9 Şubat 2016 Salı

ARKAKAPAK YAZILARI




ESERİN KİMLİĞİ

ESERİN ADI: Arkakapak Yazıları

YAZARI: Mustafa KUTLU

YAYIN EVİ: Dergâh

BASKI SAYISI: 8. Baskı Aralık 2014

SAYFA SAYISI: 98


Türk hikâyeciliğin yaşayan ve efsane ismi Mustafa Kutlu, Arkakapak Yazıları ile hikâyeciliğin halka ulaşmasında önemli katkılar sunmuş. Mustafa Kutlu’nun hikâyeciliği bu memleket için çok önemlidir.


Mustafa Kutlu hikâyelerinde özümüzden kopmadan dünya ile birlikte olabileceğimizi dile getiriyor. Kutlu, satırlarında batılılaşmadan batılı olabileceğimiz gibi kendi öz kültürel değerlerimizle günümüz dünyasının sahnesinde yer alabileceğimizi dillendiriyor.


 Mustafa Kutlu, hikâyenin gelişmesine ve günümüzde okuyucuya ulaşılma noktasında büyük katkılar sağlamıştır. Mustafa Kutlu’nun hikâyelerini incelediği konuları bakımından birçok kategoride incelemek mümkündür. O hikâyelerinde Türkiye’nin sosyal, siyasal, ekonomik, sosyolojik olarak bir portresini çizer. İşlediği konular ve ele aldığı kahramanlar içinde yaşadığımız toplumun bir parçası olarak sokakta, çarşıda karşılaşacağımız durumlar ve kişiler. Ama Mustafa Kutlu bunları ele alırken sihirli bir şekilde onları sayfalarda dikkat çekici bir şekilde canlandırmayı başarmıştır. Bu da onun hikâye türündeki ustalığından kaynaklanmaktadır.


Arka Kapak Yazıları kısa kısa hikâyeler şeklinde, resimlerle zenginleştirilmiş bir eser olarak okuyucuya sunulmuş. Kitapta Kutlu’nun olaylara, durumlara, günlük yaşantıdaki meselelere nasıl bir bakışla baktığının görmek mümkün.  Kitap 22 olaya 22 ayrı hikâyeyle karşılık veren bir yazarın seyir günlüğü gibi. Olayları kendinde bıraktığı etkileriyle birlikte, şiirsel bir üslup ile yazmıştır.


”Güvercin Avlayan Martı” hikâyesinde yazar değişen dünyanın, kirlenen çevrenin ekosistemi nasıl bozduğunu gördüğü bir martının bir güvercini nasıl öldürdüğü üzerinde işleyerek sunmuş. İnsanların gün geçtikçe dünyayı bozduğunu, doğallığın git gide sona erdiğini, kendi sonunu hazırlayan insanların bu sonu görecek kadar da vakitlerinin olmadığını sitem ederek hikâyeye işlemiş.


Hikâyelerin çoğu modernleşen dünyanın, kirlenen evrenin etkilerini kimi zaman insanlar üzerinden kimi zaman hayvanlar üzerinden değerlendirerek aktarılmış. Yazar bu etkilere bir dur diyerek, sitem ederek, kızarak hikâyelerinde işlemiştir.

Modernleşen, sanayileşen, büyüyen kentlerin büyük çevre ve toplum kirliliğine yol açtığı sosyolojik bir bakış açısıyla incelendiğinde sanayileşmenin getirmiş olduğu sorunlar arasında sayılabilir. Köylerden kentlere yapılan göçler şehirlerde yığınlaşmaya yol açmıştır. Gecekondular kurulmuş, insanların ihtiyaçlarını karşılamak için büyük sanayi tesisleri kurulmuş, bu sanayi tesisleri doğal dengeyi bozacak fütursuzca bir işleyişle hem doğal dengeyi bozmuş hem de insan sağlığını bozmuştur.

Yazarımızın birçok konuda maharetli olduğunu biliyoruz. Kitapta yer resimleri muhtemelen kendisi çekmiştir. Kitapta yer alan resimlerden (Güzel Bir Gün Nasıl Olur) birinin tekrar gözden geçirilmesinde fayda var diye düşünüyorum.


Arkapak Yazıları kitabını okuduğum süre zarfında ilimizde birçok gelişme oldu. İl milli eğitim müdürümüzün değişeceği duyumu üzerine birçok kişi ve kişilerle görüşmek zorunda kaldık. Adaylardan biri geldi biri gitti. Üsküdar Üniversitesi ile İstanbul İl Milli Eğitim Müdürlüğü arasında imzalanan ‘Hayatı Fark Et Dünyan Değişsin’ projesinde Muammer Bey gitmeyeceğini söyledi. Bu konu, hala gündemdeki yerini koruyor.


Okullar yarıyıl tatiline girdiler. Öğrencilerimiz bugün gelmediler okula. Okul onlarsız hem öksüz hem de yetim. Benim için zor bir tatil oldu. Her gün görüştüğüm arkadaşlar yurt dışına gittiler. Şimdi telefon hem öksüz hem de yetim. Bazı şeyler anlam yitirdi.


Tatil de bize hasret ve özlem bıraktı.


Yaşam devam ediyor, sendikacılık faaliyetlerimiz devam ediyor. Nezih bir ortamda (Valide Sultan Kız Koleji) misafirlerimizi ağırlıyoruz. Bütün hizmetleri el birliği ile elcağızımızla yapıyoruz.


Sevdiğimiz arkadaşlar yurt dışından dönmeye başladılar göçmen kuşlar misali kimisi ile yüz yüze görüşme imkânımız oldu, kimisini hala özlüyorum. İnsan bazen sevdiklerini özlüyor, hasretle; bazen sevdiğine ağlıyor, bazen de sevdiğini ağlatıyor.


Hafta sonu Antalya’da sendikanın Türkiye Buluşması var. Rahmetli Erol Beyin projesi. Gitmeden önce ‘Geçen Gün Anakaradaydık’ yazısını yeniden okumak lazım.


İlahi, beni nefsimin zilletinden çıkart, kabre girmeden önce beni şüphe ve şirkten temizle. Ancak, senden yardım diliyorum, ancak sana tevekkül ediyorum, beni bırakma, beni hüsrana uğratma. Senin fazlına ve ikramına rağbet ediyorum, beni mahrum etme. Sana, senin tarafına instisab ediyorum, beni uzaklaştırma. Senin kapında duruyorum. Beni kabul et.

(kitaptan alıntı)




4 Şubat 2016 Perşembe

BİR ÇAĞIN VİCDANI OLMAK


Son yıllarda bilim ve teknolojide yaşanan akıl almaz gelişmeler ile günümüz insanı eskiye göre çok daha iyi şartlarda yaşamakta ve istediği her şeye kolayca ulaşabilmektedir. Ne yazık ki bu durum beraberinde insanların pek çok konuda duyarlılıklarını kaybetmelerine de neden olmaktadır. Böylece yalnızca kendini düşünen, diğer insanlara ve çevresine karşı duyarsız kimlikler ortaya çıkmıştır. Özellikle maddî kaygıları öne çıkaran anlayış; insanı, insanî değerlerden koparmaktadır.

Gazeteler, TV kanalları açlık ve yoksullukla savaşan milyonların ve denizlerde boğulan Suriyeli mazlum mültecilerin haberleriyle dolu. Bu haberler açlıktan ölen ve yeni bir yaşam umuduyla ölüm yolculuklarında, denizlerde boğulan insanların sayısının her geçen gün insanı dehşeti düşürecek boyutlara çıktığını, çıkacağını hatırlatıyor. Bir yanda açlıktan ve çaresizlikten ölenler, diğer yanda onların bu açlığına ve çaresizliğine karşı duyarsız milyonlar, milyarlar! Doyumsuz bir ihtirasla, çılgınca, maddî güçlerini, servetlerini artırmak isteyenler! Diğer insanların “açız!” feryatlarına kulaklarını tıkayanlar…

Yoksulluk içimizde büyüyor. İçimiz yoksul, içimiz aç… İçimizdeki yoksulluğu, insanî değerlerle, sevgiyle doldurmak zorundayız. İnsan olmanın anlamını o zaman idrak edebiliriz. Elbette herkes daha iyi şartlarda yaşamak ister. Ne var ki bu isteğin aşırı boyutlara yükselmesi, insanı dünyevi ihtiraslarla adeta canavarlaştırır, bütün ahlakî değerleri görmezden gelerek, yalnızca kendini düşünen mekanik bir aygıt haline getirir. Bu olumsuz gidişin farkına bile varamaz. Çünkü onun gözü artık kör, kulakları sağır, yüreği kararmıştır.

 Yalnızca kendisini düşünen, bencilliği kendisine ilke edinen değil, açlık ve sefaletle kıvranan insanları da gören, onların acısını duyan ve yürekleri titreyen, bu anlamda kendisine düşen sorumlulukla bir şeyler yapmaya çalışan insan… Çağımız işte böylesi insanlara muhtaçtır.

 Çocuklarını iyi yetiştirmek adına farkında olmadan her şeye ulaşabilir hale getiren anne babalar! Bin bir türlü imkân içinde yine de doymayan, bir şeyler üretmek, başta ailesi olmak üzere, diğer insanlara yararlı olmak yerine “hep isteyen” bir alışkanlıkla mutluluğu ellerinden kaçıran gençler! Yalnızca ekonomik kaygılarla; sosyal, kültürel, ahlakî değerleri gözden kaçıran bilim adamları… Hayata kendi “at gözlükleri” ile değil, “insanî” bir pencereden bakmayı bir öğrenebilsek/öğretebilsek…
İnsanlar, yaşadıkları dönemlerin olumsuz koşullarına karşı durmak için her zaman bir arayış içinde olmuşlardır. Bu arayışın adresi, kimi zaman Hilful Fudul, kimi zaman Ahilik Teşkilatı, kimi zaman dernek- vakıf, kimi zaman da sendika olmuştur. Her dönemde bu sivil Toplum Kuruluşları yolu ile insanlığa hizmet etmişler ve inandıkları değerlerin mücadelesini vermişlerdir.

İşte bizde bir çağın vicdanı olmak istiyoruz, bir çağın! Daha doğrusu, insanlığın idrakine vurulan zincirleri kırmak, yalanları yok etmek, yüreklere dokunmak, insanları insanlığından ayıran bütün duvarları yıkmak istiyoruz! Muhteşem bir maziyi, daha muhteşem bir istikbale bağlayacak köprü olmak vazifesi görmek istiyoruz; kelimeden, vicdandan, sevgiden bir köprü..."

İnsanlar zamanın ya içinde yaşarlar ya da dışında. Zamanın içinde yaşayanlar, ki bunlara vukuf-ı zamanî veya ibnü’l-vakt denir, yaşadıkları zamanın farkındadırlar, vakti idrak ve eda ederler; içinde bulundukları zamanın yükümlülüklerini üstlenirler ve en mühimi, niçin yaşadıklarının bilincindedirler. Biz de, yaşadığı zamanın farkında olan insanlarız. Sendikacılığımız da bu çerçevededir.


Bugün elde ettiğimiz birçok kazanım, zor günlerde yapılan çalışmaların, verilen büyük mücadelelerin eseridir. Bu çerçevede; öncelikle eğitim sistemimizin kanayan yaralarından başörtüsü zulmü ve katsayı adaletsizliğine son verilmiştir. Kapatılan imam hatip orta kısımlarının tekrar açılması, okullarda ibadet hakkının kullanılabilmesi için mescitlerin açılması, siyer ve temel dini bilgiler derslerinin okullarda okutulması ve milli güvenlik derslerinin mevzuattan çıkarılması gibi temel meseleler çözüme kavuşturulmuştur. Bunlarla beraber 4+4+4 eğitim modelinin uygulanması ile toplum nezdinde kangren haline gelmiş birçok sorun çözülmüştür. Eğitime kendini adamış eğitimcilerimizin özlük hakları ile ilgili yoğun çalışmalarımız neticesinde toplu sözleşme hakkı elde edilmiş ve beraberinde nöbet ücreti gibi teknik hususlarda kazanımlar sağlanmıştır. Öğretmene saygı yürüyüşü ve ortak akıl mitingleri ile birlik ve beraberliğimiz, katılımcı yaklaşımımız ve demokratik bir baskı unsuru olarak sivil toplum örgütü işlevimizi nasıl etkin bir şekilde kullandığımız gözler önüne serilmiştir. Fakat derdimiz sadece eğitim değildir. Şüphesiz bu, bizim asli mücadelemizi eksik bırakır! Her sınıfın bir yetim kardeşi var projesi ile yetim çocuklarımızın önlerindeki engelleri ortadan kaldırmaya ve yanlarında olduğumuzu göstermeye çalıştık. Dünya mazlumlarına yardım kampanyaları yolu ile bir nebzede olsa elimizden gelen desteği vermek istedik. Ve bu bahsedilenlerin ötesinde birçok çalışmaya imza attık ve atmaya devam edeceğiz. 

Boynumuzdaki yükü Cenab-ı Allah izin verdikçe inançla ve özveriyle taşımaya devam edeceğiz… 

2 Şubat 2016 Salı

İSLAM DÜNYASININ ÖNEMLİ ŞAHSİYETLERİ


  • Abdülhamit Han Hazretleri
  • Hasan El Benna
  • Mehmet Akif Ersoy 

YÖNETİCİ KANUN TASARISI

İSLAM DÜNYASINDAN ÖNEMLİ ŞAHSİYETLER


  • Abdülhamit Han Hazretleri
  • Hasan El Benna

HÜZÜN VE TESADÜF

ESERİN KİMLİĞİ
KİTABIN ADI: Hüzün ve Tesadüf
YAZARI: Mustafa KUTLU
YAYINEVİ: Dergah
BASKI: 10. Baskı, Mart 2014
SAYFA SAYISI: 90

Şiirsel, kısa hikayeler.  Yer yer şaşırtıcı, insanı gülümseten, hüzünlendiren, yaşamın ayrıntıları. Az sözle çok şey anlatan öyküler. Lirizm. Klasik paragraf anlayışı yok.  Serbest şiir dizilişinde cümleler…

Mecrasını bulamamış, hangi denize döküleceği meçhul bir dere. Seyfettin’i severdik… Çünkü çizgiden çıkan bir yanı vardı. Biraz şairdi, japon estamplarına, bitpazar antikalarına tutkundu. Naz çeker, gözyaşı siler, dert dinlerdi. kendisi için bir hayat kurmaya, onu başkalarından kıskanmaya, insanlarla arasına bir mesafe koymaya çalışmadı. tabiatıyla dağınık bir manzara arz ediyordu.

KİTAP BULUNAN HİKAYELER:

– Seyfettin’i Severdik
– Mahzunu Mücahit
– Bir Şey Yap
– Su Sesi
– Uysallığın Lüzumu Yok İsyanın Sırası Değil
– Masal ve Rüya
– Tâciser’in Şiiri
– Hikâye
– Bahar Dalı
– Yürüyen Hüküm
– Hikâye
– Aheste Beste
– Kambur Hafız ve Minare
– Hüzün ve Tesadüf
– Karakoncolos
– Dürbünlü Çiçek
– Mevzu Derin
– Uç Selahattin Uç

Üniversite yıllarımızda Seyfettine çok benzeyen arkadaşlarımız vardı. Herkesin derdi ile dertlenen, sorunlarına yardımcı olan arkadaşalardı onlar.

Fakülte koridorlarında herkes ile selamlaşan kişilerdi onlar. Dertleri vardı onların dertlerini anlatırlardı herkese. Cennete davet eden bir üslupla.
Üniversiteye yeni gelmiş olanlara care olurdu onlar…

Hüzün ve Tesadüf hikayelerini okuduğunda her hikayede insan yaşantısından adeta birer bölüm görürsünüz.

Seyfetin’i severdik hikayesinde üniversite yıllarına dönen insan, Mahzun Mücahit hikayesi ile yıllar sonra evine dönen bir babaya duyulan hasret ile  solar taşar.

Bu hikayede yaşamın her deminden birer izlenim var: Sevdasına ağlayan da var, sevdasını ağlatan da…

1 Şubat 2016 Pazartesi

YOKSULLUK İÇİMİZDE

ESERİN KİMLİĞİ


ESERİN ADI: Yoksulluk İçimizde

YAZARI: Mustafa KUTLU

YAYINEVİ: Dergâh

BASKI SAYISI: 16. Baskı Aralık 2014

SAYFA SAYISI: 104

TÜRÜ: Hikâye

İÇERİK (MUHTEVA) ÖZELLİKLERİ:

HİKÂYENİN KAHRAMANLARI:

ENGİN

SÜHEYLA


ESERDE İŞLENEN KONU:


Yoksulluk İçimizde hikâyesinin konusu; aynı devlet dairesinde çalışan Engin ve

Süheyla arasındaki aşk, Engin’in Süheyla’yı terk edip zenginliğin peşinden gitmesi, Süheyla’da ve Engin’de gerçekleşen kültür değişikliği ekseninde oluşan doğu‐batı çatışması ve yer uyumu ile birlikte, kahramanların sonuçta millî ve manevî değerleri tanıması” şeklinde tespit edilebilir.


ESERDE İŞLENEN TEMEL DEĞERLER:


 Yoksulluk İçimizde; Mustafa Kutlu’nun hikâyeciliğinin en olgun örneklerinden biri kabul edilir. Kutlu; bu eserinde Engin ve Süheyla aşkı çerçevesinde kahramanlarda görülen sosyal değişim olgusu merkeze alınmak üzere, aşka, sosyal değişime, eşyaya İslâmî bir yorum getirmeye çalışır.

Yoksulluk İçimizde; Kutlu’nun, kahramanların başlarından geçen maceralardan ziyade değişen zamanın, toplum yapısının çeşitli alanlarında yaptığı yıkıntıları ve değişmeleri, estetik bir boyutta ve yeni bir tarzla işlediği, Türk hikâyeciliğine yeni bir boyut kazandıran eseridir.


ESERİN ANA FİKRİ:

Zenginlik dış unsurlara, eşyaya bağlanmakla değil, içimizi zenginleştirmekle olur ki eşyadan ve onun bizi kendisine çeken kuvvetinden kurtulmanın yolu da manevî değerlere yönelmektir. Asıl zenginlik Hakk’ı bilip O’nun yolunda yürümektir.


YAZARIN ÜSLUBU:


Mustafa Kutlu ve Yoksulluk İçimizde, bir monografidir. Bu kitapta, son dönem hikâyeciliğimizin mühim isimlerinden Mustafa Kutlu ve onun Türk hikâyeciliğine yeni ufuklar açan Yoksulluk İçimizde adlı eseri değerlendirmeye çalışılmıştır. Ülkemizde tek bir eserden hareket ederek; edebi eseri, geniş bir çerçevede hayatı anlamlandırmaya çalışan çeşitli makaleler ve yazılar bulunmakla birlikte kitap halinde neşredilmiş monografi incelemesi yok denecek kadar azdır. Bu sebeple bu kitap, sahasında bir örnek teşkil edecektir kanaatindeyiz.


ÖZET:


Mustafa Kutlu’nun Yoksulluk İçimizde adlı eserinin ilk hikâyesi olan

Akasyalar Açar mı? Aldığı haber sonrası bütün dünyası yıkılan Süheyla’nın ruhi durumu üzerine kurgulanmıştır. Hikâyede, sevgilisi Engin’in başka birisiyle nişanlandığını öğrendikten sonra Süheyla’da görülen ruhi değişim işlenir. Yazar, oldukça başarılı tasvirlerle ve girift tahlillerle bu durumu ustaca vermeyi başarmıştır. Yoksulluk İçimizde adlı eserinde eşyaya tavır alan Mustafa Kutlu, eserin ilk hikâyesinde de eşyayı kendi hâl diliyle tasvir etmiş, eylemleri genel olarak nesnelere yüklemiştir. Yazar, bu hikâyesinde eşyaları en ince ayrıntılarına kadar tasvir etmiş, böylece hayatımızda eşyaya ne kadar önem verdiğimizi göstermeye çalışmıştır. Eşyanın yerilmeye çalışıldığı ve manevî değerlere yönelmemizi öğütleyen Yoksulluk İçimizde’de “eşya”, yazarın eserini kurgularken sıkça kullandığı figüratif bir unsur olarak karşımıza çıkmıştır. Yazar, bu sebeple sık sık tekrarlara ve ikilemelere başvurarak dikkatleri eşya üzerine çekmeye çalışmıştır. Gerek kullandığı yeni tekniklerle gerekse yeni muhteva açılımlarıyla hikâyeciliğimizde yeni ufuklar açan bir yazar olan Mustafa Kutlu; bu hikâyesinde, kahramanın ruh hâlini, daha çok eşyanın değişen durumu ve eşyayı tasvir ederken kullandığı sıfatlarla açığa vurmuştur. Ayrıca yazar, bir durum hikâyesi olan Akasyalar Açar mı?’da oldukça akıcı, ahenkli bir üslûp ve günlük konuşma diline yakın bir dil kullanmıştır.


SON BAKIŞ:


 Ataulllah İskenderî’nin Hikem-i Ataiye’sinden sözler almış.


Talep şan değildir. Razı ol, şan da senin, nam da senin. Varlığını bilinmezlik toprağına göm. Gömülmeyen şey, nabit olmaz.


Dünya suretlerinin bulaştığı ayna nasıl parlar? Huzura girmeden önce tövbe sularında yıkan.


 Ölüme ağlama. Kalbe bak. Hata ve isyan ile pişman, ibadet ve taat ile neşveli değilsen, zaten ölüsün.


 Marifetin mukabili inkâr, ilmin mukabili cehalettir.


Günümüz insanı, bilim ve teknolojinin son imkânlarıyla geçmişe göre, çok daha iyi şartlarda yaşıyor. Ne yazık ki bu şartlarda yaşayan insan, pek çok konuda insanî duyarlığını da kaybedebiliyor. Çeşitli nedenlerle, yalnızca kendini düşünerek diğer insanlara ve çevresine karşı sorumsuz davranabiliyor.
Özellikle maddî kaygıları öne çıkaran anlayış; insanı, insanî değerlerden koparıyor. Böylece insan, açlık ve yoksullukla kıvranan insanları görmezden geliyor. Gazeteler, TV kanalları açlık ve yoksulluk sınırında yaşayan milyonların haberlerine yer veriyor. Açlıktan ölen insanların sayısının her geçen gün insanı dehşeti düşürecek boyutlara çıktığını, çıkacağını hatırlatıyor. Dünyadaki bu görüntünün, adeta tokluktan ölecek noktaya gelen insanlarla çok daha acı bir tabloya dönüştüğünü vurguluyor. Bir yanda açlıktan ölenler, diğer yanda onların bu açlığına karşı duyarsız milyonlar, milyarlar. Doyumsuz bir ihtirasla, çılgınca, maddî güçlerini, servetlerini artırmak isteyenler. Diğer insanların “açız!” feryatlarına kulaklarını tıkayanlar… Günümüz hikâyecilerinden Mustafa Kutlu’nun bir eseri: “Yoksulluk İçimizde”, adeta günümüz insanının asıl önem vermesi gerektiği yanını bizlere hatırlatıyor. Yoksulluk içimizde büyüyor. İçimiz yoksul, içimiz aç… İçimizdeki yoksulluğu, insanî değerlerle, sevgiyle doldurmak zorundayız. Duyarsızlığımızı, ancak gönlümüzü doyurmamızla giderebiliriz. İnsan olmanın anlamını o zaman daha iyi fark ederiz. Maddî anlamda hepimiz iyi imkânlarda yaşamak isteriz elbette. Ne var ki bu isteğin aşırı boyutlara yükselmesi, insanı maddî ihtiraslarla adeta canavarlaştırır. İnsan, maddî hırsla bütün ahlakî değerleri görmezlikten gelerek, yalnızca kendisini düşünen bir hale gelir. Bu olumsuz gidişin farkına bile varamaz. Çünkü onun gözü artık kör, kulakları sağır, yüreği kararmıştır. Yalnızca kendisini düşünen, bencilliği kendisine ilke edinen değil, açlık ve sefaletle kıvranan insanları da gören, onların acısını duyan ve yürekleri titreyen, bu anlamda kendisine düşen sorumlulukla bir şeyler yapmaya çalışan insan… Günümüz, böylesi insanlara muhtaç. Çocuklarını, gençlerini insanî duyarlıkla yetiştirmeye çalışan ana babalar. Bin bir türlü imkân içinde yine de doymayan, bir şeyler üretmek, başta ailesi olmak üzere, diğer insanlara yararlı olmak yerine “hep isteyen” bir alışkanlıkla mutluluğu ellerinden kaçıran gençler. Yalnızca ekonomiye dikkat çekerek; sosyal, kültürel, ahlakî değerleri gözden kaçıran bilim adamları…
Hayata kendi “at gözlükleri” ile değil, “insanî” bir pencereden bakmayı bir öğrenebilsek/öğretebilsek…

Mustafa Kutlu’nun bu hikâyesinin öncesinde ve sonrasında pek çok İslami hidayet romanı yazıldı fakat hiçbiri ilk baskısını 1981 yılında yapan Kutlu’nun bu eserindeki derinliği yakalayamadı. Yoksulluk İçimizde, her seviyeden okuyucunun kendi derinliğine göre bir şeyler yakalayabileceği bir eser…

“Yoksulluk İçimizde” Mustafa Kutlu’nun pek çok eseri gibi roman ile hikâye türlerinin arasında bir yerde duruyor. Çünkü eser için; bir solukta okunması yönüyle hikâye, çok derin tahliller içermesi bakımından da roman denebilir.

Eser aslında yaşadığımız çağa, bu çağın değerlerine sağlam temeller üzerine oturmuş bir eleştiri yapıyor. Eserin gerçek manasıyla anlaşılabilmesi, derin bir okuma kültürünü gerektiriyor. Çünkü Kutlu, yaptığı atıflarla, kullandığı sembollerle yaşadığımız çağı ve yaşam tarzıyla, zihniyetiyle çağın çarpıklıklarının sürmesini sağlayan; bedenî ve maddî hazlara bağlı bir mutluluk düşüncesini besleyip büyüten, Dünya muhabbetini sayısız teferruat ile zenginleştiren, mutluluğu eşyada arayan, sürekli eşyaya koşan modern dünya insanını –bizleri- derinden derine eleştiriyor. Bu eleştiri sırasında anlamca çok derin ifadelerle birlikte okunma bakımından çok sade bir üslup kullanılıyor. Her okuyucunun seviyesine göre pay çıkartabilmesi fakat her türden okuyucunun da eseri sıkılmadan okuyabilmesinin nedeni de bu.

“Yoksulluk İçimizde” feministinden muhafazakârına, overlokçusundan ceo’suna kadar her kesimden, seviyeden insana çok şey vaat ediyor. Uzun lafın kısası; bu kitap sizi kalbi olan bir dünyaya çağırıyor. Hem de zevk alarak okuyacağınız bir hikâye eşliğinde…