ESERİN KİMLİĞİ
ESERİN ADI: Uzun
Hikaye
YAZARI: Mustafa KUTLU
YAYIN EVİ: Dergâh
BASKI SAYISI: 1. Baskı
Şubat 2000
SAYFA SAYISI: 114
İÇERİK (MUHTEVA)
ÖZELLİKLERİ:
HİKÂYENİN KAHRAMANLARI:
Bulgaryalı Ali
Münire
Emin Efendi
Tren Şefi
Şeref
Okul müdürü
Savcı
Mayor şehir
Mustafa
Maskenci
ESERDE İŞLENEN KONU:
Kutlu'nun hikâye
anlatıcılığının en güzel örneklerinden bu, sıkıntılı bir dönemde yaşamaya
çalışan umut dolu insanların serüveni. Bizim topraklarımızda, bizim
insanlarımızın arasında. Oraları bilmeyen birinin mekan, karakter ve atmosfer
yaratmada bu derece başarılı olabileceğini düşünmüyorum. Klasikler dışında
okuduğum kitaplara dönmeyi pek sevmem ama bu bir Türk klasiği bana göre,
Mustafa Kutlu da edebiyatımıza pek özgün bir soluk kazandıran harika bir yazar.
Uzun Hikâye,
Bulgaristan Göçmeni Ali ile oğlunun başından geçen
olayların göç olgusu zemininde ve nostaljik bir atmosferde anlatıldığı uzun bir
hikâyedir. Uzun Hikâye’nin en dikkat çeken tarafı, otobiyografik özellikler
göstermesidir. Oldukça akıcı bir dil ile kaleme alınan Uzun Hikâye’de
anlatılanlar, yazarının hayatındaki bazı olay ve kahramanlarla paralellik arz
eder.
Kutlu´nun tür
olarak ilk uzun hikâyesi. Eser aslında annesini kaybeden bir çocuğun babası ile
yaşadığı uzun, çalkantılı, dokunaklı bir macerayı dile getiriyor. Adalet
duygusuna sürekli vurgu yapılan hikâyede anlatım esaslı bir üslup
kullanılmıştır. Baba daha düzeli bir hayat kurmasını özlediği oğlunu büyük
şehre gönderir, lakin kader genç adamı tıpkı babasının yürüdüğü yolun başına
getirip bırakır.
ESERİN ANA FİKRİ
Mustafa Kutlu Uzun Hikaye adlı eseri 1940'lı
yıllarda başlıyor ve 1970'li yılların sonuna kadar uzanıyor. Bulgaristan
Göçmeni Ali ile oğlunun başından geçen macera anlatılıyor. Hayatı boyunca
yerleşik düzeni olmayan ve oğluyla kasaba kasaba dolaşan Bulgaryalı Ali'nin
hikayesi. Bazen neşeli, esprili, bazen de dramatik ve hüzünlü fakat sıcacık bir
hikaye. Nostaljik bir havada anlatılan Hikaye’de dikkat çekici özelliklerden
biri otobiyografik gösterilmesi. Akıcı bir dille kaleme alınan Uzun Hikayede
anlatılanlar, yazarın hayatındaki bazı olay ve karakterlere eş değer…
ESERİN TÜRÜ:
Hikâye
ÖZET:
Mustafa
anlatıyor, şu koşan çocuk. Bir zamanlar 16 yaşındaki genç. Babasını ardında
bırakıp bir başına yola çıkan genç adam. Babasının daktilosuyla bir solukta
döküyor hikâyeyi. Uzun, çünkü dolu dolu bir hikâye bu. Yolların, kasabaların,
mücadelenin ve umudun hikâyesi.
Ali,
dedesiyle beraber Bulgaristan'dan göçüp Eyüp'e yerleşir, rızklarını
topraktan çıkarırlar. Mahalleli önce diş bilemiş, sonra dede Pelvan Sülüman bir
silkelemiş adamları. Pabuç bırakacaklardan değil, bildiği yoldan ayrılmayan bir
adam. Doğruluktan şaşmaz. Ali de dedesinden alıyor bu huyunu. Münire’ye aşık oluyor, belalı ailenin kızı. Abileri kızı zengin
birine yamamaya çalışıyor, dövüyorlar kızı bir de. Ali bu ağabeylerinden ve
yamanacakların olduğu sinemayı yakıyor, Münire'yle birlikte düşüyorlar yola.
Uzun hikâye böyle başlıyor. Bir istasyondan diğerine, kök salacak bir yer
bulana kadar yolculuk devam edecek. Bitmiyor bu yolculuk; Münire'nin ağabeylerinden kaçış bir süre sonra sona erse de ilk duraklardan
birinde Ali'nin adı sosyaliste çıkmış, lakap olarak kalmış. 1960'ların
Türkiye'si için ana avrat küfretmek oluyor birine sosyalist demek. Dönemin
siyasi ortamı bunu gerektiriyor, bu yüzden de sözde sosyalistliği yüzünden
hiçbir yerde tutunamıyorlar. Doğruluk, dürüstlük oluyor sosyalizm, komünizm,
vatan hainliği, daha neler neler. Dönem insanının çıkarları doğrultusunda
kavramları nasıl çarpıttığı ve kötülüğe kılıf bulabildiği söz konusu, bu yüzden
Ali duramıyor hiçbir yerde, ailesiyle birlikte kasabadan kasabaya. Umutları hiç
kaybolmuyor, bir ev bulacaklar mutlaka.
Üç durak
var, hikâye ilkiyle başlıyor. Tren şefiyle arkadaş olan Ali, adını daha önce
hiç duymadıkları bir kasabada indiriyor ailesini, eski bir vagonu ev haline
getiriyor ve orada yaşamaya başlıyorlar. Ali'nin ağzı laf yapıyor, yakışıklı
adam, jilet gibi giyiniyor her gün. Önemli bir insan intibası uyandırıyor,
yerliler de seviyor adamı. İş mi ayarlanacak, Ali hemen ayarlıyor. Her şey
yolunda gidiyor, ta ki oranın kan emicilerinin ağına takılana kadar. Ali
arzuhalci, Ali kitapçı, Ali okul kâtibi. Ali okulun bahçesini işleyip cennet
haline getiriyor, müdür bey her şeyin üstüne konuyor, Ali de alıyor bir gece
bütün meyveleri sebzeleri, konu komşuya dağıtıveriyor. Başka bir durağa.
Münire hamile, bir gece fenalaşınca
doğruca ilk trenle hastaneye. Mustafa evde bekliyor ki beraber dönsünler. Ali
dönüyor, elinde annenin pardesüsü. Sarılıp ağlıyorlar. Mustafa, babasının ilk
kez o zaman ağladığını görüyor. Biri annesini kaybediyor, diğeri de hayatını
büyük bir mutlulukla paylaştığı karısını. Ali için yolculuk eksik kalıyor, Münire
yanında olmayacak ama Mustafa var, Münire'nin fotoğrafı var, bir de saka kuşuyla küpe çiçeği. Münire'den hatıra. Yola devam.
Mustafa
büyüyor elbette. Annesi öldüğünde küçüktü, lise çağına geldiğinde bir kasabada
babası arzuhalcilik yaparken hikâye biraz kendisine dönüyor. Kasaba yaşantısı,
dönemin gençleri, aşklar, yazılan mektuplar, dönemin sosyal ve siyasal ortamı.
Bu kitabı üç kez okudum ve son okuyuşumda, birkaç aydır küçücük bir kasabada
yaşadığım için, İstanbul'un kaosundan uzaklaşıp küçük yerlerin yaşam tarzını
gördükten sonra tam olarak anladım. En ufak bir hareketiniz bile laf olur,
yayılır sağa sola. Yabancılanırsınız. Yeri gelince adam yerine koymazlar bile.
Mustafa'nın gençliğini yaşadığı ortam böyle bir ortam. Tabii babasına çekmiş o
da, hiçbir şeyin altında kalmıyor ama yolculuklardan da sıkılıyor, ayrılmak
istemiyor artık büyüdüğü kasabadan. Son ayrıldıklarında eskinin eşkıyası,
yeninin zabiti Zopuroğlu sıkıştırıyor iyice Ali'yi, polisler basıyor evi. Gidiyorlar. Son
kasaba, baba-oğul için dönüm noktası oluyor. Mustafa üniversiteyi kazanamıyor,
babasının devraldığı kitapçıda çalışıyor. Aşık olduğu kız Mustafa'yla kaçmak
istemeyince, Ali de yerel bir gazetede yazdıkları yüzünden hapse girince yol
yine gözüküyor, bu sefer Mustafa tek başına gitmek zorunda. Son ziyarette Ali,
Mustafa'ya daktilosunu veriyor, bir bildiği var. Başa dönüyoruz, Mustafa her
şeyi bir gecede yazıveriyor o daktiloyla, babasının o güne kadar çalamadığı
mızıkasını çalabiliyor bu kez. Yeni bir hikâye başlıyor, önceki kadar umut
dolu. Sevgi yok belki ama o da olur. Bir gün her şey olur, kervan yolda
düzülür.
SON BAKIŞ:
12 Şubat 2016 Cuma Antalya’ya
gideceğiz. Sendikamızın 10. Türkiye Buluşması için. Sabah erken saatlerde yola
koyuluyoruz. Sabah namazını Havaalanında eda ediyoruz.
Aslında benim planım
bu buluşma ve bu buluşmanın fikir babası Rahmetli Erol Battal ile ilgili bir
hatıra yazmak.
Otele yerleştikten
sonra Uzun Hikaye’yi alıyorum elime, başlıyorum okumaya. Bitirinceye kadar devam
ediyorum.
Tahsin Beyle kitap
kritiği yapıyoruz: Kutlu’nun en güzel eseri olduğuna karar veriyoruz.
Toplantılar, sunumlar,
ikili görüşmeler…
Bir hatibin
konuşmasında dillendirdiği Demirci Mehmet Efe ile ilgili Hıdır Beyle konuşma
fırsatı buluyoruz; daha doğrusu endişelerimizi dile getiriyoruz.
Uzun hikaye’nin beni
ilgilendiren tarafı Burgazlı arkadaşımın olması. Hikayenin kahramanı
Bulgaristanlı olunca Burgazlıyı arıyorum, kitap hakkında konuşuyoruz. Bu vesileyle
dertleşme imkanına kavuşuyorum.
İyi ki varsın Burgazlı…