8 Haziran 2016 Çarşamba

Mavi Kuş



ESERİN KİMLİĞİ
ESERİN ADI: Mavi Kuş
YAZARI: Mustafa KUTLU
YAYIN EVİ: Dergâh
İÇERİK (MUHTEVA) ÖZELLİKLERİ:
HİKÂYENİN KAHRAMANLARI:
Deli Kenan: Otobüsün sahibi ve şoförüdür. Uzun boylu, iri yapılı fiziki özelliklerinin aksine şefkatli, güler yüzlü, kimseye zarar vermeyen bir karakteri vardır. Yaşlı annesinden başka kimsesi yoktur
Avcı Bilal: Bilal kasabanın ileri gelen ailelerinden birinin oğludur. Deli Kenan ile birlikte büyümüşlerdir.
Doktor Yahya: Kasabanın doktorudur. Yıllardır tek başına yaşamaktadır.
Muavin Seyfi:  Otobüsün muavinidir. Biraz saf ve hayal dünyası geniştir.
Öğretmen Murat ve Eşi Neşe: Murat tayini buraya çıkmış faka eşi bu köyü istemediği için eşiyle ayrılma noktasına gelmiş öğretmendir.
Kemal: Kendisini mühendis olarak tanıtmıştır. Gerçekte polistir.
Beşir Ağa: Kasabanın ağasıdır. Ailesinin tek erkek evladı olduğu için bir herkes üzerine titremiş, her istediği gerçekleşmiştir.
Adil Usta: Nazım Usta’nın babasıdır. Daha önce marangozluk yaptığı için “Usta” lakabı oradan kalmıştır
Nazım:
 Adil Ustanın ilk karısından olan çocuğudur. Doğum sırasında kalça çıkıklığı olduğu için sakat doğmuştur. Sessiz sedasız bir adamdır.
Köylü ve Hasta Karısı: Biri oğlan biri kız iki çocukları vardır. Kadın hasta olduğu için onu şehirdeki doktora yetiştirmeye çalışmaktadırlar.
Gül: Arkeoloji okumaktadır. John ve Elizabeth’i gezdirmektedir.
John ve Elizabeth: Amerika’dan gelmişlerdir. Tarihi eser kaçakçılığı yapmaktadırlar.
Erol: İstanbul’a gitmek isteyen fakat parası olmadığı için otobüse kaçak binen çocuktur.
Koto Bayram: Karısını genç yaşta ince hastalıktan kaybetmiştir. İki çocuğu ve yaşlı babasıyla kalmıştır. Zorla geçinmektedir. Kenan hiç hoşlanmadığı halde bu aileye yardımcı olurdu.
Timur: Deli Kenan’ın babasıdır.
Hancı ve Karısı: Hancı Hasan yaşlı karısı ondan da yaşlı durmaktadır. Belki daha gençtir fakat karısı o kadar sıkıntı çekmiş ki Hancı Hasan’dan daha yaşlı durmaktadır.[1]

ESERDE İŞLENEN KONU: 
Hikâyede dünyanın faniliğiyle ilgili olarak kaydedilen unsurların yanı sıra, ‘yol' metaforu da düşünülebilir. Bilindiği gibi Klasik Edebiyatımızda ve diğer birçok düşüncede dünya hayatı yola benzetilmektedir. Yolun bir yerlere açılım sağlıyor oluşu, bir yerden bir yere götürüyor oluşu ve asıl önemlisi, Hz. Peygamber'in (s.a.s) dünya hayatını anlatmak için benzetilen unsur olarak yolu kullanışı bunda etkilidir. Hikâyede yazar, âdeta dünyayı minibüse doldurmuştur. Kahramanlar, bir yerden kalkmış başka bir yere gitmektedir ve bu esnada da birtakım olaylar yaşamaktadırlar. Farklılıklarıyla beraber, her biri satıhta eşittir: Minibüsün şartlarıyla mukayyettirler. ‘Saatin zamanı bölmediği' dönemlerde sahip oldukları hikâyeleriyle her biri, bir âlem hüviyeti taşımaktadır. 

ESERİN ANA FİKRİ
Kutlu, tercih ettiği sinematografik (fotoğraf sanatı) anlatım tarzıyla hikâyenin muhtevası arasında birlik kuruyor. Yazar, bir anlamda bize filmi anlatıyor. Ancak klasik anlamda üçüncü şahsın anlatımını tercih etmiyor ve zaman zaman okuyucuyla diyaloga geçiyor. Bu yönüyle kendini her zaman hissettiriyor. Fakat üslubundaki samimiyet, okuyucunun anlatıcı arkasında rahatlıkla sürüklenmesine imkân tanıyor. Yazarın anlatımdaki samimiyetin unsurları olarak tercih ettiği dili, atasözü, deyim ve halk söyleyişlerini kullanmasını de sayabiliriz.

Netice olarak Kutlu'nun Mavi Kuş'u, sağladığı açılımlarla edebiyat dünyamızda farklı ve önemli bir yer tutmaktadır. Yazarın, bu hikâyesinde ele aldığı konuya ve kullandığı üsluba verdiği önemi, son hikâye kitabında da benzer konu ve üslubu devam ettirmesi bakımından görmek mümkündür. Özellikle edebiyatın ‘paralize' olduğu bir dönemde, Kutlu'nun eserlerinin taşıdığı edebî hüviyet, onu ve eserlerini ayrıca önemli kılmaktadır.
ESERİN TÜRÜ:
Hikâye
ESERDE İŞLENEN TEMEL DEĞERLER:
Kitap, yazarının da belirttiği gibi ‘hikâye ile roman arası' bir hüviyet taşıyor. Esasen kitabı, bir roman saymak mümkündür. Çünkü kitap, bir romanın tazammun ettiği tüm hususiyetleri haiz bulunuyor. Toplam kırk iki bölümden oluşan eserin birinci bölümü, kasabayı tanıtıcı mahiyette ve Şark hikâyeciliğindeki, anlatıcının, dinleyiciyi hikâyeye hazırladığı kısmın üslubunu taşıyor. Yazar, burada kasaba meydanını mekânlarıyla ve insanlarıyla tanıtıyor. Bu tanıtımda sinematografik dikkat özellikle fark ediliyor. Bir yandan da okuyucuyla diyaloga geçerek onu hikâyenin havasına hazırlıyor. Ancak yazar, bu bölümün sonunda ‘Yahu ben meddah mıyım?' diyerek okuyucuya da bir ‘sınır' çiziyor ve ‘kitabın hissiyatına ortak' olması için okurla beraber hikâyesini anlatmaya başlıyor.

Hikâye, Mavi Kuş adlı minibüsün ‘kavurucu bir öğle sıcağında', köyden tren istasyonuna hareket etmesiyle başlıyor. Yazar, minibüs hareket etmeden yavaş yavaş hikâyenin kahramanı olan yolcuların meydanda toplanışını anlatıyor. Geriye dönüş tekniğiyle kahramanların geçmişlerini okuyucuya sunuyor. Bunu, kâh yolcular meydanda toplanıncaya kadar yapıyor, kâh yolculuk esnasında. Bu bakımdan yazar, her ne kadar birinci bölümün sonunda ‘Kasabadan şimdi çıkıp gideceğiz.' dese de şahsî hikâyeler vasıtasıyla okur, sık sık kasabaya dönüyor.
 
YAZARIN ÜSLUBU:
Son dönem Türk hikâyeciliğinde kendine mahsus üslup kazanıp önemli bir yer edinen yazarlardan biri de Mustafa Kutlu'dur. Kutlu'nun, Mavi Kuş adlı eseri, birçok bakımdan dikkat çekicidir. Yazar, Uzun Hikâye isimli kitabıyla başlattığı, daha ziyade şeklî, kısmen de muhtevayla ilgili değişimi, Mavi Kuş'ta da devam ettiriyor. Kutlu, Şark hikâyeciliğinin birçok unsurunu, kendi sanatını inşa yolunda kullanıyor. Kendisiyle yapılan röportajlarda dile getirdiği gibi, Şark hikâyeciliğindeki ‘az sözle çok şey anlatma' hususu, onun sanatının esaslı noktalarından birini oluşturmaktadır. Ayrıca Kutlu'nun, Türk hikâyeciliğinin önemli isimlerinden Sabahattin Ali ve Sait Faik üzerine de incelemeleri olduğu hatırlanırsa, onun sanatının birçok kaynaktan beslendiği anlaşılacaktır. Bir anlamda Kutlu, Şark hikâyeciliğinin bazı hususiyetlerini modern hikâye anlayışı içerisinde yeniden yoğurmuştur. Ancak Kutlu'nun, kelimenin edebî anlamında "modern" olduğu da ortadadır.

Mustafa Kutlu, Uzun Hikâye'ye kadarki hikâyelerinde, Şark hikâyeciliğinin yukarıda kaydettiğimiz hususiyetinin yanı sıra, ağırlıklı olarak Türk toplumunun yaşadığı sosyal değişimi eserlerine taşımıştır. Bu bakımdan Kutlu'nun hikâyeciliğini üç döneme ayırabiliriz: Birinci dönem, Kutlu'nun çıraklık dönemidir. Ortadaki Adam(1970) ve Gönül İşi(1974) adlı eserleri bu kategoride mütalaa edilebilir. Bu hikâye kitapları, Kutlu'nun dil ve üslup bakımından tam bir olgunluğa henüz ulaşamadığı dönemi ifade etmektedirler. Ancak Kutlu'nun ileriki yıllarda yazacağı konuları ima etmeleri bakımından da önemlidirler. İkinci dönem ise Kutlu'nun kendi ‘sesini' bulduğu dönemdir. Gerek dil, gerekse üslup bakımından belli bir olgunluğa ulaşan yazar, bu dönemde, Türk toplumunu birçok yönüyle eserlerine taşımaktadır. Bu sosyal konular içerisinde, köyden şehre göç ve bu göçün sebep olduğu ruhî çürüme, toplumsal değerlerin mahiyetini ve yaptırım gücünü kaybedişi, gençliğin yaşadığı ideolojik olaylar ve tasavvuf öne çıkar. Uzun Hikâye ile başlatılabilecek üçüncü dönem ise, yazarın kendi ifadesiyle ‘daha eğlenceli' bir üslubun hâkim olduğu eserleri içermektedir. Ancak burada şu husus belirtilmelidir ki, alanında kendini ispatlamış yazarların kendilerine mahsus sesleri vardır. Bu sebeple Kutlu'nun ‘eğlenceli' tabirini yazarın kendi sesi içerisinde değerlendirmek gerekir. Bu durum, üslubun ardında kendini kuvvetle sezdirmektedir. Esasen bu dönemi, ‘eğlenceliden ziyade Kutlu'nun hikâyelerindeki anlam katmanlarını çoğalttığı bir dönem olarak saymak mümkündür.

Köyden şehre göç, toplumsal değerlerdeki çürümüşlük ve neticede ortaya çıkan dejenerasyon, bu dönemdeki eserlerinde de önemli konular olarak yer almaktadır. Yazarın Mavi Kuş adlı eseri üçüncü bölümde mütalaa edildiğinden dolayı, diğer iki bölümden ziyade üçüncü bölüm üzerinde durulacaktır. Bu doğrultuda, bir katman sıralaması yapmak gerekirse; Kutlu'nun söz konusu üçüncü döneminde, eserlerinde üçlü bir anlam katmanı olduğu varsayılabilir. Birinci katman, günlük yaşantı ve olaylardan müteşekkildir. Hikâyenin ‘akan' kısmını oluşturan bu katman, hikâyedeki merak unsurunu beslemektedir. İkinci anlam katmanında ise, günlük yaşantı, olayların sebepleri ve sonuçları mahiyetinde olan durumlar ve fikirler yer alır. Bu katman, hikâyede ‘duran' kısımdır. Üçüncü katman olarak da, dünyanın faniliği, bu bağlamda da tasavvuf sayılabilir. Bu katmana, ‘tefekkür' hakimdir. Yukarıda yapılan tasnifi misallendirecek olursak; birinci katman için Uzun Hikâye'de, kahramanın köyden şehre göçünü, Beyhude Ömrüm'de bahçenin yapılışı ve bu esnada vuku bulan olayları, Mavi Kuş'ta da köyden istasyona yapılan yolculuğu örnek gösterebiliriz. Dikkat edilirse bu hususlar, hikâyenin daha ziyade ‘akan' taraflarıdır. İkinci katman için Uzun Hikâye'de başkahramanın yaşadığı hadiseler vasıtasıyla ortaya konulan Türkiye'nin siyasî yönünü, Beyhude Ömrüm'de köyden şehre göçü, Mavi Kuş'ta da yine köyden şehre göçü ve her kahramanın ‘şahsî hikâye'si vasıtasıyla dile getirilen meseleleri sayabiliriz. Üçüncü katmana gelince, görülmektedir ki, üç kitapta da tema aynıdır: Dünya bir oyun alanıdır ve fanidir. Uzun Hikâye'de, babanın hayata koyduğu son noktadan, oğulun yaşamaya başlaması bir döngüsellik içerisinde dünyanın fani akışına telmihte bulunmaktadır. Beyhude Ömrüm'de ise, bahçe metaforu etrafında bu mesele ele alınır. İnsan fanidir, bu dünyaya bir bahçe kurmaya gelir. Bahçeyi kurabildiği oranda da bakidir. Çünkü insan, hikâyede bahçeyi kuran kahraman gibi ölecek ve -eğer kurduysa- bir bahçeye gömülecektir.
 

Aynı şekilde Mavi Kuş'ta dünyanın faniliği, bir oyun sahnesi metaforu etrafında ortaya konulur.

ÖZET:
Mavi Kuş, maviye boyanmış, bakımsız, önünden geçenlerin dikkatini çeken, değişen parçaları yüzünden hangi marka olduğu belli olmayan, paslanmış, yer yer dökülmüş ve solmuş boyalı, şoför kapısının üzerinde hangi kuş olduğu belli olmayan, kanatlarını açmış, beyaz bir kuş resmi resmin hemen altında da “Mavi Kuş” yazısı yer alıyordur. Deli Kenan otobüsün tamiriyle uğraşırken Seyfi’de öğle yemeğini yemekteydi. Beyaz keten ceketli, beyaz pantolonlu, hasır şapkalı, şişman, dazlak, yabancı olduğu her halinden belli olan adam kutularını bagaja koyuyordu. Sefa Oteli’nin üst pencerelerinden bakan adam dürbünle bu adamı gözetliyordu. Daha sonra dürbünü koyarak Çardaklı kahvesine yöneliyor bu defa orada oturan iki bayanı izlemeye başlıyordur. Bu sırada bir köylü sırtında taşıdığı hasta karısını otobüse getirmeye çalışıyordu. Kadın çektiği acıyı saklamaya çalışmaktadır. Otobüse vardıklarında kadın ve adam çocuklarına ve babasına ağlayarak sarılarak vedalaşırlar. Otelde ki genç yine Çardaklı Kahveyi gözlemektedir. Kahvede arkada masaların birinde buralarda görülmeyen iki tip baş başa vermiş fısıltıyla konuşmaktadırlar. Adil Ustanın Mardin’de askerdeyken Nazım adında bir oğlu olur. Adil Usta Mardin’de askerdeyken Arap bir kıza aşık olmuştur. Ondan da Davut isimli bir çocuğu olmuştur. Adil Usta köye geri döndükten sonra karısı kahrından ölmüş Nazım’a babaannesi bakmıştır. Sonra Nazım’ı yanlarına almışlar fakat Nazım’a burada üvey annesi ve Davut eziyet etmiş Adil Ustada Nazım’ı hor görmeye başlamıştır. Buna dayanamayan Nazım, Davut’u öldürüp İstanbul’a kaçmaya karar verir. Otobüs hareket saatine hazırlanırken Nazım dükkanını kapatır ve otobüse biner. Tam bu sırada genç karı-koca yüksek sesle tartışarak otobüse doğru gelmektedir. Erkek alttan aldıkça kadın iyice bağırmaktadır. Erkek öğretmen olduğu için tayini buraya çıkmış, kadın ise burada kalmak istemiyor bunun için tartışıyorlardı. Mavi Kuş’un yolcuları arasında Doktor Yahya’da vardı. Doktor Yahya karısından boşanmış boşandıktan sonrada bu kasabaya tayinini istemiştir. Senelik iznini kullanmak üzere İstanbul’a gitmektedir. Sokağın iki tarafında uzanmış duvarın üzerinde iki çocuktan birisi olan Erol gizli olarak otobüse binme planları yapmaktadır. Planını gerçekleştirerek otobüse binecektir. Az sonra fiyakalı bir atla otobüsün önünde Beşir Ağa belirir. Beşir Ağa Ankara’dan gelecek önemli misafirler için trene yetişmek istemektedir. Jandarma da aralarında bir mahkumla gelmektedirler. Jandarmada geldikten sonra Deli Kenan bütün yolcuları otobüse çağırır. Yabancı karı koca bir koltuğa anlarında ki kızda bir koltuğa oturmuştur. Otelin penceresinden meydanı izleyen genç adam gelip güzel kızın yanına oturmuş ve yolculuk başlamıştır. Genç adam kendisini mühendis olarak tanıtsa da aslında tarihi eser kaçakçılığını takip eden polis memurudur. Deli Kenan kedisi olmadan asla yolculuğa çıkmamaktadır. Kedi gelip Kenan’ın kucağına oturduktan sonra yolculuk başlar. Yolda biraz ilerledikten sonra köylülerle karşılaşırlar Deli Kenan durup köylülerden domates, maydanoz, salatalık ve ayran alır. Otobüste ki yolculara bunları ikram eder. Almak istemeyen olduğu zaman zorla ikram eder. İleride ki dereden geçerken otobüs çamura saplanır. Koto Bayram inekleriyle otobüsü çamurdan çıkarmak karşılığında Kenan’dan para alır. Dereyi geçtikten sonra Kenan Bilal’i görür ve onu da otobüse alır. Bilal bir kızı sevmiş onunla evlenmiş, daha sonra karısı hamile kalmış fakat çocukları ölü doğmuştur. Karısı da bu olaydan sonra can vermiştir. Bilal’in bu durumu atlatması için arkadaşı Kenan onu avcılığa alıştırmıştır. Kenan Seyfi’den alet çantasını getirmesini istemiştir. Seyfi bagaja çıktığında brandanın altında Erol’u görmüştür. Erol’a orada ne işi olduğunu sorar Erol kendisinin ikinci muavin olduğunu söyler. Seyfi biraz saf olduğu için buna inanır, birinci muavin kendisi olduğu için gururlanarak aşağıya iner ve Kenan’a olanları anlatır. Han’a vardıklarında Hancı Hasan otobüsün geleceği saati bildiği için hazırlıklarını yapmış onları beklemektedir. Herkes bir şeyler yemek için aşağıya iner. Hasta kadını da kocası sırtına alarak indirmiş kadın burada iyice fenalaşmıştır. Erol’unda karnı acıkmış yanına aldığı elmaları yemektedir. Doktor hasta kadına bakmak için kadının yanına gider. Fakat kadın vefat etmiştir. Otobüs ölen kadını ve kocasını orada bırakarak yoluna devam etmiştir. Tren garına çok az bir yol kala otobüs aniden durdu. Tekerleğinin patladığını anlayınca tekerleği yaptılar tam takacakları sırada Seyfi tekeri elinden kaçırdı. Hava karanlık olduğu için tekeri biraz zor buldular. Tekerleği bulup taktıktan sonra yollarına devam ettiler. Akşam havanın soğumasından dolayı üşüyen Erol John’un kutusunun içindeki antikaları aşağıya atarak kutunun içine girerek uyumuştur. Az ilerde istasyonun ışıkları görünmeye başlamıştı ki bu sefer de polis otobüsü arama yapmak için durdurdu. Bunu duyan John ve Elizabeth’in içine korku düştü. Tam bu esnada nazım Usta vicdan azabına dayanamayarak “Ben öldürdüm” diye polislerin önüne atladı. Ancak polislerin aradığı kişi o değildi. Polisler Nazım’ı tutuklayarak aramaya devam ettiler. Kasaların içine bakarlarken aradıkları tarihi ederlerin yerine Erol’la karşılaştılar. Polisler çok şaşırdılar. Bunu gören John ve Elizabeth rahat bir nefes aldılar.
Erol yolun vermiş olduğu yorgunluk, uyuşukluk ve açlık yüzünden kendini toparlayamayarak kendini seyredenlerin yüzüne aptalca bakmaktadır.
Tam bu sırada yüksek bir ses dur diye bağırır ve ışıklar yanar. Meydanda ki sahnenin bir film seti olduğu anlaşılır

  SON BAKIŞ:
Gelenler, gidenler – yerleşenler, ayrılanlar – üzülenler, sevinenler – hasretle beklenenler, hasreti çekilenler - umutlar, hayaller vs. Bütün bunların yanında dünyamız emredildiği üzere kendi mecrasında yol almaya devam ediyor. Bizler için kimi günler sevinçle, kimi günler umutla beklenmeye devam ediyor. Zaman nede çabuk geçiyor: Koskocaman eğitim – öğretim yılı son demlerine gelmiş bulunuyor. Okumak üzere almış olduğum Mustafa Kutlu’nun eserleri bitti. Bu değerlendirmenin dışında son değerlendirmesini yapacağım bir eser kaldı. İnşallah bundan sonra üstadımın bütün eserlerini değerlendiren bir yazı yazmayı düşünüyorum. Tabii kısmet olursa.
Güzelim memleketimin hasımları durmadan kötülük yapmaya devam ediyorlar. Her gün yüreğimiz ağzımızda bekliyoruz. Askerimiz, polisimiz ve sivil insanlarımız şehadet şerbetini içip rahmeti rahmana kavuşuyorlar. Dün Vezneciler, bugün Midyat. Rabbim beterinden korusun.
Dünyamızın yeni oluşumları gebe olduğunu daha önceki değerlendirme yazılarımda belirttim. Sıkıntılı bir dönemden geçiyoruz. İnşallah önümüz yemyeşil bir vadi.
Ramazan tüm bereketi ile birlikte geldi. Ama gafil insanlar bunun farkında mı? Mekkeli müşriklerin bile bu aylarda kan dökmeye yasakladıklarını biliyoruz. Güzelim ülkemde neden durmuyor bu kan?
Vazgeçmek yok, çalışmaya daha çok çalışmaya devam edeceğiz. Bu mübarek ayda duaya her zamankinden daha çok ihtiyacımız var.





[1] Diyadin.net

1 yorum: