18 Mart 2016 Cuma

Çanakkale 101 Yaşında

Çanakkale Zaferi, milletimiz için bir varlık ve yokluk savaşı, imkânsızın başarıldığı; Kurtuluş Savaşı’na giden yolda çok önemli bir kilometre taşı, tarihte eşine az rastlanan kahramanlık destanlarından biridir.

“Vurulmuş tertemiz alnından, uzanmış yatıyor/Bir hilal uğruna ya Rab, ne güneşler batıyor!..” Mehmet Akif Ersoy’un bu dizeleri, Çanakkale’nin ruhunu çok güzel özetlemekte ve yansıtmaktadır.

İşgal ve yağma heveslisi devletler, Osmanlı’nın bu muazzam silah gücü karşısında hiçbir varlık gösteremeyeceği, bir iki hafta içinde emellerine ulaşacakları zannıyla saldırıya geçmiş, milletimizin, çelik kafesleri parçalayacak iman gücünün, imkânsızı başaracak yücelikte kararlı, insanımızın zilleti kabul etmeyecek kadar izzetli olduğunu hesap edememişlerdi. Bu, hakla batılın, insanlıkla vahşetin, adaletle zulmün, zorbalıkla merhametin, nefretle sevginin, kibirle tevazunun, İslâm’la küfrün ve Mehmet Akif’in benzetmesiyle haç ile hilalin savaşıydı.

Şehadetleri dinin temeli olan ezanın ve Kur’an’ın, hilal sembolüyle birlikte ilelebet bu gök kubbede yansıması, yankılanması için yüz binlerce can verilmiştir. O nedenle, Çanakkale, beşer idrakiyle tahayyül edilecek tüm amaçları, anlamları aşan, geride bırakan, önemsizleştiren bir diriliş ve direniş destanıdır; mukaddes değerlerle kaynaşmış, bütünleşmiş varlığımızı yok etmeyi amaçlayan devletler açısından ise müthiş bir hezimettir; ölmekten korkmayan bir ruh yüceliğinin, öldürmekten çekinmeyen sefil ruhları bozguna uğratmasıdır. Çanakkale, insanlık onurunun, İslam kardeşliğinin, emperyalist zorbalara karşı dayanışmanın aşılmazlığı, geçilmezliği, yenilmezliğidir.

Her toplumun tarihsel serüvenlerinde milat sayılacak önemli kırılma ve geçiş anları vardır. Bu anlamda Çanakkale önemli bir aşamadır. Çanakkale, bu topraklar üzerinde yaşayan halkların gerçek anlamda ‘millet’ ve Anadolu’nun bu milletin ebedî vatanı olduğunun bir kez daha tescili, kanıtıdır.

Bayrak nöbeti gibi nesilden nesile emanet edilen Çanakkale ve İstiklal ruhu, sırası gelene verdiği namus vazifesinde bir adım geri atmamakla hayatiyet kazanır. Var oluş özgürlüğünü muhkem duyguya dönüştüren bilincin bir anlık gevşekliği ve gafleti, bizim ve sonraki nesillerin hayattan nasipsiz kalmasına sebep olabilir. Yerine göre hiç düşünmeden ölümün üzerine atılmak da bugünü ve yarınıyla bir milletin hayatını kurtarmak olur. Çanakkale’de böyle olmuştur. Ecdadımız bugünü kurtarmak için yaşadıkları dünü feda; kendi ölümleriyle bize bu hayatı, çektikleri darlıklarıyla bolluğu, bize inancı, onuru, özgürlüğü armağan etmişlerdir. Burada arkalarına bakmadan ve geri gelmemek üzere gitmişler, şuradan hiç kararmayacak ufukların aydınlığı olarak gelmişlerdir.

Çanakkale’de; Türk’ü, Kürt’ü, Laz’ı, Çerkez’i’ ile milletimiz bir bütün olarak mücadele vermiş, vatan söz konusu olduğunda aidiyetlerin hiçbir önemi olmadığının en güzel örneğini sergilemiş; din, vatan, namus tehlikeye girdiğinde canın, malın hiç düşünülmeden verilebileceğini de cesurca ortaya koymuştur. Nifak tohumlarının içimizde yeşermemesi, ancak Çanakkale’deki birlik ve beraberlik ruhuyla mümkün olacaktır.

Çanakkale, destan olmanın yanı sıra istikbalimiz için de bir yol haritası olmalıdır. Birçok açıdan incelenmesi gereken Çanakkale Zaferi, nesilden nesile aktarılmalı; istiklal uğruna verilen mücadele unutturulmamalıdır. Aydınlık dimağı, pırıl pırıl bakış ve ilgileriyle yeni nesiller, bu ruh ve duyguyu ilham kaynağı bilmeli, tarihi şuurla hep yaşanır kılmalıdır.

Eğitim-Bir-Sen olarak, teslimiyeti zillet sayan yüce bir ruhla, kıyameti andıran bir savaşta mütecaviz, işgalci düşmana geçit vermeyen, yaşadığımız hayatı ve ülkeyi canları pahasına bize armağan eden şehitlerimizi rahmet ve minnetle anıyoruz. 


17 Mart 2016 Perşembe

ÇANAKKALE DESTANI


Dünya tarihinde kahramanlık destanlarından biri de Çanakkale Zaferidir. Bu zaferin tarihimiz içinde ayrı bir yeri vardır. Sanki dün yaşanmış gibi yüreklerdedir, canlıdır, unutulmamıştır. Unutulamaz da…

Destanlar hayali hadiselerin, olmuş olaylara ilavesi ile ortaya çıkmıştır. Lakin Çanakkale öyle bir destandır ki, dudakları uçuklatan, yürekleri kabartan, ya Rab dedirten inanılmaz hadiselerin vuku bulduğu bir destandır…

1915 yılında, Osmanlı Devleti dünyanın en büyük devletleriyle mücadele ederken, bu devletler, sömürdükleri ülkelerden ne için geldiklerini bile bilmeyen binlerce sömürge asker ile Çanakkale boğazına geldiler. Anadolu’nun her yerinden yüz binlerce kahraman yiğidimiz de, topraklarını, üzerine göz dikmiş bu gafillerden korumak üzere Çanakkale Savaşına katıldılar. Ve bu yiğitlerimiz tüm cihanı hayrette bırakan başlı başına gerçek bir iman ve kahramanlık destanına imzalarını attılar.

Kuvvet dengeleri arasında korkunç uçurumlar vardı. Her türlü askeri malzeme bakımından gayet iyi düzeyde olan modern düşman ordusuyla; topu, tüfeği sayılı, siperleri ve silahları zayıf, yarı aç ordumuz güya savaşıyordu. Düşman topları saatte sayısız seri atışlar yaparak mevzilerimizi dövüyor, cehenneme çevirircesine kan kusturuyorlardı.

Ancak Çanakkale Zaferi, iman ve azmin, güç ve kuvvetin canlı bir belgesi, mağrur ve zalim olanın hakkın karşısında mağlubiyetidir. Maddenin mana karşında yok olmasıdır.
Candan ve canandan çok daha sıcak gelen, insanları öbek öbek kendisine çeken bu cazibe tabiî ki, “Değmesin mabedimin göğsüne namahrem eli” diyen Türk-İslam şairi Mehmed Akif’in ifadelerinde abideleşen din ve devletin bekası içindi.
“Çanakkale Geçilmez” sözüyle şahikalaştırılan bu büyük destan bu şuur ve sarsılmaz iman ile kazanılmıştır.

O asil ruhların mekanları cennet, ruhları şad olsun. Hepsine buradan selam olsun. Bu topraklar uğruna düşünmeden kanını akıtmış tüm şehitlerimize selam olsun!




  


15 Mart 2016 Salı

Ankaradaki Patlama...

Ankaradaki menfur saldırıda hayatını kaybeden arkadaşımızın kızı ve öğretmen adayı Feyza kızımız için

Rabbim merhametiyle muamele buyursun. Kabrini nur, mekanını cennet etsin. Zalimleri de en tez vakitte kahretsin, rezil etsin. Feyza kızımızın ailesine de Rabbim sabırlar ihsan eylesin.

Ne çok alışır olduk ölümlere! Bombalar patlıyor, füzeler atılıyor yanımızda yöremizde. Düne kadar hep uzaktan duyardık patlama ve katliamları, şimdi ise bizzat yaşıyoruz. Eşimiz ölüyor, kızımız ölüyor... Kim bilir bir sonraki kurban belki de biz olacağız! Rabbim bizlere bu hayatın ihya ve inşaasında şerefli vazifeler versin. Mümince yaşayıp mümince can vermeyi nasip etsin.


Çok teşekkür ederim

Kapıları açmak

Harika bir özet. Net bir değerlendirme, sade ve samimi bir görüş... Bu yazılar bana çok geç tanıdığım Türk Dili ve Edebiyatına harika eserler kazandırmış olan değerleri tanıma fırsatı vermiş olman.. Tesekkür ederim..

Emeğine, yüreğine sağlık. Ayrıca günümüzde yaşanan trajedilere yer vermen .."öze dönüşün"gerekliligini hissettirmen çok güzel..


KAPILARI AÇMAK

ESERİN KİMLİĞİ
ESERİN ADI: Kapıları Açmak
YAZARI: Mustafa KUTLU
YAYIN EVİ: Dergâh
BASKI SAYISI: 12. Baskı Kasım 2014
SAYFA SAYISI: 182
İÇERİK (MUHTEVA) ÖZELLİKLERİ:

HİKÂYENİN KAHRAMANLARI:

Zehra: Hikayenin asıl kahramanı. Anadolu kızını – kadınını temsil eder hikayede. Ağabeyi tarafından sözde korunan, sevilen biri. Ağabeyinin para hırsına kurban edilen kız. Ağabeyi tarafından kendisinin sevmediği, sözde kendisinin sevildiği Kemal’e verilen biri. Hayatın sillesini yemiş ama yıkılmamış bir kadın. Güçlü, kararlı, kendine inancı olan bir karakter.
Cihan: Marangoz, müezzin, yanık sesli bir insan. Zehra ona ve ezan okuyuşuna aşık.  Zehra’nın gönül verdiği delikanlı. Kendine inancı olmayan, çekimser, az konuşan, bir türlü isteklerini dile getiremeyen, saf ve temiz biri. 
Kemal: köy palavracısı. Yalanlarıyla köy gençlerini kendine hayran bırakan biri. Çok sevdiği kıza bile hileyle kavuşma yoluna başvuran ve ortada bırakan biri. Zengin züppesi diye tabir edebileceğimiz bir kişi. Aile büyüklerinden kalan mirası har vurup harman savuran bir adam. Zehra’nın hayatını zehir edip, sonunda da ölümü onun elinden olan kişi.
Ahmet: Zehra’nın ağabeyi. Para için yapmayacağı şey olamayan bir adam. Kardeşini Kemal’e peşkeş çekecek kadar karaktersiz biri. Karaktersizliğini geleneklerle örtmeye çalışan kişiliksiz biri.
Mahir hoca: İyi niyetli, düşene el vermesini bilen bir adam. Cihan’ın babası.
Dokumacı Arif:  Zehra’nın babası. Oğluna söz dinletemeyen, hayata karşı hep bir mahcup tavır takınan temiz yürekli bir adam.
Melek Hanım: Zehra’nın annesi. Kızından ötürü bir türlü yüzü gülmeyen, son zamanlarda hasta düşen kocasından ötürü de üzüntüleri iyice artan ama kızının dönüşüyle birazcık olsun içi ferahlayan bir köy kadını.
Gül: Zehra’nın İstanbul’da tanıştığı komşusu ve hayat arkadaşı. Ondan birçok şey öğrendiği kadın. Sendelediğinde düşmemesi için ona dayanak olan kişi.
Songül: Zehra’nın küçük kardeşi.

ESERDE İŞLENEN KONU: 

Kapıları Açmak kitabında Mustafa Kutlu, yitik bir yaşamın öyküsünü sunuyor. Yazarın usta kalemini konuşturduğu, yalın ve akıcı bir dille yazdığı kitap, elinizden bırakamayacağınız cinsten.
Zehra, uzak bir kıyı kasabasında yaşayan güzel bir kızdır. Fakat bahtı, kendisi kadar güzel değildir. Ağabeyi Ahmet, annesi Melek Hanım ve babası Arif Bey ile yaşamakta, komşuları ve babasının en yakın arkadaşı Mahir Hoca'nın oğlu Cihan ile evlenme hayalleri kurmaktadır. Fakat Cihan çok çekingen olduğundan birbirlerini ne kadar sevseler de bir türlü evlenememektedirler.
Ağabeyinin para tutkusu Zehra'nın kötü sonunu hazırlar. Kasabanın en zenginlerinden ve "İpsiz Kemal" denen biriyle paraya ihtiyacı olduğu için bir ortaklık kurmak ister. Kemal'e bunu söylediğinde çok hoş karşılanır. Çok şaşırmıştır. Fakat sonra nedeni ortaya çıkar: Kemal'in bir şartı vardır, eğer bu ortaklık olursa Zehra'yı kendisine verecektir. Ahmet başta itiraz etse de sonraları kabul eder. Kemal de Zehra'yı kaçırıp İstanbul'a götürür. Fakat ortaklık hiçbir zaman gerçekleşmez.

YAZARIN ÜSLUBU:

Ben Kutlu'nun anlatımını çok seviyorum, hikâyelerin doğallığı yalın anlatımdan geliyor. Onun anlatımında gösterişli olaylar yok, süslü, havalı bir anlatım yok. Günlük hayatta yaşam nasılsa aslında öyle sade ve basit. Kasabayı anlatırken ayrıntıya girdiğinde okuyucu olarak o kasabanın bir ferdi gibi hissedersiniz kendinizi. Onun anlatımında Anadolu'nun trajedisi de sıcak oluyor, çekiveriyor insanı. Belki yazarın en sevdiğim metinlerinden değil ama sırf o hikâyeci dedeyi dinlemek için bile okunur, kendi sesi var bu metinlerin.

ESERİN ANA FİKRİ

 Mustafa Kutlu Kapıları Açmak da kitabın adından da anladığımız gibi kapıların açılışını anlatıyor. Farklı insanların hayatlarının bir yerde buluşması ve kapıların açılması. Kader buluşması. İrade kapısı, değişme kapısı, kalp kapısı, tövbe kapısı. Zehra’nın, Cihan’ın, Mahir Hoca’nın, Ahmet’in, Kemal’i kendine özgü hayatları ve kapıları. Ve kapıların açılması. Kasabadan şehre dönüşen bir yerleşim birimindeki ahlaki değişimler.

ESERİN TÜRÜ:

Hikâye

ESERDE İŞLENEN TEMEL DEĞERLER:

Mustafa Kutlu, Kapıları Açmak’ta Zehra ekseninde Türkiye’deki ‘hızlı değişim’i anlatıyor. Sakin sahil kasabasının bir anda plaja ve eğlence mekanlarına dönmesini, insanların para hırsıyla ‘kız kardeşini’ bile peşkeş çekmesini, ‘vicdanımızı sızlatacak’ denli etkileyici anlatıyor.

ÖZET:

Sebeplerden sıyrılmış, sadece sonuçlara yaslanan hikâye anlatımı Mustafa Kutlu'ya göre değil. Kutlu, Kapıları Açmak'ta, bundan önceki hikâyelerinde olduğu gibi, bildiğini-inandığı şekliyle anlatmaya devam ediyor. Modern hikâyenin, "eski hikâyeden yakasını kurtarıp "öykü" tadına bürünerek ve tabiatıyla gizemli bir özellik kazanan anlatım tarzına" yüz vermiyor.
Mustafa Kutlu'nun, insanı "sıcak bir yorgan gibi" saran, bu hikâyesinde bahsi geçen kasabadaki "her ağaç, her ev, her köşe tanıdık" sanki. "Sevda havasını soluya soluya kendiliğinden yavuklu olmuş" olan imamın oğlu Cihan'la, dokumacının kızı Zehra'nın masum aşkı, Anadolu'da herhangi bir kasabasında, rahatlıkla karşılaşabileceğinizden türden bir sevda hikâyesidir. Aynı şekilde Zehra'nın "derme çatma vicdanlı" ağabeyi Ahmet'ten "ardına kara izler bırakıp uzaklaşan" ipsiz Kemal'e; "ahlak timsali" Mahir Hoca'dan "şehrin merkezine yakışmıyor, meydanı daraltıyor" diyerek tarihi tekkeyi yeşil alan yapmak isteyen belediye başkanına kadar, kahramanlardan her biri, Anadolu'nun herhangi bir kasabasında rahatlıkla karşılaşabileceğimiz insanlardır.
Zehra, kasabanın hovardası ipsiz Kemal tarafından kaçırılıp İstanbul'a götürülmesiyle darbe yer. İpsiz Kemal, adı üzerinde, karanlık ve kirli işlerin adamıdır. Bir müddet sonra Zehra'yı koskoca şehirde yapayalnız bırakıp kaçar. Ama Zehra da yaman kızdır; "örs ile çekicin arasında dövüle dövüle çelik gibi olmuştur." Pavyonlara düşse de ayakta kalmayı başarır. Tövbekâr olup kasabaya geri döner. Cihan'ın babası olan Mahir Hoca'nın sahip çıktığı Zehra, geçmişte yaşadıklarına rağmen yeniden kasabada insanların takdirini kazanmayı başarır.
Cihan, babası gibi marangozluk yapmakta ve camide ezanları okumaktadır. Kendini bir türlü ifade edemeyen Cihan, yakışıklı ama tutuk bir delikanlıdır. Daha sonraları vicdan azabı yaşamasına da sebep olacak olan tutukluğu kendisine çok pahalıya mal olacak ve sevdiğine bir türlü kavuşamayacaktır.
Ahmet, delikanlı pozlarına rağmen, para için kardeşini harcamaktan çekinmeyen, hatta bu uğurda kızını dahi gözden çıkarmayı düşünebilecek kadar düşmüş bir insan müsveddesidir.
Ve Mahir Hoca, tüm bu fırtınanın ortasında sığınılabilecek güvenli bir liman. Modernleşme temayüllerine rağmen geleneği devam ettirme kaygısı taşıyan kasabalının da sevip saydığı bir imam.
Kapıları Açmak, Mahir hoca'nın ağzından söyletilen "Kızcağız zaten biliyoruz zorla kaçırıldı. Zorla o yola düştü. Şimdi gayrete gelmiş, pişman olmuş, tövbe etmiş, bize sığınmış. Cenab-ı Allah tövbe kapısını açık tutarken size ne oluyor?" sözleriyle; insanın elinde olmayan sebeplerden kötü yola düşebileceğini ve yaşadığı olumsuz hayata rağmen, insanın özünün sağlam kalabileceğini bizlere öğretmektedir.
Kutlu, Kapıları Açmak'ta, akan su gibi berrak dili ve üslûbuyla Türkçenin imkânlarını sonuna kadar kullanıyor. Bütün ihtişamı ile kendini gösteren cümlelerin birçoğunun altını çizmek zorunda kalıyoruz. İşte: "Günler birbirini ısıra ısıra geçti."
Mustafa Kutlu, kendisiyle yapılan bir söyleşide, "Allah varsa, trajedi yoktur" demişti. Dolayısıyla, bu hikâyesinde de trajedi değil, kader ve "Ne yapalım Allah'ın dediği olur" ifadesinde somut halini alan; "kaderine razı olanların sessizliği ile teslimiyet var.
Mustafa Kutlu hikâyesinin önemli bir özelliği de okuyan insanı etkiliyor olması. Zehra'nın "içinde ezan sesine bürünmüş yatan Cihan" ile son görüşmesinde "şu yandaki camide son bir defa ezan oku. Sonra git. Sesin bende kalsın istiyorum, içimde kalsın" sözleri, en mürekkebi kurumuş şaire bile, birkaç mısra yazdırmaya yetecek ilhama sahip.

  SON BAKIŞ:

Mustafa Kutlu hepimizin bildiği gibi Türk hikayesinin zirve isimlerinden. Yazdığı birçok hikaye kitabında, özetle Türkiye’yi anlatan bir usta. Türkiye’yi, yabancı bir sesle değil, halkın içinden kültür ve geleneğimizdeki özlerin izini sürerek anlatan bir yazar. Elbette özlerdeki yenilikleri, değişimleri, çelişkileri de es geçmeden. Akıcı ve sade üslubuyla okuru sürekli hikayenin içinde tutuyor.
Mustafa Kutlu’nun şimdiye kadar okuduğum eserlerinden edindiğim izlenim şu: öze dönüş, sevgi medeniyetine yürüyüş, kendi olarak kendi kalarak dünya medeniyetleri ile bütünleşme gibi konular işliyor.
Kutlu’nun eserlerini okurken sanki bütün bir yılın fotoğrafını çekmiş ve o fotoğrafta öne çıkan bir kare üzerine hikayeyi kaleme almış gibi bir düşünce hâsıl oluyor.
Bundan önceki hikayelerinde köye dönüşü anlatan Kutlu, Kapıları Açmak adlı hikayesinde köye dönüşle birlikte göçün tersine dönüşü ve tövbe konu ediliyor.
Kapıları Açmak hikayesinin kahramanı Zehra, önceleri duygularını dile getiremeyen bir kasaba kızı iken yaşamış olduğu acı tecrübeler neticesinde hayatta dik durmayı öğreniyor. Önceleri aşkını dile getiremez iken Kemal tarafından terk edilince üst komşunun yardımıyla yeni yeni tecrübeler ediniyor. Önceleri pavyonlarda çalışmaya başlayan Zehra, bu ortamda bile kendini koruyabiliyor. Bir namussuz tarafından sevdiğinden, kasabasından, ailesinden koparılan Zehra, namussuz ortamlarda bile namusunun koruyabiliyor. Üst komşusundan bez bebek yapmayı ve silah kullanmayı öğreniyor.
Hayatta bütün sevdiği değerlerini kaybeden Zehra, sonunda ölüm de olsa kasabasına dönmeyi göze alıyor.
Kasabada önce ağabeyi ile sonra kasabanın serserileri ile en sonunda Kemal ile mücadele etmek zorunda kalan Zehra bütün zorluklara göğüs gererek hayat mücadelesine devam eder.
Kasabada esnaf için yapmış olduğu bez bebekler iş kapısı oluyor. Kapısına dayanan serserileri silah ile defetmesi köyde imajının düzelmesini sağlıyor. Köye dönen Kemal, tekrar kendisine musallat olunca çok usta bir manevra ile Kemal’i öldürüyor. Soğukkanlı davranarak Kemal’in silahını ateşlemekle cezai işlemleri hafifletiyor. Son görüşmesini Cihan ile yapıyor.
Zehra kendi hikayesinde mücadelesini sürdüre dursun. Bizim ülkemizde bombalar patlamaya devam ediyor. Bütün geceyi dua ederek geçirdim. Ankara’nın göbeğinde patlayan bombalar 37 canımızı aldı, onlarca canımız yaralı.
Televizyonda haberleri sunan sunucu: Gün birlik olma günü; gün dimdik durma günü diyor.
Gün boyunca olayla ilgili yorumlara, haberlere baktım durdum.
Dünya küçülürken, ülkemiz küre ölçeğinde hedef büyütürken bu tür olay ve engellemeler olmaya devam edecek.
Efendimiz (sav) Medine’ye doğru giderken zorlukları aşmanın zorluklarını yaşamıştı. Ülkemiz sevgi medeniyetinin baş şehrine doğru yol alırken bunlar olmaya devam edecek. Allah ülkemizin yardımcısı olsun inşallah.




9 Mart 2016 Çarşamba

MENEKŞELİ MEKTUP



ESERİN KİMLİĞİ

ESERİN ADI: .Menekşeli Mektup
YAZARI: Mustafa KUTLU
YAYIN EVİ: Dergâh
BASKI SAYISI: 12. Baskı Mart 2015
SAYFA SAYISI: 159
İÇERİK (MUHTEVA) ÖZELLİKLERİ:

HİKÂYENİN KAHRAMANLARI:
Postacı: Hikayenin asıl kahramanıdır. Kendi halinde, sabırlı, iyi niyetli, yalnız bir insandır.
Kahvehane Sahibi: Postacının yalnızlığına derman olan, kahvede onunla sohbet eden, onu teselli eden karakter. Manevi bir güç olarak hikayede yer almış.
Amcaoğlu: Almanya seyahatinde postacıyı yalnız bırakmayan karakter.
İncila Hanımın Eşi: Sadakatsizliğin sembolü
İncila Hanım: Sabrın ve sadakatin sembolü
Remzi Bey: Koruyucu güç

ESERDE İŞLENEN KONU: 

Eserin temasını oluşturan temel kavram aşktır.  Konu ise postacının eşine duyduğu sevgi ve İncila Hanıma duyduğu derin hayranlıktır. Bu hayranlık duygusu zamanla aşk ile yer değiştirir. Zamanla postacı, İncila Hanımı evden kaçan hanımının yerine koyar ve ona aşık olur.
Eser bir kurmacadır.

ESERİN ANA FİKRİ

İnsan yalnızlığı.

ESERİN TÜRÜ:

Hikâye

ESERDE İŞLENEN TEMEL DEĞERLER:

Türk hikâye sanatının kıymetli isimlerinden Mustafa Kutlu, artık bir gelenek haline gelen Eylül kitaplarına bir yenisini daha ekledi: Menekşeli Mektup.
Kutlu, 2000 yılından beri tek hikâyelik kitaplar yayınlıyor. Bu kitapların Türk hikâye sanatına ne denli büyük katkılar sağladığını ve okuyucuyu nasıl sarıp sarmaladığını söylemeye gerek yok.

Uzun Hikâye ile başlayan bu süreç, Menekşeli Mektup’a gelene kadar Beyhude Ömrüm, Mavi Kuş, Tufandan Önce, Rüzgârlı Pazar ve Chef ile devam etmişti.

Menekşeli Mektup’ta üç hikâye var: Menekşeli Mektup, Hacca Gidebilmek ve Kar Üstüne Kar Damlar. Birinci hikâyede bir postacı, ikinci hikâyede hacca giden bir otobüs şoförü, üçüncü hikâyede de Sarıkamış İhata Hareketi sırasında Ruslara esir düşen iki asker anlatılıyor.

Mustafa Kutlu’nun özelliklerinden biri olan şiirsel anlatım, bu kitapta adeta zirve yapıyor. Kelimeler, “birbirini kanaviçe gibi dokuyor”, cümleler “ak mermere duru suyun damlaması” gibi akıyor. Ve kitabı okuyup bitirdiğinizde, “ahir ömrünüzde bir güzellik yapmış olmanın iç ferahlatan ezgisini dinliyorsunuz.” İçiniz yıkanıyor.

Kitapta yer alan üç hikâyenin ortak noktası, insanın yalnızlığı ve trajedisidir. Kutlu, kendisiyle yapılan bir söyleşide, “Allah varsa, trajedi yoktur” demişti. Dolayısıyla, bu hikâyelerin karşısına koymamız gereken şey, çile kelimesidir, çile doldurmak’tır. “Ölüm ile ayrılığı tartmışlar, elli gram ağır gelmiş ayrılık” gibi.

Kutlu, Menekşeli Mektup’ta birçok yeniliğe de imza atmış. Mesela, hikâye kahramanının yanına öyle birini yerleştiriyor ki, bu kişi, hem kahramanı sürekli taze tutuyor, hem de onun yükünü hafifletiyor. Bir mesaj verecekse eğer, bu mesajı da o kişinin üzerinden veriyor.

Kar Üstüne Kan Damlar hikâyesinde bu kişi Berham Çavuş’tur. O güçlü kuvvetli, boylu poslu adamın ağır şartlara dayanamayarak sendeleyip yıkılması, sonra da vefat etmesi, bir anlamda Osmanlı Devleti’nin sonunu çağrıştırıyor.

Hacca Gidebilmek hikâyesindeki anahtar karakter İhsan Abi’dir. O, konuya uygun olarak; yaşadığı olumsuz hayata rağmen, insanın özünün sağlam kalabileceğini bizlere öğretmektedir.

Menekşeli Mektup’ta ise Postacı’nın yanına konulan karakter, İncilâ Hanım’dır. Bu hanımdan sabır ve tutkuyu öğreniyoruz.

Kitaptaki yeniliklerden biri de, okuyucuyu daha çok hikâyenin içine çekmesi, metne dâhil etmesidir.

Kutlu, Menekşeli Mektup’ta Türkçenin imkânlarını sonuna kadar kullanıyor. Türkçe, bütün görkemi ile ilk cümleden son cümleye kadar kendini gösteriyor. Her sayfada bir ya da birkaç cümlenin altını çizmek zorunda kalıyorsunuz. İşte: “Umudu üzmek...”

Yine, diğer hikâyelerinde az rastlanan bir durum, bu kitabında bir iki adım öne çıkıyor. Kutlu, hayat bilgisini, yani tecrübesini, gerektikçe okuyucu ile paylaşıyor. Misal: “Her coğrafyanın, her iklimin kendi insanına hediye ettiği bir şahsiyet, bir özellik vardır. Dağın adamı adımlarını kaldıra kaldıra atar; her an tetiktedir, hareketli ve çeviktir; ovanın adamı ayaklarını sürüye sürüye gider, ağır ve dalgındır. Biri içe dönük, öteki dışa dönük olur vesaire.” (Sayfa 31)

Kutlu hikâyesinin önemli bir özelliği de okuyana ilham vermesi, ufkunu açmasıdır. Buna ‘etki’ de diyebiliriz. Sözgelimi, “Çocuklar büyüyor, rüzgârın etkisiyle” dizesi, Menekşeli Mektup okunurken yazıldı. Şairleri bile etkileyen bu şiirsel üslup, elbette hikâyecileri de etkileyecektir.


YAZARIN ÜSLUBU:

Bir çırpıda bitiveren bu hikâye kitabında 3 hikaye bulunmaktadır; Menekşeli Mektup, Hacca Gidebilmek, Kar Üstüne Kan Damlar. Menekşeli Mektup’ta ortak kaderler üzerinden gidilmiş bir yapı vardır. Postacının karısı tarafından terk edilmesi, İncila Hanım’ın kocasının Almanya’ya gidip haberlerinin gelmemesi, Alman yaşlı kadının kocasının ölmüş olması birbirlerini iyi anlayan insanların ortak bağlarıdır. Postacı, İncila Hanım’ın evine mektup getire- götüre onlarla ahbap olmuştur. Sonra İncila Hanımın kocasını aramaya Almanya’ya gider. Burada acı gerçeklerle karşılaşır. Kocası Hanımı aldatmıştır ve ona gelen mektupları Yaşlı kadın yazmaktadır. Postacı Almanya’dan döndüğünde gerçekleri İncila Hanım’a anlatamaz. Hikâye, postacının terk eden karısının ona dönmesiyle sonuçlanır. Baktığımızda olay hikâyesi olan bu eser bir durum hikayesi gibi sonuçlanmıştır.
Hacca Gidebilmek adlı hikâye ibretlik olaylar içermektedir. Kadir bir otobüs şoförüdür. Zorluklarla bir 302 alabilmiştir. Hacca hacı taşımak fikri ona hoş gelmiştir. Hem de hacı olmayı çok istemektedir. Hacca gidişi, orada olanlar ve asıl çözüm olan dönüş yolculuğunda başına gelenler onu çok etkilemiştir. Olaylar bağlı bir şekilde birbirini tamamlamaktadır. Hac yolculuğu ona hayatında vefakâr insanların varlığını göstermiştir.
            Son hikâye olan “Kar Üstüne Kan Damlar” hazin bir ölümün sonunda bir askerin hayatının kurtulmasına bağlı olarak birbirine bağlı iki olaydan oluşmaktadır. Genç kız hastalanır, nişanlısı onu kızakla kar üstünde şehre ulaştırmak için çırpınmaktadır. Kızın parmağına oğlanın aldığı gülün dikeni batınca parmağı kanar, bu kanlar o canını verene kadar kar üstünde gittikleri yol boyunca iz yapmaktadır. Sonunda kız can verir. Bir diğer olay ise Sarıkamış’ta bir askere bu kızın babası tarafından verilen, kızın çeyizinde kalan ihram ve yeleğin onun hayatını kurtarmasıdır. Birçok kişi soğuktan donarken, o asker, bu yelek ve ihram sayesinde kurtulmayı başarmıştır. Fakat sonunda Ruslara esir düşerek Sibirya’ya maden kamplarına çalışmak üzere gönderilir. Sonunda da şöyle bir dörtlük söyler;
“Yaşa padişahım yaşa,
Kan bulaşmış çatık kaşa,
Biz urusa esir düştük
Sebep oldu Enver paşa”

ÖZET:

Menekşeli Mektup
Postacı yalnız başına hayatını sürdüren dervişane bir ademdir. Bu devirde böyle antika adamlar da mı varmış dedirten cinstendir. Aşk adamıdır, tevekkül adamıdır, sabır adamıdır. Kahveye gider; yalnız oturur, gazete okur, evine döner; radyo dinler, düşüncelere dalar. Postacı’nın İncila hanıma dağıttığı hercai menekşeli pulu ve beraberinde umudu barındıran mektupları olur. Zamanla aralarındaki muhabbet ilerler. Postacı’nın İncila Hanım’a platonik aşkı başlar. Fakat hikaye tahminleri zorlayacak şekilde biter. Ya Tahammül Ya Sefer’e göndermeler vardır. Postacı seferle tahammül arasında mekikler dokusa da tahammül ağır basar ve sabrının meyvesini hikayenin sonunda alır.
Hacca Gidebilmek
Şoför Kadir ‘e 302 model arabasının sürprizlerle getirdiği Hac yolculuğunun hikayesidir. Gidişten ziyade dönüşün uzun hikayesidir. Mertlik mürüvvet nerede be kardeşim, derken “kul sıkışmayınca Hızır yetişmezmiş” sözünün hikmeti ortaya çıkar. Hacı Kadir bu yolculuktan çok şey öğrenmiştir.
Kar Üstüne Kan Damlar
Sarıkamış’ta bir yolculuktur. Allah u Ekber dağlarından aşıp düşmana ve tipiye karşı mücadeledir. Genç bir kızın ölümünün erattan birinin yaşamının kurtulmasına vesilesi olur.


  SON BAKIŞ:

Memleket hikâyecisi Kutlu’nun bu son kitabı, kendi memleketimizden gelen bir mektup sıcaklığında... Bundan önceki Chef kitabında Nerede duruyoruz? sorusuna açıklık getiren yazar, Menekşeli Mektupta yine aramızdan çekip çıkardığı kahramanlarla, bulunduğumuz yerde neye tutunarak durduğumuzun tespitini yapıyor. Çimen-çiçek kokularını içinize çekmişçesine, kitabı kapattığınızda aşk meselesi üzerinde düşünmeye başlıyorsunuz. Kutlu, son kitabında üç hikâye birden sunarak şaşırtıyor okuru. Ancak toplumdaki değişimlerin bireydeki etkisini irdeleme anlayışına dayanan Kutlu hikâyeciliğinin, son kitapta da bu temel tavrı koruduğunu belirtelim. Kitaptaki üç farklı hikâyenin ikisinde aşk konusu yoğun olarak öne çıkarken, Hacca Gidebilmek öyküsünde ilahi aşk bağlantılı ahlak meselesi tahlil ediliyor.
İsimsiz kahramanı postacının ağzından ironik bir aşk macerasını hikâye eden Menekşeli Mektupta yazar, sık sık hikâye ile kahramanı arasına girerek okuruyla hasbıhal etmekten geri durmuyor. Böylece okuyup yazmaktan çok, anlatmaya ayarlı Kutlunun tarzına kendinizi daha rahat kaptırırken, bu muhabbetin içinde kahramanın durumunu yazarla tahlil etmenin hazzını da yaşıyorsunuz. Bir gecekondu mahallesinde küçük bir evde yaşayan postacı, mahallemize uğrayan herhangi bir postacıdan farklı değil. Başından talihsiz bir evlilik geçen kahramanımız kendini TRT 4 radyosundaki türkülere kaptırmış giderken anlamadığımız aşk acısının adresi, menekşeli mektupların üzerinde beliriveriyor. Postacı her hafta şehirdeki bahçeli büyük eve binbir merakla mektuplar götürüyor; hercai menekşeli pullu mektuplar... Mektupları gönderen, evin sahibesi İncilâ Gülfem Hanımın kocası, Ahmet Ferit İlkeli... İlaç fabrikası kapanınca bağlantı kurmak için Almanya’ya giden Ahmet Bey, karısı İncilâ Hanıma her hafta düzenli olarak menekşeli mektup göndermekte ve postacı da bunları gide-gele platonik aşkla bağlandığı İncilâ Hanıma ulaştırmaktadır. Zamanla ilişkileri ilerleterek bir anlamda ailenin mahremiyetine giren postacı, İncilâ Hanımın kısacık yazılan her mektup sonunda yaşadığı psikolojik yıkım karşısında erimektedir. Tam o günlerde Ahmet Feritten adresi-zarfı ve pulu doğru, ancak yazısı farklı bir mektup gelince postacımız durumdan işkillenerek Almanyanın yolunu tutar ve mektuptaki adrese gider. Ancak genç bir Rumen kızıyla kayıplara karışan Ahmet Beyin yerinde yeller esmektedir. Mektupları ise aynı dertten muzdarip, komşusu olan yaşlı bir Alman kadın yazmaktadır. Geriye dönen postacıyı aynı zamanda alınyazısı beklemektedir.
302 otobüsle hac yolculuğu
Kitapta yer alan Hacca Gidebilmek isimli ikinci hikâye, adından da anlaşılacağı üzere bir hac yolculuğu. Kadir isimli bir uzun yol şoförünün 302 otobüsü ile hacca gitme serüvenine tanıklık eden öykü, ahlak çerçevesinden insanımıza bakıyor. Her hikâyesinde belli bir tezi işleyen hikâyeci, hac farizasını oradaki eksiklikleri çözümlemeye yönelik bir dille irdeliyor. Kutlunun birçok hikâyesinde ele aldığı insaniliğin yitirilişindeki para faktörü, bu hikâyede de apaçık bir şekilde ortada. Hacda bulunduğu süre içinde imandan ziyade insana bakan hikâye kahramanının gözünden yaşananları aktaran Kutlu, paranın yerine duayı koyarak kadim bir çerçeveyi hatırlatıyor okura ve kahramanı Hacı Kadirin ağzından şu tespiti yapıyor: Her kişi hacca gidebilir lâkin ancak er kişiler hacı olur. Böyle biline...
Son hikâye Kar Üstüne Kan Damlar, kitabın en kısa ama en vurucu hikâyesi. Kutlu bu hikâyede aşk, savaş, kader, tevekkül kavramlarını gerçek anlamlarıyla okuruyla paylaşıyor. Ölümün getirdiği acı bir ayrılıkla biten tertemiz bir aşktan kalanlar -bir keçe yelek ve bir ihram- Sarıkamış trajedisini yaşayan bir askerin vücudunu ölümden koruyor. Ama aynı askerin kaderini Sibiryadaki maden ocaklarında esir olarak çalışmaktan kurtaramıyor. Aşk, ölüm, savaş ve esareti yan yana getiren yazar, sade ve akıcı üslubuyla olağanüstü bir tablo çiziyor. Bize kalansa bu tablonun karşısına geçip eylül ayının habercisi Kutlu’nun kaleminin tadına varmak.


8 Mart 2016 Salı

İSTİKLAL MARŞI VE MEHMET AKİF ERSOY

İSTİKLAL MARŞI VE MEHMET AKİF ERSOY
Milletlerin hayatında, geleceklerine yön veren önemli olaylar, ismini tarihe kazımış abidevi şahsiyetler vardır. Genç nesillerin iyi yetişmeleri, geleceğe güvenle bakabilmeleri, milletin değerlerini yaşatabilmesi ve sahip çıkabilmesi ve milli şuuru ayakta tutabilmek için bu değerli kişiliklerin her daim hatırlanması gerekir. Bizde bu program vesilesi ile acizane bu sorumluluğumuzu yerine getirmekteyiz.
İşte kahramanlık destanımız, heybetli kimliğimiz, vatanseverlik örneğimiz, milletimizin yüreğinden çıkarak acılarını, umutlarını, kararlılığını haykırarak İstiklal Marşımız ile ölümsüzleştiren o abidevi kişilik Mehmet Akif Ersoy.
Düşman orduları Türk yurdunun her yerine sokulmuş, İzmir, Bursa gibi önemli topraklarımız düşmüş, İstiklal savaşımızın en zor günleri yaşanmaktadır. Mehmet Akif Ersoy İstiklal Marşımızı yazarken! Türk milleti tarihin en karanlık günlerindedir. Mehmet Akif, kurtuluş mücadelemizin Ege’deki merkezlerinden Balıkesir’e gider ve burada halktan aralarındaki ayrılıkları kaldırmalarını, düşmana karşı birleşmelerini isteyip, herkesi yurt savunmasına çağırır. O dönemde Anadolu iç isyanlarla karşı karşıyadır. Kurtuluş savaşı sürerken Mehmet Akif Kastamonu camilerinde yaptığı konuşmalarda, milli ve manevi değerlerin tehlikede olduğunu belirterek Müslümanları birliğe, düşmana karşı savaşmaya çağırır. Bu konuşmaların yayımlandığı dergi ve gazeteler Anadolu’nun bütün illerinde, sancaklar ve kazalardaki idarecilerle okutturulur. Kitaplar, broşürler şeklinde yeniden basılarak cephelere, köylere dağıtılır.
Genel Kurmay Başkanlığımız Saldırgan düşmana karşı Anadolu´da tutuşan heyecanı koruyacak; vatan sevgisini ve inancı canlı tutacak ve gelecekte milli bir marşımız olacak marşın hazırlanması gerektiğini bildirir. Millî Eğitim Bakanlığının bu öneriyi uygun bulması üzerine "İstiklâl Marşı Yazma Yarışması" düzenlenir ve 500 lira ödül konulur. Yarışmaya 724 şiir katılır. Bunlar arasından İstiklâl Marşı olacak bir şiir seçilemez. Mehmet Akif ise "Milletin kurtulacağını para ile mi söyleyeceğiz " diyerek bu yarışmaya katılmaz. Hasan Basri yarışma için konan ödülün ona verilmeyeceğine dair güvence verince ve Milli Eğitim Bakanı Hamdullah Suphi Tanrıöver’in isteği üzerine, O halde yazalım. Deyip “Kahraman Ordumuza" adlı şiirini yazar. Bu şiir 1 Mart 1921 tarihli TBMM toplantısında okunur ve 12 Mart 1921 tarihli toplantıda da ayakta alkışlanarak İstiklâl Marşı olarak benimsenir. Mehmet Akif Ersoy yarışma için konan ödülü almaz ve o, bu görevi ordu ve milletimiz adına yerine getirdiğini söyler.
İstiklal Marşı öyle bir dönemde öyle duygularla yazılmıştır ki her bir cümlesi bu milletin kanıyla verdiği mücadeleyi yüreğimizi yaka yaka anlatır bizlere. “Korkma” seslenişi acizce bir korkuyu değil, her karış toprağı şehit kanları ile yoğrulmuş aziz vatanımızın kaybedilme endişesini dillendirir. Durum ne olursa olsun esareti değil umudu öğütler. Çünkü esaret değil ümit bize yakışır! Arkadaş diyerek seslendiği gençlerdir, sizlersiniz. Bu vatanın korunması,
bastığı yerleri toprak diyerek geçmeyen; bu topraklar altında kefensiz olarak yatan şehit dedelerini unutmayan vefalı gençliğin eliyle olacaktır.
M.Akif : O günler ne samimi, ne heyecanlı günlerdi. Fakat bir gün bile ümidimizi kaybetmedik, asla yenik düşmedik. Zaten başka türlü çalışabilir miydik? Ne topumuz vardı, ne tüfeğimiz... Fakat imanımız büyüktü: O şiir, milletin o günkü heyecanının bir kıymetli hatırasıdır. O şiir bir daha yazılamaz... Onu kimse yazamaz... Onu ben de yazamam... Onu yazmak için o günleri yaşamak lazım..demiştir..
Sevgili Öğrenciler; İstiklal Marşını sevmek, ülkemizi sevmektir. Marşımızı coşkuyla söylemek, ülkemize sahip çıkmaktır. İstiklal Marşı tefekkürdür, ruhtur, heyecandır, şanlı mazimizdir. Onu ne kadar büyük bir coşkuyla okursak bu milletin onurlu destansı mücadelesine de o kadar sahip çıkmış oluruz. Bu bizlerin boynumuzun borcudur. Ancak o zaman üstad Mehmet Akif Ersoy’un “Allah bu millete bir daha İstiklal Marşı yazdırmasın” duası gerçekleşir.
Fikir ve şiir tarihimizde çok önemli bir yeri olan M. Akif, esarete isyan eden, milletini uyanmaya ve uyanık davranmaya çağıran bir aksiyon adamıdır. Mehmet Akif’in en büyük meziyeti, söyledikleri ile yaptıklarının örtüşmesidir. O, ülkesinin maddî–mânevî problemleri üzerinde kafa yormuş ve bunlara çağının çok ilerisinde çözümler üretmiştir. O, insanın faydasına olan medeniyetin peşindedir. Çünkü bilim ve teknoloji insanlığın ortak malıdır. Kültür ise, milletlere hastır; başka kültürlerle değiştirilemez. Akif Batı bilimini şekillendirmede ‘Kendi mâhiyyet-i rûhiyeniz olsun kılavuz.’ diyerek kendi millî kültürümüze ve îmânımıza işaret eder. Akif, Batı’nın alınacak yönlerini şöyle anlatır: ‘Alınız ilmini Garb’ın, alınız san’atini; Veriniz hem de mesâînize son sür’atini. Çünkü kaabil değil artık yaşamak bunlarsız; Çünkü milliyeti yok san’atın ve ilmin; yalnız.’
Akif’e göre asıl olan fazilettir, fazilet de insana Allah korkusundan gelir: ‘Ne irfandır veren ahlâka yükseklik, ne vicdandır; Fazilet hissi insanlarda Allah korkusundandır.’
Akif ayrımcılığa ve bölücülüğe karşı idi. O, her zaman birlikten kuvvet doğacağını belirtmiştir. O bunu şu mısralarında şöyle dile getirmiştir. Girmeden tefrika, bir millete düşman giremez, Toplu vurdukça yürekler, onu top dindiremez”
Sevgili öğrenciler, konuşmamın sonunda hem bu yüce destanı yazan üstadı, hem de yazdıran sayısız kahramanı rahmetle anar saygılar sevgiler sunarım.