, kendisiyle yapılan bir söyleşide, “Allah varsa, trajedi yoktur” demişti. Dolayısıyla, bu hikâyelerin karşısına koymamız gereken şey, çile kelimesidir, çile doldurmak’tır. “Ölüm ile ayrılığı tartmışlar, elli gram ağır gelmiş ayrılık” gibi.
Kutlu, Menekşeli Mektup’ta birçok yeniliğe de imza atmış. Mesela, hikâye kahramanının yanına öyle birini yerleştiriyor ki, bu kişi, hem kahramanı sürekli taze tutuyor, hem de onun yükünü hafifletiyor. Bir mesaj verecekse eğer, bu mesajı da o kişinin üzerinden veriyor.
Kar Üstüne Kan Damlar hikâyesinde bu kişi Berham Çavuş’tur. O güçlü kuvvetli, boylu poslu adamın ağır şartlara dayanamayarak sendeleyip yıkılması, sonra da vefat etmesi, bir anlamda Osmanlı Devleti’nin sonunu çağrıştırıyor.
Hacca Gidebilmek hikâyesindeki anahtar karakter İhsan Abi’dir. O, konuya uygun olarak; yaşadığı olumsuz hayata rağmen, insanın özünün sağlam kalabileceğini bizlere öğretmektedir.
Menekşeli Mektup’ta ise Postacı’nın yanına konulan karakter, İncilâ Hanım’dır. Bu hanımdan sabır ve tutkuyu öğreniyoruz.
Kitaptaki yeniliklerden biri de, okuyucuyu daha çok hikâyenin içine çekmesi, metne dâhil etmesidir.
Kutlu, Menekşeli Mektup’ta Türkçenin imkânlarını sonuna kadar kullanıyor. Türkçe, bütün görkemi ile ilk cümleden son cümleye kadar kendini gösteriyor. Her sayfada bir ya da birkaç cümlenin altını çizmek zorunda kalıyorsunuz. İşte: “Umudu üzmek...”
Yine, diğer hikâyelerinde az rastlanan bir durum, bu kitabında bir iki adım öne çıkıyor. Kutlu, hayat bilgisini, yani tecrübesini, gerektikçe okuyucu ile paylaşıyor. Misal: “Her coğrafyanın, her iklimin kendi insanına hediye ettiği bir şahsiyet, bir özellik vardır. Dağın adamı adımlarını kaldıra kaldıra atar; her an tetiktedir, hareketli ve çeviktir; ovanın adamı ayaklarını sürüye sürüye gider, ağır ve dalgındır. Biri içe dönük, öteki dışa dönük olur vesaire.” (Sayfa 31)
Kutlu hikâyesinin önemli bir özelliği de okuyana ilham vermesi, ufkunu açmasıdır. Buna ‘etki’ de diyebiliriz. Sözgelimi, “Çocuklar büyüyor, rüzgârın etkisiyle” dizesi, Menekşeli Mektup okunurken yazıldı. Şairleri bile etkileyen bu şiirsel üslup, elbette hikâyecileri de etkileyecektir.
YAZARIN ÜSLUBU:
Bir çırpıda bitiveren bu hikâye kitabında 3 hikaye
bulunmaktadır; Menekşeli Mektup, Hacca Gidebilmek, Kar Üstüne Kan Damlar. Menekşeli
Mektup’ta ortak kaderler üzerinden gidilmiş bir yapı vardır. Postacının karısı
tarafından terk edilmesi, İncila Hanım’ın kocasının Almanya’ya gidip
haberlerinin gelmemesi, Alman yaşlı kadının kocasının ölmüş olması birbirlerini
iyi anlayan insanların ortak bağlarıdır. Postacı, İncila Hanım’ın evine mektup
getire- götüre onlarla ahbap olmuştur. Sonra İncila Hanımın kocasını aramaya
Almanya’ya gider. Burada acı gerçeklerle karşılaşır. Kocası Hanımı aldatmıştır
ve ona gelen mektupları Yaşlı kadın yazmaktadır. Postacı Almanya’dan döndüğünde
gerçekleri İncila Hanım’a anlatamaz. Hikâye, postacının terk eden karısının ona
dönmesiyle sonuçlanır. Baktığımızda olay hikâyesi olan bu eser bir durum
hikayesi gibi sonuçlanmıştır.
Hacca Gidebilmek adlı
hikâye ibretlik olaylar içermektedir. Kadir bir otobüs şoförüdür. Zorluklarla bir
302 alabilmiştir. Hacca hacı taşımak fikri ona hoş gelmiştir. Hem de hacı
olmayı çok istemektedir. Hacca gidişi, orada olanlar ve asıl çözüm olan dönüş
yolculuğunda başına gelenler onu çok etkilemiştir. Olaylar bağlı bir şekilde
birbirini tamamlamaktadır. Hac yolculuğu ona hayatında vefakâr insanların
varlığını göstermiştir.
Son
hikâye olan “Kar Üstüne Kan Damlar” hazin bir ölümün sonunda bir askerin
hayatının kurtulmasına bağlı olarak birbirine bağlı iki olaydan oluşmaktadır.
Genç kız hastalanır, nişanlısı onu kızakla kar üstünde şehre ulaştırmak için
çırpınmaktadır. Kızın parmağına oğlanın aldığı gülün dikeni batınca parmağı
kanar, bu kanlar o canını verene kadar kar üstünde gittikleri yol boyunca iz
yapmaktadır. Sonunda kız can verir. Bir diğer olay ise Sarıkamış’ta bir askere
bu kızın babası tarafından verilen, kızın çeyizinde kalan ihram ve yeleğin onun
hayatını kurtarmasıdır. Birçok kişi soğuktan donarken, o asker, bu yelek ve
ihram sayesinde kurtulmayı başarmıştır. Fakat sonunda Ruslara esir düşerek
Sibirya’ya maden kamplarına çalışmak üzere gönderilir. Sonunda da şöyle bir
dörtlük söyler;
“Yaşa padişahım yaşa,
Kan bulaşmış çatık kaşa,
Biz urusa esir düştük
Sebep oldu Enver paşa”
ÖZET:
Menekşeli
Mektup
Postacı yalnız başına hayatını sürdüren dervişane bir ademdir. Bu devirde böyle antika adamlar da mı varmış dedirten cinstendir. Aşk adamıdır, tevekkül adamıdır, sabır adamıdır. Kahveye gider; yalnız oturur, gazete okur, evine döner; radyo dinler, düşüncelere dalar. Postacı’nın İncila hanıma dağıttığı hercai menekşeli pulu ve beraberinde umudu barındıran mektupları olur. Zamanla aralarındaki muhabbet ilerler. Postacı’nın İncila Hanım’a platonik aşkı başlar. Fakat hikaye tahminleri zorlayacak şekilde biter. Ya Tahammül Ya Sefer’e göndermeler vardır. Postacı seferle tahammül arasında mekikler dokusa da tahammül ağır basar ve sabrının meyvesini hikayenin sonunda alır.
Hacca Gidebilmek
Şoför Kadir ‘e 302 model arabasının sürprizlerle getirdiği Hac yolculuğunun hikayesidir. Gidişten ziyade dönüşün uzun hikayesidir. Mertlik mürüvvet nerede be kardeşim, derken “kul sıkışmayınca Hızır yetişmezmiş” sözünün hikmeti ortaya çıkar. Hacı Kadir bu yolculuktan çok şey öğrenmiştir.
Kar Üstüne Kan Damlar
Sarıkamış’ta bir yolculuktur. Allah u Ekber dağlarından aşıp düşmana ve tipiye karşı mücadeledir. Genç bir kızın ölümünün erattan birinin yaşamının kurtulmasına vesilesi olur.
Postacı yalnız başına hayatını sürdüren dervişane bir ademdir. Bu devirde böyle antika adamlar da mı varmış dedirten cinstendir. Aşk adamıdır, tevekkül adamıdır, sabır adamıdır. Kahveye gider; yalnız oturur, gazete okur, evine döner; radyo dinler, düşüncelere dalar. Postacı’nın İncila hanıma dağıttığı hercai menekşeli pulu ve beraberinde umudu barındıran mektupları olur. Zamanla aralarındaki muhabbet ilerler. Postacı’nın İncila Hanım’a platonik aşkı başlar. Fakat hikaye tahminleri zorlayacak şekilde biter. Ya Tahammül Ya Sefer’e göndermeler vardır. Postacı seferle tahammül arasında mekikler dokusa da tahammül ağır basar ve sabrının meyvesini hikayenin sonunda alır.
Hacca Gidebilmek
Şoför Kadir ‘e 302 model arabasının sürprizlerle getirdiği Hac yolculuğunun hikayesidir. Gidişten ziyade dönüşün uzun hikayesidir. Mertlik mürüvvet nerede be kardeşim, derken “kul sıkışmayınca Hızır yetişmezmiş” sözünün hikmeti ortaya çıkar. Hacı Kadir bu yolculuktan çok şey öğrenmiştir.
Kar Üstüne Kan Damlar
Sarıkamış’ta bir yolculuktur. Allah u Ekber dağlarından aşıp düşmana ve tipiye karşı mücadeledir. Genç bir kızın ölümünün erattan birinin yaşamının kurtulmasına vesilesi olur.
SON
BAKIŞ:
Memleket hikâyecisi Kutlu’nun bu son kitabı, kendi memleketimizden gelen bir mektup
sıcaklığında... Bundan önceki Chef kitabında Nerede duruyoruz? sorusuna açıklık getiren yazar, Menekşeli Mektupta yine
aramızdan çekip çıkardığı kahramanlarla, bulunduğumuz yerde neye tutunarak
durduğumuzun tespitini yapıyor. Çimen-çiçek kokularını içinize çekmişçesine,
kitabı kapattığınızda aşk meselesi
üzerinde düşünmeye başlıyorsunuz. Kutlu, son kitabında üç hikâye birden sunarak
şaşırtıyor okuru. Ancak toplumdaki değişimlerin bireydeki etkisini irdeleme
anlayışına dayanan Kutlu hikâyeciliğinin, son kitapta da bu temel tavrı
koruduğunu belirtelim. Kitaptaki üç farklı hikâyenin ikisinde aşk konusu yoğun
olarak öne çıkarken, Hacca Gidebilmek öyküsünde ilahi aşk bağlantılı ahlak meselesi tahlil ediliyor.
İsimsiz kahramanı postacının ağzından ironik bir aşk
macerasını hikâye eden Menekşeli
Mektupta yazar, sık sık hikâye ile kahramanı arasına girerek okuruyla hasbıhal
etmekten geri durmuyor. Böylece okuyup yazmaktan çok, anlatmaya ayarlı Kutlu’nun tarzına kendinizi daha rahat kaptırırken, bu
muhabbetin içinde kahramanın durumunu yazarla tahlil etmenin hazzını da
yaşıyorsunuz. Bir gecekondu mahallesinde küçük bir evde yaşayan postacı,
mahallemize uğrayan herhangi bir postacıdan farklı değil. Başından talihsiz bir
evlilik geçen kahramanımız kendini TRT 4 radyosundaki türkülere kaptırmış
giderken anlamadığımız aşk acısının adresi, menekşeli mektupların üzerinde
beliriveriyor. Postacı her hafta şehirdeki bahçeli büyük eve binbir merakla
mektuplar götürüyor; hercai menekşeli pullu mektuplar... Mektupları gönderen,
evin sahibesi İncilâ Gülfem Hanımın kocası, Ahmet Ferit İlkeli... İlaç
fabrikası kapanınca bağlantı kurmak için Almanya’ya giden Ahmet Bey, karısı
İncilâ Hanıma her hafta düzenli olarak menekşeli mektup göndermekte ve postacı
da bunları gide-gele platonik aşkla bağlandığı İncilâ Hanıma ulaştırmaktadır.
Zamanla ilişkileri ilerleterek bir anlamda ailenin mahremiyetine giren postacı,
İncilâ Hanımın kısacık yazılan her mektup sonunda yaşadığı psikolojik yıkım
karşısında erimektedir. Tam o günlerde Ahmet Ferit’ten adresi-zarfı ve pulu doğru, ancak yazısı farklı
bir mektup gelince postacımız durumdan işkillenerek Almanya’nın yolunu tutar ve mektuptaki adrese gider. Ancak
genç bir Rumen kızıyla kayıplara karışan Ahmet Beyin yerinde yeller esmektedir. Mektupları ise aynı
dertten muzdarip, komşusu olan yaşlı bir Alman kadın yazmaktadır. Geriye dönen
postacıyı aynı zamanda alınyazısı beklemektedir.
302 otobüsle hac yolculuğu
Kitapta yer alan Hacca Gidebilmek
isimli ikinci hikâye, adından da anlaşılacağı üzere bir hac yolculuğu. Kadir
isimli bir uzun yol şoförünün 302 otobüsü ile hacca gitme serüvenine tanıklık
eden öykü, ahlak çerçevesinden insanımıza bakıyor. Her hikâyesinde
belli bir tezi işleyen hikâyeci, hac farizasını oradaki eksiklikleri
çözümlemeye yönelik bir dille irdeliyor. Kutlu’nun birçok hikâyesinde ele aldığı insaniliğin
yitirilişindeki para faktörü, bu hikâyede de apaçık bir şekilde ortada. Hacda
bulunduğu süre içinde imandan
ziyade insana bakan hikâye kahramanının gözünden
yaşananları aktaran Kutlu, paranın
yerine duayı koyarak kadim bir çerçeveyi hatırlatıyor okura
ve kahramanı Hacı Kadir’in
ağzından şu tespiti yapıyor: Her kişi hacca gidebilir lâkin ancak er kişiler
hacı olur. Böyle biline...
Son hikâye Kar Üstüne Kan Damlar, kitabın en kısa ama en vurucu hikâyesi. Kutlu bu hikâyede aşk,
savaş, kader, tevekkül kavramlarını gerçek anlamlarıyla okuruyla paylaşıyor.
Ölümün getirdiği acı bir ayrılıkla biten tertemiz bir aşktan kalanlar -bir keçe
yelek ve bir ihram- Sarıkamış trajedisini yaşayan bir askerin vücudunu ölümden
koruyor. Ama aynı askerin kaderini Sibirya’daki maden ocaklarında esir olarak çalışmaktan kurtaramıyor.
Aşk, ölüm, savaş ve esareti yan yana getiren yazar, sade ve akıcı üslubuyla
olağanüstü bir tablo çiziyor. Bize kalansa bu tablonun karşısına geçip eylül
ayının habercisi Kutlu’nun kaleminin tadına varmak.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder