İdrak ettiğimiz Ramazan ayının ruh ve mana iklimimize bu yıl ektiği tohumların hayırlı meyveler vermesini, bütün bir yılımıza ve ömrümüze hayır bereket katmasını yüce Allah'tan diliyor, Ramazan Bayramınızı da en iyi dileklerimle tebrik ediyorum.
Bayramınız mübarektir; onun bereketine nail olmanızı dilerim.
Büyüklerin ellerinden, küçüklerin gözlerinden, ülkemizin toprağından, milletimizin bayrağından öpüyorum. İyi bayramlar annem babam kardeslerim akrabalarim erzurumum iyi bayramlar Türkiyem.iyi bayramlar emek ekmek mucadelesi veren madenci kardesim.iyi bayramlar daglarda yalnizligi Allaha teslim etmis coban kardesim.
İyi bayramlar utancımız, açlığımız Afrika... Iyi bayramlar meleklerin şehri Kudüs. İyi bayramlar acının ve ölümün ülkesi Suriye, Irak. İyi bayramlar gözyaşımız Doğu Türkistan. iyi bayramlar afgan kardesim.iyi bayramlar zulme ugrayan myanmarli kardesim.iyi bayramlar kudusun ozgurluk mucadelesini veren yigit kardesim.iyi bayramlar bangledesle onuruyla sehadete yuruyen kardesim.iyi bayramlar habesistanda ozgurluk mucadelesi veren mubarek beldemizin aziz cocuklari.iyi bayramlar misir zindanlarinda ozgurluk mucadelesi veren muhammed mursi. İyi bayramlar gurbetimiz Berlin, Paris, Amsterdam... İyi bayramlar Yavru Vatan... İyi bayramlar kardeş Bosna, Azerbaycan musul kerkuk.iyi bayramlar Turk kardesim Arap kardesim Kurt kardesim.iyi bayramlar amerikada cezaevlerinde islami teblig yapan yigit kardeslerim. İyi bayramlar alın teriyle helal ekmek kazananlar... İyi bayramlar namuslular, şerefliler... İyi bayramlar kırgınlıklar, üzüntüler.. İyi bayramlar ey sevinç... İyi bayramlar ey hüzün.iyi bayramlar mekke medine kudus istanbul.iyi bayramlar dostlar....
5 Temmuz 2016 Salı
Ramazan Bayramı 2016
30 Haziran 2016 Perşembe
Norm Fazlası Öğretmenler
NORM KADRO FAZLASI ÖĞRETMENLER HAKKINDA
Norm Kadro Fazlası Öğretmenler, 06.05.2010 tarihli ve 27573 sayılı
Resmi Gazete'de Yayımlanan Milli Eğitim Bakanlığı Öğretmenlerinin Atama ve Yer
Değiştirme Yönetmeliğinin; "İhtiyaç fazlası öğretmenlerin yer değiştirmeleri" başlıklı 41. maddesindeki; "(1)Eğitim kurumunun ya da bölümün kapanması, program değişikliği,
Talim ve Terbiye Kurulunun öğretmenliğe atanacakların tespitine ilişkin
kararıyla ders kaldırılması ya da norm kadro esasları gereğince yapılacak düzenlemeler
sonucu öğretmen fazlalığı oluşması halinde; eğitim kurumunun ya da bölümün
kapatılması veya program değişikliği sonucunda bu eğitim kurumlarında görevli
öğretmenler, yeni eğitim kurumu açılarak öğrencilerin taşınması halinde bu
eğitim kurumlarına, öğrenci azlığı nedeniyle kapatılan eğitim kurumlarında ya
da bölümlerde görevli olanlar ise açık norm kadro bulunması halinde öncelikle
öğrencilerin taşındığı eğitim kurumları olmak üzere il içinde alanlarında
ihtiyaç duyulan eğitim kurumlarına özür durumları ve tercihleri de dikkate
alınmak suretiyle atanırlar.
(2)Bu şekilde yapılan atamalarla
fazlalığın giderilememesi halinde bu durumdaki öğretmenler tercihleri de
dikkate alınmak suretiyle öncelikle il içinde alanlarında ihtiyaç duyulan
eğitim kurumlarına atanırlar. Bunlardan il içinde alanlarında ihtiyaç bulunmayanlar,
bulundukları ilde çalışılması gereken süre şartı aranmaksızın tercihleri
doğrultusunda yer değiştirme döneminde il dışına atamaları yapılabilir.
Bunlardan zorunlu çalışma yükümlülüğü bulunanlar, alanlarında ihtiyaç bulunan
zorunlu çalışma yükümlülüğü öngörülen hizmet alanlarına atanırlar.
(3) Herhangi
bir nedenle istihdam alanı daralan öğretmenler ile görevli oldukları eğitim
kurumlarında norm kadro esasları çerçevesinde öğretmen norm kadro sayısının
azalması üzerine hizmet puanı üstünlüğüne göre yapılacak değerlendirme
sonucunda hizmet puanı en az olandan başlamak üzere norm kadro fazlası olarak
belirlenir. Norm kadro fazlası olarak belirlenen bu öğretmenler; öncelikle
görevli oldukları yerleşim yerindeki ya da ilçedeki eğitim kurumları olmak üzere
il içinde alanlarında norm kadro açığı bulunan eğitim kurumlarına tercihleri de
dikkate alınarak hizmet puanı üstünlüğüne göre atanırlar.
(4) Genel hayatı etkileyen deprem, sel,
yangın ve benzeri doğal afetler nedeniyle olağanüstü durumların oluştuğu yerlerdeki
eğitim kurumlarının öğretmen ihtiyacı öncelikle bu madde kapsamında bulunan
ihtiyaç fazlası öğretmenlerle karşılanır. İhtiyacın bu şekilde karşılanamaması
durumunda valiliklerce gerekli önlemler alınır.
(5)Bu madde kapsamında il içinde yapılan
atamalarla fazlalığın giderilememesi durumunda valiliklerce fazlalığın
giderilmesine yönelik il içinde yapılacak yer değiştirmeler, zamana bağlı
olmaksızın en geç mart ayı sonuna kadar tamamlanması gerekmektedir. Bu şekilde
yapılacak yer değiştirmeler, duyurusu yapılan eğitim kurumlarına öğretmenlerin
tercihleri de dikkate alınarak hizmet puanı üstünlüğüne göre yapılır. Fazla
konumdaki öğretmenlerden herhangi bir kuruma atanmak üzere başvuruda
bulunmayanların görev yerleri, il içinde valiliklerce isteklerine bakılmaksızın
belirlenir." hükümlerine göre yer
değiştireceklerdir.
Bu hükümlere göre; norm kadro fazlası öğretmenlerin daha önce
sadece öğretim yılının başladığı tarihten itibaren mart ayı sonuna kadar
yapılabilen isteğe bağlı ve resen atamaları artık her zaman yapılmaktadır.
Yine aynı yönetmeliğin Ek 1. maddesindeki "Herhangi bir branşta norm kadro fazlası bulunan illerde fazla
bulunan branşta ek ders ücreti karşılığında görevlendirme yapılamaz, vekil
öğretmen çalıştırılamaz."hükümleri ile bir ilde aynı branştan norm
kadro fazlası öğretmen var iken aynı branştan ek ders ücreti karşılığında
görevlendirme yapılamayacağı ve vekil öğretmen çalıştırılamayacağı ilk defa
kayıt altına alınarak oluşacak kamu zararları önlenmiştir. Fakat burada norm
fazlası öğretmenlerin özür durumları dikkate alınarak bu kapsamda atama yerine
geçici görevlendirme yapılması hukuki bir sorun doğuracağı muhakkaktır.
2015 – 2016 Eğitim – Öğretim yılına kadar genellikle öncelik norm
fazlası atamalarına verilirdi. Ancak, bahsi geçen öğretim yılında norm fazlası
öğretmenlerin durumları göz önünde bulundurulmaksızın öncelik özür grubu atamalarına verildi.
Elbette özür grubu
atamaları hayati önem taşımaktadır. Aile bütünlüğü eğitim çalışanlarımızın
olmazsa olmazlarındandır. Anadolu’nun yerleşim alanları düşünüldüğünde bunun
bir an önce yapılması önem arz etmektedir.
Büyükşehirlerde bu durumu farklı bir bakış açısıyla ele almamız
gerektiğini düşünüyorum.
2015 – 2016 Eğitim – Öğretim yılında ilçemizde norm fazlası olan
öğretmenlerimiz öğretmen açığı bulunan ilçemiz okullarında görevlendirildiler.
Birçoğu ilkokul sınıf öğretmeni olan bu öğretmenlerimiz görevlendirildikleri
okullarda 1. Sınıfların sınıf öğretmeni olarak görev aldılar. Öğrencilerin
okula alışma dönemleri, ilköğretim haftası, yazmaya – okumaya başladıkları
dönemde Özür Grubu Atamaları yapıldı.
Öğrenciler eğitime yeni bir öğretmen ile devam etmek zorunda kaldılar.
Bakırköy ilçesinde norm fazlası öğretmen
sorunu çözülmediği gibi bu durumda olan öğretmenlerin sayısı daha da arttı.
2015 – 2016 Eğitim – Öğretim yılının sona erdiği bugünlerde bu
sorunun derhal çözülmesi gerekmektedir.
Bakırköy ilçesinde
takriben 110 norm fazlası öğretmen bulunmaktadır. 50 öğretmenimiz emekliye ayrılmak için dilekçe verdi. İl içi ve
iller arası atamalarda ataması yapılan öğretmenlerimiz oldu.
Bakırköy ilçesinde bu sorunun çözümü için öncelikle norm fazlası öğretmen atamalarının
acilen yapılması zorunlu hale gelmiştir.
9 Haziran 2016 Perşembe
Teşekkürler
"Mavi kuş"yazarın uslubu çok bilimsel,etkilryici,dolu dolu..
Özet ise anlaşılır ve doyurucu..
"Son bakış "her zaman olduğu gibi derinden etkiliyor.. Günümüz sıkıntılı,fakat önümüz.."yemyeşil vadi "vazgeçmek gelmiyor insanın içinden bu yazıyı okuyunca..
Bu mübarek ayda.. Dualarım seninle..
Nurettin Topçu, Türkiye'nin Maarif Davası Kitabında, Öğretmen
Muallim Kimdir?
Âdemoğlunu, beşikten alarak mezara
kadar götürüp teslim eden, dünyanın en büyük mesuliyetine sahip insanıdır
muallim. Kaderimizin hakikatinin işleyicisi, karakterimizin yapıcısı,
kalbimizin çevrildiği her yönde kurucusu odur. Fertler gibi, nesiller de onun
eseridir. Farkında olsun olmasın, her ferdin şahsi tarihinde muallimin izleri
bulunur.
Devletleri ve medeniyetleri yapan da,
yıkan da muallimlerdir. Muallime değer verildiği, muallimin hürmet gördüğü
ülkede insanlar mesut ve faziletlidir. Muallimin alçaltıldığı, mesleğinin hor
görüldüğü milletler düşmüştür, alçalmıştır ve şüphe yoktur ki bedbahttır.
“Babam beni gökten yere indirdi. Hocam ise beni yerden göğe yükseltti” diyen
İskender muallimi anlamıştır. Muallim, sade zekâların değil beşaretimizin, ibadetlerimizin
müjdecisidir.
Muallimliğin tarihsel
gelişimi
İlk çağda muallim, hakim, yani hikmet
adamı idi. Ortaçağda muallimlik rolü, zahitlerin din adamlarının eline geçti.
Halkı yetiştiren, ruhlara istikamet veren onlardı. Rönesans’tan sonra muallimi,
tabiat hadiselerinin arkasında ve onların ışığında ilerleyen laboratuarlarda,
atölyelerde buluyoruz.
İslam aleminde
muallimliğin muhtevası
İslam âleminde iki büyük maillimin
siması göze çarpar. Medresenin hâkimi olan müderris üstatlar ve tarikat
mürşitleri şeyhler.
Milletimiz hangi
muallim tiplerini tanıdı?
Milletimizin ruhi temellerinden olan
İslam’da Peygamber ilk muallimdi. Öğreten o, inandıran o, yürüten o idi. Devlet
ve mektep işlerini birleştirmiş devleti mektep haline getirmişti. Sonraki
devirlerde bu ikisi ayrılmakla beraber birbirlerine sımsıkı temas halini
muhafaza ettiler ve devlet adamı muallimin emrinde bulunduğu müddetçe cemaat
ikbal halinde yaşadı. Muallim, devlet adamının bendesi olduğu zaman cemaat
bozuldu, felaket baş gösterdi.
Kur’an’la hadisin ebedi
muallimliğinde bunları yükseltmekten başka emelleri olmayan Ömerlerin devrinde
İslam âlemi en mesut devirlerini yaşadı. İmam-ı Azam gibi muallimleri
kırbaçlatarak zindanlarda öldüren ve ilmin üstünde korkunç bir devlet tahakkümü
yaşatan Abbasiler eğer Osman oğulları tarih sahnesine çıkmasaydı, ahlakın ve
ilmin hamisi olan İslam medeniyetine son vereceklerdi.
Anadolu’ya fetihlerle yerleşen
Oğuzlar, başlarında Nizamülmülk gibi bir muallim buldular. Gerçekten büyük bir
muallim olan bu vezir, bu fetihlerin ruh ve manasını, ahlakını ve devamının
şartlarını nesillere telkin edecek muallimleri, Bağdat’ta açtığı Nizamiye
Medresesinde topladı.
Daha sonra bu devlet binasının
çatısını kuran Osmanlılar, muallimi baş tacı yaparak yükselmesini bildiler.
Padişahlar, şehzadelerini muallime emanet ederler ve onların ruh yapılarını her
bakımdan hocalarına teslim ederlerdi.
Orhan’ı yetiştiren, Fatih’i cihanda
harika bir manevi olgunluğa sahip kılan muallimlerdir. İkinci Murat, mürşidine
teslim bir zahit, Yavuz yalnız âlimin önünde eğilmesini bilen, muallimin
mesuliyetlerine hürmeti bilmiş, kılıcının olduğu kadar ruh dünyasının da bir
kahramanı idi. Dünyaya söz geçiren hükümdar yalnız müftüsüne itaat ediyordu.
Âlimin atının ayağından sıçrayan çamurun bile şeref olduğunu kabul ediyordu.
Bilin ki!
Bizim bütün tarihimiz, muallimin
yükseltildiği devirlerde şan ve şerefle medeniyet ve ahlakın zirvelerine
tırmanmış, muallimin alçaltıldığı dönemlerde ise uçurumlara yuvarlanmıştır.
Tarihte muallimin
itibarsızlaştırılması
Muallimin alçaltılması, onun devlet
emrinde bir bende haline getirilmesiyle başlar. XVII. Asırdan beri,
şeyhülislamların birçoğu, devlet siyasetinin telkiniyle fetvalarını vermeye
başladılar. Gaye hükümdara yaranmak, vasıta ise ilim ve şeriat oldu. Zamanla medrese
istiklalini kaybederek, tamamıyla devletin eline geçti. Müderrisler, devlete
ait menfaatlerin simsarı oldular. Devlet siyasetini güdenler bu mevkilere
getirildi. Sonra daha beşikte iken ulema denen sabilerin başına sarık sarıldı.
Nihayet sonuncusu, muallimliğin meslek halinden çıkarılması oldu.
Muallimliğin Önemi
Medeniyetler muallimle kuruldu.
Muallimi her devirde, o devrin ruh ve idealinin hüviyetine bürünmüş görüyoruz.
Devirlerin idealizmini yaşatan muallimlerdir. Ruhumuzun sanatkârı, hayatımızın
nazımı olan muallimin aramızdaki yerinin yüksekliğini, vazifesinin genişliğini
ve ruhi mesuliyetinin pek ağır olduğunu maalesef gençlere değil, bu gün
muallimlere hatırlatmak lüzumunu duyuyoruz.
Muallim, gençlere bilmediklerini
öğreten bir nakledici değildir. Bu iş, kitabın işidir, bilmediklerimiz
kütüphanelerde bulunmaktadır. Muallim, genç ruhları bir örs üzerinde döverek
işleyen bir demircidir. İlk tahsil çağlarından başlayarak, bilhassa edebiyat,
felsefe, tarih gibi kültür derslerinin genci kâinat karşısında kendine mahsus
görüşlere sahip, bizzat kendisi için hayat kaideleri yaratabilen bir bütün
insan olarak yetiştirmesi lazımdır.
Muallim, geçeceği yol bütün
engellerle örtülü olduğu halde buna tahammül etmesini bilen, tahammül etmesini
seven idealdir. İdealin düşmanları karşısında bile bunlara “beddua et”
denildiğinde “hayır, ben beddua için gönderilmedim” diyerek, “bir gün gelecek
bunlar davamıza en büyük hizmeti yapacaklardır” diyen rahmet müjdecisidir.
Muallimlik bir
sevdadır!
Muallimlik sevgi işidir, ruh
sevgisidir. Ruhun ulvi olan isteklerine nefsinden her şeyi feda eden sevginin
ferdi ulaştırdığı örnek insan mertebesidir. Muallim, hepimizin her an muhtaç
olduğu doktordur. İman ve anlayış vasıtaları ile bizi tedavi eder. Ruhlarımıza
sunar ve hakikat âleminden haberler verir.
Tahammülsüzlüğün,
şikâyetin başladığı yerde muallimlik davası biter. Muallim, daima
muvaffakiyetsizliğinin, zaaflarının sebebini arayarak kendini düzeltmeye
çalışmalıdır. Gandi, talebelerinde hata görürse, bunun sebebinin nefsindeki
kifayetsizlik olduğunu kabul ederek oruç tutuyordu. Muallim, kaderinin
karşısına çıkardığı engellerle mücadele ederken sonuna kadar nefsinden
fedakârlık yapmayı göze alabilen cesur insandır.
Tehdit ve dayakla öğretmek, muallimin
işi değildir.
Muallim, insan olan varlığımızı alır,
ona sonsuzluk dünyası olan ruhi hayat istasyonlarında yol alacak kudretin ve
değerlerin aşısını yapar. Ruhumuza aşılar yapan doktor olarak muallim, ruh
dünyamızın hem duygu, hem bilgi, hem de irade bölgelerinde tedavisini ve
aşılarını yapmaya mecburdur. Şayet bunlardan bir kısmı ihmal edilirse ruhi yapı
buhran içinde kalır, sayıklar ve kendine gelemez.
Eğitim En Küçük Yaşta Başlar!
Duygular sahasında eğitim en küçük
yaşta başlayacaktır. Kalbe yapılan ilk aşı, merhamet aşısıdır. Sonra,
hemcinsini sevmek ve sevdiği için aldatmamak, ihmal etmemek aşıları yapılır,
cemaat sevgisi verir.
Görülüyor ki muallim, bizim bütün ruh
yapımızın ustasıdır. Böyle olunca da ondaki sakatlıkların hepsinden mesuldür.
Eğer bir toplumda alış veriş
pazarlıkla yapılıyorsa, çocuklar birbirlerini yumrukluyor, her biri birer baba
olan büyükler birbirlerinden rüşvet alıyorlarsa… İnananların imanına
inanmayanlar saldırıyor ve inananlar da birbirlerinden intikam alıyorsa, eğer
fazilet tarih kitaplarında bir efsane diye okunuyor ve ancak en büyük lokmayı
kazanmasını bilen insan yüceltiliyorsa, mazlumların yanında onların
gözyaşlarını kurulayan da bulunmadığı halde zalimler alkıştan sağırlaşmış hale
geliyorsa... Eğer çocuklar büyüklerden daha kurnaz, yaşlılarsa çocuklardan daha
ümitsiz bir hayatın kurbanı haline gelmişse… İşte orada muallim vazifesini
yapamamıştır. Orada muallim yok demektir. Ve o diyarda muallimlik iflas
etmiştir.
Bu vasıtaları kullanan hoca gelecek
nesiller ve insanlık için zalim hazırlamaktadır. Bazen mektepte en pısırık
olanın hayatta zalim ve ceberut karakter kazandığına bakılırsa o adamın, bu
karakteri kendilerinden zulüm gördüğü hocalarından almış olduğuna
hükmetmelidir.
Daha mektepte iken köylünün
altınlarını nasıl toplayacağını hesaplayan doktor veya hangi vasıtalarla
apartmanlar sahibi olacağını tasarlayan hukukçu genç, elbette hocalarından
insani bir merhamet terbiyesi olmamış demektir. Adalet, okulda her an hâkim olması
istenen bir ruh kuvvetidir. Muallimin, merhameti içinde tam manasıyla adil
olması onun genç ruhlara tesir kuvvetinin en büyük sırrıdır.
Muallim, para veya mevkiinde kalmak
ve daha yükselmek için adalete uygunsuz vasıtaları kullanmaya başladığı zaman
ruhlar öksüz kalır, kalplerde sefalet başlar.
Muallim Meselesi Maarif
Davamızın Ana Meselesidir!
Muallim meselesi, maarif davamızın
ana meselesidir. Maarifi
yapacak olan muallimdir. Şayet değerlendirilmezse, maarifi yıkan da o olur.
Mektepte nöbet tutma ve bir takım kolların idaresi gibi vazifeler, muallimlik
mesleğine vurulmuş darbelerdir. Koridorlarda talebeyi takip eden ve sınıflarda
para toplayan muallim, ideal görevlerinden uzaklaştırılmış bir insandır.
Onu mukaddes idealinden uzaklaştırıcı
olan bu şartlar, zamanla doğurdukları alışkanlık yüzünden muallimi kitaptaki
bahislerin sınıfta tekrarını yapan bir büro müstahdemi haline getiriyor.
Vazifesi sınıflara vaktinde girmek ve nöbet zamanları koridorda görünmek,
neşredilen dergileri tastamam imzalamak ve müdürü memnun etmekten ibaret olan,
talebeye karşı muamelesinde çekingen, imtihanlarda idareli, cebindeki not
defteri özel işaretlerle dolu altmış küsur meslekten herhangi birinin müntesibi
küçük baremli bir memurdur.
Dünyada Öğretmenlik
İngiltere’yi kuran, dünyaya hakim
yapan, İngiliz milletinin kendisi için yaşattığı hudutsuz adalet idealidir. XX.
Asır insanlığının içinde bunaldığı büyük ruhî buhrandan Fransız çocuğunu
kurtaracak idealcinin muallim olduğunu yedi sene evvel Sorbonne kürsüsünde
dersini verirken ölen fikir şehidi, asrın tarihçisi Mathiez söyledi.
Soruyoruz Gençler Size?
Maneviyetini, itiyatlarının
kuruluşunu, ihtiraslarının ateşlenmesini, on, onbeş yıllık bütün gençlik
devresi içinde kendilerine emanet ettiğimiz muallimlerden başka hangi sınıf
insan, cemiyetinin ideal hayatının, ruhî idaresinin sahibi sayılır?
Şunu bilmeliyizki!
‘Üniversite profesörleriniz köy
çocuğunu okutmaya başladıkları zaman memleket kurtulacaktır.’
Büyük ecdadının tarihinden getirdiği
zekâ kabiliyetlerini her gün toprağa gömen köylü çocuklarını insanlık için
örnek olacak bir medeniyetin sahipleri haline getirmeyi ülke edinen profesörler
lazım. Şu halde mesele, her şeyden evvel bir nesle onu bu hakikate meftun
kılacak aşkı aşılamak meselesidir.
Okuyup yazmayı belletmeye memur köy
öğretmeni karşılayamaz.
Muallimlikten ayrılmayı bir nevi
kurtuluş addettiklerini ve gençlere muallim olmamalarını tavsiye etmekte
birbirlerine rekabet ettiklerini içimiz yanarak, gelecek hayatın tasavvuru
arasında gözlerimiz kararak her gün görmedeyiz.
Filhakika bizim anlayışımıza göre
muallimlik, bugün kendisinin bağlanmış olduğundan bambaşka gayelere sahip bir
meslek olarak tanımlanmalıdır.
ÖĞRETMEN
Muallim, gençlere bilmediklerini
öğreten bir nâkil (nakledici) değildir. Bu iş, kitabın işidir, bilmediklerimiz
hep kütüphanelerde bulunmaktadır.
ÖĞRETMEN
Yalnız bilinmeyeni bilmekle eski
devrin ‘scolastique’ tahsili elde edilir. Kitaplardaki örümcek kafamıza
nakledilir.
ÖĞRETMEN
Kültürlü adam, kafaları işletmesini
bilen adam lâzımdır.
ÖĞRETMEN
Muallim tüccar değildir. Maaş ve
ücretinin azlığı, çokluğu davası içinde mesleğe kıymet veren insan bu mukaddes
vazifeyi yapıyor sayılmaz. Mektepçiliği ticaret edinen, muallimliği esnaflık
haline koyan kültürsüz fukaranın işi değildir. Para değil, ruh işidir.
ÖĞRETMEN
Muallimleri maaş derecelerine göre
tasnif etmek ne kadar budalaca bir hareket olursa, bulunduğu mektebin
derecesine göre muallime kıymet vermek itiyadı da o kadar safiyane ve o kadar
muzir bir itiyattır.
ÖĞRETMEN
Muallim sadece bir memur değildir; belki genç ruhları
kendilerine mahsus mânadan bir örs üzerine döverek işleyen bir program
müfredatını sene sonuna kadar bitirmeye muvaffak olan, hatta yalnız dersini
hakkile karayan talebe yetiştirebilen muallim vazifesini en mühim kısmını
başarabilmiş sayılmaz.
ÖĞRETMEN
On, onbeş yıllık bütün çocukluk ve
gençlik devresinde ruhlarının teşkilini kendilerine emanet ettiğimiz muallimden
sade bu işlere beklemiyoruz. İlk tahsil çağlarından başlayarak, bilhassa
edebiyat, felsefe, tarih gibi kültür derslerinin, dünya hayatında rol yapmaya
namzet olan genci kâinat karşısında kendine mahsus görüşlere sahip, bizzat
kendisi için hayat kaideleri yaratabilen bir bütün insan olarak yetiştirmesi
lazımdır.
ÖĞRETMEN
Tahsili bitirdikten sonra hayata
başlamak, bir büyük adamın itiraf ettiği gibi, elli yaşından sonra dünya
hayatının kıymetlerini tanımak, iyiyle kötüyü, haklı ile haksızı, beni ve
cemiyetimi yaşatanla çürüteni ayırdetmeğe ellisinde başlamak, filhakika çok
acıklı bir hakikattır. Saadetle fazileti, ilimle politikayı şe’niyetle (realite
ile)ideali ayırmasını muallim öğretecektir.
ÖĞRETMEN
Birbirine zıt hakikatler olduğunu
muallim gösterecek ve muallim bizi, bu kıymetlerden üstte olanı, hakikate
götürücü olanı seçebilecek kemale erdirecektir. Tahsil alelade bir iş değil,
bir mefkûre olmalıdır. Genç ruhların derin ve sürekli bir sürur halinde
doğuştan sahip oldukları bu mefkûreyi, seneler içinde bir yığın bilgi halinde
verebilen ve asıl ruhtaki olgunlaşmak ihtiyacını duyurmayan hatalı bir tahsil
azar azar yok etmektedir.
ÖĞRETMEN
’’Kızlarını okutmayan millet
oğullarını manevî öksüzlüğü mahkûm etmiş demektir; hüsranına ağlasın!’’ Ne
doğru.
ÖĞRETMEN
Fakaz biz asıl kızlarımızı okuttuktan
sonra oğullarımızı ruh öksüzlüğüne
mahkûm ettik.
ÖĞRETMEN
Gafil ve cahil bir mektup müdürü
‘gençlik kendisine emniyet edinemez’ sözleriyle jurnal ederse buna hiç
şaşmayalım. Gençlikten körüne itaat
bekleyen, ona yalnız kendi emir ve arzularını takip etmek gibi şuursuz bir
tabiat telkin eden insan, idare ettiği yerde muallim hüviyetini bütün mânasile
taşıyanın kadrini elbette bilmeyecek, elbette onu kendi gayesine, bu mukaddes
meslek içinde yaşattığı kendi sefil ve hasis emellerine düşman bilecektir.
ÖĞRETMEN
Bizim mefkûremiz,
gençliği bu hatalı telakkilerden kurtarmak, muallim adını taşıyan, kendine
ruhları emniyet ettiğimiz büyük idealcinin hakiki hüviyetini anlatmak;
gençlere, fikir ve fazilet aşkını yaşatan, onu var kılan en mukaddes mesleğin
muallimlik mesleği olduğunu anlatmaktadır.
ÖĞRETMEN
Muallim, köyde bilen, öğreten, irşad
eden, yol gösteren, terbiye eden, hulasa veli, mürebbi ve emin vasıflarına
sahip insan olacaktır.
ÖĞRETMEN
Ruhların mürşidi, hayatın nâzımı ve
istikbalin en emin kefili olacaktır.
ÖĞRETMEN
Bizim hayatımızın bir mâna ve
medeniyet seviyesine ermesi, asırlardan beri Anadolu’nun muhteris sahibi sadık
koruyucusu olan Mehmetçiğe hayatımıza lâyık olduğu yeri vermekle kabil
olacağını söylemiştik. Mehmetçiğe hayatta yer vermek, muallime en üstümüze yer
vermekle ve onu en büyük mesuliyete sahip bir ideal adamı haline getirmekle
kabil olacaktır.
ÖĞRETMENİN GÖREVLERİ
NELERDİR
Âdemoğlunu, beşikten alarak mezara
kadar götürüp teslim eden, dünyanın en büyük mesuliyetine sahip insan muallimdir.
Kaderimizin hakikatinin işleyişi, karakterimizin yapıcısı, kalbimizin
çevrildiği her yönde kurucusu odur. Fertler gibi, nesiller de onun eseridir.
ÖĞRETMENİN GÖREVLERİ
NELERDİR?
Ferdin şahsî tarihinde muallimin
izleri bulunur. Devletleri ve medeniyetleri yapan da, yıkan da muallimlerdir.
ÖĞRETMENİN GÖREVLERİ
NELERDİR?
Muallim, sade zekâlı değil,
beşaretlerimizin, ibadetlerimizin müjdecisidir.
ÖĞRETMENİN GÖREVLERİ
NELERDİR?
Medeniyetler muallimle kuruldu. Çin
dünyasının kurucuları hakîmlerdi. Mezopotomya medeniyetinin ilk sahipleri
pateslerdi.
ÖĞRETMENİN GÖREVLERİ
NELERDİR?
Medreselerin çatısı altında üç kıtayı
istilâ etti. Üstadların yükseltildiği devirdir. Muallimin ön plânda rolü
olduğunu biliyoruz.
ÖĞRETMENİN GÖREVLERİ
NELERDİR?
İstiklâl harbimizde, cepheye sırtında
gülle taşıyan köylü kadın kadar,
istilânın acısını damarlara aşılayan muallimin rolü olmuştur.
ÖĞRETMENİN GÖREVLERİ
NELERDİR?
Muallimi her devirde, o devrin ruh ve
idarenin hüviyetine bürünmüş görüyoruz. Devirlerin idealizmini yaşatan
muallimdir.
ÖĞRETMENİN GÖREVLERİ
NELERDİR?
İlk çağda muallim, hakim yani hikmet adamı idi.
Ortaçağda muallimlik rolü, zâhidlerin, din adamlarının eline geçti. Halkı
yetiştiren, ruhlara istikamet veren onlardı. Rönesanstan sonra, muallimi:
zekâyı, tabiat hâdiselerinin arkasından ve onların ışığında ilerleten
lâboratuvarlarla atölyelerde buluyoruz.
ÖĞRETMENİN GÖREVLERİ
NELERDİR?
XIX. asırda ise, teknikle tecrübenin
üstadı olan bu muallimle yan yana ve ona rakip olarak romantik aşkın telkincisi
muallimi görmekteyiz.
ÖĞRETMENİN GÖREVLERİ
NELERDİR?
Doğu’da, İslâm âleminde iki büyük
muallim simasi göze çarpar: Menderesenin hâkimi skolâstik üstadlar ve
tarikatların mürşidleri şeyhler.
ÖĞRETMENİN GÖREVLERİ
NELERDİR?
Medrese; ilâhî iradenin emrinde
ilerleyen insan şuurunu inkâr ederek Aristocu muhafazakârlığında inat ettiği
için yıkıldı.
ÖĞRETMENİN GÖREVLERİ
NELERDİR?
Tarikatları ise, asırların arasında
tâ kalbinden kemiren şerîr kuvvet alevîlik olmuştur. Ve böyle bozuk bir
zihniyete, kolayca ortak olan hayatî hazlarla yüklü bir âdap ve erkân
silsilesi, tarikatları çürütmeğe kâfi geldi. İslâm âlemi, bugün bu iki
çürütülmüş zihniyetin harabesi halindedir.
ÖĞRETMENİN GÖREVLERİ
NELERDİR?
Milletimiz, hangi muallim tiplerini
tanıdı? İslam’da, Peygamber ilk muallimdi. Devlet ve mektep işlerini
birleştirmiş, devleti mektep haline getirmişti.
ÖĞRETMENİN GÖREVLERİ
NELERDİR?
Devlet adamı, muallimin emrinde
bulunduğu müddetçe cemaat ikbâl halinde yaşadı. Devlet adamının bendesi olduğu
zaman, cemaat bozuldu, felâketler baş gösterdi.
ÖĞRETMENİN GÖREVLERİ
NELERDİR?
Kur’an’la Hadis’in ebedî
muallimliğinde, bunları yükseltmekten başka emelleri olmayan Ömer’ lerin
devrinde İslam âlemi en mesut devirlerini yaşadı.
ÖĞRETMENİN GÖREVLERİ
NELERDİR?
Dünyaya söz geçiren hükümdar yalnız
müftüsüne itaat ediyordu. Âlimin atının ayağından sıçrayan çamurun bile şeref
olduğunu kabul ediyordu.
ÖĞRETMENİN GÖREVLERİ
NELERDİR?
Bizim bütün tarihimiz, muallimin
yükseltildiği devirlerde şan ve şerefle medeniyet ve ahlâkın zirvelerine
tırmanmış, muallimin alçaltıldığı devirlerde ise uçurumlara yuvarlanmıştır.
ÖĞRETMENİN GÖREVLERİ
NELERDİR?
Muallimin alçaltılması, onun devlet
emrinde bir bende haline getirilmesiyle başlar. XVII. asırdan beri,
şeyhülislâmların birçoğu, devlet siyasetinin telkiniyle fetvalarını vermeğe
başladılar. Gaye, hükümdara yaranmak, vasıta ise ilim ve şeriat oldu. Zamanla,
medrese istiklâlini kaybederek, tamamiyle devletin eline geçti. Müderrisler,
devlete ait menfaatlerin simsarı oldular.
ÖĞRETMENİN GÖREVLERİ
NELERDİR?
Devlet siyasetini güdenler bu
mevkilere getirilirdi. Sonra da daha beşikte iken ulema denen sabilerin başına
sarık sarıldı. Nihayet sonuncusu, muallimliğin meslek halinden çıkarılması
oldu.
ÖĞRETMENİN GÖREVLERİ
NELERDİR?
Altmışdört meslekten insan, bugün
muallimin adını taşımaktadır ve muallim, cemiyetin bir köşesinde hâfızaları
kımıldatan bir tekrar âletidir.Muallimin mesuliyetleri çoktur ve cemiyet
hayatının her sahasına uzanmaktadır.
ÖĞRETMENİN GÖREVLERİ
NELERDİR?
Bir memlekette ticaret ve alışveriş
tarzı bozuksa, bundan mullim mesuldür. Siyaset, milli tarhin çizdiği yoldan
ayrılmış, milletinin tarihî karakterini kaybetmişse, bundan mesul olan yine
muallimdir.Gençlik avârinin dâvasız, aileler otoritesizse, bundanda muallim
mesul olacaktır.
ÖĞRETMENİN GÖREVLERİ
NELERDİR?
Memurlar rüşvetçi, mesul makamlar
iltimasçı iselir muallimin utanması icap eder. Din hayatı bir riya veya taklit
merasimi haline gelerek vicdanlar sahipsiz ve sultansız kalmışsa, bunun da
mesulü muallimlerdir.
ÖĞRETMENİN GÖREVLERİ
NELERDİR?
Yüreklerin merhametsizliğinden,
hislerin bayağılığından ve iradelerin gevşekliğinden bir mesul aranırsa; o da
muallimdir. Yalnız kaldığımız yerde yalnızlığımızın mesulü o, imanların
zayıfladığı devirlerde bu gevşemenin mesulü yine onlardır.
ÖĞRETMENİN GÖREVLERİ
NELERDİR?
Bu kadar yükü muallime yüklemek, ilk
bakışta fazla gibi görünüyor. Lâkin hepimizin ruh yapısı muallimin elinden
çıktığı düşünülürse, hiç de yanlış değildir.
MUALLİM NASIL BİR
İNSANDIR?
1. Her şeyden önce muallim,
hayatımızın sahibi olmaktan ziyade sanatkârdır. Kullanıcısı değil, yapıcısıdır.
Seyircisi değil, aktörüdür. O, en doğru, en güzel hayat örneğini yapar,
hazırlar, bize sunar; biz yaşarız. Bizim vazifemiz, bu hayata anlayış
katmaktır, anlayışla ona iştirak etmektir.
MUALLİM NASIL BİR
İNSANDIR?
Balın yemeyip yaptıktan sonra bize
bırakan arının bu hareketini şuurlandırıp bir ideal haline getirirseniz, onda
muallimi bulursunuz. O, ruhumuzdaki kat kat fetihlerin kahramanı ve şerefli
sahibi olduğu halde, bu hayatı yaşamayı değil, ona hizmeti tercih ile seçmiş
fedakâr varlıktır.
MUALLİM NASIL BİR
İNSANDIR?
2.Muallim, geçeceği yol bütün
engellerle örtülü olduğu halde, buna tahammül etmesini bilen, tahammül etmesini
seven idealcidir. İdealin düşmanları karşısında bile bunlara ‘beddua et!’ diyenleri,
‘hayır, ben beddua için gönderilmedim’ diye susturarak, ’bir gün gelecek bunlar
dâvamıza en büyük hizmeti yapacaklardır’ diye teşbir eden rahmetler
müjdecisidir.
MUALLİM NASIL BİR
İNSANDIR?
Gücümüzün yetmediği yerde kalbimizin
beddualarına, yüzümüzün güldüğü yerde gönlümüzün kin ve nefretlere karşı
gelerek, bu beddualara kinleri, içimizdeki gizli kirli bir şeyi yolarak atar
gibi, ruhumuzdan sıyırıp atabilecek el, muallimin elidir.
MUALLİM NASIL BİR
İNSANDIR?
‘Kime karşı olursa olsun, her
düşmanlık, mutlaka kendimize düşmanlıktır’ itikadına kalbimize muallim
sokabilir. Zira böyle bir inanış ve bu inanışla yaşayış, bir tekilin, bir
mücerred düsturun telkinin eseri olamaz. Bu yolda adanmış bütün bir hayat
ister. Ve bu yol, yolcuları saadet kıblesine götürür. Gandi, İngilizlere karşı
kinini unutmak için, oruç ibadetine senelerce nefsini adadı.
MUALLİM NASIL BİR
İNSANDIR?
Tahammülsüzlüğün, şikâyetin başladığı
yerde muallimlik dâvası biter. Muallim, daima muvaffakiyetsizliğinin,
zaaflarının sebebini arayarak kendine düzeltmeye çalışmalıdır. Yine Gandi,
talebesinde hata görürse, bunun sebebinin nefsindeki kifayetsizlik olduğunu
kabul ederek oruç tutuyordu. Muallim, kaderin karşısına çıkardığı engellerle
mücadele ederken sonuna kadar nefsinden fedakârlık yapmayı göze alabilen cesur
insan olmalıdır.
MUALLİM NASIL BİR
İNSANDIR?
3. Muallimlik sevgi işidir, ruh
sevgisidir. Ruhun ulvî olan isteklerine nefsinden her şeyi feda eden sevginin
ferdi ulaştırdığı örnek insan mertebesidir. İdeale istediğimiz kadar, hattâ
bizden istenildiği kadar örnek olmak mecburiyetindeyiz. Muallim halk gibi, her
yaşayan gibi yaşayamaz. Herkesin sevinip güldükleri gibi sevinip gülmemize
‘bizim bildiklerimiz mânidir. Peygamberimizin bunu pek çok anlatan bir sözü
var: ‘Eğer bildiğimi bilseydiniz, az güler, çok ağlardınız ve zevklerinizi
yapamazdınız’ Ve bu hale ancak sevgi
yolu ile ulaşılıyor. Nefsin arzularından geçme hali, aşkın meyvesidir.
MUALLİM NASIL BİR
İNSANDIR?
4. Muallim, hepimizin her an muhtaç
olduğu doktordur. İman ve anlayış vasıtaları ile bizi tedavi eder. Muallim,
insan olan varlığımızı alır, ona sonsuzluk dünyası olan ruhî hayat
istasyonlarında yol alacak kudretin ve değerlerin aşısını yapar. Hayat, var
olanı olduğu gibi tanıtmaya kabiliyetlidir. Muallim var olması lâzım geleni
öğretir.
MUALLİM NASIL BİR
İNSANDIR?
Realitenin üstadı bizzat kendisidir,
idealinin üstadı ise muallimdir. Sanatkârın ve bahusus edebî sanat sahiplerinin
bu muallim rolünü yaptıklarını unutmamak lâzımdır. Peygamberlerse, en büyük ruh
doktorları idiler; bütün insanlığın ruhunu kurtardılar.
MUALLİM NASIL BİR
İNSANDIR?
Kalbe yapılan ilk aşı, merhamet
aşısıdır. Sonra, hemcinsini sevmek ve sevdiği için aldatmamak, ihmâl etmemek
aşıları yapılır, cemaat sevgisi verilir. Böylece aşkın terbiyesinden sonra
ferdin şahsiyeti işlenir. Her hareketinde kendinin olma, kendi kendine bağlı
kalma aşıları verilir.
MUALLİM NASIL BİR
İNSANDIR?
Duyguları hiç yoğrulmaya muhtaç
değilmiş gibi çocuğa tabiat eşyası tanıtılıyor. Kültür dersleri, farazâ tarih
ve coğrafya bile, eşya dersleri gibi okutuluyor. En büyük boşluğa doldurulacak
olan din dersleri kabul edildi.
MUALLİM NASIL BİR
İNSANDIR?
Muallimin vermesi gerekli bilgiler,
ruhî yapının ulaştığı devrede muhtaç olduğu bilgiler; ruhî yapıyı işleyerek ona
aşı olacak bilgilerdir; onu olduğu yerden bir adım daha ileri götürebilecek
bilgilerdir.
MUALLİM NASIL BİR
İNSANDIR?
Edebiyat dersinde, zihinlere
biyografi ve yalnız edebiyat tarihlerini aktarmak, edebî zevki olduğu gibi,
durmadan matematik formülleri ezberletmek zekânın mücerred dönüşünden ibaret
olan matematik kabiliyetini körleştiricidir. İlkokul çocuğuna, kendileriyle
henüz hissî temasa geçmediği eşyanın
bilgisini vermek isteyiş, ondaki hissî yapıyı bozar ve kendini arama işinden
onu alıkoyar.
MUALLİM NASIL BİR
İNSANDIR?
Muallimin, irade kabiliyetimizi
işlemi rolü ise, evvelkilerden daha mühimdir.
Muallimin yalnız iyi
alışkanlıklarımızı harekete geçirmesi ve fena hareketlerimizi frenlemesi
lazımdır.
Her şeyden evvel gencin, kendisine
hayat sahnelerinin hepsi açık bulunan bir hayat adamı olmaktan korunması
lâzımdır. Tarik yoluyla irşat, ruhlara çevrilmiş bir heykelciliktir.
MUALLİM NASIL BİR İNSANDIR?
Muallim, bizim bütün ruh yapımızın
sanatkârıdır. Böyle olunca da ondaki
sakatlıkların hepsinden mesuldür.
Doktorumuzdur, kurucumuzdur,
düzenimizin bekçisidir, münasebetlerimizin düzenleyicisidir ve yaşamımızın
üstadıdır. Zira, bunların hepsinden o, haberi olsa da olmasa da, mesuldür.
Muvazenesizliğin, medeni terbiyedeki düşüklüklerin mesulü yine odur.
MUALLİM NASIL BİR
İNSANDIR?
5. Muallim, sahip olduğu bu
mesuliyetle içimizde en fazla hür olan insandır. Çünkü mesuliyetimiz,
hürriyetimizin kaynağıdır.
Maarif demek, muallim demektir.
Descartes ‘hür olmayan düşünce, düşünce değildir.’ diyor. Bu söze inanarak
diyebiliriz ki; hür olmayan muallim , muallim değildir. Mahkûm edilmiş fikir ve
irfandir. Fikir ve kültürün mahkûmiyeti en az vatan toprağının esaret altında
kalması kadar acıklıdır.
MUALLİM NASIL BİR
İNSANDIR?
Muallimi bu karakterleri ile
tanımayıp onun millet ruhunun yapıcısı olduğuna inanmayan bir zihniyet,
muallimi basit bir memur kadrosu haline koyar ve her tarafından çiçeklenecek
kültür ağacını kökünden baltalar.
8 Haziran 2016 Çarşamba
Mavi Kuş
ESERİN KİMLİĞİ
ESERİN ADI: Mavi Kuş
YAZARI: Mustafa KUTLU
YAYIN EVİ: Dergâh
İÇERİK (MUHTEVA)
ÖZELLİKLERİ:
HİKÂYENİN KAHRAMANLARI:
Deli Kenan: Otobüsün sahibi ve şoförüdür. Uzun boylu, iri yapılı fiziki
özelliklerinin aksine şefkatli, güler yüzlü, kimseye zarar vermeyen bir karakteri vardır. Yaşlı annesinden başka kimsesi
yoktur
Avcı Bilal: Bilal
kasabanın ileri gelen ailelerinden birinin oğludur. Deli Kenan ile birlikte
büyümüşlerdir.
Doktor Yahya: Kasabanın
doktorudur. Yıllardır tek başına yaşamaktadır.
Muavin Seyfi: Otobüsün
muavinidir. Biraz saf ve hayal dünyası geniştir.
Öğretmen Murat ve Eşi Neşe: Murat
tayini buraya çıkmış faka eşi bu köyü istemediği için eşiyle ayrılma noktasına
gelmiş öğretmendir.
Kemal: Kendisini mühendis olarak tanıtmıştır. Gerçekte polistir.
Beşir Ağa: Kasabanın
ağasıdır. Ailesinin tek erkek evladı olduğu için bir herkes üzerine titremiş,
her istediği gerçekleşmiştir.
Adil Usta: Nazım
Usta’nın babasıdır. Daha önce marangozluk yaptığı için “Usta” lakabı oradan
kalmıştır
Nazım: Adil Ustanın ilk karısından olan çocuğudur. Doğum sırasında kalça çıkıklığı olduğu için sakat doğmuştur. Sessiz sedasız bir adamdır.
Nazım: Adil Ustanın ilk karısından olan çocuğudur. Doğum sırasında kalça çıkıklığı olduğu için sakat doğmuştur. Sessiz sedasız bir adamdır.
Köylü ve Hasta Karısı: Biri
oğlan biri kız iki çocukları vardır. Kadın hasta
olduğu için onu şehirdeki doktora yetiştirmeye çalışmaktadırlar.
Gül: Arkeoloji okumaktadır. John ve Elizabeth’i gezdirmektedir.
John ve Elizabeth: Amerika’dan
gelmişlerdir. Tarihi eser kaçakçılığı yapmaktadırlar.
Erol: İstanbul’a
gitmek isteyen fakat parası olmadığı için otobüse kaçak binen çocuktur.
Koto Bayram: Karısını
genç yaşta ince hastalıktan kaybetmiştir. İki çocuğu ve yaşlı babasıyla
kalmıştır. Zorla geçinmektedir. Kenan hiç hoşlanmadığı halde bu aileye yardımcı
olurdu.
Timur: Deli
Kenan’ın babasıdır.
Hancı ve Karısı: Hancı
Hasan yaşlı karısı ondan da yaşlı durmaktadır. Belki daha gençtir fakat karısı
o kadar sıkıntı çekmiş ki Hancı Hasan’dan daha yaşlı durmaktadır.[1]
ESERDE İŞLENEN KONU:
Hikâyede dünyanın faniliğiyle ilgili
olarak kaydedilen unsurların yanı sıra, ‘yol' metaforu da düşünülebilir.
Bilindiği gibi Klasik Edebiyatımızda ve diğer birçok düşüncede dünya hayatı
yola benzetilmektedir. Yolun bir yerlere açılım sağlıyor oluşu, bir yerden bir
yere götürüyor oluşu ve asıl önemlisi, Hz. Peygamber'in (s.a.s) dünya hayatını
anlatmak için benzetilen unsur olarak yolu kullanışı bunda etkilidir. Hikâyede
yazar, âdeta dünyayı minibüse doldurmuştur. Kahramanlar, bir yerden kalkmış
başka bir yere gitmektedir ve bu esnada da birtakım olaylar yaşamaktadırlar.
Farklılıklarıyla beraber, her biri satıhta eşittir: Minibüsün şartlarıyla
mukayyettirler. ‘Saatin zamanı bölmediği' dönemlerde sahip oldukları
hikâyeleriyle her biri, bir âlem hüviyeti taşımaktadır.
ESERİN ANA FİKRİ
Kutlu, tercih ettiği sinematografik
(fotoğraf sanatı) anlatım tarzıyla hikâyenin muhtevası arasında birlik kuruyor.
Yazar, bir anlamda bize filmi anlatıyor. Ancak klasik anlamda üçüncü şahsın
anlatımını tercih etmiyor ve zaman zaman okuyucuyla diyaloga geçiyor. Bu
yönüyle kendini her zaman hissettiriyor. Fakat üslubundaki samimiyet,
okuyucunun anlatıcı arkasında rahatlıkla sürüklenmesine imkân tanıyor. Yazarın
anlatımdaki samimiyetin unsurları olarak tercih ettiği dili, atasözü, deyim ve
halk söyleyişlerini kullanmasını de sayabiliriz.
Netice olarak Kutlu'nun Mavi Kuş'u, sağladığı açılımlarla edebiyat dünyamızda farklı ve önemli bir yer tutmaktadır. Yazarın, bu hikâyesinde ele aldığı konuya ve kullandığı üsluba verdiği önemi, son hikâye kitabında da benzer konu ve üslubu devam ettirmesi bakımından görmek mümkündür. Özellikle edebiyatın ‘paralize' olduğu bir dönemde, Kutlu'nun eserlerinin taşıdığı edebî hüviyet, onu ve eserlerini ayrıca önemli kılmaktadır.
Netice olarak Kutlu'nun Mavi Kuş'u, sağladığı açılımlarla edebiyat dünyamızda farklı ve önemli bir yer tutmaktadır. Yazarın, bu hikâyesinde ele aldığı konuya ve kullandığı üsluba verdiği önemi, son hikâye kitabında da benzer konu ve üslubu devam ettirmesi bakımından görmek mümkündür. Özellikle edebiyatın ‘paralize' olduğu bir dönemde, Kutlu'nun eserlerinin taşıdığı edebî hüviyet, onu ve eserlerini ayrıca önemli kılmaktadır.
ESERİN TÜRÜ:
Hikâye
ESERDE İŞLENEN TEMEL DEĞERLER:
Kitap, yazarının da belirttiği gibi ‘hikâye ile roman arası'
bir hüviyet taşıyor. Esasen kitabı, bir roman saymak mümkündür. Çünkü kitap, bir
romanın tazammun ettiği tüm hususiyetleri haiz bulunuyor. Toplam kırk iki
bölümden oluşan eserin birinci bölümü, kasabayı tanıtıcı mahiyette ve Şark
hikâyeciliğindeki, anlatıcının, dinleyiciyi hikâyeye hazırladığı kısmın
üslubunu taşıyor. Yazar, burada kasaba meydanını mekânlarıyla ve insanlarıyla
tanıtıyor. Bu tanıtımda sinematografik dikkat özellikle fark ediliyor. Bir
yandan da okuyucuyla diyaloga geçerek onu hikâyenin havasına hazırlıyor. Ancak
yazar, bu bölümün sonunda ‘Yahu ben meddah mıyım?' diyerek okuyucuya da bir
‘sınır' çiziyor ve ‘kitabın hissiyatına ortak' olması için okurla beraber
hikâyesini anlatmaya başlıyor.
Hikâye, Mavi Kuş adlı minibüsün ‘kavurucu bir öğle sıcağında', köyden tren istasyonuna hareket etmesiyle başlıyor. Yazar, minibüs hareket etmeden yavaş yavaş hikâyenin kahramanı olan yolcuların meydanda toplanışını anlatıyor. Geriye dönüş tekniğiyle kahramanların geçmişlerini okuyucuya sunuyor. Bunu, kâh yolcular meydanda toplanıncaya kadar yapıyor, kâh yolculuk esnasında. Bu bakımdan yazar, her ne kadar birinci bölümün sonunda ‘Kasabadan şimdi çıkıp gideceğiz.' dese de şahsî hikâyeler vasıtasıyla okur, sık sık kasabaya dönüyor.
Hikâye, Mavi Kuş adlı minibüsün ‘kavurucu bir öğle sıcağında', köyden tren istasyonuna hareket etmesiyle başlıyor. Yazar, minibüs hareket etmeden yavaş yavaş hikâyenin kahramanı olan yolcuların meydanda toplanışını anlatıyor. Geriye dönüş tekniğiyle kahramanların geçmişlerini okuyucuya sunuyor. Bunu, kâh yolcular meydanda toplanıncaya kadar yapıyor, kâh yolculuk esnasında. Bu bakımdan yazar, her ne kadar birinci bölümün sonunda ‘Kasabadan şimdi çıkıp gideceğiz.' dese de şahsî hikâyeler vasıtasıyla okur, sık sık kasabaya dönüyor.
YAZARIN ÜSLUBU:
Son dönem Türk hikâyeciliğinde kendine mahsus üslup kazanıp
önemli bir yer edinen yazarlardan biri de Mustafa Kutlu'dur. Kutlu'nun, Mavi
Kuş adlı eseri, birçok bakımdan dikkat çekicidir. Yazar, Uzun Hikâye isimli
kitabıyla başlattığı, daha ziyade şeklî, kısmen de muhtevayla ilgili değişimi,
Mavi Kuş'ta da devam ettiriyor. Kutlu, Şark hikâyeciliğinin birçok unsurunu,
kendi sanatını inşa yolunda kullanıyor. Kendisiyle yapılan röportajlarda dile
getirdiği gibi, Şark hikâyeciliğindeki ‘az sözle çok şey anlatma' hususu, onun
sanatının esaslı noktalarından birini oluşturmaktadır. Ayrıca Kutlu'nun, Türk
hikâyeciliğinin önemli isimlerinden Sabahattin Ali ve Sait Faik üzerine de
incelemeleri olduğu hatırlanırsa, onun sanatının birçok kaynaktan beslendiği
anlaşılacaktır. Bir anlamda Kutlu, Şark hikâyeciliğinin bazı hususiyetlerini
modern hikâye anlayışı içerisinde yeniden yoğurmuştur. Ancak Kutlu'nun,
kelimenin edebî anlamında "modern" olduğu da ortadadır.
Mustafa Kutlu, Uzun Hikâye'ye kadarki hikâyelerinde, Şark hikâyeciliğinin yukarıda kaydettiğimiz hususiyetinin yanı sıra, ağırlıklı olarak Türk toplumunun yaşadığı sosyal değişimi eserlerine taşımıştır. Bu bakımdan Kutlu'nun hikâyeciliğini üç döneme ayırabiliriz: Birinci dönem, Kutlu'nun çıraklık dönemidir. Ortadaki Adam(1970) ve Gönül İşi(1974) adlı eserleri bu kategoride mütalaa edilebilir. Bu hikâye kitapları, Kutlu'nun dil ve üslup bakımından tam bir olgunluğa henüz ulaşamadığı dönemi ifade etmektedirler. Ancak Kutlu'nun ileriki yıllarda yazacağı konuları ima etmeleri bakımından da önemlidirler. İkinci dönem ise Kutlu'nun kendi ‘sesini' bulduğu dönemdir. Gerek dil, gerekse üslup bakımından belli bir olgunluğa ulaşan yazar, bu dönemde, Türk toplumunu birçok yönüyle eserlerine taşımaktadır. Bu sosyal konular içerisinde, köyden şehre göç ve bu göçün sebep olduğu ruhî çürüme, toplumsal değerlerin mahiyetini ve yaptırım gücünü kaybedişi, gençliğin yaşadığı ideolojik olaylar ve tasavvuf öne çıkar. Uzun Hikâye ile başlatılabilecek üçüncü dönem ise, yazarın kendi ifadesiyle ‘daha eğlenceli' bir üslubun hâkim olduğu eserleri içermektedir. Ancak burada şu husus belirtilmelidir ki, alanında kendini ispatlamış yazarların kendilerine mahsus sesleri vardır. Bu sebeple Kutlu'nun ‘eğlenceli' tabirini yazarın kendi sesi içerisinde değerlendirmek gerekir. Bu durum, üslubun ardında kendini kuvvetle sezdirmektedir. Esasen bu dönemi, ‘eğlenceliden ziyade Kutlu'nun hikâyelerindeki anlam katmanlarını çoğalttığı bir dönem olarak saymak mümkündür.
Köyden şehre göç, toplumsal değerlerdeki çürümüşlük ve neticede ortaya çıkan dejenerasyon, bu dönemdeki eserlerinde de önemli konular olarak yer almaktadır. Yazarın Mavi Kuş adlı eseri üçüncü bölümde mütalaa edildiğinden dolayı, diğer iki bölümden ziyade üçüncü bölüm üzerinde durulacaktır. Bu doğrultuda, bir katman sıralaması yapmak gerekirse; Kutlu'nun söz konusu üçüncü döneminde, eserlerinde üçlü bir anlam katmanı olduğu varsayılabilir. Birinci katman, günlük yaşantı ve olaylardan müteşekkildir. Hikâyenin ‘akan' kısmını oluşturan bu katman, hikâyedeki merak unsurunu beslemektedir. İkinci anlam katmanında ise, günlük yaşantı, olayların sebepleri ve sonuçları mahiyetinde olan durumlar ve fikirler yer alır. Bu katman, hikâyede ‘duran' kısımdır. Üçüncü katman olarak da, dünyanın faniliği, bu bağlamda da tasavvuf sayılabilir. Bu katmana, ‘tefekkür' hakimdir. Yukarıda yapılan tasnifi misallendirecek olursak; birinci katman için Uzun Hikâye'de, kahramanın köyden şehre göçünü, Beyhude Ömrüm'de bahçenin yapılışı ve bu esnada vuku bulan olayları, Mavi Kuş'ta da köyden istasyona yapılan yolculuğu örnek gösterebiliriz. Dikkat edilirse bu hususlar, hikâyenin daha ziyade ‘akan' taraflarıdır. İkinci katman için Uzun Hikâye'de başkahramanın yaşadığı hadiseler vasıtasıyla ortaya konulan Türkiye'nin siyasî yönünü, Beyhude Ömrüm'de köyden şehre göçü, Mavi Kuş'ta da yine köyden şehre göçü ve her kahramanın ‘şahsî hikâye'si vasıtasıyla dile getirilen meseleleri sayabiliriz. Üçüncü katmana gelince, görülmektedir ki, üç kitapta da tema aynıdır: Dünya bir oyun alanıdır ve fanidir. Uzun Hikâye'de, babanın hayata koyduğu son noktadan, oğulun yaşamaya başlaması bir döngüsellik içerisinde dünyanın fani akışına telmihte bulunmaktadır. Beyhude Ömrüm'de ise, bahçe metaforu etrafında bu mesele ele alınır. İnsan fanidir, bu dünyaya bir bahçe kurmaya gelir. Bahçeyi kurabildiği oranda da bakidir. Çünkü insan, hikâyede bahçeyi kuran kahraman gibi ölecek ve -eğer kurduysa- bir bahçeye gömülecektir.
Aynı şekilde Mavi Kuş'ta dünyanın faniliği, bir oyun sahnesi metaforu etrafında ortaya konulur.
Mustafa Kutlu, Uzun Hikâye'ye kadarki hikâyelerinde, Şark hikâyeciliğinin yukarıda kaydettiğimiz hususiyetinin yanı sıra, ağırlıklı olarak Türk toplumunun yaşadığı sosyal değişimi eserlerine taşımıştır. Bu bakımdan Kutlu'nun hikâyeciliğini üç döneme ayırabiliriz: Birinci dönem, Kutlu'nun çıraklık dönemidir. Ortadaki Adam(1970) ve Gönül İşi(1974) adlı eserleri bu kategoride mütalaa edilebilir. Bu hikâye kitapları, Kutlu'nun dil ve üslup bakımından tam bir olgunluğa henüz ulaşamadığı dönemi ifade etmektedirler. Ancak Kutlu'nun ileriki yıllarda yazacağı konuları ima etmeleri bakımından da önemlidirler. İkinci dönem ise Kutlu'nun kendi ‘sesini' bulduğu dönemdir. Gerek dil, gerekse üslup bakımından belli bir olgunluğa ulaşan yazar, bu dönemde, Türk toplumunu birçok yönüyle eserlerine taşımaktadır. Bu sosyal konular içerisinde, köyden şehre göç ve bu göçün sebep olduğu ruhî çürüme, toplumsal değerlerin mahiyetini ve yaptırım gücünü kaybedişi, gençliğin yaşadığı ideolojik olaylar ve tasavvuf öne çıkar. Uzun Hikâye ile başlatılabilecek üçüncü dönem ise, yazarın kendi ifadesiyle ‘daha eğlenceli' bir üslubun hâkim olduğu eserleri içermektedir. Ancak burada şu husus belirtilmelidir ki, alanında kendini ispatlamış yazarların kendilerine mahsus sesleri vardır. Bu sebeple Kutlu'nun ‘eğlenceli' tabirini yazarın kendi sesi içerisinde değerlendirmek gerekir. Bu durum, üslubun ardında kendini kuvvetle sezdirmektedir. Esasen bu dönemi, ‘eğlenceliden ziyade Kutlu'nun hikâyelerindeki anlam katmanlarını çoğalttığı bir dönem olarak saymak mümkündür.
Köyden şehre göç, toplumsal değerlerdeki çürümüşlük ve neticede ortaya çıkan dejenerasyon, bu dönemdeki eserlerinde de önemli konular olarak yer almaktadır. Yazarın Mavi Kuş adlı eseri üçüncü bölümde mütalaa edildiğinden dolayı, diğer iki bölümden ziyade üçüncü bölüm üzerinde durulacaktır. Bu doğrultuda, bir katman sıralaması yapmak gerekirse; Kutlu'nun söz konusu üçüncü döneminde, eserlerinde üçlü bir anlam katmanı olduğu varsayılabilir. Birinci katman, günlük yaşantı ve olaylardan müteşekkildir. Hikâyenin ‘akan' kısmını oluşturan bu katman, hikâyedeki merak unsurunu beslemektedir. İkinci anlam katmanında ise, günlük yaşantı, olayların sebepleri ve sonuçları mahiyetinde olan durumlar ve fikirler yer alır. Bu katman, hikâyede ‘duran' kısımdır. Üçüncü katman olarak da, dünyanın faniliği, bu bağlamda da tasavvuf sayılabilir. Bu katmana, ‘tefekkür' hakimdir. Yukarıda yapılan tasnifi misallendirecek olursak; birinci katman için Uzun Hikâye'de, kahramanın köyden şehre göçünü, Beyhude Ömrüm'de bahçenin yapılışı ve bu esnada vuku bulan olayları, Mavi Kuş'ta da köyden istasyona yapılan yolculuğu örnek gösterebiliriz. Dikkat edilirse bu hususlar, hikâyenin daha ziyade ‘akan' taraflarıdır. İkinci katman için Uzun Hikâye'de başkahramanın yaşadığı hadiseler vasıtasıyla ortaya konulan Türkiye'nin siyasî yönünü, Beyhude Ömrüm'de köyden şehre göçü, Mavi Kuş'ta da yine köyden şehre göçü ve her kahramanın ‘şahsî hikâye'si vasıtasıyla dile getirilen meseleleri sayabiliriz. Üçüncü katmana gelince, görülmektedir ki, üç kitapta da tema aynıdır: Dünya bir oyun alanıdır ve fanidir. Uzun Hikâye'de, babanın hayata koyduğu son noktadan, oğulun yaşamaya başlaması bir döngüsellik içerisinde dünyanın fani akışına telmihte bulunmaktadır. Beyhude Ömrüm'de ise, bahçe metaforu etrafında bu mesele ele alınır. İnsan fanidir, bu dünyaya bir bahçe kurmaya gelir. Bahçeyi kurabildiği oranda da bakidir. Çünkü insan, hikâyede bahçeyi kuran kahraman gibi ölecek ve -eğer kurduysa- bir bahçeye gömülecektir.
Aynı şekilde Mavi Kuş'ta dünyanın faniliği, bir oyun sahnesi metaforu etrafında ortaya konulur.
ÖZET:
Mavi Kuş, maviye boyanmış, bakımsız, önünden geçenlerin dikkatini
çeken, değişen parçaları yüzünden hangi marka olduğu belli olmayan, paslanmış,
yer yer dökülmüş ve solmuş boyalı, şoför kapısının üzerinde hangi kuş olduğu
belli olmayan, kanatlarını açmış, beyaz bir kuş resmi resmin hemen altında da
“Mavi Kuş” yazısı yer alıyordur. Deli Kenan otobüsün tamiriyle uğraşırken
Seyfi’de öğle yemeğini yemekteydi. Beyaz keten ceketli, beyaz pantolonlu, hasır
şapkalı, şişman, dazlak, yabancı olduğu her halinden belli olan adam kutularını
bagaja koyuyordu. Sefa Oteli’nin üst pencerelerinden bakan adam dürbünle bu
adamı gözetliyordu. Daha sonra dürbünü koyarak Çardaklı kahvesine yöneliyor bu
defa orada oturan iki bayanı izlemeye başlıyordur. Bu sırada bir köylü sırtında
taşıdığı hasta karısını otobüse getirmeye çalışıyordu. Kadın çektiği acıyı
saklamaya çalışmaktadır. Otobüse vardıklarında kadın ve adam çocuklarına ve babasına
ağlayarak sarılarak vedalaşırlar. Otelde ki genç yine Çardaklı Kahveyi
gözlemektedir. Kahvede arkada masaların birinde buralarda görülmeyen iki tip
baş başa vermiş fısıltıyla konuşmaktadırlar. Adil Ustanın Mardin’de askerdeyken
Nazım adında bir oğlu olur. Adil Usta Mardin’de askerdeyken Arap bir kıza aşık olmuştur. Ondan da Davut isimli bir çocuğu olmuştur.
Adil Usta köye geri döndükten sonra karısı kahrından ölmüş Nazım’a babaannesi
bakmıştır. Sonra Nazım’ı yanlarına almışlar fakat Nazım’a burada üvey annesi ve
Davut eziyet etmiş Adil Ustada Nazım’ı hor görmeye başlamıştır. Buna
dayanamayan Nazım, Davut’u öldürüp İstanbul’a kaçmaya karar verir. Otobüs
hareket saatine hazırlanırken Nazım dükkanını kapatır ve otobüse biner. Tam bu
sırada genç karı-koca yüksek sesle tartışarak otobüse doğru gelmektedir. Erkek
alttan aldıkça kadın iyice bağırmaktadır. Erkek öğretmen olduğu için tayini
buraya çıkmış, kadın ise burada kalmak istemiyor bunun için tartışıyorlardı.
Mavi Kuş’un yolcuları arasında Doktor Yahya’da vardı. Doktor Yahya karısından
boşanmış boşandıktan sonrada bu kasabaya tayinini istemiştir. Senelik iznini
kullanmak üzere İstanbul’a gitmektedir. Sokağın iki tarafında uzanmış duvarın
üzerinde iki çocuktan birisi olan Erol gizli olarak otobüse binme planları
yapmaktadır. Planını gerçekleştirerek otobüse binecektir. Az sonra fiyakalı bir
atla otobüsün önünde Beşir Ağa belirir. Beşir Ağa Ankara’dan gelecek önemli
misafirler için trene yetişmek istemektedir. Jandarma da aralarında bir
mahkumla gelmektedirler. Jandarmada geldikten sonra Deli Kenan bütün yolcuları
otobüse çağırır. Yabancı karı koca bir koltuğa anlarında ki kızda bir koltuğa
oturmuştur. Otelin penceresinden meydanı izleyen genç adam gelip güzel kızın
yanına oturmuş ve yolculuk başlamıştır. Genç adam kendisini mühendis olarak
tanıtsa da aslında tarihi eser kaçakçılığını takip eden polis memurudur. Deli
Kenan kedisi olmadan asla yolculuğa çıkmamaktadır. Kedi gelip Kenan’ın kucağına
oturduktan sonra yolculuk başlar. Yolda biraz ilerledikten sonra köylülerle
karşılaşırlar Deli Kenan durup köylülerden domates, maydanoz, salatalık ve ayran alır.
Otobüste ki yolculara bunları ikram eder. Almak istemeyen olduğu zaman zorla ikram eder. İleride ki dereden geçerken otobüs çamura
saplanır. Koto Bayram inekleriyle otobüsü çamurdan çıkarmak karşılığında
Kenan’dan para alır. Dereyi geçtikten sonra Kenan Bilal’i görür ve onu da
otobüse alır. Bilal bir kızı sevmiş onunla evlenmiş, daha sonra karısı hamile
kalmış fakat çocukları ölü doğmuştur. Karısı da bu olaydan sonra can vermiştir.
Bilal’in bu durumu atlatması için arkadaşı Kenan onu avcılığa alıştırmıştır.
Kenan Seyfi’den alet çantasını getirmesini istemiştir. Seyfi bagaja çıktığında
brandanın altında Erol’u görmüştür. Erol’a orada ne işi olduğunu sorar Erol
kendisinin ikinci muavin olduğunu söyler. Seyfi biraz saf olduğu için buna
inanır, birinci muavin kendisi olduğu için gururlanarak aşağıya iner ve Kenan’a
olanları anlatır. Han’a vardıklarında Hancı Hasan otobüsün geleceği saati
bildiği için hazırlıklarını yapmış onları beklemektedir. Herkes bir şeyler yemek için
aşağıya iner. Hasta kadını da kocası sırtına alarak indirmiş kadın burada iyice
fenalaşmıştır. Erol’unda karnı acıkmış yanına aldığı elmaları yemektedir.
Doktor hasta kadına bakmak için kadının yanına gider. Fakat kadın vefat
etmiştir. Otobüs ölen kadını ve kocasını orada bırakarak yoluna devam etmiştir.
Tren garına çok az bir yol kala otobüs aniden durdu. Tekerleğinin patladığını
anlayınca tekerleği yaptılar tam takacakları sırada Seyfi tekeri elinden
kaçırdı. Hava karanlık olduğu için tekeri biraz zor buldular. Tekerleği bulup
taktıktan sonra yollarına devam ettiler. Akşam havanın soğumasından dolayı
üşüyen Erol John’un kutusunun içindeki antikaları aşağıya atarak kutunun içine
girerek uyumuştur. Az ilerde istasyonun ışıkları görünmeye başlamıştı ki bu
sefer de polis otobüsü arama yapmak için durdurdu. Bunu duyan John ve
Elizabeth’in içine korku düştü. Tam bu esnada nazım Usta vicdan azabına
dayanamayarak “Ben öldürdüm” diye polislerin önüne atladı. Ancak polislerin
aradığı kişi o değildi. Polisler Nazım’ı tutuklayarak aramaya devam ettiler.
Kasaların içine bakarlarken aradıkları tarihi ederlerin yerine Erol’la
karşılaştılar. Polisler çok şaşırdılar. Bunu gören John ve Elizabeth rahat bir nefes aldılar.
Erol yolun vermiş olduğu yorgunluk, uyuşukluk ve açlık yüzünden kendini toparlayamayarak kendini seyredenlerin yüzüne
aptalca bakmaktadır.
Tam bu sırada yüksek bir ses dur diye bağırır ve ışıklar yanar.
Meydanda ki sahnenin bir film seti olduğu anlaşılır
SON BAKIŞ:
Gelenler, gidenler –
yerleşenler, ayrılanlar – üzülenler, sevinenler – hasretle beklenenler, hasreti
çekilenler - umutlar, hayaller vs. Bütün bunların yanında dünyamız emredildiği
üzere kendi mecrasında yol almaya devam ediyor. Bizler için kimi günler
sevinçle, kimi günler umutla beklenmeye devam ediyor. Zaman nede çabuk geçiyor:
Koskocaman eğitim – öğretim yılı son demlerine gelmiş bulunuyor. Okumak üzere
almış olduğum Mustafa Kutlu’nun eserleri bitti. Bu değerlendirmenin dışında son
değerlendirmesini yapacağım bir eser kaldı. İnşallah bundan sonra üstadımın
bütün eserlerini değerlendiren bir yazı yazmayı düşünüyorum. Tabii kısmet
olursa.
Güzelim memleketimin
hasımları durmadan kötülük yapmaya devam ediyorlar. Her gün yüreğimiz ağzımızda
bekliyoruz. Askerimiz, polisimiz ve sivil insanlarımız şehadet şerbetini içip
rahmeti rahmana kavuşuyorlar. Dün Vezneciler, bugün Midyat. Rabbim beterinden
korusun.
Dünyamızın yeni
oluşumları gebe olduğunu daha önceki değerlendirme yazılarımda belirttim. Sıkıntılı
bir dönemden geçiyoruz. İnşallah önümüz yemyeşil bir vadi.
Ramazan tüm bereketi
ile birlikte geldi. Ama gafil insanlar bunun farkında mı? Mekkeli müşriklerin
bile bu aylarda kan dökmeye yasakladıklarını biliyoruz. Güzelim ülkemde neden
durmuyor bu kan?
Vazgeçmek yok,
çalışmaya daha çok çalışmaya devam edeceğiz. Bu mübarek ayda duaya her
zamankinden daha çok ihtiyacımız var.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)