2 Ocak 2018 Salı

MEHMET AKİF İNAN'IN ŞİİR ANLAYIŞI


MEHMET AKİF İNAN'IN ŞİİR ANLAYIŞI

Hıdır YILDIRIM
Mehmet Akif İnan’ın şiir anlayışı, 1940 ve 1950’li yılların Urfa’sında, geleneksel kültürün ve İslami yaşam atmosferinin hâkim olduğu bir çevrede şekillenmiştir. Mehmet Akif İnan, ilk şiir denemelerini divan ve halk şiirinin etkisiyle ortaya koymuş, ileriki yıllarda bu yararlanma, geleneksel şiiri taklit eden değil, geleneksel şiirin ait olduğu İslam kültüründen yararlanarak, geleneksel şiiri yeni bir yoruma tabi tutma şeklinde kendisini göstermiştir.

Akif İnan, kendi şiir anlayışını değerlendiren poetika yazıları da yazmış ve şiirinin hangi mecralardan geçtiğini, karar kıldığı şiir anlayışına nasıl ulaştığını bu yazılarında dile getirmiştir: “Şiirde ben; 1970’lerden bu yana kimselere benzememe yolunu seçtim. (…) 1970’lere kadarki şiir mecram, her ne kadar daha sonraki şiirde bulmuş olduğum noktalara aykırı düşmeyen unsurlar taşımış oluyorsa da farklı bir anlatıma sahiptir. Benim hakkımda fikir beyanında bulunan arkadaşların, eleş­tiricilerin çoğu benim gizlemeye çalıştığım 1970’ten önceki şiirlerimi de görmezden geldiler. Fakat 1970’lerden sonra bazı kararlara vardım. Karar aslında yine dünya görüşümün şiirini oluşturmaktı. Ama dünya görüşümün şiirini oluştururken, bir form aradım. Ve bu formu ben İslâm topluluklarının geliştirdiği şiir yapısında, geleneğinde gördüm. Bunun uzantısı da bizde ne Divan Edebiyatı’nın tekrarı ne de onun tecdidi olmalıydı. Her çağın kendine mahsus bir şiir terakkisi, söyleyiş biçimi vardır.

(…) Zannediyorum bir ölçüde Divan Edebiyatı belirir karşılarında. Belki bir Divan şiirinin dünyasını görür gibi olurlar. Kendilerine o edebiyatı hatırlatır daha çok. Mesela Servetifünun Edebiyatı’nı hatırlatmaz da, Meşrutiyet döneminin öteki sanatçılarında gör­müş olduğumuz şiirleri hatırlatmaz da, Divan Edebiyatı’nı ha­tırlatır. Ama hiç kimse, en dikkatli gözlemci bile diyemez ki işte bu şairin kullanmış olduğu bu hayal unsurunu, bu imajı ben Nedim’de de gördüm. Hatta farklı biçimde bile olsa gördüm di­yemez. Demek ki aynı kanunlarla yola çıkış var.”[1]

19. yüzyılda, Batılılaşma yönünde gerçekleştirilen iradi hamlelerle şiirde de yeni mecralar ortaya çıkmış, ancak şiirin ifade ettikleri değişse de şiir, geleneksel kültür mecrasından kopmamış, gelenek modernleşme karşısında bünyesindeki dirençle hayatiyetini sürdürme imkânına sahip olmuştur.

1950 yılında Demokrat Parti’nin iktidara gelişiyle birlikte fincancı katırlarını ürkütmeyecek ölçüde geleneğin dirilişine fırsat verilmiş, 27 yıllık tek parti iktidarı döneminde gerçekleştirilen operasyonlardan canlı çıkmayı başarabilmiş olan gelenek unsurları yavaş yavaş baş göstermeye başlamıştır. Bu husus, şiirde de, şiirin kâmilen ayaklar altına düştüğü bir süreçte, Divan şiirinden yararlanma şeklinde bir arayışın ortaya çıkması şeklinde tezahür etmiştir.

1960’lı yıllarda Divan şiirinden yararlanarak yeni ürünler ortaya koyma yönünde başlayan moda akımın temsilcilerinin İslam kültürüne vakıf olmadıkları için bu yönelişlerinin körü körüne bir taklitten ibaret kaldığını, Divan şiirinden yararlanmak için önce Divan şiirine kaynaklık eden İslam kültürüne vakıf olunması gerektiğini belirten Mehmet Akif İnan, 1969 yılından itibaren Edebiyat dergisinde bu anlayış çerçevesinde Divan şiirinden nasıl yararlanılması gerektiğine ilişkin teori yazıları yazmış, bu yazılarda ortaya koyduğu teoriyi örnekleyen şiirler de yazarak 1969 yılını kendisi için yeni bir milat olarak da belirlemiştir. Bu hususu Akif İnan bir söyleşisinde şöyle anlatmaktadır: “Ben Divan şiirinin günümüzde modernize edilerek yeni bir sanat çıkartılmasında, onda birçok mesnet olabilecek unsur­lar bulunduğunu Türkiye’de ilk olarak ortaya atanlardan biri ol­dum. 1960 sonrası sanatçılarından bazılarında ve daha önceki kuşağa ait sanatçıların bazılarında Divan şiirinden yararlanmak, oradan yola çıkmak gibi bir çabanın ürünlerini verdiğine tanık olduk. Yapmış olduğumuz bu münakaşalardan sonra mesela, Behçet Necatigil’in Encam kitabı, bu konunun aktüaliteye çekil­diği dönemlerde çıktı; keza Attilâ İlhan’ın gazelleri bu meselele­rin tartışıldığı dönemin ürünüdür. Turgut Uyar’ın Divan’ı, yine Divan konusunun tartışıldığı günlerde yazıldı. O günlerde ben bu işin hem teorisini yapmaya yöneldim, hem de o zaman çı­kardığımız Edebiyat dergisinde bu teoriye uygun örnekler oluş­turmak bakımından bazı şiirler de ortaya koydum. Göstermeye çalışıyordum ki Divan şiirinden yararlanılırsa eğer, bu biçimde yararlanılmalıdır. Yani onu çağdaş biçimde tecdit etmek lazım­dır. Yoksa Divan şiirine yenik düşerek veya sözüm ona Divan şiirinden yararlanma zannıyla yola çıkıp Divan şiiriyle hiçbir kan ve ruh bağı olmayan bir şiir oluşturan örnekleri ben bu anlayışı temsil eden örnekler olarak görmüyorum. Benim şiirim, Divan şiiri kültürünü almış ve o şiiri ayrıntılarına kadar tanımaya ça­balayışın kişide oluşturduğu estetik kurguyla yola çıkılarak, ama tamamen değişik imajlarla örülü ve o eski şiirimizle arasında hiçbir taklit unsuru taşımayan bir şiir.”[2]

Kendine özgü, başkalarına benzememeye özen gösteren, yeni imajlarla, orijinal ve değişik bir şiir ortaya koyma çabası içerisinde olan Mehmet Akif İnan, şiirlerinde edebi sanatlara çokça başvurmuş, şiirlerine Divan şiirinin şiir formları olan gazeli kaside, terkib-i bend, müstezat gibi isimler vermiş ve şiirlerini beyit esasına göre yazmıştır. Beyitlerin kendi içerisinde bir anlam bütünlüğü taşımasına özen göstermiş, bu imkândan yararlanarak dergilerde yayımlanan şiirlerini kitaplaştırırken beyitleri şiirler arasında taşıyarak yeni imkânlar oluşturmaktan da kaçınmamıştır. Mehmet Akif İnan, her bir beytinin onun dünya görüşünü ifade ettiğini, bunun da İslam olduğunu belirtmektedir: “Divan şiirinden çağdaş anlamda yeniden istifade etmek gibi kavgaların ortaya çıktığı zaman benim içimde oluşan ve çok kaba hatlarıyla an­latmaya çalıştığım biçimde kanunlara bağlanan bir şiir anlayı­şı, beyit düzeni. Ama bu beyit düzeni içerisinde her biri kendi müstakil bir hane belirtiyor. Fakat bunlar arasında bir omurga yok değil. Şöyle anlaşılmalı: Hani âdeta her birini –farzımuhal– bir kaynak olarak addedecek olursak, bunların hepsi aynı yeral­tı nehrine bağlı kaynaklardır. Her beyit bu yeraltı nehri benim dünya görüşümdür. Yani İslâm’dır.”[3]

Mehmet Akif İnan, geleneksel şiirin bir beyit içerisine dünyaları sığdırma şeklinde ifade edilebilecek yoğunluğuna da uyum sağlamaya çalışmış, çeşitli imaj ve hayallerle her bir beytinin geniş bir muhtevayı barındırmasına özen göstermiştir. “Eger maksûd eserse mısra-yı berceste kâfidir” fehvasınca şah beyitler ve berceste mısralar bırakmıştır. Bu beyitlerden biri de “Bütün giysileri yırtsak yeridir / Yeter bize vefa elbiseleri”[4] beytidir.

“Bütün giysileri yırtsak yeridir / Yeter bize vefa elbiseleri” beyti, Mehmet Akif İnan’ın Hicret şiir kitabında yer alan “Yorumlar” başlıklı beş beyitlik şiirin beşinci beytidir. Hicret şiir kitabı 1974 yılında Edebiyat Dergisi Yayınları arasında yayımlanmıştır.

Mehmet Akif İnan, beyti Yenigün gazetesinde 1982 yılında yayımlanan bir söyleşisinde “Bütün giysileri yırtsak yeridir / Yeter bana vefa elbiseleri” şeklinde dile getiriyorsa da birinci mısradaki ‘yırtsak’ kelimesinde birinci çoğul şahıs kipi tercih edilmiş olmasını da dikkate alarak ikinci mısrada ‘bana’ kelimesinin değil, ‘bize’ kelimesinin tercih edilmesinin daha uygun olduğu görülmektedir.

Mehmet Akif İnan, bu beyitle ilgili olarak muhtevasına ilişkin olmasa da kelime tercihlerine ilişkin bir değerlendirmede bulunmaktadır: “[Ş]iir, bir yanıyla bir zihin idmanı… Hatta bir hayal oyunudur. Ama ben, yalnız on­lardan istimdat ile yetinmedim. Onu mutlaka güçlü, büyük bir anlam kurgusuyla birlikte vermeye çalıştım. Kelimeleri seçme konusunda azami itina gösterdim. Şiirimin, bu içinde taşıdığı anlamı, kelimelerin yan yana gelmesinden doğan müzikle de te­yide gayret ettim. Zaten bence bir yanıyla şiir de odur. Ben bir şiirin güzel olup olmadığına cins bir kulak şöyle karar versin derim: Mesela ben, İtalyanca bilmem. Ama bir İtalyan bana bir şiir okuduğunda o zaman benim kulağım o şiir için diyebiliyor­sa bu bir aşk şiiridir veya bu bir bunalım şiiridir. O şiir müzik bakımından problemini çözmüştür. Başarıya ulaşmıştır. Bu bir yanı… Burada ben azami derecede itina göstermeye çalıştım. Ama ne nispetle gerçekleştirdim ve bu iddialarımın başarılı ör­neklerini, gerçekte ortaya koydum mu koyamadım mı o ayrı. Ben iddialarımı size arz etmeye çalışıyorum. Ve bu kelime se­çilmesine, seçimine azami itina göstermeye çalıştım. Bu konuda hatta eğri, yanlış bilmem uydurma kelime, onları da bazen kul­landığım olmadı değil. Niye? Biraz da onu ahenk hatırına, âdeta bir müziğin akışındaki o noktanın tabiiliği oraya oturttu. Onu da oturtmakta tereddüt etmedim.”[5]

“Ben (…) günümüz Türkçesi, hatta biraz da geleceğe sarkan Türkçe kay­gısıyla şiirlerimi oluşturmaya çalıştım. Dolayısıyla karşınıza sade örnekler çıktı. Ama bununla birlikte hemen ekleyeyim ki bazı Türkçe olmayan kelimeleri de bilerek ve özenle şiirlerimde kullanmışlığım vardır. Ben bunların içinde yaşama şansını gör­düklerimi özellikle kullanmışımdır. Bazılarını ise sırf seslerinin hatırına, o mısradaki müzikal ağırlıklarının hatırına kullandığım olmuştur. Mesela bir şiirimde, Bütün giysileri yırtsak yeridir /Yeter bana vefa elbiseleri diyorum. Burada dikkat ederseniz hem giysi kelimesini hem de elbise kelimesini bir beyit içerisinde kullanıyorum. Öyle sanıyo­rum ki hem elbise kelimesi yaşama şansına sahiptir hem de o beyit içerisinde o sese ihtiyaç var.”[6]

Mehmet Akif İnan’ın kelime tercihleri hususunda tutucu olmadığı, sağlığında yayımlanmış iki nesir kitabının adlarından da anlaşılmaktadır. 1972 yılında yayımlanan ilk nesir kitabı “Edebiyat ve Medeniyet Üzerine” adını taşırken, 1985 yılında yayımlanan ikinci nesir kitabı “Din ve Uygarlık” adını taşımaktadır. Mehmet Akif İnan, ‘medeniyet’ ve ‘uygarlık’ kelimelerine özel anlam yüklememekte, ‘İslam Medeniyeti’, ‘Batı Medeniyeti’, ‘İslam Uygarlığı’, ‘Batı Uygarlığı’ şeklinde kullanımlarda bulunmaktadır.

“Bütün giysileri yırtsak yeridir / Yeter bize vefa elbiseleri” beytinde ‘giysi’ ve ‘elbise’ kelimelerini birlikte kullanan Mehmet Akif İnan, başka bir beytinde, “Ve bir gün zamanlar gelir önüne / giyinir varoluş esvaplarını” diyerek ‘esvap’ kelimesini de kullanmaktadır. Mehmet Akif İnan’ın kelime tercihlerinde aradığı, muhtevanın yanında sestir, müzikalitedir.

“Bütün giysileri yırtsak yeridir / Yeter bize vefa elbiseleri” beytinde yer alan 8 kelimeden 7’si adeta ‘vefa’ kelimesinin kaidesi görevini üstlenmektedir. Divan şiiri geleneğine uygun olarak kendi içerisinde bir anlam bütünlüğüne sahip bulunan bu beyitte Mehmet Akif İnan, ‘vefa’ kavramını öne çıkarmaktadır. Mehmet Akif İnan’ın Hicret ve Tenha Sözler adlı iki şiir kitabında yer alan 55 adet şiirinin içerisinde ‘vefa’ kelimesi yalnızca bu beyitte olmak üzere bir kez geçmektedir.

Vefa, tasavvufta, “Bağlılık. a- Ruhu gaflet uykusundan uyandırmak, zihni dünya dağdağası ile meşgul etmemek. Sözde samimi olmak, ruhun dürüstlük içinde bulunması. b- Ezelde, Bezm-i elestte Allah’a verilen söze, misaka bağlı kalmak. c- İnsanlara verilen ahdi korumak (ahde vefa). d- Ezeli inayet. Kur’an’da: “Bana verdiğiniz ahde vefa edin ki, size verdiğim ahde vefa edeyim.” (Bakara, 2/40) buyrulmuştur. Yapılan akitlere ve verilen ahidlere sadakat ve vefa temel bir ilkedir. (…) Hakk’a; avam ibadet için, aydınlar ubûdiyet için, seçkinler ubûdet için söz vermişlerdir. Buna vefa göstermeleri gerekir.”[7] şeklinde tanımlanmaktadır.

Mehmet Akif İnan, tasavvufa ilgi göstermiş ve 1979 yılında Siirt-Baykan’da Ali Arıncî adlı bir Nakşibendî şeyhine bağlanarak tasavvufi ilgisini fiili hale getirmiş, ilerleyen süreçte tasavvufi seyr u sülük çerçevesinde bu fiili ilgi, çeşitli mesuliyetlerin üstlenilmesi şeklinde başka boyutlara da taşınmıştır.

Mehmet Akif İnan’ın 1991 yılında yayımlanan ‘Tenha Sözler’ adlı şiir kitabındaki şiirler önemli ölçüde tasavvufi ilgi çerçevesinde örülmüş şiirlerdir. Bu kitapta yer alan ‘Siz’ başlıklı şiirinde şeyh ile mürid arasındaki ilişki ortaya konulmaktadır:

“Dikenler çalılar güle dönüşür / bir bengisu yayar nazarlarınız

Güzeller varisi olduğunuzdan / kokular korosu gülzarlarınız

İlham yağmurları sözlerinizdir / gök sofrası serer pazarlarınız

Gönlüme özgürlük muştusu gibi / inanç diriltici kararlarınız

Bir tufan dehşeti salar kalplere / arslan kükremesi azarlarınız”[8]

Mehmet Akif İnan’ın “Bütün giysileri yırtsak yeridir / Yeter bize vefa elbiseleri” beytinin yer aldığı ‘Yorumlar’ başlıklı şiir, tasavvuf ilgisinin fiili bir duruma evrildiği zamandan önce, 1974 yılında yayımlanan Hicret adlı şiir kitabında yer almıştır. Ancak, her sabah namazından sonra zikir çekilen camilerin bulunduğu Urfa’da yetişen Mehmet Akif İnan’ın tasavvuf kültürünü çok erken yaşlarda edindiği şüphesizdir. Bu ilgi, dünya hayatını bir sürgün yeri olarak gören ve bir an önce sevgiliye kavuşma arzusunu ortaya koyan çeşitli beyitlerde kendisini göstermektedir:

“Yaslasam gövdemi karlı dağlara / Sonsuz bir uykuya kavuşsam bir gün”[9]

“Bitirip şu kuru kara ekmeği / Göç etsem diyorum yar ellerine”[10]

“Toprağın altına yürüsem bir gün / Kurtulsam aklımın işkencesinden”[11]

“Ve ölüm konuğum olduğu zaman /Duyduğum vicdanın ayak sesidir”[12]

“Büyük rüyalarla geçmişse ömür / Hiç yanmam ölümün her çeşidine”[13]

“Kim demiş her şeyin bitişi ölüm / Destanlar yayılır mezarımızdan”[14]

“Günleri bir secde hızıyla geçip / Erişsem mahşere bir iftar gibi”[15]

Mehmet Akif İnan’ın hedefi bu dünya değildir. Bu dünyanın nimetlerinin onun nezdinde bir değeri yoktur. Tanıyanlar, maddiyata önem vermediğini, son derece cömert bir kişi olduğunu belirtmektedirler. Mehmet Akif İnan’ın üç kelimeden müteşekkil bir mısrası, onun hayat felsefesini ortaya koymaktadır: “Candır aşkın bedeli”[16]. Mehmet Akif İnan, bu mısrada, Tevbe Suresi’nin 111. Ayetine telmihte bulunmaktadır: “Şüphesiz Allah, mü’minlerden canlarını ve mallarını, kendilerine vereceği cennet karşılığında satın almıştır. (Tevbe 111)”

Mehmet Akif İnan’a göre “Aşk, hayatı düzenleyen, insana şahsiyet biçen bir nizam manzumesi, bir er yoludur. Mektebi de tasavvuf. Mutasavvıfa da diplo­ma imzalayan yine aşk. Tasavvuf, İslâm şeriatını hareket noktası alarak meçhulü kurca­lama, insanı daha çok arıtma, gerçeğe, ölümsüz gerçeğe ulaştır­ma ameliyesidir.(…) İnsanı, tabii sevklerden alarak bir buluttan ülkeye hediye eder tasavvuf. Renk, şekil ve ses, yepyeni bir hüviyet almıştır onda.”[17]

Bu çerçeveden bakıldığında “Bütün giysileri yırtsak yeridir / Yeter bize vefa elbiseleri” diyen Mehmet Akif İnan’ın üç günlük dünya hayatını, “Bezm-i Elest”te sorulan “Elestü birabbiküm” sualine verdiği “Belâ” cevabına “vefâ”dan ibaret gördüğü ve dünyasını değil, ukbâsını donatmak üzere hareket ettiği anlaşılmaktadır. Mehmet Akif İnan’ın yaşamına tanıklık edenler, bunu doğrulayan çokça örnek nakletmektedirler. “Bütün giysileri yırtsak yeridir / Yeter bize vefa elbiseleri” beyti adeta Mehmet Akif İnan’ın kartviziti gibidir: Onu anlamak, eserine vâkıf olmak için açılması gereken ilk kapı, “vefa” beytidir.

Vefatının 18. yılında Mehmet Akif İnan’a rahmet diliyorum.



[1] Mehmet Akif İNAN, Edebiyat, Kültür ve Sanata Dair, Eğitim-Bir-Sen Yayınları, Ankara 2016, s. 236-237

[2] Mehmet Akif İNAN, Söyleşiler, Eğitim-Bir-Sen Yayınları, Ankara 2016, s. 29

[3] İNAN, Edebiyat, Kültür ve Sanata Dair, s. 243

[4] Mehmet Akif İNAN, Hicret, Eğitim-Bir-Sen Yayınları, Ankara 2016, s. 48

[5] İNAN, Edebiyat, Kültür ve Sanata Dair, s. 240

[6] İNAN, Söyleşiler, s.30-31

[7] Prof. Dr. Süleyman ULUDAĞ, Tasavvuf Terimleri Sözlüğü, Marifet Yayınları, İstanbul 1995, s. 562-563

[8] Mehmet Akif İNAN, Tenha Sözler, Eğitim-Bir-Sen Yayınları, Ankara 2016, s. 50

[9] İNAN, Hicret, s. 31

[10] İNAN, Hicret, s. 29

[11] İNAN, Tenha Sözler, s. 41

[12] İNAN, Hicret, s. 59

[13] İNAN, Tenha Sözler, s. 71

[14] İNAN, Tenha Sözler, s. 67

[15] İNAN, Hicret, s. 63

[16] İNAN, Hicret, s. 61


[17] İNAN, Edebiyat, Kültür ve Sanata Dair, s. 31-32

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder