2 Aralık 2015 Çarşamba

HUZURSUZ BACAK



ESERİN KİMLİĞİ

ESERİN ADI: Huzursuz Bacak
YAZARI: Mustafa KUTLU
YAYIN EVİ: Dergâh
BASKI SAYISI: 9. Baskı Eylül 2014
SAYFA SAYISI: 164
İÇERİK (MUHTEVA) ÖZELLİKLERİ:

HİKÂYENİN KAHRAMANLARI:

Ömer Faruk: Huzursuz Bacak, ana kahramanı Ömer Faruk’un yıllar sonra memleketine dönmesi ile başlamakta, bu dönüşte karşılaşılan manzara ve devam eden süreç bir kimlik problemini, bunalımını, kaymasını, değişmesini, kaybolmasını art ardına gelişen hadiselerle okura sunmaktadır.
Memleketin manzarası hiç de iyi durumda değildir. Kahramanın yaşadığı, gördüğü veya tanık olduğu her hadise şaşkınlığını bir kat daha arttırmaktadır. Tezatlar adeta insanların, toplumun, gündelik hayatın bir parçası haline gelmiştir. Herkes bundan nasibini alınca her adımda garip ama Türkiye gerçeğinden de öte daha derin bir çelişki bir anda tebarüz edebilmektedir.
Kahramanın babası bir tıp profesörü annesi de arkeoloji doçentidir. Fakat bu ailenin, evin temelinde Yasin’ler, ilahiler, dualar vardır. Babası ve onun nesli, muhafazakâr kesim,  kolejleri vatanın bağrına saplanmış bir hançer olarak görmektedir ama kahraman iyi bir öğrenim görmesi için bir koleje yazdırılmıştır. Üstelik bu muhafazakâr kesim, sonraları kendi kolejlerini kurmuş, açmış düşmanın silahıyla silahlanmak için bir kolejin bütün sistemini benimsemişlerdir.
Ömer Faruk’un gençliği sıkı fikir cereyanları içinde geçmiştir. Kendisi aktif militanlığa kaymamış, bağımsız, inançlı bir tip olarak çıkmaktadır karşımıza. Onun bu kimliği, gençliğinde sahip olduğu, inandığı, savunduğu bütün değerler hayatının bundan sonraki her safhasında adımlarını dahi etkiler, düzenler bir haldedir. Ülkede fikir çatışmalarının yaşandığı bir dönemde kahraman bütün gücü ve çevresi ile bu çatışmada yer almış, safını belirlemiş, bir grubun ya da cemaatin sözcülüğünden çok ilkelerin savunmasını yapmıştır. Elden giden bir memleketi, gücü, inancı ve gençliği ile kurtarmak azmindedir. Fakat yıllar sonra memlekete dönüşünde görür ki, kendisinin hâlâ inandığı, savunduğu değerlere ve ilkelere bağlı, aynı fikir dünyasında yer alan pek kimseler kalmamıştır. Hikâyenin sonunda büyük bir hayal kırıklığına dönüşen bu durum, kahramanın kendini tabiata vermesi ile çileğin, çiçeğin içine atması ile bir ruh ferahlamasına ve arınmasına dönüşür.
Tek sığınak, tek liman, tek fikir, tek sadık yâr topraktır, toprak kalmıştır.  
Huzursuz Bacak fikri, hayali, gücü, inancı olan birinin yıllar sonra gördükleri karşısında yaşadığı şaşkınlığın, travmanın yansıması, tezahürüdür. Bu ıstıraba artık bacağı da dayanmamakta bir anda tıklamakta, huzursuzlaşmaktadır.
ESERDE İŞLENEN KONU: 
Türkiye’nin geleceğiyle ilgili endişeler taşıyan Ömer Faruk yurtdışında akademik kariyer yapıyor. Memlekete dönüşünde, pek çok sathi meselenin çözüldüğünü, asli meselelerin ise olduğu gibi kaldığını görüyor. 
ESERİN ANA FİKRİ
Eserin her bölümü neredeyse bir kimlik meselesini ele almakta, işlemekte, yeniden gündeme getirmektedir. Mücahitlerin müteahhitliği, imzanın ve markanın çatışması, Türk İstanbul’unun çekilip gitmesi İstanbul’dan ve şehirlerimizden, fikir kulüplerinin gece kulübü, bar olması, evdekilerin kıymetsiz dışarıdan gelenlerin gözde olması, kanaat ekonomisine geçmemiz gerektiği gibi daha onlarca mesele bir büyük mesele etrafında ve bir hikâye tadında sunulmaktadır.


ESERİN TÜRÜ:
Hikâye

ESERDE İŞLENEN TEMEL DEĞERLER:

 Anadolu hayatının gerçeklerini, hükümet ve aydınların ihmallerinden yılmış, toprağı verimsiz bırakılmış memleketimizin ve insanımızın türlü görünüş ve hallerini yansıtmıştır.

YAZARIN ÜSLUBU:

Modern anlatının Yunus’udur Mustafa Kutlu. Ne kadar da sade, kolay söylenmiş ifadeler, ne kadar kolay okunuyor dediğiniz anda okuduğunuz cümlenin anlamını düşündüğünüzde, okuduğunuzun sadece göründüğü kadar olmadığını anlıyorsunuz.

ÖZET:

Çevremizde gördüğümüz ve yaşadıklarına inandığımız karakterlerin kalem tutucusu ve kendine has üslubuyla kutlu bir isim: Mustafa Kutlu…
 Öykü yazarlarına inat öykünün tam içindedir en samimi haliyle ve bir balkonda komşusuna laf atan sevimli bir komşu gibidir…
Sıcak varlığını her daim hissederiz.
Onunla sessizce kapıları aralarken ‘’Huzursuz Bacak’’ kitabıyla yüz yüze kalışımdır bu diyeceklerim…
‘’Siz bu hikâyeyi daha önce okumuştunuz’’ diyerek başlar seyrine Huzursuz Bacak…
Evet, bildik hikâyelerdir. Lakin o bildik acıları, yıllar öncesinde de, şimdi de aynı şekilde -bazen daha az, bazen daha çok-  her daim yaşadığımızdan dem tutar…
Hikâyeye olayın tam ortasından başlar ve bu bir Mustafa Kutlu taktiğidir…
 Okuyucuyu biraz daha şevklendirmek için yapmıştır. Yer yer tasvirlerle İstanbul’u serer gözler önüne… Anlatıcı hikâyenin birinci şahsı Ömer Faruk’tur.

Ülkenin en karışık zamanlarıdır. Vatandaşların saflarının belli etmek zorunda oldukları, bertaraf olanların hiçe sayıldığı anlardır. Ömer Faruk’ta muhafazakâr mahallelerde okumuşluğuyla saygın bir makamdadır hatta bir ara kendini birilerinin lideri olarak bulan bir karakterdir. Evet, muhafazakâr deriz ama Ömer sevmez bu kelimeyi… Kaypak bir tabir olduğunu düşünür ve hikâyenin ortalarında sorgular.
’’Ne demek muhafazakârlık?’’
Akademisyen bir arkadaşının tarif ettiği şu karmaşık tanım mıdır yoksa?
‘’İhtilalvari köklü değişikliklere tepki, eski kurum, gelenek ve teamülleri muhafaza, modernleşme karşıtlığı, kültürel ihyacılık gibi ana yönelişleri olan ideolojik ve siyasi akım.
Türk muhafazakârlığı esas olarak kültürel unsurlara yaslanır. Bilim teknoloji hayranlığı, taraftarlığı manasında kalkınmacı değişimci ve modernisttir. Devlete bağlı fakat iktisadi olarak devletçiliğe mesafelidir.’’
Kafası karışır. Ve bu tanımı kabullenmez. Daha sağlam bir tanım olmalı der ve dindarlık kavramını daha bir kabullenir ama yine de tam aklına yatmaz.
O karışık günlerde babasının ısrarıyla yurt dışında öğrenim görmeye giden Ömer Faruk yıllar geçer, tahsil biter ve akademisyen sıfatıyla ülkesine geri döner. Etrafı bir gözlemci edasıyla süzer. Adımını atar atmaz, onu bir intihar vakası karşılar.
Ülke alışmıştır ve intihar vakaları artık o insan atlamazsa çok çekilmez olur. Hatta insanlar kışkırtıcılık bile yapmaktadır. İnsanların bu durumu onu şaşırtır. Eve vardığında Fatma annesi ve ev ahalisi büyük bir mutlulukla karşılar onu. İşte huzursuz bacak mevzusunun başlangıcı bu güne dayanmaktadır. Haberleri izlerken, ülke gündemindeki keyifsiz mevzular bacağındaki ‘’ tık tık ‘’ ları tetikler olmuştur artık.
‘’Madem tıklayan bacağımız var, onun sayesinde gereken kapıları tıklatırız. Bize düşen budur. Bacağımı seviyorum. Her gece uyandırıp beni memleket meselelerini düşünmeye sevk ediyor. Bu huzursuzluğu duymak bile bir şeydir. Nedir?’’

Ülkenin geldiği olumsuz sonuçlarla her daim karşılaşma fırsatı onu daha fazla düşünmeye sevk eder. Mezarlıklarda bile rahat uyunmadığını fark etmesi acı olmuştur Ömer Faruk’un…
‘’Memleket gırtlağına kadar derde gömülmüş. Mezar taşına bile sahip çıkmayan devlet neyine sahip çıkabilir ki?’’
Milletin tabirlerdeki sığlığını gözler önüne serer Kutlu,  Ömer Faruk kılığında: ’’Cuma Müslümanlığı’’,’’Türk muhafazakârlığı’’
Mustafa Kutlu, Faruk’un ağzından yer yer aileyi de tanıtmış olur. Herkes sırası geldikçe tanınır. Aile içi münasebetlere bu öyküyle değinmiş olur Kutlu. Büyük ailelerdeki birbirlerini korumacı tavırları serer ortaya ve boşanan ailelerdeki çocuk psikolojisinden de sezdirmeden bahseder.
Ve hikâyenin ikinci yarısında Faruk’un iş arama çabasına şahit oluruz. İlk durağı rektörlüktür. Üniversitede işinin hazır olması sebebiyle rahattır, lakin o karmaşık günlerdeki takındığı tavırlar devletle yolunun kesişemeyeceğine dair ipuçları verir. Çünkü o bir dava adamıdır ve dolayısıyla o bir sabıkalıdır.
‘’ne olacak bu memleketin hali’’
İkinci durak bir mebus yanıdır. Eski sıcak günlerdeki dava arkadaşlarını bulmuştur: Dadaş Mehmet. Eski günler yer yer anılır zihninde.
‘’Eski günler. Huzursuz, hep tetikte olduğumuz günler. Ama mutluyduk. Hayallerimiz, ideallerimiz vardı. Ülkenin üzerinde kurtarıcı bir ruh dolaşıyordu sanki. Hemen herkes memleketi kurtarma sevdasındaydı. Şimdi yaprak bile kımıldamıyor. Provokatörler, taşeronlar, gizli servis eylemleri hariç. Onların sonu gelmez zaten’’
Siyasetin içinde yer almak istemez Ömer Faruk. En aranılan adam olmasına rağmen.
Yer yer karakterin bir taksiciyle kurduğu münasebetten ya da çevrede dolaşırken gördüğü manzaralarla ülke gündemini gözler önüne serer yazar. Bir siyasetname ve bir toplum makalesinden fışkırmış haller vardır kitapta yer yer. Okuyucuya ‘’işte durum bu’’ sloganları atar ve okuyucunun silkelenip Mustafa Kutlu’nun gerçekleri gösteren tavrıyla,   atağa geçmenin zamanının geldiğine yönelik ipuçları vardır.

Ömer Faruk dava arkadaşlarının para hegemonyasına yenilişlerine tanık olmuştur ve kapitalist düzen onları da bir punduna getirmiştir.’’mücahitler müteahhit oldu’’ sözlerinin gerçekliği sorgulanır.
Memleket meseleleri yakasını bırakmaz kahramanın. Onu bir konferans salonunda bir konuşma yaparken görürüz. Davetli değildir ama artık insanları harekete geçirmek için ne gelirse yapacak kıvama gelmiştir. Kendi deyişiyle kalkınma meselesine bir ‘’korsan tebliğ’’ sunar.
Ve Huzursuz Bacak’ta bir Mustafa Kutlu hikâyesiyle daha karsılaşırız: İP. Yazar, hikâyenin özetini daha bitmemiş haliyle, bu hikâyeyle gözler önüne serer. Sembolist öğelerin ön plana çıktığı bu hikâye gerçeklerin kelimeler eşliğinde gözler önüne serilmesidir. Karakterin ‘’edebiyat ne işe yarar?’’ konusunu irdelemesiyle daha da bir şekillenir ortalık.
Ve İstanbul. Kapitalist düzenin kucağına alıp bir daha bırakmak istemediği ve üzerine gökdelenlerini saldığı şehir.
‘’Nedir gökdelen?
Firavundan miras kalan ve Tanrı’ya kafa tutan bir kule mi? Yoksa çağdaş küresel fikriyatın dünyayı istila eden zihniyet sembolü mü? Evet, o. Nereye bir gökdelen dikilmişse, orada paganist gücün paradan başka ilah tanımayan kanunu geçer.’’
Ara ara umudun tükeniş çığlığını duyar Faruk. Lakin yine de silkinir:’’ömür biter umut bitmez’’ İstanbul’dan umudu keser Faruk. En iyisi doğadır deyip çiftliğe yollanır. Tabiat ona bir çıkış kapısı sunmuştur: çilekler.
‘’İnsanlık kapitalizm bayrağını çekti, tarihin sonu geldi. Böyle diyorlar, haklı görünüyorlar. Biz buna razı olamayız
Mutlaka bir çıkış yolu bulmalıyız…
Mutlaka…’’

Bacak tıklamasını durdurur. Ve Faruk Kanaat Ekonomisi kitabı düşlerine dalar gider.
‘’Onların vardığı netice ‘’Tüketim Ekonomisi’ ise; benim teklifim ‘’Kanaat Ekonomisi’dir.’’ 

  SON BAKIŞ:

Bir sonbahar sabahı, yağmurlu bir İstanbul sabahı cumartesi – Pazar günü yanımda bulunsun diye, belki Yoksulluk Kitabı biter diye Huzursuz Bacak ile Yokuşa Akan Sular kitaplarını alıyorum cumada gününden.
Malum olduğu üzere her cumartesi sabahı sahilde yürüyüş yapıyorum. Bu cumartesi çocukları dershaneye bıraktıktan sonra sahildeyim, yağmur yağıyor. Bugün yürüyüş yok. Dünden sözleştiğimiz gibi arkadaşım (can dostum) gelecek.
Çay simit derken kitap bitiyor. Dostumdan haber yok. Telefonlara cevap vermiyor.
Mekân yavaş yavaş kalabalıklaşmaya başlıyor. Bu ruh halime sakin bir yer lazım. Bu tür durumlarda en sakin mekânlar camilerdir. Yakında bulunan mescide gidiyorum. Sakin, sessiz, huzurlu…
Soğuk, petekler ısınmıyor çünkü açma – kapama vanaları sökülmüş. Klima geliyor aklıma ortalarda kumanda görünmüyor. Üstüne üstlük kocaman harflerle görevlilerden başkası dokunamaz yazısı…
Oysa bu mekânlar ümmetimin ortak malı herkes kullanabilmeli. Neden kısıtlanmış ki…
Eleştiriler birbirini kovalıyor. Sonra tatlı bir tebessüm galiba Mustafa Kutlu gibi bakmaya başladım.
Telefona mesaj geliyor dostum üzgün olduğunu ve gelemeyeceğini söylüyor.
Çıkıyorum sahilde yağmurda yürüyorum. İliklerime kadar ıslanmak istercesine…
Huzursuz Bacak kitabı İslami hassasiyetleri olan bir akademisyenin çocuğunu bu hassasiyetlerden uzak olan bir özel eğitim kurumunda okutması ve kendi hassasiyetlerine göre yetiştirmesi konu edilir.
Ömer Faruk bu düşünceyi benimser, kendi has ilkeler edinir. Üniversite yıllarında bu görüş daha da belirgin hale gelir. Grup liderliğinden çok ilkelerin savunuculuğunu yapar. Gözaltına alınır. Babasıyla bunun uzun uzun analizlerini yapar.
Daha sonra öğrenimi için yurt dışına gider. Öğrenimi yarıda kalmasın diye babasının ölümü kendisine haber verilmez.
Dönüşünde memleketin durumunu, ülkemin insanlarının ahvalini uzun uzun tahlil eder.
İnsanoğlunun yaradılış ham maddesi topraktır. Öz vatanı olan cennetten kovulduktan sonra asıl mücadelesini burada verip tekrar öz vatanına dönecektir.
Kitabın sonunda Ömer Faruk çiftliğe yani toprağa dönüyor.









Hiç yorum yok:

Yorum Gönder