MEHMET AKİF İNAN'IN ŞİİR ANLAYIŞI
Hıdır YILDIRIM
Mehmet
Akif İnan’ın şiir anlayışı, 1940 ve 1950’li yılların Urfa’sında, geleneksel
kültürün ve İslami yaşam atmosferinin hâkim olduğu bir çevrede şekillenmiştir.
Mehmet Akif İnan, ilk şiir denemelerini divan ve halk şiirinin etkisiyle ortaya
koymuş, ileriki yıllarda bu yararlanma, geleneksel şiiri taklit eden değil,
geleneksel şiirin ait olduğu İslam kültüründen yararlanarak, geleneksel şiiri
yeni bir yoruma tabi tutma şeklinde kendisini göstermiştir.
Akif
İnan, kendi şiir anlayışını değerlendiren poetika yazıları da yazmış ve
şiirinin hangi mecralardan geçtiğini, karar kıldığı şiir anlayışına nasıl
ulaştığını bu yazılarında dile getirmiştir: “Şiirde ben; 1970’lerden bu yana
kimselere benzememe yolunu seçtim. (…) 1970’lere kadarki şiir mecram, her ne
kadar daha sonraki şiirde bulmuş olduğum noktalara aykırı düşmeyen unsurlar
taşımış oluyorsa da farklı bir anlatıma sahiptir. Benim hakkımda fikir
beyanında bulunan arkadaşların, eleştiricilerin çoğu benim gizlemeye
çalıştığım 1970’ten önceki şiirlerimi de görmezden geldiler. Fakat 1970’lerden
sonra bazı kararlara vardım. Karar aslında yine dünya görüşümün şiirini
oluşturmaktı. Ama dünya görüşümün şiirini oluştururken, bir form aradım. Ve bu
formu ben İslâm topluluklarının geliştirdiği şiir yapısında, geleneğinde
gördüm. Bunun uzantısı da bizde ne Divan Edebiyatı’nın tekrarı ne de onun
tecdidi olmalıydı. Her çağın kendine mahsus bir şiir terakkisi, söyleyiş biçimi
vardır.
(…)
Zannediyorum bir ölçüde Divan Edebiyatı belirir karşılarında. Belki bir Divan
şiirinin dünyasını görür gibi olurlar. Kendilerine o edebiyatı hatırlatır daha
çok. Mesela Servetifünun Edebiyatı’nı hatırlatmaz da, Meşrutiyet döneminin
öteki sanatçılarında görmüş olduğumuz şiirleri hatırlatmaz da, Divan
Edebiyatı’nı hatırlatır. Ama hiç kimse, en dikkatli gözlemci bile diyemez ki
işte bu şairin kullanmış olduğu bu hayal unsurunu, bu imajı ben Nedim’de de
gördüm. Hatta farklı biçimde bile olsa gördüm diyemez. Demek ki aynı
kanunlarla yola çıkış var.”[1]
19.
yüzyılda, Batılılaşma yönünde gerçekleştirilen iradi hamlelerle şiirde de yeni
mecralar ortaya çıkmış, ancak şiirin ifade ettikleri değişse de şiir,
geleneksel kültür mecrasından kopmamış, gelenek modernleşme karşısında
bünyesindeki dirençle hayatiyetini sürdürme imkânına sahip olmuştur.
1950
yılında Demokrat Parti’nin iktidara gelişiyle birlikte fincancı katırlarını
ürkütmeyecek ölçüde geleneğin dirilişine fırsat verilmiş, 27 yıllık tek parti
iktidarı döneminde gerçekleştirilen operasyonlardan canlı çıkmayı başarabilmiş
olan gelenek unsurları yavaş yavaş baş göstermeye başlamıştır. Bu husus, şiirde
de, şiirin kâmilen ayaklar altına düştüğü bir süreçte, Divan şiirinden
yararlanma şeklinde bir arayışın ortaya çıkması şeklinde tezahür etmiştir.
1960’lı
yıllarda Divan şiirinden yararlanarak yeni ürünler ortaya koyma yönünde
başlayan moda akımın temsilcilerinin İslam kültürüne vakıf olmadıkları için bu
yönelişlerinin körü körüne bir taklitten ibaret kaldığını, Divan şiirinden
yararlanmak için önce Divan şiirine kaynaklık eden İslam kültürüne vakıf
olunması gerektiğini belirten Mehmet Akif İnan, 1969 yılından itibaren Edebiyat
dergisinde bu anlayış çerçevesinde Divan şiirinden nasıl yararlanılması
gerektiğine ilişkin teori yazıları yazmış, bu yazılarda ortaya koyduğu teoriyi
örnekleyen şiirler de yazarak 1969 yılını kendisi için yeni bir milat olarak da
belirlemiştir. Bu hususu Akif İnan bir söyleşisinde şöyle anlatmaktadır: “Ben
Divan şiirinin günümüzde modernize edilerek yeni bir sanat çıkartılmasında,
onda birçok mesnet olabilecek unsurlar bulunduğunu Türkiye’de ilk olarak
ortaya atanlardan biri oldum. 1960 sonrası sanatçılarından bazılarında ve daha
önceki kuşağa ait sanatçıların bazılarında Divan şiirinden yararlanmak, oradan
yola çıkmak gibi bir çabanın ürünlerini verdiğine tanık olduk. Yapmış olduğumuz
bu münakaşalardan sonra mesela, Behçet Necatigil’in Encam kitabı, bu konunun
aktüaliteye çekildiği dönemlerde çıktı; keza Attilâ İlhan’ın gazelleri bu
meselelerin tartışıldığı dönemin ürünüdür. Turgut Uyar’ın Divan’ı, yine Divan
konusunun tartışıldığı günlerde yazıldı. O günlerde ben bu işin hem teorisini
yapmaya yöneldim, hem de o zaman çıkardığımız Edebiyat dergisinde bu teoriye
uygun örnekler oluşturmak bakımından bazı şiirler de ortaya koydum. Göstermeye
çalışıyordum ki Divan şiirinden yararlanılırsa eğer, bu biçimde
yararlanılmalıdır. Yani onu çağdaş biçimde tecdit etmek lazımdır. Yoksa Divan
şiirine yenik düşerek veya sözüm ona Divan şiirinden yararlanma zannıyla yola
çıkıp Divan şiiriyle hiçbir kan ve ruh bağı olmayan bir şiir oluşturan
örnekleri ben bu anlayışı temsil eden örnekler olarak görmüyorum. Benim şiirim,
Divan şiiri kültürünü almış ve o şiiri ayrıntılarına kadar tanımaya
çabalayışın kişide oluşturduğu estetik kurguyla yola çıkılarak, ama tamamen
değişik imajlarla örülü ve o eski şiirimizle arasında hiçbir taklit unsuru
taşımayan bir şiir.”[2]
Kendine
özgü, başkalarına benzememeye özen gösteren, yeni imajlarla, orijinal ve
değişik bir şiir ortaya koyma çabası içerisinde olan Mehmet Akif İnan,
şiirlerinde edebi sanatlara çokça başvurmuş, şiirlerine Divan şiirinin şiir
formları olan gazeli kaside, terkib-i bend, müstezat gibi isimler vermiş ve
şiirlerini beyit esasına göre yazmıştır. Beyitlerin kendi içerisinde bir anlam
bütünlüğü taşımasına özen göstermiş, bu imkândan yararlanarak dergilerde
yayımlanan şiirlerini kitaplaştırırken beyitleri şiirler arasında taşıyarak
yeni imkânlar oluşturmaktan da kaçınmamıştır. Mehmet Akif İnan, her bir
beytinin onun dünya görüşünü ifade ettiğini, bunun da İslam olduğunu
belirtmektedir: “Divan şiirinden çağdaş anlamda yeniden istifade etmek gibi
kavgaların ortaya çıktığı zaman benim içimde oluşan ve çok kaba hatlarıyla
anlatmaya çalıştığım biçimde kanunlara bağlanan bir şiir anlayışı, beyit
düzeni. Ama bu beyit düzeni içerisinde her biri kendi müstakil bir hane
belirtiyor. Fakat bunlar arasında bir omurga yok değil. Şöyle anlaşılmalı: Hani
âdeta her birini –farzımuhal– bir kaynak olarak addedecek olursak, bunların
hepsi aynı yeraltı nehrine bağlı kaynaklardır. Her beyit bu yeraltı nehri
benim dünya görüşümdür. Yani İslâm’dır.”[3]
Mehmet
Akif İnan, geleneksel şiirin bir beyit içerisine dünyaları sığdırma şeklinde
ifade edilebilecek yoğunluğuna da uyum sağlamaya çalışmış, çeşitli imaj ve hayallerle
her bir beytinin geniş bir muhtevayı barındırmasına özen göstermiştir. “Eger
maksûd eserse mısra-yı berceste kâfidir” fehvasınca şah beyitler ve berceste
mısralar bırakmıştır. Bu beyitlerden biri de “Bütün giysileri yırtsak yeridir /
Yeter bize vefa elbiseleri”[4] beytidir.
“Bütün
giysileri yırtsak yeridir / Yeter bize vefa elbiseleri” beyti, Mehmet Akif
İnan’ın Hicret şiir kitabında yer alan “Yorumlar” başlıklı beş beyitlik şiirin
beşinci beytidir. Hicret şiir kitabı 1974 yılında Edebiyat Dergisi Yayınları
arasında yayımlanmıştır.
Mehmet
Akif İnan, beyti Yenigün gazetesinde 1982 yılında yayımlanan bir söyleşisinde
“Bütün giysileri yırtsak yeridir / Yeter bana vefa elbiseleri” şeklinde dile
getiriyorsa da birinci mısradaki ‘yırtsak’ kelimesinde birinci çoğul şahıs kipi
tercih edilmiş olmasını da dikkate alarak ikinci mısrada ‘bana’ kelimesinin
değil, ‘bize’ kelimesinin tercih edilmesinin daha uygun olduğu görülmektedir.
Mehmet
Akif İnan, bu beyitle ilgili olarak muhtevasına ilişkin olmasa da kelime tercihlerine
ilişkin bir değerlendirmede bulunmaktadır: “[Ş]iir, bir yanıyla bir zihin
idmanı… Hatta bir hayal oyunudur. Ama ben, yalnız onlardan istimdat ile
yetinmedim. Onu mutlaka güçlü, büyük bir anlam kurgusuyla birlikte vermeye
çalıştım. Kelimeleri seçme konusunda azami itina gösterdim. Şiirimin, bu içinde
taşıdığı anlamı, kelimelerin yan yana gelmesinden doğan müzikle de teyide
gayret ettim. Zaten bence bir yanıyla şiir de odur. Ben bir şiirin güzel olup
olmadığına cins bir kulak şöyle karar versin derim: Mesela ben, İtalyanca
bilmem. Ama bir İtalyan bana bir şiir okuduğunda o zaman benim kulağım o şiir
için diyebiliyorsa bu bir aşk şiiridir veya bu bir bunalım şiiridir. O şiir
müzik bakımından problemini çözmüştür. Başarıya ulaşmıştır. Bu bir yanı… Burada
ben azami derecede itina göstermeye çalıştım. Ama ne nispetle gerçekleştirdim
ve bu iddialarımın başarılı örneklerini, gerçekte ortaya koydum mu koyamadım
mı o ayrı. Ben iddialarımı size arz etmeye çalışıyorum. Ve bu kelime
seçilmesine, seçimine azami itina göstermeye çalıştım. Bu konuda hatta eğri,
yanlış bilmem uydurma kelime, onları da bazen kullandığım olmadı değil. Niye?
Biraz da onu ahenk hatırına, âdeta bir müziğin akışındaki o noktanın tabiiliği
oraya oturttu. Onu da oturtmakta tereddüt etmedim.”[5]
“Ben
(…) günümüz Türkçesi, hatta biraz da geleceğe sarkan Türkçe kaygısıyla
şiirlerimi oluşturmaya çalıştım. Dolayısıyla karşınıza sade örnekler çıktı. Ama
bununla birlikte hemen ekleyeyim ki bazı Türkçe olmayan kelimeleri de bilerek
ve özenle şiirlerimde kullanmışlığım vardır. Ben bunların içinde yaşama şansını
gördüklerimi özellikle kullanmışımdır. Bazılarını ise sırf seslerinin
hatırına, o mısradaki müzikal ağırlıklarının hatırına kullandığım olmuştur.
Mesela bir şiirimde, Bütün giysileri yırtsak yeridir /Yeter bana vefa
elbiseleri diyorum. Burada dikkat ederseniz hem giysi kelimesini hem de elbise
kelimesini bir beyit içerisinde kullanıyorum. Öyle sanıyorum ki hem elbise
kelimesi yaşama şansına sahiptir hem de o beyit içerisinde o sese ihtiyaç
var.”[6]
Mehmet
Akif İnan’ın kelime tercihleri hususunda tutucu olmadığı, sağlığında
yayımlanmış iki nesir kitabının adlarından da anlaşılmaktadır. 1972 yılında
yayımlanan ilk nesir kitabı “Edebiyat ve Medeniyet Üzerine” adını taşırken,
1985 yılında yayımlanan ikinci nesir kitabı “Din ve Uygarlık” adını
taşımaktadır. Mehmet Akif İnan, ‘medeniyet’ ve ‘uygarlık’ kelimelerine özel
anlam yüklememekte, ‘İslam Medeniyeti’, ‘Batı Medeniyeti’, ‘İslam Uygarlığı’,
‘Batı Uygarlığı’ şeklinde kullanımlarda bulunmaktadır.
“Bütün
giysileri yırtsak yeridir / Yeter bize vefa elbiseleri” beytinde ‘giysi’ ve
‘elbise’ kelimelerini birlikte kullanan Mehmet Akif İnan, başka bir beytinde,
“Ve bir gün zamanlar gelir önüne / giyinir varoluş esvaplarını” diyerek ‘esvap’
kelimesini de kullanmaktadır. Mehmet Akif İnan’ın kelime tercihlerinde aradığı,
muhtevanın yanında sestir, müzikalitedir.
“Bütün
giysileri yırtsak yeridir / Yeter bize vefa elbiseleri” beytinde yer alan 8
kelimeden 7’si adeta ‘vefa’ kelimesinin kaidesi görevini üstlenmektedir. Divan
şiiri geleneğine uygun olarak kendi içerisinde bir anlam bütünlüğüne sahip
bulunan bu beyitte Mehmet Akif İnan, ‘vefa’ kavramını öne çıkarmaktadır. Mehmet
Akif İnan’ın Hicret ve Tenha Sözler adlı iki şiir kitabında yer alan 55 adet
şiirinin içerisinde ‘vefa’ kelimesi yalnızca bu beyitte olmak üzere bir kez
geçmektedir.
Vefa,
tasavvufta, “Bağlılık. a- Ruhu gaflet uykusundan uyandırmak, zihni dünya
dağdağası ile meşgul etmemek. Sözde samimi olmak, ruhun dürüstlük içinde
bulunması. b- Ezelde, Bezm-i elestte Allah’a verilen söze, misaka bağlı kalmak.
c- İnsanlara verilen ahdi korumak (ahde vefa). d- Ezeli inayet. Kur’an’da:
“Bana verdiğiniz ahde vefa edin ki, size verdiğim ahde vefa edeyim.” (Bakara,
2/40) buyrulmuştur. Yapılan akitlere ve verilen ahidlere sadakat ve vefa temel
bir ilkedir. (…) Hakk’a; avam ibadet için, aydınlar ubûdiyet için, seçkinler
ubûdet için söz vermişlerdir. Buna vefa göstermeleri gerekir.”[7] şeklinde
tanımlanmaktadır.
Mehmet
Akif İnan, tasavvufa ilgi göstermiş ve 1979 yılında Siirt-Baykan’da Ali Arıncî
adlı bir Nakşibendî şeyhine bağlanarak tasavvufi ilgisini fiili hale getirmiş,
ilerleyen süreçte tasavvufi seyr u sülük çerçevesinde bu fiili ilgi, çeşitli
mesuliyetlerin üstlenilmesi şeklinde başka boyutlara da taşınmıştır.
Mehmet
Akif İnan’ın 1991 yılında yayımlanan ‘Tenha Sözler’ adlı şiir kitabındaki
şiirler önemli ölçüde tasavvufi ilgi çerçevesinde örülmüş şiirlerdir. Bu
kitapta yer alan ‘Siz’ başlıklı şiirinde şeyh ile mürid arasındaki ilişki
ortaya konulmaktadır:
“Dikenler
çalılar güle dönüşür / bir bengisu yayar nazarlarınız
Güzeller
varisi olduğunuzdan / kokular korosu gülzarlarınız
İlham
yağmurları sözlerinizdir / gök sofrası serer pazarlarınız
Gönlüme
özgürlük muştusu gibi / inanç diriltici kararlarınız
Bir
tufan dehşeti salar kalplere / arslan kükremesi azarlarınız”[8]
Mehmet
Akif İnan’ın “Bütün giysileri yırtsak yeridir / Yeter bize vefa elbiseleri”
beytinin yer aldığı ‘Yorumlar’ başlıklı şiir, tasavvuf ilgisinin fiili bir
duruma evrildiği zamandan önce, 1974 yılında yayımlanan Hicret adlı şiir
kitabında yer almıştır. Ancak, her sabah namazından sonra zikir çekilen
camilerin bulunduğu Urfa’da yetişen Mehmet Akif İnan’ın tasavvuf kültürünü çok
erken yaşlarda edindiği şüphesizdir. Bu ilgi, dünya hayatını bir sürgün yeri
olarak gören ve bir an önce sevgiliye kavuşma arzusunu ortaya koyan çeşitli
beyitlerde kendisini göstermektedir:
“Yaslasam
gövdemi karlı dağlara / Sonsuz bir uykuya kavuşsam bir gün”[9]
“Bitirip
şu kuru kara ekmeği / Göç etsem diyorum yar ellerine”[10]
“Toprağın
altına yürüsem bir gün / Kurtulsam aklımın işkencesinden”[11]
“Ve
ölüm konuğum olduğu zaman /Duyduğum vicdanın ayak sesidir”[12]
“Büyük
rüyalarla geçmişse ömür / Hiç yanmam ölümün her çeşidine”[13]
“Kim
demiş her şeyin bitişi ölüm / Destanlar yayılır mezarımızdan”[14]
“Günleri
bir secde hızıyla geçip / Erişsem mahşere bir iftar gibi”[15]
Mehmet
Akif İnan’ın hedefi bu dünya değildir. Bu dünyanın nimetlerinin onun nezdinde
bir değeri yoktur. Tanıyanlar, maddiyata önem vermediğini, son derece cömert
bir kişi olduğunu belirtmektedirler. Mehmet Akif İnan’ın üç kelimeden
müteşekkil bir mısrası, onun hayat felsefesini ortaya koymaktadır: “Candır
aşkın bedeli”[16]. Mehmet Akif İnan, bu mısrada, Tevbe Suresi’nin 111. Ayetine
telmihte bulunmaktadır: “Şüphesiz Allah, mü’minlerden canlarını ve mallarını,
kendilerine vereceği cennet karşılığında satın almıştır. (Tevbe 111)”
Mehmet
Akif İnan’a göre “Aşk, hayatı düzenleyen, insana şahsiyet biçen bir nizam
manzumesi, bir er yoludur. Mektebi de tasavvuf. Mutasavvıfa da diploma
imzalayan yine aşk. Tasavvuf, İslâm şeriatını hareket noktası alarak meçhulü
kurcalama, insanı daha çok arıtma, gerçeğe, ölümsüz gerçeğe ulaştırma
ameliyesidir.(…) İnsanı, tabii sevklerden alarak bir buluttan ülkeye hediye
eder tasavvuf. Renk, şekil ve ses, yepyeni bir hüviyet almıştır onda.”[17]
Bu
çerçeveden bakıldığında “Bütün giysileri yırtsak yeridir / Yeter bize vefa
elbiseleri” diyen Mehmet Akif İnan’ın üç günlük dünya hayatını, “Bezm-i
Elest”te sorulan “Elestü birabbiküm” sualine verdiği “Belâ” cevabına “vefâ”dan
ibaret gördüğü ve dünyasını değil, ukbâsını donatmak üzere hareket ettiği
anlaşılmaktadır. Mehmet Akif İnan’ın yaşamına tanıklık edenler, bunu doğrulayan
çokça örnek nakletmektedirler. “Bütün giysileri yırtsak yeridir / Yeter bize
vefa elbiseleri” beyti adeta Mehmet Akif İnan’ın kartviziti gibidir: Onu
anlamak, eserine vâkıf olmak için açılması gereken ilk kapı, “vefa” beytidir.
Vefatının
18. yılında Mehmet Akif İnan’a rahmet diliyorum.
[1]
Mehmet Akif İNAN, Edebiyat, Kültür ve Sanata Dair, Eğitim-Bir-Sen Yayınları,
Ankara 2016, s. 236-237
[2]
Mehmet Akif İNAN, Söyleşiler, Eğitim-Bir-Sen Yayınları, Ankara 2016, s. 29
[3]
İNAN, Edebiyat, Kültür ve Sanata Dair, s. 243
[4]
Mehmet Akif İNAN, Hicret, Eğitim-Bir-Sen Yayınları, Ankara 2016, s. 48
[5]
İNAN, Edebiyat, Kültür ve Sanata Dair, s. 240
[6]
İNAN, Söyleşiler, s.30-31
[7]
Prof. Dr. Süleyman ULUDAĞ, Tasavvuf Terimleri Sözlüğü, Marifet Yayınları,
İstanbul 1995, s. 562-563
[8]
Mehmet Akif İNAN, Tenha Sözler, Eğitim-Bir-Sen Yayınları, Ankara 2016, s. 50
[9]
İNAN, Hicret, s. 31
[10]
İNAN, Hicret, s. 29
[11]
İNAN, Tenha Sözler, s. 41
[12]
İNAN, Hicret, s. 59
[13]
İNAN, Tenha Sözler, s. 71
[14]
İNAN, Tenha Sözler, s. 67
[15]
İNAN, Hicret, s. 63
[16]
İNAN, Hicret, s. 61
[17]
İNAN, Edebiyat, Kültür ve Sanata Dair, s. 31-32