ESERİN KİMLİĞİ
ESERİN ADI: Mavi Kuş
YAZARI: Mustafa KUTLU
YAYIN EVİ: Dergâh
İÇERİK (MUHTEVA)
ÖZELLİKLERİ:
HİKÂYENİN KAHRAMANLARI:
Deli Kenan: Otobüsün sahibi ve şoförüdür. Uzun boylu, iri yapılı fiziki
özelliklerinin aksine şefkatli, güler yüzlü, kimseye zarar vermeyen bir karakteri vardır. Yaşlı annesinden başka kimsesi
yoktur
Avcı Bilal: Bilal
kasabanın ileri gelen ailelerinden birinin oğludur. Deli Kenan ile birlikte
büyümüşlerdir.
Doktor Yahya: Kasabanın
doktorudur. Yıllardır tek başına yaşamaktadır.
Muavin Seyfi: Otobüsün
muavinidir. Biraz saf ve hayal dünyası geniştir.
Öğretmen Murat ve Eşi Neşe: Murat
tayini buraya çıkmış faka eşi bu köyü istemediği için eşiyle ayrılma noktasına
gelmiş öğretmendir.
Kemal: Kendisini mühendis olarak tanıtmıştır. Gerçekte polistir.
Beşir Ağa: Kasabanın
ağasıdır. Ailesinin tek erkek evladı olduğu için bir herkes üzerine titremiş,
her istediği gerçekleşmiştir.
Adil Usta: Nazım
Usta’nın babasıdır. Daha önce marangozluk yaptığı için “Usta” lakabı oradan
kalmıştır
Nazım: Adil Ustanın ilk karısından olan çocuğudur. Doğum sırasında kalça çıkıklığı olduğu için sakat doğmuştur. Sessiz sedasız bir adamdır.
Nazım: Adil Ustanın ilk karısından olan çocuğudur. Doğum sırasında kalça çıkıklığı olduğu için sakat doğmuştur. Sessiz sedasız bir adamdır.
Köylü ve Hasta Karısı: Biri
oğlan biri kız iki çocukları vardır. Kadın hasta
olduğu için onu şehirdeki doktora yetiştirmeye çalışmaktadırlar.
Gül: Arkeoloji okumaktadır. John ve Elizabeth’i gezdirmektedir.
John ve Elizabeth: Amerika’dan
gelmişlerdir. Tarihi eser kaçakçılığı yapmaktadırlar.
Erol: İstanbul’a
gitmek isteyen fakat parası olmadığı için otobüse kaçak binen çocuktur.
Koto Bayram: Karısını
genç yaşta ince hastalıktan kaybetmiştir. İki çocuğu ve yaşlı babasıyla
kalmıştır. Zorla geçinmektedir. Kenan hiç hoşlanmadığı halde bu aileye yardımcı
olurdu.
Timur: Deli
Kenan’ın babasıdır.
Hancı ve Karısı: Hancı
Hasan yaşlı karısı ondan da yaşlı durmaktadır. Belki daha gençtir fakat karısı
o kadar sıkıntı çekmiş ki Hancı Hasan’dan daha yaşlı durmaktadır.[1]
ESERDE İŞLENEN KONU:
Hikâyede dünyanın faniliğiyle ilgili
olarak kaydedilen unsurların yanı sıra, ‘yol' metaforu da düşünülebilir.
Bilindiği gibi Klasik Edebiyatımızda ve diğer birçok düşüncede dünya hayatı
yola benzetilmektedir. Yolun bir yerlere açılım sağlıyor oluşu, bir yerden bir
yere götürüyor oluşu ve asıl önemlisi, Hz. Peygamber'in (s.a.s) dünya hayatını
anlatmak için benzetilen unsur olarak yolu kullanışı bunda etkilidir. Hikâyede
yazar, âdeta dünyayı minibüse doldurmuştur. Kahramanlar, bir yerden kalkmış
başka bir yere gitmektedir ve bu esnada da birtakım olaylar yaşamaktadırlar.
Farklılıklarıyla beraber, her biri satıhta eşittir: Minibüsün şartlarıyla
mukayyettirler. ‘Saatin zamanı bölmediği' dönemlerde sahip oldukları
hikâyeleriyle her biri, bir âlem hüviyeti taşımaktadır.
ESERİN ANA FİKRİ
Kutlu, tercih ettiği sinematografik
(fotoğraf sanatı) anlatım tarzıyla hikâyenin muhtevası arasında birlik kuruyor.
Yazar, bir anlamda bize filmi anlatıyor. Ancak klasik anlamda üçüncü şahsın
anlatımını tercih etmiyor ve zaman zaman okuyucuyla diyaloga geçiyor. Bu
yönüyle kendini her zaman hissettiriyor. Fakat üslubundaki samimiyet,
okuyucunun anlatıcı arkasında rahatlıkla sürüklenmesine imkân tanıyor. Yazarın
anlatımdaki samimiyetin unsurları olarak tercih ettiği dili, atasözü, deyim ve
halk söyleyişlerini kullanmasını de sayabiliriz.
Netice olarak Kutlu'nun Mavi Kuş'u, sağladığı açılımlarla edebiyat dünyamızda farklı ve önemli bir yer tutmaktadır. Yazarın, bu hikâyesinde ele aldığı konuya ve kullandığı üsluba verdiği önemi, son hikâye kitabında da benzer konu ve üslubu devam ettirmesi bakımından görmek mümkündür. Özellikle edebiyatın ‘paralize' olduğu bir dönemde, Kutlu'nun eserlerinin taşıdığı edebî hüviyet, onu ve eserlerini ayrıca önemli kılmaktadır.
Netice olarak Kutlu'nun Mavi Kuş'u, sağladığı açılımlarla edebiyat dünyamızda farklı ve önemli bir yer tutmaktadır. Yazarın, bu hikâyesinde ele aldığı konuya ve kullandığı üsluba verdiği önemi, son hikâye kitabında da benzer konu ve üslubu devam ettirmesi bakımından görmek mümkündür. Özellikle edebiyatın ‘paralize' olduğu bir dönemde, Kutlu'nun eserlerinin taşıdığı edebî hüviyet, onu ve eserlerini ayrıca önemli kılmaktadır.
ESERİN TÜRÜ:
Hikâye
ESERDE İŞLENEN TEMEL DEĞERLER:
Kitap, yazarının da belirttiği gibi ‘hikâye ile roman arası'
bir hüviyet taşıyor. Esasen kitabı, bir roman saymak mümkündür. Çünkü kitap, bir
romanın tazammun ettiği tüm hususiyetleri haiz bulunuyor. Toplam kırk iki
bölümden oluşan eserin birinci bölümü, kasabayı tanıtıcı mahiyette ve Şark
hikâyeciliğindeki, anlatıcının, dinleyiciyi hikâyeye hazırladığı kısmın
üslubunu taşıyor. Yazar, burada kasaba meydanını mekânlarıyla ve insanlarıyla
tanıtıyor. Bu tanıtımda sinematografik dikkat özellikle fark ediliyor. Bir
yandan da okuyucuyla diyaloga geçerek onu hikâyenin havasına hazırlıyor. Ancak
yazar, bu bölümün sonunda ‘Yahu ben meddah mıyım?' diyerek okuyucuya da bir
‘sınır' çiziyor ve ‘kitabın hissiyatına ortak' olması için okurla beraber
hikâyesini anlatmaya başlıyor.
Hikâye, Mavi Kuş adlı minibüsün ‘kavurucu bir öğle sıcağında', köyden tren istasyonuna hareket etmesiyle başlıyor. Yazar, minibüs hareket etmeden yavaş yavaş hikâyenin kahramanı olan yolcuların meydanda toplanışını anlatıyor. Geriye dönüş tekniğiyle kahramanların geçmişlerini okuyucuya sunuyor. Bunu, kâh yolcular meydanda toplanıncaya kadar yapıyor, kâh yolculuk esnasında. Bu bakımdan yazar, her ne kadar birinci bölümün sonunda ‘Kasabadan şimdi çıkıp gideceğiz.' dese de şahsî hikâyeler vasıtasıyla okur, sık sık kasabaya dönüyor.
Hikâye, Mavi Kuş adlı minibüsün ‘kavurucu bir öğle sıcağında', köyden tren istasyonuna hareket etmesiyle başlıyor. Yazar, minibüs hareket etmeden yavaş yavaş hikâyenin kahramanı olan yolcuların meydanda toplanışını anlatıyor. Geriye dönüş tekniğiyle kahramanların geçmişlerini okuyucuya sunuyor. Bunu, kâh yolcular meydanda toplanıncaya kadar yapıyor, kâh yolculuk esnasında. Bu bakımdan yazar, her ne kadar birinci bölümün sonunda ‘Kasabadan şimdi çıkıp gideceğiz.' dese de şahsî hikâyeler vasıtasıyla okur, sık sık kasabaya dönüyor.
YAZARIN ÜSLUBU:
Son dönem Türk hikâyeciliğinde kendine mahsus üslup kazanıp
önemli bir yer edinen yazarlardan biri de Mustafa Kutlu'dur. Kutlu'nun, Mavi
Kuş adlı eseri, birçok bakımdan dikkat çekicidir. Yazar, Uzun Hikâye isimli
kitabıyla başlattığı, daha ziyade şeklî, kısmen de muhtevayla ilgili değişimi,
Mavi Kuş'ta da devam ettiriyor. Kutlu, Şark hikâyeciliğinin birçok unsurunu,
kendi sanatını inşa yolunda kullanıyor. Kendisiyle yapılan röportajlarda dile
getirdiği gibi, Şark hikâyeciliğindeki ‘az sözle çok şey anlatma' hususu, onun
sanatının esaslı noktalarından birini oluşturmaktadır. Ayrıca Kutlu'nun, Türk
hikâyeciliğinin önemli isimlerinden Sabahattin Ali ve Sait Faik üzerine de
incelemeleri olduğu hatırlanırsa, onun sanatının birçok kaynaktan beslendiği
anlaşılacaktır. Bir anlamda Kutlu, Şark hikâyeciliğinin bazı hususiyetlerini
modern hikâye anlayışı içerisinde yeniden yoğurmuştur. Ancak Kutlu'nun,
kelimenin edebî anlamında "modern" olduğu da ortadadır.
Mustafa Kutlu, Uzun Hikâye'ye kadarki hikâyelerinde, Şark hikâyeciliğinin yukarıda kaydettiğimiz hususiyetinin yanı sıra, ağırlıklı olarak Türk toplumunun yaşadığı sosyal değişimi eserlerine taşımıştır. Bu bakımdan Kutlu'nun hikâyeciliğini üç döneme ayırabiliriz: Birinci dönem, Kutlu'nun çıraklık dönemidir. Ortadaki Adam(1970) ve Gönül İşi(1974) adlı eserleri bu kategoride mütalaa edilebilir. Bu hikâye kitapları, Kutlu'nun dil ve üslup bakımından tam bir olgunluğa henüz ulaşamadığı dönemi ifade etmektedirler. Ancak Kutlu'nun ileriki yıllarda yazacağı konuları ima etmeleri bakımından da önemlidirler. İkinci dönem ise Kutlu'nun kendi ‘sesini' bulduğu dönemdir. Gerek dil, gerekse üslup bakımından belli bir olgunluğa ulaşan yazar, bu dönemde, Türk toplumunu birçok yönüyle eserlerine taşımaktadır. Bu sosyal konular içerisinde, köyden şehre göç ve bu göçün sebep olduğu ruhî çürüme, toplumsal değerlerin mahiyetini ve yaptırım gücünü kaybedişi, gençliğin yaşadığı ideolojik olaylar ve tasavvuf öne çıkar. Uzun Hikâye ile başlatılabilecek üçüncü dönem ise, yazarın kendi ifadesiyle ‘daha eğlenceli' bir üslubun hâkim olduğu eserleri içermektedir. Ancak burada şu husus belirtilmelidir ki, alanında kendini ispatlamış yazarların kendilerine mahsus sesleri vardır. Bu sebeple Kutlu'nun ‘eğlenceli' tabirini yazarın kendi sesi içerisinde değerlendirmek gerekir. Bu durum, üslubun ardında kendini kuvvetle sezdirmektedir. Esasen bu dönemi, ‘eğlenceliden ziyade Kutlu'nun hikâyelerindeki anlam katmanlarını çoğalttığı bir dönem olarak saymak mümkündür.
Köyden şehre göç, toplumsal değerlerdeki çürümüşlük ve neticede ortaya çıkan dejenerasyon, bu dönemdeki eserlerinde de önemli konular olarak yer almaktadır. Yazarın Mavi Kuş adlı eseri üçüncü bölümde mütalaa edildiğinden dolayı, diğer iki bölümden ziyade üçüncü bölüm üzerinde durulacaktır. Bu doğrultuda, bir katman sıralaması yapmak gerekirse; Kutlu'nun söz konusu üçüncü döneminde, eserlerinde üçlü bir anlam katmanı olduğu varsayılabilir. Birinci katman, günlük yaşantı ve olaylardan müteşekkildir. Hikâyenin ‘akan' kısmını oluşturan bu katman, hikâyedeki merak unsurunu beslemektedir. İkinci anlam katmanında ise, günlük yaşantı, olayların sebepleri ve sonuçları mahiyetinde olan durumlar ve fikirler yer alır. Bu katman, hikâyede ‘duran' kısımdır. Üçüncü katman olarak da, dünyanın faniliği, bu bağlamda da tasavvuf sayılabilir. Bu katmana, ‘tefekkür' hakimdir. Yukarıda yapılan tasnifi misallendirecek olursak; birinci katman için Uzun Hikâye'de, kahramanın köyden şehre göçünü, Beyhude Ömrüm'de bahçenin yapılışı ve bu esnada vuku bulan olayları, Mavi Kuş'ta da köyden istasyona yapılan yolculuğu örnek gösterebiliriz. Dikkat edilirse bu hususlar, hikâyenin daha ziyade ‘akan' taraflarıdır. İkinci katman için Uzun Hikâye'de başkahramanın yaşadığı hadiseler vasıtasıyla ortaya konulan Türkiye'nin siyasî yönünü, Beyhude Ömrüm'de köyden şehre göçü, Mavi Kuş'ta da yine köyden şehre göçü ve her kahramanın ‘şahsî hikâye'si vasıtasıyla dile getirilen meseleleri sayabiliriz. Üçüncü katmana gelince, görülmektedir ki, üç kitapta da tema aynıdır: Dünya bir oyun alanıdır ve fanidir. Uzun Hikâye'de, babanın hayata koyduğu son noktadan, oğulun yaşamaya başlaması bir döngüsellik içerisinde dünyanın fani akışına telmihte bulunmaktadır. Beyhude Ömrüm'de ise, bahçe metaforu etrafında bu mesele ele alınır. İnsan fanidir, bu dünyaya bir bahçe kurmaya gelir. Bahçeyi kurabildiği oranda da bakidir. Çünkü insan, hikâyede bahçeyi kuran kahraman gibi ölecek ve -eğer kurduysa- bir bahçeye gömülecektir.
Aynı şekilde Mavi Kuş'ta dünyanın faniliği, bir oyun sahnesi metaforu etrafında ortaya konulur.
Mustafa Kutlu, Uzun Hikâye'ye kadarki hikâyelerinde, Şark hikâyeciliğinin yukarıda kaydettiğimiz hususiyetinin yanı sıra, ağırlıklı olarak Türk toplumunun yaşadığı sosyal değişimi eserlerine taşımıştır. Bu bakımdan Kutlu'nun hikâyeciliğini üç döneme ayırabiliriz: Birinci dönem, Kutlu'nun çıraklık dönemidir. Ortadaki Adam(1970) ve Gönül İşi(1974) adlı eserleri bu kategoride mütalaa edilebilir. Bu hikâye kitapları, Kutlu'nun dil ve üslup bakımından tam bir olgunluğa henüz ulaşamadığı dönemi ifade etmektedirler. Ancak Kutlu'nun ileriki yıllarda yazacağı konuları ima etmeleri bakımından da önemlidirler. İkinci dönem ise Kutlu'nun kendi ‘sesini' bulduğu dönemdir. Gerek dil, gerekse üslup bakımından belli bir olgunluğa ulaşan yazar, bu dönemde, Türk toplumunu birçok yönüyle eserlerine taşımaktadır. Bu sosyal konular içerisinde, köyden şehre göç ve bu göçün sebep olduğu ruhî çürüme, toplumsal değerlerin mahiyetini ve yaptırım gücünü kaybedişi, gençliğin yaşadığı ideolojik olaylar ve tasavvuf öne çıkar. Uzun Hikâye ile başlatılabilecek üçüncü dönem ise, yazarın kendi ifadesiyle ‘daha eğlenceli' bir üslubun hâkim olduğu eserleri içermektedir. Ancak burada şu husus belirtilmelidir ki, alanında kendini ispatlamış yazarların kendilerine mahsus sesleri vardır. Bu sebeple Kutlu'nun ‘eğlenceli' tabirini yazarın kendi sesi içerisinde değerlendirmek gerekir. Bu durum, üslubun ardında kendini kuvvetle sezdirmektedir. Esasen bu dönemi, ‘eğlenceliden ziyade Kutlu'nun hikâyelerindeki anlam katmanlarını çoğalttığı bir dönem olarak saymak mümkündür.
Köyden şehre göç, toplumsal değerlerdeki çürümüşlük ve neticede ortaya çıkan dejenerasyon, bu dönemdeki eserlerinde de önemli konular olarak yer almaktadır. Yazarın Mavi Kuş adlı eseri üçüncü bölümde mütalaa edildiğinden dolayı, diğer iki bölümden ziyade üçüncü bölüm üzerinde durulacaktır. Bu doğrultuda, bir katman sıralaması yapmak gerekirse; Kutlu'nun söz konusu üçüncü döneminde, eserlerinde üçlü bir anlam katmanı olduğu varsayılabilir. Birinci katman, günlük yaşantı ve olaylardan müteşekkildir. Hikâyenin ‘akan' kısmını oluşturan bu katman, hikâyedeki merak unsurunu beslemektedir. İkinci anlam katmanında ise, günlük yaşantı, olayların sebepleri ve sonuçları mahiyetinde olan durumlar ve fikirler yer alır. Bu katman, hikâyede ‘duran' kısımdır. Üçüncü katman olarak da, dünyanın faniliği, bu bağlamda da tasavvuf sayılabilir. Bu katmana, ‘tefekkür' hakimdir. Yukarıda yapılan tasnifi misallendirecek olursak; birinci katman için Uzun Hikâye'de, kahramanın köyden şehre göçünü, Beyhude Ömrüm'de bahçenin yapılışı ve bu esnada vuku bulan olayları, Mavi Kuş'ta da köyden istasyona yapılan yolculuğu örnek gösterebiliriz. Dikkat edilirse bu hususlar, hikâyenin daha ziyade ‘akan' taraflarıdır. İkinci katman için Uzun Hikâye'de başkahramanın yaşadığı hadiseler vasıtasıyla ortaya konulan Türkiye'nin siyasî yönünü, Beyhude Ömrüm'de köyden şehre göçü, Mavi Kuş'ta da yine köyden şehre göçü ve her kahramanın ‘şahsî hikâye'si vasıtasıyla dile getirilen meseleleri sayabiliriz. Üçüncü katmana gelince, görülmektedir ki, üç kitapta da tema aynıdır: Dünya bir oyun alanıdır ve fanidir. Uzun Hikâye'de, babanın hayata koyduğu son noktadan, oğulun yaşamaya başlaması bir döngüsellik içerisinde dünyanın fani akışına telmihte bulunmaktadır. Beyhude Ömrüm'de ise, bahçe metaforu etrafında bu mesele ele alınır. İnsan fanidir, bu dünyaya bir bahçe kurmaya gelir. Bahçeyi kurabildiği oranda da bakidir. Çünkü insan, hikâyede bahçeyi kuran kahraman gibi ölecek ve -eğer kurduysa- bir bahçeye gömülecektir.
Aynı şekilde Mavi Kuş'ta dünyanın faniliği, bir oyun sahnesi metaforu etrafında ortaya konulur.
ÖZET:
Mavi Kuş, maviye boyanmış, bakımsız, önünden geçenlerin dikkatini
çeken, değişen parçaları yüzünden hangi marka olduğu belli olmayan, paslanmış,
yer yer dökülmüş ve solmuş boyalı, şoför kapısının üzerinde hangi kuş olduğu
belli olmayan, kanatlarını açmış, beyaz bir kuş resmi resmin hemen altında da
“Mavi Kuş” yazısı yer alıyordur. Deli Kenan otobüsün tamiriyle uğraşırken
Seyfi’de öğle yemeğini yemekteydi. Beyaz keten ceketli, beyaz pantolonlu, hasır
şapkalı, şişman, dazlak, yabancı olduğu her halinden belli olan adam kutularını
bagaja koyuyordu. Sefa Oteli’nin üst pencerelerinden bakan adam dürbünle bu
adamı gözetliyordu. Daha sonra dürbünü koyarak Çardaklı kahvesine yöneliyor bu
defa orada oturan iki bayanı izlemeye başlıyordur. Bu sırada bir köylü sırtında
taşıdığı hasta karısını otobüse getirmeye çalışıyordu. Kadın çektiği acıyı
saklamaya çalışmaktadır. Otobüse vardıklarında kadın ve adam çocuklarına ve babasına
ağlayarak sarılarak vedalaşırlar. Otelde ki genç yine Çardaklı Kahveyi
gözlemektedir. Kahvede arkada masaların birinde buralarda görülmeyen iki tip
baş başa vermiş fısıltıyla konuşmaktadırlar. Adil Ustanın Mardin’de askerdeyken
Nazım adında bir oğlu olur. Adil Usta Mardin’de askerdeyken Arap bir kıza aşık olmuştur. Ondan da Davut isimli bir çocuğu olmuştur.
Adil Usta köye geri döndükten sonra karısı kahrından ölmüş Nazım’a babaannesi
bakmıştır. Sonra Nazım’ı yanlarına almışlar fakat Nazım’a burada üvey annesi ve
Davut eziyet etmiş Adil Ustada Nazım’ı hor görmeye başlamıştır. Buna
dayanamayan Nazım, Davut’u öldürüp İstanbul’a kaçmaya karar verir. Otobüs
hareket saatine hazırlanırken Nazım dükkanını kapatır ve otobüse biner. Tam bu
sırada genç karı-koca yüksek sesle tartışarak otobüse doğru gelmektedir. Erkek
alttan aldıkça kadın iyice bağırmaktadır. Erkek öğretmen olduğu için tayini
buraya çıkmış, kadın ise burada kalmak istemiyor bunun için tartışıyorlardı.
Mavi Kuş’un yolcuları arasında Doktor Yahya’da vardı. Doktor Yahya karısından
boşanmış boşandıktan sonrada bu kasabaya tayinini istemiştir. Senelik iznini
kullanmak üzere İstanbul’a gitmektedir. Sokağın iki tarafında uzanmış duvarın
üzerinde iki çocuktan birisi olan Erol gizli olarak otobüse binme planları
yapmaktadır. Planını gerçekleştirerek otobüse binecektir. Az sonra fiyakalı bir
atla otobüsün önünde Beşir Ağa belirir. Beşir Ağa Ankara’dan gelecek önemli
misafirler için trene yetişmek istemektedir. Jandarma da aralarında bir
mahkumla gelmektedirler. Jandarmada geldikten sonra Deli Kenan bütün yolcuları
otobüse çağırır. Yabancı karı koca bir koltuğa anlarında ki kızda bir koltuğa
oturmuştur. Otelin penceresinden meydanı izleyen genç adam gelip güzel kızın
yanına oturmuş ve yolculuk başlamıştır. Genç adam kendisini mühendis olarak
tanıtsa da aslında tarihi eser kaçakçılığını takip eden polis memurudur. Deli
Kenan kedisi olmadan asla yolculuğa çıkmamaktadır. Kedi gelip Kenan’ın kucağına
oturduktan sonra yolculuk başlar. Yolda biraz ilerledikten sonra köylülerle
karşılaşırlar Deli Kenan durup köylülerden domates, maydanoz, salatalık ve ayran alır.
Otobüste ki yolculara bunları ikram eder. Almak istemeyen olduğu zaman zorla ikram eder. İleride ki dereden geçerken otobüs çamura
saplanır. Koto Bayram inekleriyle otobüsü çamurdan çıkarmak karşılığında
Kenan’dan para alır. Dereyi geçtikten sonra Kenan Bilal’i görür ve onu da
otobüse alır. Bilal bir kızı sevmiş onunla evlenmiş, daha sonra karısı hamile
kalmış fakat çocukları ölü doğmuştur. Karısı da bu olaydan sonra can vermiştir.
Bilal’in bu durumu atlatması için arkadaşı Kenan onu avcılığa alıştırmıştır.
Kenan Seyfi’den alet çantasını getirmesini istemiştir. Seyfi bagaja çıktığında
brandanın altında Erol’u görmüştür. Erol’a orada ne işi olduğunu sorar Erol
kendisinin ikinci muavin olduğunu söyler. Seyfi biraz saf olduğu için buna
inanır, birinci muavin kendisi olduğu için gururlanarak aşağıya iner ve Kenan’a
olanları anlatır. Han’a vardıklarında Hancı Hasan otobüsün geleceği saati
bildiği için hazırlıklarını yapmış onları beklemektedir. Herkes bir şeyler yemek için
aşağıya iner. Hasta kadını da kocası sırtına alarak indirmiş kadın burada iyice
fenalaşmıştır. Erol’unda karnı acıkmış yanına aldığı elmaları yemektedir.
Doktor hasta kadına bakmak için kadının yanına gider. Fakat kadın vefat
etmiştir. Otobüs ölen kadını ve kocasını orada bırakarak yoluna devam etmiştir.
Tren garına çok az bir yol kala otobüs aniden durdu. Tekerleğinin patladığını
anlayınca tekerleği yaptılar tam takacakları sırada Seyfi tekeri elinden
kaçırdı. Hava karanlık olduğu için tekeri biraz zor buldular. Tekerleği bulup
taktıktan sonra yollarına devam ettiler. Akşam havanın soğumasından dolayı
üşüyen Erol John’un kutusunun içindeki antikaları aşağıya atarak kutunun içine
girerek uyumuştur. Az ilerde istasyonun ışıkları görünmeye başlamıştı ki bu
sefer de polis otobüsü arama yapmak için durdurdu. Bunu duyan John ve
Elizabeth’in içine korku düştü. Tam bu esnada nazım Usta vicdan azabına
dayanamayarak “Ben öldürdüm” diye polislerin önüne atladı. Ancak polislerin
aradığı kişi o değildi. Polisler Nazım’ı tutuklayarak aramaya devam ettiler.
Kasaların içine bakarlarken aradıkları tarihi ederlerin yerine Erol’la
karşılaştılar. Polisler çok şaşırdılar. Bunu gören John ve Elizabeth rahat bir nefes aldılar.
Erol yolun vermiş olduğu yorgunluk, uyuşukluk ve açlık yüzünden kendini toparlayamayarak kendini seyredenlerin yüzüne
aptalca bakmaktadır.
Tam bu sırada yüksek bir ses dur diye bağırır ve ışıklar yanar.
Meydanda ki sahnenin bir film seti olduğu anlaşılır
SON BAKIŞ:
Gelenler, gidenler –
yerleşenler, ayrılanlar – üzülenler, sevinenler – hasretle beklenenler, hasreti
çekilenler - umutlar, hayaller vs. Bütün bunların yanında dünyamız emredildiği
üzere kendi mecrasında yol almaya devam ediyor. Bizler için kimi günler
sevinçle, kimi günler umutla beklenmeye devam ediyor. Zaman nede çabuk geçiyor:
Koskocaman eğitim – öğretim yılı son demlerine gelmiş bulunuyor. Okumak üzere
almış olduğum Mustafa Kutlu’nun eserleri bitti. Bu değerlendirmenin dışında son
değerlendirmesini yapacağım bir eser kaldı. İnşallah bundan sonra üstadımın
bütün eserlerini değerlendiren bir yazı yazmayı düşünüyorum. Tabii kısmet
olursa.
Güzelim memleketimin
hasımları durmadan kötülük yapmaya devam ediyorlar. Her gün yüreğimiz ağzımızda
bekliyoruz. Askerimiz, polisimiz ve sivil insanlarımız şehadet şerbetini içip
rahmeti rahmana kavuşuyorlar. Dün Vezneciler, bugün Midyat. Rabbim beterinden
korusun.
Dünyamızın yeni
oluşumları gebe olduğunu daha önceki değerlendirme yazılarımda belirttim. Sıkıntılı
bir dönemden geçiyoruz. İnşallah önümüz yemyeşil bir vadi.
Ramazan tüm bereketi
ile birlikte geldi. Ama gafil insanlar bunun farkında mı? Mekkeli müşriklerin
bile bu aylarda kan dökmeye yasakladıklarını biliyoruz. Güzelim ülkemde neden
durmuyor bu kan?
Vazgeçmek yok,
çalışmaya daha çok çalışmaya devam edeceğiz. Bu mübarek ayda duaya her
zamankinden daha çok ihtiyacımız var.
Gerçekten çok iyi
YanıtlaSil