22 Aralık 2015 Salı

YA TAHAMMÜL YA SEFER

 ESERİN KİMLİĞİ

ESERİN ADI: Ya Tahammül Ya Sefer
YAZARI: Mustafa KUTLU
YAYIN EVİ: Dergâh
BASKI SAYISI: 18. Baskı Nisan 2015
SAYFA SAYISI: 124
İÇERİK (MUHTEVA) ÖZELLİKLERİ:

HİKÂYENİN KAHRAMANLARI:

Asım Bey: Üniversite de profesör, kilolu, göbeği önde giden biri.
Kerim: Köyden getirilip Murat’ın yanına bırakılmış yetim bir çocuk.
İlhan: Asım Bey’in oğlu, zayıf, iktisatta okuyor.
Murat: Üniversite okuyor. İlhan’ı teslim alan kişidir. Dava adamıdır.
Fethanet Hanım: Asım Bey’in karısıdır. Çok makyaj yapar ve kiloludur.
Nalân: Asım Bey ve Fethanet Hanım’ın kızlarıdır.
Cevat: Nalân’ın sevgilisidir.
Yunus Bey: Milletvekili, kafası kel, zayıf biridir.
Neslihan: Yunus Bey’in karısıdır.
Veysel: İlhan’ın üniversite arkadaşı, hukukçudur.
Hüseyin Avni: Yaşlı bir esnaf, hızlı konuşan esperili biridir.
Hüsnü Efendi: Yaşlı, kendi halinde biri.
Ayhan Bey: Doktor, Asım bey’in dava arkadaşıdır.
Eleni: Ayhan Bey’in karısı.
Nazım Usta: Kunduracı bir esnaf. Temiz giyinmesini seven titiz biri.

ESERDE İŞLENEN KONU: 

Ya Tahammül Ya Sefer hikâyesinde biri iç biri dış iki çatışmayı ana konu olarak seçmiştir. İç çatışma kişilerin kendilerini sorgulamaları, dış çatışma ise davalarıdır.

ESERİN ANA FİKRİ

 İnsanların gençlik yıllarındaki ideallerinden ve davalarından hayatın ilerleyen dönemlerinde vazgeçmelerinin ya da bu idealleri ve davayı menfaatleri için kullanmaya başlamalarının adeta kısır bir döngü gibi gerçekleştiğini anlatmaktadır.
Herkesin bir davası olmalı; ama kendi fikirlerinden taviz vermeden davasını savunmalıdır.

ESERİN TÜRÜ:

Hikâye
ESERDE İŞLENEN TEMEL DEĞERLER:

 Özgürlük, insanca yaşama, insan hakları, değerler.

YAZARIN ÜSLUBU:

 Hikaye çok özgün bir üslupla yazılmış. Hikayede betimlemeler çok yer tutmuş. Bölümler arasında ki kopukluk ayrı bir özellik vermiş hikayeye, hikayede kişilerin duygusal yönlerinin çok dazla anlatıldığı görülebiliyor. Kişiler hakkında fazla bilgi verilmeden kişilerin olaylar içerisinde tanıtılması kişilerin anlaşılmasını zorlaştırmış.
Yazar hikâye de dili çok sade kullanmıştır. Düz anlatımlı bir dili olmasına karşın, kurduğu derinlikli hikâye dünyası çarpıcıdır. Ya Tahammül Ya sefer bu yalın dilden kendine özgü bir güç alıyor. Hem hızlı okuma ritmi sağlıyor hem de okunan metnin anlamını kaçırmamak için okuyucunun ayrıca çapa göstermesi gerekiyor.
 Hikâye boyunca erkek kahramanımız olan ilhan’ın yaşadığı olaylar karşısındaki duygu ve düşüncelerini kendi ağzından dinliyoruz.

MEKÂN VE ZAMAN:

Medrese, kunduracı dükkânı, Asım Bey’in evi, Tatil köyü ve matbaa.
 Her mekâna göre farklı bir zaman vardır.

ÖZET:

Kerim, köyde babası öldükten sonra kunduracı Nazım Ustanın yanında çırak olarak çalışmaya başladı. İdealist bir üniversite öğrencisi olan Murat inandığı davasına hizmet etmek için bir dernek kurmuş ve burada sık sık konferanslar verdirip, konuşmalar yaptırıyordu. Murat davasına son derece bağlıydı. Kerim ise Murat Ağabeyi ve diğerleriyle olmaktan, onlara hizmet etmekten zevk alıyordu. Her dediklerini anında yapıp onlara kolaylık sağlıyordu. Kendisi de dava delisi olmuş çıkmıştı. Dernek her konuşmada tıklım tıklımdı, insanlar oturacak yer bulamıyordu. Herkes elinden geleni yapıyordu. Ellerinde çoğu eski ve kalın kitaplar olan mollalar bir odadan diğerine giriyordu.
Aradan zaman geçti. Artık Murat Ağabey ceketi parmağında omuzları düşmüş olarak geliyordu Nazım Ustanın yanına. Dernek işlemiyordu. Her şey kötü gidiyordu. Konuşmalara çok az insan geliyordu kimsede eski coşku kalmamıştı. Okuyan, üniversiteyi bitiren, gidiyor artık geri dönmüyordu. Bazen birileri uğrayıp hal hatırdan sonra derneğe ne olduğunu soruyorlardı. Bu derneği tekrar canlandırmak gerektiğini söyleyip ayrılıyorlar fakat bir daha uğramıyorlardı.
Bir gün Murat Ağabey, Kerim’i tuttu. Aldı karşısına artık kendisinin olmayacağını söyleyip derneğin anahtarını Kerim Ustaya verdi. Bu arada Nazım Usta da ölmüştü. Kerim Usta dernekle baş başa kalmıştı. Yalnızdı ve terk edilmişti aradan uzun süre geçti her gün birilerinin, Murat ağabeyinin, gelmesini bekledi ama hiç gelen olmadı.                                                                               
Profesör Asım Bey mutfaktan gelen ses için yatağından kalkmıştı. Sıcak ve bunaltıcı bir geceydi. Eşi yatakta döndükçe yatak gıcırdıyordu ne kadar da şişmanlamıştı. Oysaki evlendiklerinde ne kadar güzeldi. Mutfağa doğru gitti mutfaktaki oğlu İlhan’dı. Konuşmaya çalıştı oğluyla oğlu önce cevap vermedi. Araları iyi değildi. İlhan babasına hilali görüp görmediğini sordu. Babası gördüğünü ve çok hoş göründüğünü söyledi. Daha sonra İlhan:”Yarın ramazan başlıyor.” dedi. Babası sinirlendi ama belli etmemeye çalıştı. Gidip annesini uyandırmadan yatmasını söyledi. Baba-oğul ne zaman tartışsalar İlhan kendisinin büyüdüğünü kendi kararlarını verebileceğini söylüyordu.
Asım Bey ve ailesi köydeşlerdi. İlhan köye gidince babaannesini ve geçmişte köyün nasıl olduğunu hatırladı ve şimdiyle kıyas yapmak çokta zor olmadı. Eski yeşillikleri babaannesini, huzuru şimdi burada bulunan binalar ve gürültüye değişmezdi. Ancak hayat değiştirmişti. Babaannesi ölmüş yeşillikler yok edilerek yerine koca binalar villalar yapılmış her taraf otoyollarla dolmuş araba sesleri kuşlarınkinden çok çıkmaya başlamıştı. O babaannesiyle dedesiyle eğlenmeyi seviyordu plajlarda eğlenmeyi değil. Dedesinin faytonunu, babaannesinin lavanta kokan çarşafını, kadınlar bölmesinde kılmaya çalıştığı ancak uzunluğuna dayanamayıp uyuduğu teravih namazlarını özlemişti. Bunları düşünürken bir yandan da köyün imamını düşünüyordu. İmam ezan okuduktan sonra ona namaz kılmayı teklif etmişti ve o imama “Ben daha önce hiç namaz kılmadım.” cevabını vermişti. İmam ona öğretebileceğini söylediğinde çok sevinmişti. Ramazandı köyde çıktığı ufak gezintiden yatsı ezanı okunurken dönüyordu. Eve vardığında Asım Bey ve diğerleri sarhoştu. Kimse ne dediğini bilmiyordu, çok sinirlendi, dayanamadı ve masa örtüsünü tutup çekti. Üzerindeki her şey yere düşüp içki şişeleri kırılırken rahatladığını hissediyordu. Diğerleri ise İlhan’ın yaptığının şokundan kurtulmayı zor başarmıştı.
Asım Bey, oğlu İlhan’ı Doktor Ayhan Bey’in yanına götürmüştü. Onun sorunu halledeceğine inanıyordu. İlhan’a olanları sordu doktor aldığı cevaplar karşısında Asım Bey’e İlhan’ın depresyonda olduğunu söyleyip, üzerine fazla gitmemelerini önerdi.                          
Asım Bey zamanında dava dava diye ölürken neden şimdi davanın adını bile duymak istemiyordu ya da bundan kendisi söz etmiyordu?  
Bazen öyle günler oluyordu ki Murat Ağabey derginin parasını bulamıyordu. Böyle zamanlarda oradan oraya koşar para toplamaya çalışırdı. Böyle günlerde bazen Kerim’e adresler verir, onun oralara gitmesini ve oradan para almasını isterdi. Kerime Asım Bey’in de bulunduğu fabrikaya gidip, fabrikatör Kemalettin Bey’den para almasını söylemişti. Oraya Asım Beyle görüşmek üzere gidecekti, her şeyi daha önce Murat Ağabeyle Asım Bey konuşmuşlardı. Ama gittiğinde güvenlik görevlileri Kerim’i içeri almadılar Asım Beyin orada olmasına rağmen o gün işe gelmediğini söylediler. Bunu Asım Bey istemişti çünkü Fetanet’in yani sevdiği kızın babası Kemalettin Bey’in bunları bilmesini istemiyordu. Kerim oradan uzaklaştı. Asım Bey doğru yapıp yapmadığını günlerce düşündü davayı düşündü Fetanet’i düşündü ve Fetanet’i seçti. Onunla evlendi evlendikten sonra mutlu olacağını sanıyordu ama şimdilerde sık sık kavga ediyorlardı.
 Ve şimdi evlenme sırası Fetanet Hanım ve Asım Beyin kızlarınındı. İlhan düğüne gitmek istemiyordu ama annesinin baskısıyla gitmek zorunda kaldı. İlhan düğünde umduğundan başka bir şey bulamadı ramazandı düğünde bu bilinmesini rağmen içki içilmesine vb şeylere dayanamayıp evden ve düğünden kaçarak medreseden çevrilmiş bir erkek yurduna yerleşti. Bu yurt o bilmese bile babasının medresesiydi babası burada gençliğinin en hareketli dava aşkıyla dolup taşan günlerini yaşamıştı. Yurtta Veysel adında biriyle daha önceden yaz kursunda tanışmıştı. Onla çok iyi anlaşıyorlardı ancak diğer arkadaşları onu kabullenememişlerdi diğerleri gibi değildi çünkü. O pijamasız yatmıyordu, sürekli dişlerini fırçalıyordu, herkesin abdest alırken giydiği takunyaları giymiyordu-mantar korkusu- ütüsüz hiçbir şey giymezdi. Arkadaşları-Veysel hariç- İlhan’ı arkadaşlarından uzaklaştırıyordu onu hep zengin şımarık çocuk olarak görüyorlardı.
Diğer taraftan Fetanet Hanım sinir krizi geçiriyordu. Asım Bey’e bağırıp çağırıyordu. Asım Bey ise bunlara aldırmıyordu. Bir anda ceketini alıp yağmur yağan sokaklara çıktı. Otobüse tramvaya biner gibi atlayarak bindi. Medresenin önünde indi. İlhan’ı gördü. İlhan babasının onu hemen bulmasına çok şaşırdı. Asım Bey ise yurdu görünce çok duygulanmıştı. Eski oda arkadaşlarını hatırladı. Eski anıları gözünün önünden geçti. İlhan’a odasını arkadaşlarını sordu ve bir ihtiyacı olup olmadığını da ilave etmeyi unutmadı. İlhan isteklerini söyleyip sorulanları anlattıktan sonra birlikte birinin yurdundan diğerinin medresesinden çıktılar. Asım Bey kunduracı Kerim Usta’yı aradı ama bulamadılar. İlhan ona yabancı dili sayesinde yayın evi sahibi Murat Bey’den iş teklifi aldığını anlattı. Murat Bey’i tanıyıp tanımadığını sordu. Asım Bey hiçbir şey söylemedi. Bir kaç gün sonra İlhan, Murat Beyin yanına gitti. Murat Bey bekârdı gömleği ve dişleri sararmıştı. İlhan hala sırlarını paylaşacağı kafasındaki sorulara cevap bulacağı birini bulamamıştı. Murat Beye bu düşünceyle gitmişti ama onun tavırları İlhan’ın hayal kırıklığına sebep oldu.
Asım Beyler gece arkadaşlarıyla birlikte eğlenmiş sabah geç uyanmışlardı. Bugün de arkadaşlarıyla motor gezintisi için sözleşmişlerdi.
Bakan Yunus Bey uluslar arası bir kongreye katılmak, bu vesile ile düzenlenen bir sergiyi açmak üzere İstanbul’a gidecekti. Yunus Bey, Asım Beyin medresede oda arkadaşıydı sonradan siyasete atıldı ve bakanlığa kadar yükseldi onunda dava hayatı da Asım Bey gibiydi. O da siyasetten sonra kokteyllere katılma başlamış eşinin başını açtırmıştı. Şimdi ise saygın biri olarak-kimin gözünde?-bir kongreye gidiyordu. O bu kongreyi çok önemsiyordu.
İlhan yine erkenden kütüphaneye damlamıştı. Geçen gün gördüğü güzel kız yine ordaydı.
Asım Beyler tam kahvaltıya oturmuşlardı ki telefon çaldı. Asım Bey telefona baktı ve rengi sarardı telefonun Asım Bey’e getirdiği haberde Murat Bey’in vefat ettiği duyuluyordu. Fetanet Hanım ne olduğunu sordu ama Asım Bey cevap vermek istemedi.
Yunus Bey uçakta biraz kestirirsem açılırım diye düşünmüştü. Hiç konuşmadı. Yıpranmış resme bakıp duruyordu ikide bir arkasını çevirip “Canım kardeşim Yunus’a…”diye başlayan cümleyi okuyordu. Bir ara yüzünü gizleyip ağladı. Cenaze ikindi namazına müteakip kaldırılacaktı. Oraya gitmeli miydi? Partisine, fikriyatına ve bütün yapıp ettiklerine muhalif olduğu herkesçe bilinen bir kişinin cenazesinde görünmeli miydi?  Ya kongre ne olacaktı?
Veysel nefes nefese yurtları dolaştı, kahveleri, geçerken kütüphaneye uğradı. İlhan’ı görüp Murat Bey’in vefat haberini verdi.
Yunus Bey, sayın bakanlığı bir yana bırakarak başını Asım Bey’in omzuna koyup, bir güzel ağlamak istiyordu. Asım Bey arabasından hiç inmeksizin bu merasimi yaşlı gözlerle bulunduğu yerden izlemek istiyordu. Hepsi kalabalığa karıştılar. Merhum hakkında” daha dün…” diye başlaya kısacık hatıralar anlattılar. Namazdan sonra cemaat imamın sorusuna “helal olsun, helal olsun” diye karşılık verdi. Asım Bey ne helal edeceklerini anlamadı. Asıl alacaklı olan Murat’tı zaten… Murat Bey’i toprağa vermişlerdi. Mezarının başında Kerim Usta’nın gözyaşları toprağı ıslatıyordu. Nasıl olsa zamanında ona Murat Ağabeyi sahip çıkmıştı.
Üniversitede mezuniyet günüydü ama İlhan gitmemişti. Ailelerin arkasında bir yerden sessizce izlemişti mezuniyeti. Belki bu diplomanın önemini kavrayamamıştı.
Veysel de mezun olmuştu atandığı yere gittiğinde İlhan’la bağını koparmadı. Mektuplar yazdılar. Bir mektubunda İlhan’a köyünden bahsetti.  Köyde ki ırmaktan bahsetti. Ve İlhan’ı köye davet etti. İlhan arkadaşının yanına vardı. Veysel evlenmiş, bir erkek çocuğu olmuş ve şişmanlamıştı. Hep kravat takıyor ve takım elbise giyiyordu. Evi ırmağa bakıyordu. Bahçesinde çeşit çeşit ağaçlar ve çiçekler vardı. Veysel hayatından memnundu ve mutluydu.
İlhan gezdi eğlendi ırmağa girdi. Çok güzel günler geçirdi ama şimdi köyden ve Veysel’den ayrılıyordu.
Veysel ”Önümüzdeki seçimlerde muhtemel aday olacağım.”dedi. İlhan gülümsedi. O gülümseyince Veysel rahatladı. Veysel bu haberi son dakikaya kadar ilhan ona ters cevaplar verip onu kararından vazgeçirmesin diye saklamıştı. Otobüs kalkmak üzereydi. İlhan Veysel’in içine yerleştirdiği hayatı, gün gün sivriltip, parlattığı geleceği şimdi anlıyordu. Veysel de babası, Yunus Bey ve birçokları gibi davayı unutacak siyasete atılıp özünü kaybedecekti. Belki de bu yüzden büyük insanlar, âlimler, mollalar, dava liderleri çok değildi ve yetişmiyordu.

SON BAKIŞ:

Türk Edebiyatı’na yeni bir soluk kazandıran Mustafa KUTLU’nun Şark Edebiyatı’ndan izler taşıyan (Tasavvufi izler )köylü ve şehirli yaşamından kesitler sunduğu eserlerinden biridir Ya Tahammül Ya sefer…
Kutlu, bu eserde inandığı dava uğruna bir araya gelen, aynı fikirleri savunan arkadaşların zaman tünelindeki yolculuğunu içkin anlatımıyla fotoğraflar. Davaya tam anlamıyla adanmış yüreklerin; memlekete sahip çıkacak çilekeş insanların, şu toprakları yeşertecek nesilleri ortaya çıkaracağına hikâyenin kahramanları aracılığıyla değinir.
Kutlu, bu eserinde İlhan adlı bir delikanlının hayat serüvenini hikâyeleştirir. Kitapta yetmiş seksenli yıllardaki dava erlerinin hayat serüvenlerini gözler önüne serer. Yetmişlerde davalarına sımsıkı bağlı olanların seksenlerden sonra neler yaptıklarını anlatır.
Hikâyenin kahramanı İlhan, babasının bir zamanlar nasıl bir düşünceye sahip olduğunu, kütüphanelerinin tozlu raflarındaki dergilerleri incelerken şahit olur. Babası ve dava arkadaşlarını yazılarından bir bir tanır. Davası için her türlü fedakarlıkları yapan Murat’ı , Kerim’i.Diğer taraftan doktor Ayhan, bakan Yunus ve babası Asım gibi bir zamanlar ki davalarının tam tersini yapan herkesi. Hayatın gerçeklerinden köşe bucak kaçan insancıkları da tanır. Oysa bu dava arkadaşlarının hepsi gençken davalarını şöyle tanımlarlarmış: “Bizim hareketimiz mesuliyet hareketidir. Davamız hayata uymak değil, hayatımızı hakka uydurmaktır.’’
Yayınladıkları her dergide bir emeğin bir adanmışlığın, bir fedakarlığın izi olduğu yazılardaki paragraflardan, cümlelerden, kelimelerden hatta hecelerden hissedilir. Fakat Murat ve Kerim dışındaki davadaşlar hayatın dişlileri arasında -kendilerinden kaçarak- ezilmiş/ezilmeye devam etmektedirler. Bir de  Veysel vardır. İlhan’ın hayatındaki değişimlere sebep olan, davet yolunda dökülenleri eleştiren. Murat‘ın etrafında toplanmak gerektiğini savunan bir üniversite öğrencisidir. Zaman onun aleyhine de işler. Yaşlılık  bir gün onun da kapısını çalar. Bir zamanlar eleştirdiği, dama çıkıp merdiveni kaldıranların yolundan yavaş yavaş ilerlemeye başlar. İlhan’ın deyimiyle, “Bilinç altında olan gün gün sivrilip, patlatılan hayat tarzıdır.’’ bu. Fakat İlhan bu çarkın dişlileri arasında ezilmemek için kendi deyimiyle kelimelerin saltanat kurduğu, kitaplara bile dost olamayan üniversitede öğretim üyesi olma olasılığını da elinin tersiyle iter.
Sonuç olarak, sindirilmemiş, hazmedilmemiş bir dava, ne kadar savunulursa savunulsun zamanla bireyi terk edeceğini, bu terk ediş neticesinde dünyanın kölesi olan insanların civanmert dava erlerine her zaman özendiklerini ve yaşam boyu mutsuzluk motifli ‘keşkelerle’ yaşadıklarını bu hikâye ile adeta temaşa ediyoruz.
 Yazar amacına ulaşmış, hikâyenin ana fikri açık ve anlaşılırdır. Fakat hikâyedeki geçişler, anlatılan karakterler okuyucuda, acaba bir şey mi kaçırdım şüphesine yol açıyor. Sayfalar ilerledikçe bu şüphe bulutu kaybolur. Bazen de kendinizi hikayeyi okumanın zevkinin doruğuna anlatımın güzelliğine  kaptırdığınız anda hikaye bitiyor gibi oluyor. Tabiri caizse her bölümde karşınıza çıkan cümleler sizi içine çekebildiği gibi umutlarınızı boşa çıkarıp hikayenin başka bir bölümüne geçirebiliyor…
“Bizim hareketimiz mesuliyet hareketidir. Davamız hayata uymak değil, hayatımızı hakka uydurmaktır.’’
Lise ve lisans eğitimi yıllarımda içinde bulunduğum çevrelerin ve mekanların insanlarından söz eder. Yontulmuş taş getirin duvarı öreyim. Hızlı yıllar. Kurulan gruplar, ders halkaları, arkadaşlıklar…  Bu çevre ve mekanlarda kurulan dernekler, neşredilen mecmualar.
Toplu, gruplar ve bireysel verilen eğitimler. Belli bir zamandan sonra bu böyle olmaz haydi gruplara ayrılalım farklı çalışmalar yapalım. Mekanların ve çevrelerin ağabeyleri ilk söz hakkı onların tabiî ki: Ben bu arkadaşlarla grup kurmak istiyorum deyip arkadaşlar arasında bazılarını seçmesi diğerlerini bilmem ama benim içimi sızlatmıştır. Kime göre, niye göre seçildi bu arkadaşlarımız, ben niye o gruba girmedim.
Seçildiğim grubun hocası çok değerli bir insan. İlmine diyecek. Edebiyatta ve kurana hakim biri. Ama karşıdan gelip gittiği için verimli olmuyor.
Yeni yapılanmada verim alınamayınca arkadaşlardan serzenişler, kopmalara, yeni gruplar.
Onların yerine görevlendirilen arkadaşları çalıştırmama amacı ve hareketi.
Yıllar sonra 7 Haziran 2015 seçimleri sütlücede katıldığım toplantı ve öne sürdüğüm fikirler ben ayrıldıktan sonra kabul görüyor. Bu fikir ekseninde yeni yapılanmanın temelleri atılma çalışmaları. 1 kasım 2015 seçimlerinden sonra Topkapıdaki toplantıda arayışlar devam ediyor. Bu toplantıda verimin düştüğünü görüyorum.
Zevkle okuduğum bir yazar. Sizlerle paylaşmak istedim. Okuyun, lütfen zevk alacaksınız.



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder