ESERİN KİMLİĞİ
ESERİN ADI: Huzursuz
Bacak
YAZARI: Mustafa KUTLU
YAYIN EVİ: Dergâh
BASKI SAYISI: 9. Baskı
Eylül 2014
SAYFA SAYISI: 164
İÇERİK (MUHTEVA)
ÖZELLİKLERİ:
HİKÂYENİN KAHRAMANLARI:
Ömer Faruk: Huzursuz Bacak, ana kahramanı Ömer
Faruk’un yıllar sonra memleketine dönmesi ile başlamakta, bu dönüşte
karşılaşılan manzara ve devam eden süreç bir kimlik problemini, bunalımını,
kaymasını, değişmesini, kaybolmasını art ardına gelişen hadiselerle okura
sunmaktadır.
Memleketin manzarası hiç de iyi durumda değildir. Kahramanın
yaşadığı, gördüğü veya tanık olduğu her hadise şaşkınlığını bir kat daha
arttırmaktadır. Tezatlar adeta insanların, toplumun, gündelik hayatın bir
parçası haline gelmiştir. Herkes bundan nasibini alınca her adımda garip ama
Türkiye gerçeğinden de öte daha derin bir çelişki bir anda tebarüz
edebilmektedir.
Kahramanın babası bir tıp profesörü annesi de arkeoloji
doçentidir. Fakat bu ailenin, evin temelinde Yasin’ler, ilahiler, dualar
vardır. Babası ve onun nesli, muhafazakâr kesim, kolejleri vatanın
bağrına saplanmış bir hançer olarak görmektedir ama kahraman iyi bir öğrenim
görmesi için bir koleje yazdırılmıştır. Üstelik bu muhafazakâr kesim, sonraları
kendi kolejlerini kurmuş, açmış düşmanın silahıyla silahlanmak için bir kolejin
bütün sistemini benimsemişlerdir.
Ömer Faruk’un gençliği sıkı fikir cereyanları içinde
geçmiştir. Kendisi aktif militanlığa kaymamış, bağımsız, inançlı bir tip olarak
çıkmaktadır karşımıza. Onun bu kimliği, gençliğinde sahip olduğu, inandığı,
savunduğu bütün değerler hayatının bundan sonraki her safhasında adımlarını
dahi etkiler, düzenler bir haldedir. Ülkede fikir çatışmalarının yaşandığı bir
dönemde kahraman bütün gücü ve çevresi ile bu çatışmada yer almış, safını
belirlemiş, bir grubun ya da cemaatin sözcülüğünden çok ilkelerin savunmasını
yapmıştır. Elden giden bir memleketi, gücü, inancı ve gençliği ile kurtarmak
azmindedir. Fakat yıllar sonra memlekete dönüşünde görür ki, kendisinin hâlâ
inandığı, savunduğu değerlere ve ilkelere bağlı, aynı fikir dünyasında yer alan
pek kimseler kalmamıştır. Hikâyenin sonunda büyük bir hayal kırıklığına dönüşen
bu durum, kahramanın kendini tabiata vermesi ile çileğin, çiçeğin içine atması
ile bir ruh ferahlamasına ve arınmasına dönüşür.
Tek sığınak, tek liman, tek fikir, tek sadık yâr topraktır,
toprak kalmıştır.
Huzursuz Bacak fikri, hayali, gücü, inancı olan birinin
yıllar sonra gördükleri karşısında yaşadığı şaşkınlığın, travmanın yansıması,
tezahürüdür. Bu ıstıraba artık bacağı da dayanmamakta bir anda tıklamakta,
huzursuzlaşmaktadır.
ESERDE İŞLENEN KONU:
Türkiye’nin geleceğiyle ilgili endişeler taşıyan Ömer Faruk yurtdışında
akademik kariyer yapıyor. Memlekete dönüşünde, pek çok sathi meselenin
çözüldüğünü, asli meselelerin ise olduğu gibi kaldığını görüyor.
ESERİN ANA FİKRİ
Eserin her bölümü neredeyse bir kimlik meselesini ele
almakta, işlemekte, yeniden gündeme getirmektedir. Mücahitlerin müteahhitliği,
imzanın ve markanın çatışması, Türk İstanbul’unun çekilip gitmesi İstanbul’dan
ve şehirlerimizden, fikir kulüplerinin gece kulübü, bar olması, evdekilerin
kıymetsiz dışarıdan gelenlerin gözde olması, kanaat ekonomisine geçmemiz
gerektiği gibi daha onlarca mesele bir büyük mesele etrafında ve bir hikâye
tadında sunulmaktadır.
ESERİN TÜRÜ:
Hikâye
ESERDE İŞLENEN TEMEL DEĞERLER:
Anadolu hayatının
gerçeklerini, hükümet ve aydınların ihmallerinden yılmış, toprağı verimsiz
bırakılmış memleketimizin ve insanımızın türlü görünüş ve hallerini
yansıtmıştır.
YAZARIN ÜSLUBU:
Modern anlatının Yunus’udur Mustafa Kutlu. Ne kadar da sade,
kolay söylenmiş ifadeler, ne kadar kolay okunuyor dediğiniz anda okuduğunuz
cümlenin anlamını düşündüğünüzde, okuduğunuzun sadece göründüğü kadar
olmadığını anlıyorsunuz.
ÖZET:
Çevremizde gördüğümüz ve yaşadıklarına inandığımız karakterlerin
kalem tutucusu ve kendine has üslubuyla kutlu bir isim: Mustafa Kutlu…
Öykü yazarlarına inat
öykünün tam içindedir en samimi haliyle ve bir balkonda komşusuna laf atan
sevimli bir komşu gibidir…
Sıcak varlığını her daim hissederiz.
Onunla sessizce kapıları aralarken ‘’Huzursuz Bacak’’
kitabıyla yüz yüze kalışımdır bu diyeceklerim…
‘’Siz bu hikâyeyi daha önce okumuştunuz’’ diyerek başlar
seyrine Huzursuz Bacak…
Evet, bildik hikâyelerdir. Lakin o bildik acıları, yıllar
öncesinde de, şimdi de aynı şekilde -bazen daha az, bazen daha çok- her
daim yaşadığımızdan dem tutar…
Hikâyeye olayın tam ortasından başlar ve bu bir Mustafa Kutlu
taktiğidir…
Okuyucuyu biraz daha
şevklendirmek için yapmıştır. Yer yer tasvirlerle İstanbul’u serer gözler
önüne… Anlatıcı hikâyenin birinci şahsı Ömer Faruk’tur.
Ülkenin en karışık zamanlarıdır. Vatandaşların saflarının
belli etmek zorunda oldukları, bertaraf olanların hiçe sayıldığı anlardır. Ömer
Faruk’ta muhafazakâr mahallelerde okumuşluğuyla saygın bir makamdadır hatta bir
ara kendini birilerinin lideri olarak bulan bir karakterdir. Evet, muhafazakâr
deriz ama Ömer sevmez bu kelimeyi… Kaypak bir tabir olduğunu düşünür ve
hikâyenin ortalarında sorgular.
’’Ne demek muhafazakârlık?’’
Akademisyen bir arkadaşının tarif ettiği şu karmaşık tanım
mıdır yoksa?
‘’İhtilalvari köklü değişikliklere tepki, eski kurum, gelenek
ve teamülleri muhafaza, modernleşme karşıtlığı, kültürel ihyacılık gibi ana
yönelişleri olan ideolojik ve siyasi akım.
Türk muhafazakârlığı esas olarak kültürel unsurlara yaslanır.
Bilim teknoloji hayranlığı, taraftarlığı manasında kalkınmacı değişimci ve
modernisttir. Devlete bağlı fakat iktisadi olarak devletçiliğe mesafelidir.’’
Kafası karışır. Ve bu tanımı kabullenmez. Daha sağlam bir
tanım olmalı der ve dindarlık kavramını daha bir kabullenir ama yine de tam
aklına yatmaz.
O karışık günlerde babasının ısrarıyla yurt dışında öğrenim
görmeye giden Ömer Faruk yıllar geçer, tahsil biter ve akademisyen sıfatıyla
ülkesine geri döner. Etrafı bir gözlemci edasıyla süzer. Adımını atar atmaz,
onu bir intihar vakası karşılar.
Ülke alışmıştır ve intihar vakaları artık o insan atlamazsa
çok çekilmez olur. Hatta insanlar kışkırtıcılık bile yapmaktadır. İnsanların bu
durumu onu şaşırtır. Eve vardığında Fatma annesi ve ev ahalisi büyük bir
mutlulukla karşılar onu. İşte huzursuz bacak mevzusunun başlangıcı bu güne
dayanmaktadır. Haberleri izlerken, ülke gündemindeki keyifsiz mevzular
bacağındaki ‘’ tık tık ‘’ ları tetikler olmuştur artık.
‘’Madem tıklayan bacağımız var, onun sayesinde gereken
kapıları tıklatırız. Bize düşen budur. Bacağımı seviyorum. Her gece uyandırıp
beni memleket meselelerini düşünmeye sevk ediyor. Bu huzursuzluğu duymak bile
bir şeydir. Nedir?’’
Ülkenin geldiği olumsuz sonuçlarla her daim karşılaşma fırsatı
onu daha fazla düşünmeye sevk eder. Mezarlıklarda bile rahat uyunmadığını fark
etmesi acı olmuştur Ömer Faruk’un…
‘’Memleket gırtlağına kadar derde gömülmüş. Mezar taşına bile
sahip çıkmayan devlet neyine sahip çıkabilir ki?’’
Milletin tabirlerdeki sığlığını gözler önüne serer
Kutlu, Ömer Faruk kılığında: ’’Cuma Müslümanlığı’’,’’Türk
muhafazakârlığı’’
Mustafa Kutlu, Faruk’un ağzından yer yer aileyi de tanıtmış
olur. Herkes sırası geldikçe tanınır. Aile içi münasebetlere bu öyküyle
değinmiş olur Kutlu. Büyük ailelerdeki birbirlerini korumacı tavırları serer
ortaya ve boşanan ailelerdeki çocuk psikolojisinden de sezdirmeden bahseder.
Ve hikâyenin ikinci yarısında Faruk’un iş arama çabasına
şahit oluruz. İlk durağı rektörlüktür. Üniversitede işinin hazır olması
sebebiyle rahattır, lakin o karmaşık günlerdeki takındığı tavırlar devletle
yolunun kesişemeyeceğine dair ipuçları verir. Çünkü o bir dava adamıdır ve
dolayısıyla o bir sabıkalıdır.
‘’ne olacak bu memleketin hali’’
İkinci durak bir mebus yanıdır. Eski sıcak günlerdeki dava
arkadaşlarını bulmuştur: Dadaş Mehmet. Eski günler yer yer anılır zihninde.
‘’Eski günler. Huzursuz, hep tetikte olduğumuz günler. Ama
mutluyduk. Hayallerimiz, ideallerimiz vardı. Ülkenin üzerinde kurtarıcı bir ruh
dolaşıyordu sanki. Hemen herkes memleketi kurtarma sevdasındaydı. Şimdi yaprak
bile kımıldamıyor. Provokatörler, taşeronlar, gizli servis eylemleri hariç.
Onların sonu gelmez zaten’’
Siyasetin içinde yer almak istemez Ömer Faruk. En aranılan
adam olmasına rağmen.
Yer yer karakterin bir taksiciyle kurduğu münasebetten ya da
çevrede dolaşırken gördüğü manzaralarla ülke gündemini gözler önüne serer
yazar. Bir siyasetname ve bir toplum makalesinden fışkırmış haller vardır
kitapta yer yer. Okuyucuya ‘’işte durum bu’’ sloganları atar ve okuyucunun
silkelenip Mustafa Kutlu’nun gerçekleri gösteren tavrıyla, atağa
geçmenin zamanının geldiğine yönelik ipuçları vardır.
Ömer Faruk dava arkadaşlarının para hegemonyasına
yenilişlerine tanık olmuştur ve kapitalist düzen onları da bir punduna
getirmiştir.’’mücahitler müteahhit oldu’’ sözlerinin gerçekliği sorgulanır.
Memleket meseleleri yakasını bırakmaz kahramanın. Onu bir
konferans salonunda bir konuşma yaparken görürüz. Davetli değildir ama artık
insanları harekete geçirmek için ne gelirse yapacak kıvama gelmiştir. Kendi
deyişiyle kalkınma meselesine bir ‘’korsan tebliğ’’ sunar.
Ve Huzursuz Bacak’ta bir Mustafa Kutlu hikâyesiyle daha
karsılaşırız: İP. Yazar, hikâyenin özetini daha bitmemiş haliyle, bu hikâyeyle
gözler önüne serer. Sembolist öğelerin ön plana çıktığı bu hikâye gerçeklerin
kelimeler eşliğinde gözler önüne serilmesidir. Karakterin ‘’edebiyat ne işe
yarar?’’ konusunu irdelemesiyle daha da bir şekillenir ortalık.
Ve İstanbul. Kapitalist düzenin kucağına alıp bir daha bırakmak
istemediği ve üzerine gökdelenlerini saldığı şehir.
‘’Nedir gökdelen?
Firavundan miras kalan ve Tanrı’ya kafa tutan bir kule mi?
Yoksa çağdaş küresel fikriyatın dünyayı istila eden zihniyet sembolü mü? Evet,
o. Nereye bir gökdelen dikilmişse, orada paganist gücün paradan başka ilah
tanımayan kanunu geçer.’’
Ara ara umudun tükeniş çığlığını duyar Faruk. Lakin yine de
silkinir:’’ömür biter umut bitmez’’ İstanbul’dan umudu keser Faruk. En iyisi
doğadır deyip çiftliğe yollanır. Tabiat ona bir çıkış kapısı sunmuştur:
çilekler.
‘’İnsanlık kapitalizm bayrağını çekti, tarihin sonu geldi.
Böyle diyorlar, haklı görünüyorlar. Biz buna razı olamayız
Mutlaka bir çıkış yolu bulmalıyız…
Mutlaka…’’
Bacak tıklamasını durdurur. Ve Faruk Kanaat Ekonomisi kitabı
düşlerine dalar gider.
‘’Onların vardığı netice ‘’Tüketim Ekonomisi’ ise; benim
teklifim ‘’Kanaat Ekonomisi’dir.’’
SON BAKIŞ:
Bir sonbahar sabahı,
yağmurlu bir İstanbul sabahı cumartesi – Pazar günü yanımda bulunsun diye,
belki Yoksulluk Kitabı biter diye Huzursuz Bacak ile Yokuşa Akan Sular kitaplarını
alıyorum cumada gününden.
Malum olduğu üzere her
cumartesi sabahı sahilde yürüyüş yapıyorum. Bu cumartesi çocukları dershaneye
bıraktıktan sonra sahildeyim, yağmur yağıyor. Bugün yürüyüş yok. Dünden
sözleştiğimiz gibi arkadaşım (can dostum) gelecek.
Çay simit derken kitap
bitiyor. Dostumdan haber yok. Telefonlara cevap vermiyor.
Mekân yavaş yavaş
kalabalıklaşmaya başlıyor. Bu ruh halime sakin bir yer lazım. Bu tür durumlarda
en sakin mekânlar camilerdir. Yakında bulunan mescide gidiyorum. Sakin, sessiz,
huzurlu…
Soğuk, petekler
ısınmıyor çünkü açma – kapama vanaları sökülmüş. Klima geliyor aklıma ortalarda
kumanda görünmüyor. Üstüne üstlük kocaman harflerle görevlilerden başkası
dokunamaz yazısı…
Oysa bu mekânlar ümmetimin
ortak malı herkes kullanabilmeli. Neden kısıtlanmış ki…
Eleştiriler birbirini
kovalıyor. Sonra tatlı bir tebessüm galiba Mustafa Kutlu gibi bakmaya başladım.
Telefona mesaj geliyor
dostum üzgün olduğunu ve gelemeyeceğini söylüyor.
Çıkıyorum sahilde
yağmurda yürüyorum. İliklerime kadar ıslanmak istercesine…
Huzursuz Bacak kitabı
İslami hassasiyetleri olan bir akademisyenin çocuğunu bu hassasiyetlerden uzak
olan bir özel eğitim kurumunda okutması ve kendi hassasiyetlerine göre
yetiştirmesi konu edilir.
Ömer Faruk bu
düşünceyi benimser, kendi has ilkeler edinir. Üniversite yıllarında bu görüş
daha da belirgin hale gelir. Grup liderliğinden çok ilkelerin savunuculuğunu
yapar. Gözaltına alınır. Babasıyla bunun uzun uzun analizlerini yapar.
Daha sonra öğrenimi
için yurt dışına gider. Öğrenimi yarıda kalmasın diye babasının ölümü kendisine
haber verilmez.
Dönüşünde memleketin
durumunu, ülkemin insanlarının ahvalini uzun uzun tahlil eder.
İnsanoğlunun yaradılış
ham maddesi topraktır. Öz vatanı olan cennetten kovulduktan sonra asıl
mücadelesini burada verip tekrar öz vatanına dönecektir.
Kitabın sonunda Ömer
Faruk çiftliğe yani toprağa dönüyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder