9 Haziran 2016 Perşembe

Nurettin Topçu, Türkiye'nin Maarif Davası Kitabında, Öğretmen

Muallim Kimdir?
Âdemoğlunu, beşikten alarak mezara kadar götürüp teslim eden, dünyanın en büyük mesuliyetine sahip insanıdır muallim. Kaderimizin hakikatinin işleyicisi, karakterimizin yapıcısı, kalbimizin çevrildiği her yönde kurucusu odur. Fertler gibi, nesiller de onun eseridir. Farkında olsun olmasın, her ferdin şahsi tarihinde muallimin izleri bulunur.
Devletleri ve medeniyetleri yapan da, yıkan da muallimlerdir. Muallime değer verildiği, muallimin hürmet gördüğü ülkede insanlar mesut ve faziletlidir. Muallimin alçaltıldığı, mesleğinin hor görüldüğü milletler düşmüştür, alçalmıştır ve şüphe yoktur ki bedbahttır. “Babam beni gökten yere indirdi. Hocam ise beni yerden göğe yükseltti” diyen İskender muallimi anlamıştır. Muallim, sade zekâların değil beşaretimizin, ibadetlerimizin müjdecisidir.
Muallimliğin tarihsel gelişimi
İlk çağda muallim, hakim, yani hikmet adamı idi. Ortaçağda muallimlik rolü, zahitlerin din adamlarının eline geçti. Halkı yetiştiren, ruhlara istikamet veren onlardı. Rönesans’tan sonra muallimi, tabiat hadiselerinin arkasında ve onların ışığında ilerleyen laboratuarlarda, atölyelerde buluyoruz.
İslam aleminde muallimliğin muhtevası
İslam âleminde iki büyük maillimin siması göze çarpar. Medresenin hâkimi olan müderris üstatlar ve tarikat mürşitleri şeyhler.
Milletimiz hangi muallim tiplerini tanıdı?
Milletimizin ruhi temellerinden olan İslam’da Peygamber ilk muallimdi. Öğreten o, inandıran o, yürüten o idi. Devlet ve mektep işlerini birleştirmiş devleti mektep haline getirmişti. Sonraki devirlerde bu ikisi ayrılmakla beraber birbirlerine sımsıkı temas halini muhafaza ettiler ve devlet adamı muallimin emrinde bulunduğu müddetçe cemaat ikbal halinde yaşadı. Muallim, devlet adamının bendesi olduğu zaman cemaat bozuldu, felaket baş gösterdi.
Kur’an’la hadisin ebedi muallimliğinde bunları yükseltmekten başka emelleri olmayan Ömerlerin devrinde İslam âlemi en mesut devirlerini yaşadı. İmam-ı Azam gibi muallimleri kırbaçlatarak zindanlarda öldüren ve ilmin üstünde korkunç bir devlet tahakkümü yaşatan Abbasiler eğer Osman oğulları tarih sahnesine çıkmasaydı, ahlakın ve ilmin hamisi olan İslam medeniyetine son vereceklerdi.
Anadolu’ya fetihlerle yerleşen Oğuzlar, başlarında Nizamülmülk gibi bir muallim buldular. Gerçekten büyük bir muallim olan bu vezir, bu fetihlerin ruh ve manasını, ahlakını ve devamının şartlarını nesillere telkin edecek muallimleri, Bağdat’ta açtığı Nizamiye Medresesinde topladı.
Daha sonra bu devlet binasının çatısını kuran Osmanlılar, muallimi baş tacı yaparak yükselmesini bildiler. Padişahlar, şehzadelerini muallime emanet ederler ve onların ruh yapılarını her bakımdan hocalarına teslim ederlerdi.
Orhan’ı yetiştiren, Fatih’i cihanda harika bir manevi olgunluğa sahip kılan muallimlerdir. İkinci Murat, mürşidine teslim bir zahit, Yavuz yalnız âlimin önünde eğilmesini bilen, muallimin mesuliyetlerine hürmeti bilmiş, kılıcının olduğu kadar ruh dünyasının da bir kahramanı idi. Dünyaya söz geçiren hükümdar yalnız müftüsüne itaat ediyordu. Âlimin atının ayağından sıçrayan çamurun bile şeref olduğunu kabul ediyordu.
Bilin ki!
Bizim bütün tarihimiz, muallimin yükseltildiği devirlerde şan ve şerefle medeniyet ve ahlakın zirvelerine tırmanmış, muallimin alçaltıldığı dönemlerde ise uçurumlara yuvarlanmıştır.
Tarihte muallimin itibarsızlaştırılması
Muallimin alçaltılması, onun devlet emrinde bir bende haline getirilmesiyle başlar. XVII. Asırdan beri, şeyhülislamların birçoğu, devlet siyasetinin telkiniyle fetvalarını vermeye başladılar. Gaye hükümdara yaranmak, vasıta ise ilim ve şeriat oldu. Zamanla medrese istiklalini kaybederek, tamamıyla devletin eline geçti. Müderrisler, devlete ait menfaatlerin simsarı oldular. Devlet siyasetini güdenler bu mevkilere getirildi. Sonra daha beşikte iken ulema denen sabilerin başına sarık sarıldı. Nihayet sonuncusu, muallimliğin meslek halinden çıkarılması oldu.
Muallimliğin Önemi
Medeniyetler muallimle kuruldu. Muallimi her devirde, o devrin ruh ve idealinin hüviyetine bürünmüş görüyoruz. Devirlerin idealizmini yaşatan muallimlerdir. Ruhumuzun sanatkârı, hayatımızın nazımı olan muallimin aramızdaki yerinin yüksekliğini, vazifesinin genişliğini ve ruhi mesuliyetinin pek ağır olduğunu maalesef gençlere değil, bu gün muallimlere hatırlatmak lüzumunu duyuyoruz.
Muallim, gençlere bilmediklerini öğreten bir nakledici değildir. Bu iş, kitabın işidir, bilmediklerimiz kütüphanelerde bulunmaktadır. Muallim, genç ruhları bir örs üzerinde döverek işleyen bir demircidir. İlk tahsil çağlarından başlayarak, bilhassa edebiyat, felsefe, tarih gibi kültür derslerinin genci kâinat karşısında kendine mahsus görüşlere sahip, bizzat kendisi için hayat kaideleri yaratabilen bir bütün insan olarak yetiştirmesi lazımdır.
Muallim, geçeceği yol bütün engellerle örtülü olduğu halde buna tahammül etmesini bilen, tahammül etmesini seven idealdir. İdealin düşmanları karşısında bile bunlara “beddua et” denildiğinde “hayır, ben beddua için gönderilmedim” diyerek, “bir gün gelecek bunlar davamıza en büyük hizmeti yapacaklardır” diyen rahmet müjdecisidir.
Muallimlik bir sevdadır!
Muallimlik sevgi işidir, ruh sevgisidir. Ruhun ulvi olan isteklerine nefsinden her şeyi feda eden sevginin ferdi ulaştırdığı örnek insan mertebesidir. Muallim, hepimizin her an muhtaç olduğu doktordur. İman ve anlayış vasıtaları ile bizi tedavi eder. Ruhlarımıza sunar ve hakikat âleminden haberler verir. 
Tahammülsüzlüğün, şikâyetin başladığı yerde muallimlik davası biter. Muallim, daima muvaffakiyetsizliğinin, zaaflarının sebebini arayarak kendini düzeltmeye çalışmalıdır. Gandi, talebelerinde hata görürse, bunun sebebinin nefsindeki kifayetsizlik olduğunu kabul ederek oruç tutuyordu. Muallim, kaderinin karşısına çıkardığı engellerle mücadele ederken sonuna kadar nefsinden fedakârlık yapmayı göze alabilen cesur insandır. 
Tehdit ve dayakla öğretmek, muallimin işi değildir.
Muallim, insan olan varlığımızı alır, ona sonsuzluk dünyası olan ruhi hayat istasyonlarında yol alacak kudretin ve değerlerin aşısını yapar. Ruhumuza aşılar yapan doktor olarak muallim, ruh dünyamızın hem duygu, hem bilgi, hem de irade bölgelerinde tedavisini ve aşılarını yapmaya mecburdur. Şayet bunlardan bir kısmı ihmal edilirse ruhi yapı buhran içinde kalır, sayıklar ve kendine gelemez.
Eğitim En Küçük Yaşta Başlar!
Duygular sahasında eğitim en küçük yaşta başlayacaktır. Kalbe yapılan ilk aşı, merhamet aşısıdır. Sonra, hemcinsini sevmek ve sevdiği için aldatmamak, ihmal etmemek aşıları yapılır, cemaat sevgisi verir.
Görülüyor ki muallim, bizim bütün ruh yapımızın ustasıdır. Böyle olunca da ondaki sakatlıkların hepsinden mesuldür.
Eğer bir toplumda alış veriş pazarlıkla yapılıyorsa, çocuklar birbirlerini yumrukluyor, her biri birer baba olan büyükler birbirlerinden rüşvet alıyorlarsa…  İnananların imanına inanmayanlar saldırıyor ve inananlar da birbirlerinden intikam alıyorsa, eğer fazilet tarih kitaplarında bir efsane diye okunuyor ve ancak en büyük lokmayı kazanmasını bilen insan yüceltiliyorsa, mazlumların yanında onların gözyaşlarını kurulayan da bulunmadığı halde zalimler alkıştan sağırlaşmış hale geliyorsa... Eğer çocuklar büyüklerden daha kurnaz, yaşlılarsa çocuklardan daha ümitsiz bir hayatın kurbanı haline gelmişse… İşte orada muallim vazifesini yapamamıştır. Orada muallim yok demektir. Ve o diyarda muallimlik iflas etmiştir.
Bu vasıtaları kullanan hoca gelecek nesiller ve insanlık için zalim hazırlamaktadır. Bazen mektepte en pısırık olanın hayatta zalim ve ceberut karakter kazandığına bakılırsa o adamın, bu karakteri kendilerinden zulüm gördüğü hocalarından almış olduğuna hükmetmelidir. 
Daha mektepte iken köylünün altınlarını nasıl toplayacağını hesaplayan doktor veya hangi vasıtalarla apartmanlar sahibi olacağını tasarlayan hukukçu genç, elbette hocalarından insani bir merhamet terbiyesi olmamış demektir. Adalet, okulda her an hâkim olması istenen bir ruh kuvvetidir. Muallimin, merhameti içinde tam manasıyla adil olması onun genç ruhlara tesir kuvvetinin en büyük sırrıdır.
Muallim, para veya mevkiinde kalmak ve daha yükselmek için adalete uygunsuz vasıtaları kullanmaya başladığı zaman ruhlar öksüz kalır, kalplerde sefalet başlar. 
Muallim Meselesi Maarif Davamızın Ana Meselesidir!
Muallim meselesi, maarif davamızın ana meselesidir. Maarifi yapacak olan muallimdir. Şayet değerlendirilmezse, maarifi yıkan da o olur. Mektepte nöbet tutma ve bir takım kolların idaresi gibi vazifeler, muallimlik mesleğine vurulmuş darbelerdir. Koridorlarda talebeyi takip eden ve sınıflarda para toplayan muallim, ideal görevlerinden uzaklaştırılmış bir insandır.
Onu mukaddes idealinden uzaklaştırıcı olan bu şartlar, zamanla doğurdukları alışkanlık yüzünden muallimi kitaptaki bahislerin sınıfta tekrarını yapan bir büro müstahdemi haline getiriyor. Vazifesi sınıflara vaktinde girmek ve nöbet zamanları koridorda görünmek, neşredilen dergileri tastamam imzalamak ve müdürü memnun etmekten ibaret olan, talebeye karşı muamelesinde çekingen, imtihanlarda idareli, cebindeki not defteri özel işaretlerle dolu altmış küsur meslekten herhangi birinin müntesibi küçük baremli bir memurdur.
Dünyada Öğretmenlik
İngiltere’yi kuran, dünyaya hakim yapan, İngiliz milletinin kendisi için yaşattığı hudutsuz adalet idealidir. XX. Asır insanlığının içinde bunaldığı büyük ruhî buhrandan Fransız çocuğunu kurtaracak idealcinin muallim olduğunu yedi sene evvel Sorbonne kürsüsünde dersini verirken ölen fikir şehidi, asrın tarihçisi Mathiez söyledi.
Soruyoruz Gençler Size?
Maneviyetini, itiyatlarının kuruluşunu, ihtiraslarının ateşlenmesini, on, onbeş yıllık bütün gençlik devresi içinde kendilerine emanet ettiğimiz muallimlerden başka hangi sınıf insan, cemiyetinin ideal hayatının, ruhî idaresinin sahibi sayılır?
Şunu bilmeliyizki!
‘Üniversite profesörleriniz köy çocuğunu okutmaya başladıkları zaman memleket kurtulacaktır.’
Büyük ecdadının tarihinden getirdiği zekâ kabiliyetlerini her gün toprağa gömen köylü çocuklarını insanlık için örnek olacak bir medeniyetin sahipleri haline getirmeyi ülke edinen profesörler lazım. Şu halde mesele, her şeyden evvel bir nesle onu bu hakikate meftun kılacak aşkı aşılamak meselesidir.
Okuyup yazmayı belletmeye memur köy öğretmeni karşılayamaz.
Muallimlikten ayrılmayı bir nevi kurtuluş addettiklerini ve gençlere muallim olmamalarını tavsiye etmekte birbirlerine rekabet ettiklerini içimiz yanarak, gelecek hayatın tasavvuru arasında gözlerimiz kararak her gün görmedeyiz.
Filhakika bizim anlayışımıza göre muallimlik, bugün kendisinin bağlanmış olduğundan bambaşka gayelere sahip bir meslek olarak tanımlanmalıdır. 
ÖĞRETMEN
Muallim, gençlere bilmediklerini öğreten bir nâkil (nakledici) değildir. Bu iş, kitabın işidir, bilmediklerimiz hep kütüphanelerde bulunmaktadır.
ÖĞRETMEN
Yalnız bilinmeyeni bilmekle eski devrin ‘scolastique’ tahsili elde edilir. Kitaplardaki örümcek kafamıza nakledilir.
ÖĞRETMEN
Kültürlü adam, kafaları işletmesini bilen adam lâzımdır.
ÖĞRETMEN
Muallim tüccar değildir. Maaş ve ücretinin azlığı, çokluğu davası içinde mesleğe kıymet veren insan bu mukaddes vazifeyi yapıyor sayılmaz. Mektepçiliği ticaret edinen, muallimliği esnaflık haline koyan kültürsüz fukaranın işi değildir. Para değil, ruh işidir.
ÖĞRETMEN
Muallimleri maaş derecelerine göre tasnif etmek ne kadar budalaca bir hareket olursa, bulunduğu mektebin derecesine göre muallime kıymet vermek itiyadı da o kadar safiyane ve o kadar muzir bir itiyattır.
ÖĞRETMEN
 Muallim sadece bir memur değildir; belki genç ruhları kendilerine mahsus mânadan bir örs üzerine döverek işleyen bir program müfredatını sene sonuna kadar bitirmeye muvaffak olan, hatta yalnız dersini hakkile karayan talebe yetiştirebilen muallim vazifesini en mühim kısmını başarabilmiş sayılmaz.
ÖĞRETMEN
On, onbeş yıllık bütün çocukluk ve gençlik devresinde ruhlarının teşkilini kendilerine emanet ettiğimiz muallimden sade bu işlere beklemiyoruz. İlk tahsil çağlarından başlayarak, bilhassa edebiyat, felsefe, tarih gibi kültür derslerinin, dünya hayatında rol yapmaya namzet olan genci kâinat karşısında kendine mahsus görüşlere sahip, bizzat kendisi için hayat kaideleri yaratabilen bir bütün insan olarak yetiştirmesi lazımdır.
ÖĞRETMEN
Tahsili bitirdikten sonra hayata başlamak, bir büyük adamın itiraf ettiği gibi, elli yaşından sonra dünya hayatının kıymetlerini tanımak, iyiyle kötüyü, haklı ile haksızı, beni ve cemiyetimi yaşatanla çürüteni ayırdetmeğe ellisinde başlamak, filhakika çok acıklı bir hakikattır. Saadetle fazileti, ilimle politikayı şe’niyetle (realite ile)ideali ayırmasını muallim öğretecektir. 
ÖĞRETMEN
Birbirine zıt hakikatler olduğunu muallim gösterecek ve muallim bizi, bu kıymetlerden üstte olanı, hakikate götürücü olanı seçebilecek kemale erdirecektir. Tahsil alelade bir iş değil, bir mefkûre olmalıdır. Genç ruhların derin ve sürekli bir sürur halinde doğuştan sahip oldukları bu mefkûreyi, seneler içinde bir yığın bilgi halinde verebilen ve asıl ruhtaki olgunlaşmak ihtiyacını duyurmayan hatalı bir tahsil azar azar yok etmektedir.
ÖĞRETMEN
’’Kızlarını okutmayan millet oğullarını manevî öksüzlüğü mahkûm etmiş demektir; hüsranına ağlasın!’’ Ne doğru.
ÖĞRETMEN
  Fakaz biz asıl kızlarımızı okuttuktan sonra oğullarımızı  ruh öksüzlüğüne mahkûm ettik.
ÖĞRETMEN
Gafil ve cahil bir mektup müdürü ‘gençlik kendisine emniyet edinemez’ sözleriyle jurnal ederse buna hiç şaşmayalım. Gençlikten  körüne itaat bekleyen, ona yalnız kendi emir ve arzularını takip etmek gibi şuursuz bir tabiat telkin eden insan, idare ettiği yerde muallim hüviyetini bütün mânasile taşıyanın kadrini elbette bilmeyecek, elbette onu kendi gayesine, bu mukaddes meslek içinde yaşattığı kendi sefil ve hasis emellerine düşman bilecektir.
ÖĞRETMEN
    Bizim mefkûremiz, gençliği bu hatalı telakkilerden kurtarmak, muallim adını taşıyan, kendine ruhları emniyet ettiğimiz büyük idealcinin hakiki hüviyetini anlatmak; gençlere, fikir ve fazilet aşkını yaşatan, onu var kılan en mukaddes mesleğin muallimlik mesleği olduğunu anlatmaktadır.
ÖĞRETMEN
Muallim, köyde bilen, öğreten, irşad eden, yol gösteren, terbiye eden, hulasa veli, mürebbi ve emin vasıflarına sahip insan olacaktır.
ÖĞRETMEN
Ruhların mürşidi, hayatın nâzımı ve istikbalin en emin kefili olacaktır.
ÖĞRETMEN
Bizim hayatımızın bir mâna ve medeniyet seviyesine ermesi, asırlardan beri Anadolu’nun muhteris sahibi sadık koruyucusu olan Mehmetçiğe hayatımıza lâyık olduğu yeri vermekle kabil olacağını söylemiştik. Mehmetçiğe hayatta yer vermek, muallime en üstümüze yer vermekle ve onu en büyük mesuliyete sahip bir ideal adamı haline getirmekle kabil olacaktır. 
ÖĞRETMENİN GÖREVLERİ NELERDİR
Âdemoğlunu, beşikten alarak mezara kadar götürüp teslim eden, dünyanın en büyük mesuliyetine sahip insan muallimdir. Kaderimizin hakikatinin işleyişi, karakterimizin yapıcısı, kalbimizin çevrildiği her yönde kurucusu odur. Fertler gibi, nesiller de onun eseridir.
ÖĞRETMENİN GÖREVLERİ NELERDİR?
Ferdin şahsî tarihinde muallimin izleri bulunur. Devletleri ve medeniyetleri yapan da, yıkan da muallimlerdir.
ÖĞRETMENİN GÖREVLERİ NELERDİR?
Muallim, sade zekâlı değil, beşaretlerimizin, ibadetlerimizin müjdecisidir.
ÖĞRETMENİN GÖREVLERİ NELERDİR?
Medeniyetler muallimle kuruldu. Çin dünyasının kurucuları hakîmlerdi. Mezopotomya medeniyetinin ilk sahipleri pateslerdi.
ÖĞRETMENİN GÖREVLERİ NELERDİR?
Medreselerin çatısı altında üç kıtayı istilâ etti. Üstadların yükseltildiği devirdir. Muallimin ön plânda rolü olduğunu biliyoruz.
ÖĞRETMENİN GÖREVLERİ NELERDİR?
İstiklâl harbimizde, cepheye sırtında gülle taşıyan köylü  kadın kadar, istilânın acısını damarlara aşılayan muallimin rolü olmuştur.
ÖĞRETMENİN GÖREVLERİ NELERDİR?
Muallimi her devirde, o devrin ruh ve idarenin hüviyetine bürünmüş görüyoruz. Devirlerin idealizmini yaşatan muallimdir.
ÖĞRETMENİN GÖREVLERİ NELERDİR?
İlk çağda  muallim, hakim yani hikmet adamı idi. Ortaçağda muallimlik rolü, zâhidlerin, din adamlarının eline geçti. Halkı yetiştiren, ruhlara istikamet veren onlardı. Rönesanstan sonra, muallimi: zekâyı, tabiat hâdiselerinin arkasından ve onların ışığında ilerleten lâboratuvarlarla atölyelerde buluyoruz.
ÖĞRETMENİN GÖREVLERİ NELERDİR?
XIX. asırda ise, teknikle tecrübenin üstadı olan bu muallimle yan yana ve ona rakip olarak romantik aşkın telkincisi muallimi görmekteyiz.
ÖĞRETMENİN GÖREVLERİ NELERDİR?
Doğu’da, İslâm âleminde iki büyük muallim simasi göze çarpar: Menderesenin hâkimi skolâstik üstadlar ve tarikatların mürşidleri şeyhler.
ÖĞRETMENİN GÖREVLERİ NELERDİR?
Medrese; ilâhî iradenin emrinde ilerleyen insan şuurunu inkâr ederek Aristocu muhafazakârlığında inat ettiği için yıkıldı.
ÖĞRETMENİN GÖREVLERİ NELERDİR?
Tarikatları ise, asırların arasında tâ kalbinden kemiren şerîr kuvvet alevîlik olmuştur. Ve böyle bozuk bir zihniyete, kolayca ortak olan hayatî hazlarla yüklü bir âdap ve erkân silsilesi, tarikatları çürütmeğe kâfi geldi. İslâm âlemi, bugün bu iki çürütülmüş zihniyetin harabesi halindedir. 
ÖĞRETMENİN GÖREVLERİ NELERDİR?
Milletimiz, hangi muallim tiplerini tanıdı? İslam’da, Peygamber ilk muallimdi. Devlet ve mektep işlerini birleştirmiş, devleti mektep haline getirmişti.
ÖĞRETMENİN GÖREVLERİ NELERDİR?
Devlet adamı, muallimin emrinde bulunduğu müddetçe cemaat ikbâl halinde yaşadı. Devlet adamının bendesi olduğu zaman, cemaat bozuldu, felâketler baş gösterdi.
ÖĞRETMENİN GÖREVLERİ NELERDİR?
Kur’an’la Hadis’in ebedî muallimliğinde, bunları yükseltmekten başka emelleri olmayan Ömer’ lerin devrinde İslam âlemi en mesut devirlerini yaşadı.
ÖĞRETMENİN GÖREVLERİ NELERDİR?
Dünyaya söz geçiren hükümdar yalnız müftüsüne itaat ediyordu. Âlimin atının ayağından sıçrayan çamurun bile şeref olduğunu kabul ediyordu.
ÖĞRETMENİN GÖREVLERİ NELERDİR?
Bizim bütün tarihimiz, muallimin yükseltildiği devirlerde şan ve şerefle medeniyet ve ahlâkın zirvelerine tırmanmış, muallimin alçaltıldığı devirlerde ise uçurumlara yuvarlanmıştır.
ÖĞRETMENİN GÖREVLERİ NELERDİR?
Muallimin alçaltılması, onun devlet emrinde bir bende haline getirilmesiyle başlar. XVII. asırdan beri, şeyhülislâmların birçoğu, devlet siyasetinin telkiniyle fetvalarını vermeğe başladılar. Gaye, hükümdara yaranmak, vasıta ise ilim ve şeriat oldu. Zamanla, medrese istiklâlini kaybederek, tamamiyle devletin eline geçti. Müderrisler, devlete ait menfaatlerin simsarı oldular.
ÖĞRETMENİN GÖREVLERİ NELERDİR?
Devlet siyasetini güdenler bu mevkilere getirilirdi. Sonra da daha beşikte iken ulema denen sabilerin başına sarık sarıldı. Nihayet sonuncusu, muallimliğin meslek halinden çıkarılması oldu.
ÖĞRETMENİN GÖREVLERİ NELERDİR?
Altmışdört meslekten insan, bugün muallimin adını taşımaktadır ve muallim, cemiyetin bir köşesinde hâfızaları kımıldatan bir tekrar âletidir.Muallimin mesuliyetleri çoktur ve cemiyet hayatının her sahasına uzanmaktadır.
ÖĞRETMENİN GÖREVLERİ NELERDİR?
Bir memlekette ticaret ve alışveriş tarzı bozuksa, bundan mullim mesuldür. Siyaset, milli tarhin çizdiği yoldan ayrılmış, milletinin tarihî karakterini kaybetmişse, bundan mesul olan yine muallimdir.Gençlik avârinin dâvasız, aileler otoritesizse, bundanda muallim mesul olacaktır.
ÖĞRETMENİN GÖREVLERİ NELERDİR?
Memurlar rüşvetçi, mesul makamlar iltimasçı iselir muallimin utanması icap eder. Din hayatı bir riya veya taklit merasimi haline gelerek vicdanlar sahipsiz ve sultansız kalmışsa, bunun da mesulü muallimlerdir.
ÖĞRETMENİN GÖREVLERİ NELERDİR?
Yüreklerin merhametsizliğinden, hislerin bayağılığından ve iradelerin gevşekliğinden bir mesul aranırsa; o da muallimdir. Yalnız kaldığımız yerde yalnızlığımızın mesulü o, imanların zayıfladığı devirlerde bu gevşemenin mesulü yine onlardır.
ÖĞRETMENİN GÖREVLERİ NELERDİR?
Bu kadar yükü muallime yüklemek, ilk bakışta fazla gibi görünüyor. Lâkin hepimizin ruh yapısı muallimin elinden çıktığı düşünülürse, hiç de yanlış değildir.
MUALLİM NASIL BİR İNSANDIR?
1. Her şeyden önce muallim, hayatımızın sahibi olmaktan ziyade sanatkârdır. Kullanıcısı değil, yapıcısıdır. Seyircisi değil, aktörüdür. O, en doğru, en güzel hayat örneğini yapar, hazırlar, bize sunar; biz yaşarız. Bizim vazifemiz, bu hayata anlayış katmaktır, anlayışla ona iştirak etmektir.
MUALLİM NASIL BİR İNSANDIR?
Balın yemeyip yaptıktan sonra bize bırakan arının bu hareketini şuurlandırıp bir ideal haline getirirseniz, onda muallimi bulursunuz. O, ruhumuzdaki kat kat fetihlerin kahramanı ve şerefli sahibi olduğu halde, bu hayatı yaşamayı değil, ona hizmeti tercih ile seçmiş fedakâr varlıktır.
MUALLİM NASIL BİR İNSANDIR?
2.Muallim, geçeceği yol bütün engellerle örtülü olduğu halde, buna tahammül etmesini bilen, tahammül etmesini seven idealcidir. İdealin düşmanları karşısında bile bunlara ‘beddua et!’ diyenleri, ‘hayır, ben beddua için gönderilmedim’ diye susturarak, ’bir gün gelecek bunlar dâvamıza en büyük hizmeti yapacaklardır’ diye teşbir eden rahmetler müjdecisidir. 
MUALLİM NASIL BİR İNSANDIR?
Gücümüzün yetmediği yerde kalbimizin beddualarına, yüzümüzün güldüğü yerde gönlümüzün kin ve nefretlere karşı gelerek, bu beddualara kinleri, içimizdeki gizli kirli bir şeyi yolarak atar gibi, ruhumuzdan sıyırıp atabilecek el, muallimin elidir.
MUALLİM NASIL BİR İNSANDIR?
‘Kime karşı olursa olsun, her düşmanlık, mutlaka kendimize düşmanlıktır’ itikadına kalbimize muallim sokabilir. Zira böyle bir inanış ve bu inanışla yaşayış, bir tekilin, bir mücerred düsturun telkinin eseri olamaz. Bu yolda adanmış bütün bir hayat ister. Ve bu yol, yolcuları saadet kıblesine götürür. Gandi, İngilizlere karşı kinini unutmak için, oruç ibadetine senelerce nefsini adadı.
MUALLİM NASIL BİR İNSANDIR?
Tahammülsüzlüğün, şikâyetin başladığı yerde muallimlik dâvası biter. Muallim, daima muvaffakiyetsizliğinin, zaaflarının sebebini arayarak kendine düzeltmeye çalışmalıdır. Yine Gandi, talebesinde hata görürse, bunun sebebinin nefsindeki kifayetsizlik olduğunu kabul ederek oruç tutuyordu. Muallim, kaderin karşısına çıkardığı engellerle mücadele ederken sonuna kadar nefsinden fedakârlık yapmayı göze alabilen cesur insan olmalıdır.
MUALLİM NASIL BİR İNSANDIR?
3. Muallimlik sevgi işidir, ruh sevgisidir. Ruhun ulvî olan isteklerine nefsinden her şeyi feda eden sevginin ferdi ulaştırdığı örnek insan mertebesidir. İdeale istediğimiz kadar, hattâ bizden istenildiği kadar örnek olmak mecburiyetindeyiz. Muallim halk gibi, her yaşayan gibi yaşayamaz. Herkesin sevinip güldükleri gibi sevinip gülmemize ‘bizim bildiklerimiz mânidir. Peygamberimizin bunu pek çok anlatan bir sözü var: ‘Eğer bildiğimi bilseydiniz, az güler, çok ağlardınız ve zevklerinizi yapamazdınız’    Ve bu hale ancak sevgi yolu ile ulaşılıyor. Nefsin arzularından geçme hali, aşkın meyvesidir.
MUALLİM NASIL BİR İNSANDIR?
4. Muallim, hepimizin her an muhtaç olduğu doktordur. İman ve anlayış vasıtaları ile bizi tedavi eder. Muallim, insan olan varlığımızı alır, ona sonsuzluk dünyası olan ruhî hayat istasyonlarında yol alacak kudretin ve değerlerin aşısını yapar. Hayat, var olanı olduğu gibi tanıtmaya kabiliyetlidir. Muallim var olması lâzım geleni öğretir.
MUALLİM NASIL BİR İNSANDIR?
Realitenin üstadı bizzat kendisidir, idealinin üstadı ise muallimdir. Sanatkârın ve bahusus edebî sanat sahiplerinin bu muallim rolünü yaptıklarını unutmamak lâzımdır. Peygamberlerse, en büyük ruh doktorları idiler; bütün insanlığın ruhunu kurtardılar. 
MUALLİM NASIL BİR İNSANDIR?
Kalbe yapılan ilk aşı, merhamet aşısıdır. Sonra, hemcinsini sevmek ve sevdiği için aldatmamak, ihmâl etmemek aşıları yapılır, cemaat sevgisi verilir. Böylece aşkın terbiyesinden sonra ferdin şahsiyeti işlenir. Her hareketinde kendinin olma, kendi kendine bağlı kalma aşıları verilir. 
MUALLİM NASIL BİR İNSANDIR?
Duyguları hiç yoğrulmaya muhtaç değilmiş gibi çocuğa tabiat eşyası tanıtılıyor. Kültür dersleri, farazâ tarih ve coğrafya bile, eşya dersleri gibi okutuluyor. En büyük boşluğa doldurulacak olan din dersleri kabul edildi.
MUALLİM NASIL BİR İNSANDIR?
Muallimin vermesi gerekli bilgiler, ruhî yapının ulaştığı devrede muhtaç olduğu bilgiler; ruhî yapıyı işleyerek ona aşı olacak bilgilerdir; onu olduğu yerden bir adım daha ileri götürebilecek bilgilerdir.
MUALLİM NASIL BİR İNSANDIR?
Edebiyat dersinde, zihinlere biyografi ve yalnız edebiyat tarihlerini aktarmak, edebî zevki olduğu gibi, durmadan matematik formülleri ezberletmek zekânın mücerred dönüşünden ibaret olan matematik kabiliyetini körleştiricidir. İlkokul çocuğuna, kendileriyle henüz hissî  temasa geçmediği eşyanın bilgisini vermek isteyiş, ondaki hissî yapıyı bozar ve kendini arama işinden onu alıkoyar.
MUALLİM NASIL BİR İNSANDIR?
Muallimin, irade kabiliyetimizi işlemi rolü ise, evvelkilerden daha mühimdir.
Muallimin yalnız iyi alışkanlıklarımızı harekete geçirmesi ve fena hareketlerimizi frenlemesi lazımdır.
Her şeyden evvel gencin, kendisine hayat sahnelerinin hepsi açık bulunan bir hayat adamı olmaktan korunması lâzımdır. Tarik yoluyla irşat, ruhlara çevrilmiş bir heykelciliktir.
MUALLİM NASIL BİR İNSANDIR?
Muallim, bizim bütün ruh yapımızın sanatkârıdır. Böyle olunca da ondaki  sakatlıkların hepsinden mesuldür.
Doktorumuzdur, kurucumuzdur, düzenimizin bekçisidir, münasebetlerimizin düzenleyicisidir ve yaşamımızın üstadıdır. Zira, bunların hepsinden o, haberi olsa da olmasa da, mesuldür. Muvazenesizliğin, medeni terbiyedeki düşüklüklerin mesulü yine odur. 
MUALLİM NASIL BİR İNSANDIR?
5. Muallim, sahip olduğu bu mesuliyetle içimizde en fazla hür olan insandır. Çünkü mesuliyetimiz, hürriyetimizin kaynağıdır.
Maarif demek, muallim demektir. Descartes ‘hür olmayan düşünce, düşünce değildir.’ diyor. Bu söze inanarak diyebiliriz ki; hür olmayan muallim , muallim değildir. Mahkûm edilmiş fikir ve irfandir. Fikir ve kültürün mahkûmiyeti en az vatan toprağının esaret altında kalması kadar acıklıdır. 
MUALLİM NASIL BİR İNSANDIR?
Muallimi bu karakterleri ile tanımayıp onun millet ruhunun yapıcısı olduğuna inanmayan bir zihniyet, muallimi basit bir memur kadrosu haline koyar ve her tarafından çiçeklenecek kültür ağacını kökünden baltalar.




8 Haziran 2016 Çarşamba

Mavi Kuş



ESERİN KİMLİĞİ
ESERİN ADI: Mavi Kuş
YAZARI: Mustafa KUTLU
YAYIN EVİ: Dergâh
İÇERİK (MUHTEVA) ÖZELLİKLERİ:
HİKÂYENİN KAHRAMANLARI:
Deli Kenan: Otobüsün sahibi ve şoförüdür. Uzun boylu, iri yapılı fiziki özelliklerinin aksine şefkatli, güler yüzlü, kimseye zarar vermeyen bir karakteri vardır. Yaşlı annesinden başka kimsesi yoktur
Avcı Bilal: Bilal kasabanın ileri gelen ailelerinden birinin oğludur. Deli Kenan ile birlikte büyümüşlerdir.
Doktor Yahya: Kasabanın doktorudur. Yıllardır tek başına yaşamaktadır.
Muavin Seyfi:  Otobüsün muavinidir. Biraz saf ve hayal dünyası geniştir.
Öğretmen Murat ve Eşi Neşe: Murat tayini buraya çıkmış faka eşi bu köyü istemediği için eşiyle ayrılma noktasına gelmiş öğretmendir.
Kemal: Kendisini mühendis olarak tanıtmıştır. Gerçekte polistir.
Beşir Ağa: Kasabanın ağasıdır. Ailesinin tek erkek evladı olduğu için bir herkes üzerine titremiş, her istediği gerçekleşmiştir.
Adil Usta: Nazım Usta’nın babasıdır. Daha önce marangozluk yaptığı için “Usta” lakabı oradan kalmıştır
Nazım:
 Adil Ustanın ilk karısından olan çocuğudur. Doğum sırasında kalça çıkıklığı olduğu için sakat doğmuştur. Sessiz sedasız bir adamdır.
Köylü ve Hasta Karısı: Biri oğlan biri kız iki çocukları vardır. Kadın hasta olduğu için onu şehirdeki doktora yetiştirmeye çalışmaktadırlar.
Gül: Arkeoloji okumaktadır. John ve Elizabeth’i gezdirmektedir.
John ve Elizabeth: Amerika’dan gelmişlerdir. Tarihi eser kaçakçılığı yapmaktadırlar.
Erol: İstanbul’a gitmek isteyen fakat parası olmadığı için otobüse kaçak binen çocuktur.
Koto Bayram: Karısını genç yaşta ince hastalıktan kaybetmiştir. İki çocuğu ve yaşlı babasıyla kalmıştır. Zorla geçinmektedir. Kenan hiç hoşlanmadığı halde bu aileye yardımcı olurdu.
Timur: Deli Kenan’ın babasıdır.
Hancı ve Karısı: Hancı Hasan yaşlı karısı ondan da yaşlı durmaktadır. Belki daha gençtir fakat karısı o kadar sıkıntı çekmiş ki Hancı Hasan’dan daha yaşlı durmaktadır.[1]

ESERDE İŞLENEN KONU: 
Hikâyede dünyanın faniliğiyle ilgili olarak kaydedilen unsurların yanı sıra, ‘yol' metaforu da düşünülebilir. Bilindiği gibi Klasik Edebiyatımızda ve diğer birçok düşüncede dünya hayatı yola benzetilmektedir. Yolun bir yerlere açılım sağlıyor oluşu, bir yerden bir yere götürüyor oluşu ve asıl önemlisi, Hz. Peygamber'in (s.a.s) dünya hayatını anlatmak için benzetilen unsur olarak yolu kullanışı bunda etkilidir. Hikâyede yazar, âdeta dünyayı minibüse doldurmuştur. Kahramanlar, bir yerden kalkmış başka bir yere gitmektedir ve bu esnada da birtakım olaylar yaşamaktadırlar. Farklılıklarıyla beraber, her biri satıhta eşittir: Minibüsün şartlarıyla mukayyettirler. ‘Saatin zamanı bölmediği' dönemlerde sahip oldukları hikâyeleriyle her biri, bir âlem hüviyeti taşımaktadır. 

ESERİN ANA FİKRİ
Kutlu, tercih ettiği sinematografik (fotoğraf sanatı) anlatım tarzıyla hikâyenin muhtevası arasında birlik kuruyor. Yazar, bir anlamda bize filmi anlatıyor. Ancak klasik anlamda üçüncü şahsın anlatımını tercih etmiyor ve zaman zaman okuyucuyla diyaloga geçiyor. Bu yönüyle kendini her zaman hissettiriyor. Fakat üslubundaki samimiyet, okuyucunun anlatıcı arkasında rahatlıkla sürüklenmesine imkân tanıyor. Yazarın anlatımdaki samimiyetin unsurları olarak tercih ettiği dili, atasözü, deyim ve halk söyleyişlerini kullanmasını de sayabiliriz.

Netice olarak Kutlu'nun Mavi Kuş'u, sağladığı açılımlarla edebiyat dünyamızda farklı ve önemli bir yer tutmaktadır. Yazarın, bu hikâyesinde ele aldığı konuya ve kullandığı üsluba verdiği önemi, son hikâye kitabında da benzer konu ve üslubu devam ettirmesi bakımından görmek mümkündür. Özellikle edebiyatın ‘paralize' olduğu bir dönemde, Kutlu'nun eserlerinin taşıdığı edebî hüviyet, onu ve eserlerini ayrıca önemli kılmaktadır.
ESERİN TÜRÜ:
Hikâye
ESERDE İŞLENEN TEMEL DEĞERLER:
Kitap, yazarının da belirttiği gibi ‘hikâye ile roman arası' bir hüviyet taşıyor. Esasen kitabı, bir roman saymak mümkündür. Çünkü kitap, bir romanın tazammun ettiği tüm hususiyetleri haiz bulunuyor. Toplam kırk iki bölümden oluşan eserin birinci bölümü, kasabayı tanıtıcı mahiyette ve Şark hikâyeciliğindeki, anlatıcının, dinleyiciyi hikâyeye hazırladığı kısmın üslubunu taşıyor. Yazar, burada kasaba meydanını mekânlarıyla ve insanlarıyla tanıtıyor. Bu tanıtımda sinematografik dikkat özellikle fark ediliyor. Bir yandan da okuyucuyla diyaloga geçerek onu hikâyenin havasına hazırlıyor. Ancak yazar, bu bölümün sonunda ‘Yahu ben meddah mıyım?' diyerek okuyucuya da bir ‘sınır' çiziyor ve ‘kitabın hissiyatına ortak' olması için okurla beraber hikâyesini anlatmaya başlıyor.

Hikâye, Mavi Kuş adlı minibüsün ‘kavurucu bir öğle sıcağında', köyden tren istasyonuna hareket etmesiyle başlıyor. Yazar, minibüs hareket etmeden yavaş yavaş hikâyenin kahramanı olan yolcuların meydanda toplanışını anlatıyor. Geriye dönüş tekniğiyle kahramanların geçmişlerini okuyucuya sunuyor. Bunu, kâh yolcular meydanda toplanıncaya kadar yapıyor, kâh yolculuk esnasında. Bu bakımdan yazar, her ne kadar birinci bölümün sonunda ‘Kasabadan şimdi çıkıp gideceğiz.' dese de şahsî hikâyeler vasıtasıyla okur, sık sık kasabaya dönüyor.
 
YAZARIN ÜSLUBU:
Son dönem Türk hikâyeciliğinde kendine mahsus üslup kazanıp önemli bir yer edinen yazarlardan biri de Mustafa Kutlu'dur. Kutlu'nun, Mavi Kuş adlı eseri, birçok bakımdan dikkat çekicidir. Yazar, Uzun Hikâye isimli kitabıyla başlattığı, daha ziyade şeklî, kısmen de muhtevayla ilgili değişimi, Mavi Kuş'ta da devam ettiriyor. Kutlu, Şark hikâyeciliğinin birçok unsurunu, kendi sanatını inşa yolunda kullanıyor. Kendisiyle yapılan röportajlarda dile getirdiği gibi, Şark hikâyeciliğindeki ‘az sözle çok şey anlatma' hususu, onun sanatının esaslı noktalarından birini oluşturmaktadır. Ayrıca Kutlu'nun, Türk hikâyeciliğinin önemli isimlerinden Sabahattin Ali ve Sait Faik üzerine de incelemeleri olduğu hatırlanırsa, onun sanatının birçok kaynaktan beslendiği anlaşılacaktır. Bir anlamda Kutlu, Şark hikâyeciliğinin bazı hususiyetlerini modern hikâye anlayışı içerisinde yeniden yoğurmuştur. Ancak Kutlu'nun, kelimenin edebî anlamında "modern" olduğu da ortadadır.

Mustafa Kutlu, Uzun Hikâye'ye kadarki hikâyelerinde, Şark hikâyeciliğinin yukarıda kaydettiğimiz hususiyetinin yanı sıra, ağırlıklı olarak Türk toplumunun yaşadığı sosyal değişimi eserlerine taşımıştır. Bu bakımdan Kutlu'nun hikâyeciliğini üç döneme ayırabiliriz: Birinci dönem, Kutlu'nun çıraklık dönemidir. Ortadaki Adam(1970) ve Gönül İşi(1974) adlı eserleri bu kategoride mütalaa edilebilir. Bu hikâye kitapları, Kutlu'nun dil ve üslup bakımından tam bir olgunluğa henüz ulaşamadığı dönemi ifade etmektedirler. Ancak Kutlu'nun ileriki yıllarda yazacağı konuları ima etmeleri bakımından da önemlidirler. İkinci dönem ise Kutlu'nun kendi ‘sesini' bulduğu dönemdir. Gerek dil, gerekse üslup bakımından belli bir olgunluğa ulaşan yazar, bu dönemde, Türk toplumunu birçok yönüyle eserlerine taşımaktadır. Bu sosyal konular içerisinde, köyden şehre göç ve bu göçün sebep olduğu ruhî çürüme, toplumsal değerlerin mahiyetini ve yaptırım gücünü kaybedişi, gençliğin yaşadığı ideolojik olaylar ve tasavvuf öne çıkar. Uzun Hikâye ile başlatılabilecek üçüncü dönem ise, yazarın kendi ifadesiyle ‘daha eğlenceli' bir üslubun hâkim olduğu eserleri içermektedir. Ancak burada şu husus belirtilmelidir ki, alanında kendini ispatlamış yazarların kendilerine mahsus sesleri vardır. Bu sebeple Kutlu'nun ‘eğlenceli' tabirini yazarın kendi sesi içerisinde değerlendirmek gerekir. Bu durum, üslubun ardında kendini kuvvetle sezdirmektedir. Esasen bu dönemi, ‘eğlenceliden ziyade Kutlu'nun hikâyelerindeki anlam katmanlarını çoğalttığı bir dönem olarak saymak mümkündür.

Köyden şehre göç, toplumsal değerlerdeki çürümüşlük ve neticede ortaya çıkan dejenerasyon, bu dönemdeki eserlerinde de önemli konular olarak yer almaktadır. Yazarın Mavi Kuş adlı eseri üçüncü bölümde mütalaa edildiğinden dolayı, diğer iki bölümden ziyade üçüncü bölüm üzerinde durulacaktır. Bu doğrultuda, bir katman sıralaması yapmak gerekirse; Kutlu'nun söz konusu üçüncü döneminde, eserlerinde üçlü bir anlam katmanı olduğu varsayılabilir. Birinci katman, günlük yaşantı ve olaylardan müteşekkildir. Hikâyenin ‘akan' kısmını oluşturan bu katman, hikâyedeki merak unsurunu beslemektedir. İkinci anlam katmanında ise, günlük yaşantı, olayların sebepleri ve sonuçları mahiyetinde olan durumlar ve fikirler yer alır. Bu katman, hikâyede ‘duran' kısımdır. Üçüncü katman olarak da, dünyanın faniliği, bu bağlamda da tasavvuf sayılabilir. Bu katmana, ‘tefekkür' hakimdir. Yukarıda yapılan tasnifi misallendirecek olursak; birinci katman için Uzun Hikâye'de, kahramanın köyden şehre göçünü, Beyhude Ömrüm'de bahçenin yapılışı ve bu esnada vuku bulan olayları, Mavi Kuş'ta da köyden istasyona yapılan yolculuğu örnek gösterebiliriz. Dikkat edilirse bu hususlar, hikâyenin daha ziyade ‘akan' taraflarıdır. İkinci katman için Uzun Hikâye'de başkahramanın yaşadığı hadiseler vasıtasıyla ortaya konulan Türkiye'nin siyasî yönünü, Beyhude Ömrüm'de köyden şehre göçü, Mavi Kuş'ta da yine köyden şehre göçü ve her kahramanın ‘şahsî hikâye'si vasıtasıyla dile getirilen meseleleri sayabiliriz. Üçüncü katmana gelince, görülmektedir ki, üç kitapta da tema aynıdır: Dünya bir oyun alanıdır ve fanidir. Uzun Hikâye'de, babanın hayata koyduğu son noktadan, oğulun yaşamaya başlaması bir döngüsellik içerisinde dünyanın fani akışına telmihte bulunmaktadır. Beyhude Ömrüm'de ise, bahçe metaforu etrafında bu mesele ele alınır. İnsan fanidir, bu dünyaya bir bahçe kurmaya gelir. Bahçeyi kurabildiği oranda da bakidir. Çünkü insan, hikâyede bahçeyi kuran kahraman gibi ölecek ve -eğer kurduysa- bir bahçeye gömülecektir.
 

Aynı şekilde Mavi Kuş'ta dünyanın faniliği, bir oyun sahnesi metaforu etrafında ortaya konulur.

ÖZET:
Mavi Kuş, maviye boyanmış, bakımsız, önünden geçenlerin dikkatini çeken, değişen parçaları yüzünden hangi marka olduğu belli olmayan, paslanmış, yer yer dökülmüş ve solmuş boyalı, şoför kapısının üzerinde hangi kuş olduğu belli olmayan, kanatlarını açmış, beyaz bir kuş resmi resmin hemen altında da “Mavi Kuş” yazısı yer alıyordur. Deli Kenan otobüsün tamiriyle uğraşırken Seyfi’de öğle yemeğini yemekteydi. Beyaz keten ceketli, beyaz pantolonlu, hasır şapkalı, şişman, dazlak, yabancı olduğu her halinden belli olan adam kutularını bagaja koyuyordu. Sefa Oteli’nin üst pencerelerinden bakan adam dürbünle bu adamı gözetliyordu. Daha sonra dürbünü koyarak Çardaklı kahvesine yöneliyor bu defa orada oturan iki bayanı izlemeye başlıyordur. Bu sırada bir köylü sırtında taşıdığı hasta karısını otobüse getirmeye çalışıyordu. Kadın çektiği acıyı saklamaya çalışmaktadır. Otobüse vardıklarında kadın ve adam çocuklarına ve babasına ağlayarak sarılarak vedalaşırlar. Otelde ki genç yine Çardaklı Kahveyi gözlemektedir. Kahvede arkada masaların birinde buralarda görülmeyen iki tip baş başa vermiş fısıltıyla konuşmaktadırlar. Adil Ustanın Mardin’de askerdeyken Nazım adında bir oğlu olur. Adil Usta Mardin’de askerdeyken Arap bir kıza aşık olmuştur. Ondan da Davut isimli bir çocuğu olmuştur. Adil Usta köye geri döndükten sonra karısı kahrından ölmüş Nazım’a babaannesi bakmıştır. Sonra Nazım’ı yanlarına almışlar fakat Nazım’a burada üvey annesi ve Davut eziyet etmiş Adil Ustada Nazım’ı hor görmeye başlamıştır. Buna dayanamayan Nazım, Davut’u öldürüp İstanbul’a kaçmaya karar verir. Otobüs hareket saatine hazırlanırken Nazım dükkanını kapatır ve otobüse biner. Tam bu sırada genç karı-koca yüksek sesle tartışarak otobüse doğru gelmektedir. Erkek alttan aldıkça kadın iyice bağırmaktadır. Erkek öğretmen olduğu için tayini buraya çıkmış, kadın ise burada kalmak istemiyor bunun için tartışıyorlardı. Mavi Kuş’un yolcuları arasında Doktor Yahya’da vardı. Doktor Yahya karısından boşanmış boşandıktan sonrada bu kasabaya tayinini istemiştir. Senelik iznini kullanmak üzere İstanbul’a gitmektedir. Sokağın iki tarafında uzanmış duvarın üzerinde iki çocuktan birisi olan Erol gizli olarak otobüse binme planları yapmaktadır. Planını gerçekleştirerek otobüse binecektir. Az sonra fiyakalı bir atla otobüsün önünde Beşir Ağa belirir. Beşir Ağa Ankara’dan gelecek önemli misafirler için trene yetişmek istemektedir. Jandarma da aralarında bir mahkumla gelmektedirler. Jandarmada geldikten sonra Deli Kenan bütün yolcuları otobüse çağırır. Yabancı karı koca bir koltuğa anlarında ki kızda bir koltuğa oturmuştur. Otelin penceresinden meydanı izleyen genç adam gelip güzel kızın yanına oturmuş ve yolculuk başlamıştır. Genç adam kendisini mühendis olarak tanıtsa da aslında tarihi eser kaçakçılığını takip eden polis memurudur. Deli Kenan kedisi olmadan asla yolculuğa çıkmamaktadır. Kedi gelip Kenan’ın kucağına oturduktan sonra yolculuk başlar. Yolda biraz ilerledikten sonra köylülerle karşılaşırlar Deli Kenan durup köylülerden domates, maydanoz, salatalık ve ayran alır. Otobüste ki yolculara bunları ikram eder. Almak istemeyen olduğu zaman zorla ikram eder. İleride ki dereden geçerken otobüs çamura saplanır. Koto Bayram inekleriyle otobüsü çamurdan çıkarmak karşılığında Kenan’dan para alır. Dereyi geçtikten sonra Kenan Bilal’i görür ve onu da otobüse alır. Bilal bir kızı sevmiş onunla evlenmiş, daha sonra karısı hamile kalmış fakat çocukları ölü doğmuştur. Karısı da bu olaydan sonra can vermiştir. Bilal’in bu durumu atlatması için arkadaşı Kenan onu avcılığa alıştırmıştır. Kenan Seyfi’den alet çantasını getirmesini istemiştir. Seyfi bagaja çıktığında brandanın altında Erol’u görmüştür. Erol’a orada ne işi olduğunu sorar Erol kendisinin ikinci muavin olduğunu söyler. Seyfi biraz saf olduğu için buna inanır, birinci muavin kendisi olduğu için gururlanarak aşağıya iner ve Kenan’a olanları anlatır. Han’a vardıklarında Hancı Hasan otobüsün geleceği saati bildiği için hazırlıklarını yapmış onları beklemektedir. Herkes bir şeyler yemek için aşağıya iner. Hasta kadını da kocası sırtına alarak indirmiş kadın burada iyice fenalaşmıştır. Erol’unda karnı acıkmış yanına aldığı elmaları yemektedir. Doktor hasta kadına bakmak için kadının yanına gider. Fakat kadın vefat etmiştir. Otobüs ölen kadını ve kocasını orada bırakarak yoluna devam etmiştir. Tren garına çok az bir yol kala otobüs aniden durdu. Tekerleğinin patladığını anlayınca tekerleği yaptılar tam takacakları sırada Seyfi tekeri elinden kaçırdı. Hava karanlık olduğu için tekeri biraz zor buldular. Tekerleği bulup taktıktan sonra yollarına devam ettiler. Akşam havanın soğumasından dolayı üşüyen Erol John’un kutusunun içindeki antikaları aşağıya atarak kutunun içine girerek uyumuştur. Az ilerde istasyonun ışıkları görünmeye başlamıştı ki bu sefer de polis otobüsü arama yapmak için durdurdu. Bunu duyan John ve Elizabeth’in içine korku düştü. Tam bu esnada nazım Usta vicdan azabına dayanamayarak “Ben öldürdüm” diye polislerin önüne atladı. Ancak polislerin aradığı kişi o değildi. Polisler Nazım’ı tutuklayarak aramaya devam ettiler. Kasaların içine bakarlarken aradıkları tarihi ederlerin yerine Erol’la karşılaştılar. Polisler çok şaşırdılar. Bunu gören John ve Elizabeth rahat bir nefes aldılar.
Erol yolun vermiş olduğu yorgunluk, uyuşukluk ve açlık yüzünden kendini toparlayamayarak kendini seyredenlerin yüzüne aptalca bakmaktadır.
Tam bu sırada yüksek bir ses dur diye bağırır ve ışıklar yanar. Meydanda ki sahnenin bir film seti olduğu anlaşılır

  SON BAKIŞ:
Gelenler, gidenler – yerleşenler, ayrılanlar – üzülenler, sevinenler – hasretle beklenenler, hasreti çekilenler - umutlar, hayaller vs. Bütün bunların yanında dünyamız emredildiği üzere kendi mecrasında yol almaya devam ediyor. Bizler için kimi günler sevinçle, kimi günler umutla beklenmeye devam ediyor. Zaman nede çabuk geçiyor: Koskocaman eğitim – öğretim yılı son demlerine gelmiş bulunuyor. Okumak üzere almış olduğum Mustafa Kutlu’nun eserleri bitti. Bu değerlendirmenin dışında son değerlendirmesini yapacağım bir eser kaldı. İnşallah bundan sonra üstadımın bütün eserlerini değerlendiren bir yazı yazmayı düşünüyorum. Tabii kısmet olursa.
Güzelim memleketimin hasımları durmadan kötülük yapmaya devam ediyorlar. Her gün yüreğimiz ağzımızda bekliyoruz. Askerimiz, polisimiz ve sivil insanlarımız şehadet şerbetini içip rahmeti rahmana kavuşuyorlar. Dün Vezneciler, bugün Midyat. Rabbim beterinden korusun.
Dünyamızın yeni oluşumları gebe olduğunu daha önceki değerlendirme yazılarımda belirttim. Sıkıntılı bir dönemden geçiyoruz. İnşallah önümüz yemyeşil bir vadi.
Ramazan tüm bereketi ile birlikte geldi. Ama gafil insanlar bunun farkında mı? Mekkeli müşriklerin bile bu aylarda kan dökmeye yasakladıklarını biliyoruz. Güzelim ülkemde neden durmuyor bu kan?
Vazgeçmek yok, çalışmaya daha çok çalışmaya devam edeceğiz. Bu mübarek ayda duaya her zamankinden daha çok ihtiyacımız var.





[1] Diyadin.net

İdeal Öğretmen

KİTABIN ADI: İdeal Öğretmen
YAZARI: Grıgory Petrov
DERLEYİCİ: Selim Gündüzalp
YAYINEVİ: Zafer Yayınları
SAYFA SAYISI: 75

İDEAL ÖĞRETMEN
GRIGORY PETROV
1880’li Yıllarda Moskova Üniversitesi
1880’li Yıllarda Moskova Üniversitesinin bütün profesörleri, öğrencileri ve Moskova’nın aydınlar grubu, büyük bir şaşkınlık yaşıyorlardı. Çünkü tanık oldukları şey, o güne kadar görülmemiş bir şeydi.
Üniversitenin en genç Matematik Profesörü S.A. Raçinski, üniversitedeki kürsüsünden istifa etmiş, ayrılmış. Rusya’nın Smolenska Eyaleti’nin Tatevo Köyü’nde öğretmenliğe atanmak için Eğitim Bakanlığına bir dilekçe vermişti.
Bilim dünyası onunla övünürken ve birçok Matematik bilgini ondan önemli buluşlar beklerken, bu genç profesör, kendi arzusu ile üniversitedeki çalışmalarına son veriyordu.
AMA NEDEN?
Herkes AMA NEDEN? diye büyük bir merak ile soruyordu. Raçinski ise bu sorulara tek bir cevap veriyordu:
SADECE VE SADECE
BİR KÖYDE,
SIRADAN
BİR KÖY ÖĞRETMENİ
 OLMAK İÇİN…
Bir Rus Edebiyatı eseri olan bu küçük hacimli kitap; ideal sahibi bir öğretmenin, mevcut tüm fırsatlarını ve parlak geleceğini elinin tersi ile itip, zorlu, küçük ama anlamlı bir ideal peşinde koşmasını konu ediniyor.
Tavsiye Ederiz ki!
Eğitici, düşündürücü, gurur verici olan bu idealist kitap, her öğretmen ile öğrenci tarafından mutlaka okunması gereken bir eserdir.
Eser gayet akıcı bir üslup ile yazılmış olup, 75 sayfa gibi küçük bir hacme sahip olduğundan, elinizden hiç düşürmeden bir solukta okuyabileceğiniz bir kitaptır.
Eserin Konusu
Prof. Raçinski’nin, Rusya’da 1880’li yıllarda ülkenin en iyi üniversitelerin birinde genç ve gözde bir Matematik profesörü iken, üniversitedeki görevinden istifa ederek
Doğduğu köye bir ilkokul öğretmeni olmasını konu alıyor.
Kitabın ilk bölümünde, Prof. Raçinski’nin bu ani ve ilk etapta anlaşılması güç, akıl almaz tercihini anlamakta zorluk çeken diğer üniversite hocaları ile girdiği fikri tartışmaları oldukça zevkle okunacaktır.
Arkadaşları onu vazgeçirmek için kırk dereden su getiriyorlar, üstten girip alttan çıkıyorlar. Ancak Raçinski kendinden emin, kararlı ve vakur bir duruş sergileyerek diğer tüm hocaları susturmayı, alt etmeyi başarıyor.
Raçinski, bu bölümde köy öğretmenliğinin ve sınıf öğretmeninin donanımlı olmasının önemini vurguluyor.
Prof. Raçinski köye geldikten sonra her şey güllük gülistanlık olmuyor. Köy halkının çıkardığı  zorluklarla karşılaşıyor. Ancak ideal sahibi olan Prof. Raçinski tüm bunları önceden tahmin etmiş ve hazırlıklı gelmiştir.
Köydeki öğrencilerin yeteneklerini ortaya çıkarmak ve bunları geliştirmeyi temel hedef edinen idealist öğretmen, kısa sürede dünya çapında bir ressam, kimya profesörü ve din adamı yetiştiriyor.
Bu başarılarından sonra, onu suçlayan, yadırgayan ve anlamayan eski üniversitedeki arkadaşları onu takdir ediyorlar.
Prof. Raçinski aydınların ve devlet adamlarının halktan uzak bir yaşam sürdürmelerini ve halka yabancılaşmalarını eleştiriyor. 
Şunu Bilmeliyiz!
Biz halka ne verdik ki onlardan ne bekliyoruz?
Birçok yetenek keşfedilmeden, geliştirilmeden, faydalanılmadan yok olup gidiyor. Bir ülkeyi güçlü ve değerli yapan halktır. Halkın eğitim ve refah seviyesi ne kadar yükseltilirse o ülke o kadar değer kazanır.
Bu açıdan o dönem Rusya’sı ile aynı dönemin Türkiye’si birbirine benziyorlar.
Üretmeden Övünmenin Bir Faydası Yok
Prof. Raçinski, ülke olarak üretim yapmadan tüketim yaparak boş boş övünmeyi eleştiriyor:
“Biz şöyle bir milletiz, böyle topraklarımız var, şöyle kaynaklarımız var vb.”
Esas olan bu kaynakların doğru bir şekilde değerlendirilmesidir.
Övünmek İstiyorsak;
Bize ait değerlerimizi önce yöresel, sonra ulusal daha sonrada evrensel düzeye çıkarmalıyız. İşte ancak o zaman övünebiliriz!
Prof. Raçinski, Rus Halkını uyuşturan, gerileten, perişan eden en büyük illetlerden birinin içki olduğunu söyler. Bunu sosyo-ekonomik koşullar ve en önemlisi sağlık açısından bilimsel verilerle kanıtlamaya çalışır.
Eğitimin Önemi
Prof. Raçinski, eğitimin önemini vurgularken, eğitimin hayatın her alanında gerekli olduğunu ve herkesin eğitime ulaşması gerektiğini vurgular.
Yani zamanımızda olduğu gibi sadece geçim için değil, hayatın kendi sürecinde elzem olduğu için bilginin peşine düşeceğiz!
Kitabın Sonucu Olarak;
Yazar, Prof. Raçinski’nin yetiştirdiği öğrencilerinin kısa hayat hikâyeleri ile 1900’lerdeki Rus devlet, aydın ve toplum yapısını sorgulayarak kitabı sonlandırır.
Soruyorum Size!
Ruh köklerini yitiren, giderek ruh kökleriyle kavgalı hâle gelen bir aydın, bu dünyaya ruh üfleyebilir mi, insanlığa, insanlığın önünü açacak yeni bir şey verebilir mi?
Zihinsizleştirilmiş bir zihne yani körleşmiş ve köleleşmiş bir zihne sahip olduğu için, yalnızca ödünç akılla, ödünç zihinle ve ödünç bir kültürle yaşayan bir aydın, bu dünyaya ne verebilir ki?
Asıl Körleşme Ve Köleleşme Budur!
Zihni, aklı, dünyası ödünç olan, taklidi yaşayan bir aydının -dolayısıyla genç kuşakların- dünyaya özgün şeyler verebileceğini sanmak, aslında zihnen köleleşmenin ve körleşmenin bir göstergesinden başka bir şey değil.
Şimdi Sıra Bizde!
Türkiye, deyim yerindeyse,  çok hızlı bir şekilde, toplumun bütün kesimlerini kucaklayarak, medeniyet iddialarını yeniden kuşanmalı.
Ve medeniyet iddialarıyla donanan özgüveni yüksek, pergelin sabit ayağını bizim medeniyet dinamiklerimize basan, pergelin hareketli ayağıyla da bütün dünyalara, medeniyetlere, kültürlere açılan,
bu dünyada yaşayan ama bu dünyayı yaşamayan, insanlığın yükünü omuzlarında taşıyan, çağ açacak, çağrısı çağını kuracak, çağlayan olup yeniden insanlığı barış yurduna kavuşturacak parlak, özgüveni yüksek öncü kuşaklar yetiştirecek tohumları toprağa düşürmeye bakmalı! 
En Büyük Hedef, Öncü İnsan Yetiştirmek Olmalı!
Türkiye'yi bekleyen en büyük iş, medeniyet dinamikleriyle donanacak ve insanlığın önünü açacak parlak öncü kuşaklar yetiştirmek olmalı! 
Önce İnsan,İnsan,İnsan!
İnsan, İnsan, yine insan
Kültürü, eğitimi ve gençliği ihmal edersek, geleceğimizi imha etmiş oluruz!
Korkmayın!
Gerçekleri görmekten korkmayalım! 
Bu Ülkenin Öğretmenleri!
Kültürde, sanatta, fikir hayatında asıl söylenecek ve dünyaya iletilecek sözü söyleyecek olanlar, bu ülkenin medeniyet birikimini ve ruh köklerini harekete ve hayata geçirecek olanlar, BU ÜLKENİN ÖĞETMENLERİDİR!
Sözün Özü
Konuşlandığınız yer, konuşmanızın içeriğini belirler; konuşmanızın dil'ini, yerini ve yön'ünü tayin eder.
Konuşlandıkları yeri bilemeyenler, bize, bizi sahil-i selamete çıkarak bir yolculuk armağan edemezler.
Sonuç Olarak
Sonuçta çağ'ı tanıyamadıkları için, sürekli tanımlanırlar. Ve çağ'ın ağ'ları, bağ'ları ve kavramları tarafından çıkmaz bir sokağa sürüklenmekten kurtulamazlar.
Görmüyor musun?
Görmüyor musun? O hâlde ne duruyorsun? Kalk ayağa öyleyse!
Müjdeci Ol!
   İlim, irfan, hikmet burçlarında hakikat medeniyetinin sönmeyen nûruyla insanlığı, varlığı ve bütün dünyayı aydınlatacak, esenliğe çıkaracak, kardeşliğe, adalete ve hakkaniyete çağıracak hakikat çağının habercisi hakikat bayrağını dalgalandır!
Dikkatli Ol!
Eğer büyük hatalar yapmaz, geleceğe iyi hazırlanırsak tarihi biz yapacağız yeniden
Şimdi Çalışma Zamanı
Kaybedecek vaktimiz yok: Önce insan, sonra insan ve her zaman insan!
İnsan olmadan asla!