ESERİN KİMLİĞİ
ESERİN
ADI: Nur
YAZARI:
Mustafa KUTLU
YAYIN
EVİ: Dergâh
BASKI
SAYISI: 7. Baskı Eylül 2015
SAYFA
SAYISI: 207
İÇERİK
(MUHTEVA) ÖZELLİKLERİ:
HİKÂYENİN KAHRAMANLARI:
Nur: Bizi biz yapan hikâye kahramanları vardır mesela, kalp
atışlarını avuçlarımızda, hüzünlerini gönlümüzde hissettiğimiz. Nur işte böyle
karakter.
Sinan: Orta halli, bol çocuklu, babasız bir ailenin çocuğu.
Kadırga’da izbe bir yerde oturuyorlar. Baba erken yaşta göçüp gitmiş ahirete...
Sinan, küçük bir mimarlık ofisinde çalışıyor.
Kadırgalı Hamal Ali: Sinan’ın
babası. Onun şahsında Anadolu insanını anlatır Mustafa Kutlu.
Demirci Cemil: Sinan’ın ağabeyi. Cezaevinde hakikatı bulmuş
ve bir erenin dizinin dibine oturmuş bir hak yolu yolcusu.
Çiçek: Sinan’ın kız kardeşi.
Dr. Cüneyt: Çiçek’in tedavisiyle ilgilenen ve aşık olan
genç doktor.
Raci Bey: Nur’un babası
ESERDE İŞLENEN KONU:
Bir hakikat yolculuğu olarak tanımlanabilecek
olan hikâyede, Genç bir mimar olan Nur'un iç sıkıntılarına çare bulmak için
çaldığı kapılar ve yol üstünde tanıştığı insanlar anlatılıyor. Ana karakterin
etrafında şekillenen resimde yerlerini alan her bir kişiyi, Mustafa Kutlu bir
ressam edasıyla tek tek gözümüzün önünde canlandırıyor: Genç ve heyecanlı bir
mimar olan Sinan, babası Kadırgalı hamal Ali, ağabeyi delikanlı Demirci Cemil,
hasta kardeş Çiçek, onun yavuklusu Cüneyt, Nur'un babası Raci bey… ve daha birçok
kişi bu küçük hikayede yerlerini alıp bize bir insanlık durumunu anlatıyorlar.
ESERİN ANA FİKRİ:
Mimari
ile ilgili tartışmalarda 'ruh ve imanın maddeye geçmesi' şeklindeki metafizik
düşüncenin olumlandığı da göz önüne alınırsa metnin esas konusunun 'Rabbini
bilen kendini bilir' söyleyişi üzerine bina edilen tasavvuf ve dolayısıyla hal
ilmi olduğu söylenebilir
ESERİN TÜRÜ:
Hikâye
ESERDE İŞLENEN TEMEL DEĞERLER:
Günümüz insanının değişmeyen "boşluk"
probleminin bir kişiyi merkeze alarak anlatımı olan bu kitap, Mustafa Kutlu
okurları için hem tanıdık bir hikâye özelliği taşıyor hem de uzak diyarların
bir masalını anlatıyormuş gibi bizi başka insanların dünyasına götürüyor.
ÖZET:
“Aman Allah’ım! Yahu
arkadaş dünyada bu kadar güzel bir göz, güzel bir yüz olabilir mi? İri hareli,
uzun kirpikli ela gözler, hilal kaşlar; kaş dedikse hiçbir yanı alınmamış
hilkatten böyle. Minik kalkık bir burun, zarif ağız ve çene. Koyu kestane gür
saçlar parıl parıl o kuğu boyun üzerine dökülmüş. Ne desem boş, bu
güzelliği tarife dil yetmez. Bir de beyaz dişlerini, gamzelerini göstererek
gülümsemez mi. Toprak ayağımın altından kaydı, bayağı bir sallandım. Gel de
düşme. Buğulu, esrarlı bir sesle konuştu. Ya Rabbi bu bir insan mı, yoksa melek
mi?” Mustafa Kutlu böyle başlıyor
hikayesine. Cami çıkışında ayakkabılarını bağlayan bir genç ve usulca
onun yanına yaklaşan güzel mi güzel bir kız...
Kızın adı Nur, cami çıkışında Sinan’ın yanına yaklaşıp
birkaç soru soruyor, tasavvufi meseleler. Sinan da temiz, iyi kalpli bir genç,
yanıtsız bırakmıyor Nur’un sorularını. Bir bir olabildiğince yanıtlıyor. Tanışıyorlar
ayaküstü, ikisi de mimar. Hani ilk görüşte aşk derler ya… “Nur’un bir kalbi var. Ama kanıyor”.
Nur, annesi ve babası hayatta olmasına rağmen, bir boşluğun içinde büyür.
Ninesi büyütür kızcağızı. Gün gelip de nine de öbür tarafa göçünce Nur çıkmaza
düşer… Hakikat arayışı... Yoluna Sinan çıkar, birlikte sorulara cevaplar
ararlar.
Sinan tertemiz, sadakatli bir genç, namazında
niyazında… Kendini çoktan Hakka adamış. Nur ise çıkmazda, gönlü
boşluklarla dolu... Bir zaman sonra hakikati bulup bir şeyhin dizinin dibine
yerleşiyor. Kutlu modern-tasavvufi bir aşk ile karşılıyor okurunu. Zamanlaması
harika. Öyle ya, bu devirde herkese bir Nur gerek… Hikayede Yeşilçam havası
hissediliyor... Sinan orta halli, bol çocuklu, babasız bir ailenin çocuğu.
Kadırga’da izbe bir yerde oturuyorlar. Baba erken yaşta göçüp gitmiş ahirete...
Sinan, küçük bir mimarlık ofisinde çalışıyor.
Nur ise tabi ki tam tersi, varlıklı bir ailenin tek
evladı. En kaliteli okullarda eğitim görmüş, mimar olmuş, her şeyi yerli
yerinde. Ancak anne ve babası küçükken ayrılmışlar, ninesi göz kulak
olmuş, büyütmüş. Klasik bir hikaye gibi görülüyor Nur. Ama verilmek istenilen
mesajlar dikkate değer. Hikaye kahramanları Nur’un ve Sinan’ın mimar olmaları
bir rastlantı değil. Okuruna her daim toplumsal mesajlar vermeyi yeğleyen
yazarımız hikayede de bu düşüncelerine yer veriyor. “Kurtulmak için kurtarmak lazım” diyerek sona
eriyor hikayemiz. Nur mutlu bir sonla bitmeyen, hüzünlü bir hikaye...
SON
BAKIŞ:
Hikayeciliğimizin
usta ismi ilk kez bir kadın kahramanı merkeze alıyor. Kutlu,
Nur'da mistik problemleri olan kolejli bir mimarın fani aşka gönül indirmeyip
hakiki aşkın peşine düşmesini ve varlıktan hiçliğe uzanan yolculuğunu
anlatıyor.
Eşyanın hakikatine Nur'lu yolculuk
Daha okuduğum deneme kitaplarında sıklıkla bahsettiği, itirazını dillendirdiği şehirleşme ve betonlaşmanın nasıl bir maraz olduğuna, neleri yıkıp, yok ettiğine dair uzun bir cevap niteliği taşıyor. Bir yandan maddiyata bağlanmanın arazlarına işaret ederken öte yandan manevi hastalıklardan kurtuluşun reçetesini veriyor.
Daha okuduğum deneme kitaplarında sıklıkla bahsettiği, itirazını dillendirdiği şehirleşme ve betonlaşmanın nasıl bir maraz olduğuna, neleri yıkıp, yok ettiğine dair uzun bir cevap niteliği taşıyor. Bir yandan maddiyata bağlanmanın arazlarına işaret ederken öte yandan manevi hastalıklardan kurtuluşun reçetesini veriyor.
İlk
kez bir kadın kahramanı merkeze alıp anlatıyor hikâyesini. Belli ki
"Kutlu'nun hikâyelerinde neden hiç kadın kahraman yok? Kadınlar neden bu
kadar görünmez halde?' sorusu kulağına gitmiş. Bu soruya cevap bekleyenlerin
beklediğine fazlasıyla değiyor.
Öyle ki kitaba da adını veriyor bu kadın. Nur, bir ahir zaman dervişesi. Zengin bir ailenin kolejli kızı, bir mimar. Ama mistik problemleri var. Çok tekke gezmiş, çok şeyh görmüş, nasibini bulamamış.' Önceleri ne aradığını bilmiyor, kendisi gibi mimar olan Sinan'a rastlıyor bir gün. Ve sorularına Onunla birlikte cevap aramaya koyuluyor. Ruh diyor ısrarla. Kalbi merak ediyor. ‘Bana eşyanın hakikatini göster' diye yakarıyor Allah'a.
Öyle ki kitaba da adını veriyor bu kadın. Nur, bir ahir zaman dervişesi. Zengin bir ailenin kolejli kızı, bir mimar. Ama mistik problemleri var. Çok tekke gezmiş, çok şeyh görmüş, nasibini bulamamış.' Önceleri ne aradığını bilmiyor, kendisi gibi mimar olan Sinan'a rastlıyor bir gün. Ve sorularına Onunla birlikte cevap aramaya koyuluyor. Ruh diyor ısrarla. Kalbi merak ediyor. ‘Bana eşyanın hakikatini göster' diye yakarıyor Allah'a.
Varlıktan hiçliğe yol bulmak
Sinan,
Kutlu'nun tabiriyle tevekkül sahibi, Hakk'a teslim olmuş. Nur ise daha
fazlasına talip. Bunun için Sinan'ın verdiği cevapların yetmediği noktada bir
mürşid-i kamil aramaya koyuluyor. Uzun arayışlar sonunda buluyor da. Hakikati
arayan, varlıktan hiçliğe uzanan, fani aşka gönül indirmeyip hakiki aşkın
peşine düşen bir yangın yeri Nur'un gönlü. O ateşi söndürmek için durmadan
okuyor, soruyor. Kâh Yunus'a açıyor derdini kâh İbni Arabi'den medet umuyor.
Bir
vazgeçişi anlatıyor Kutlu. Kapitalizmin dişlileri arasında yalan vaatlerle
‘mutluluk' pazarlanan insanların kalbindeki sancının fani olanın bütün ayak
bağlarından yüz çevirmek, hakikate talip olmakla dindirilebileceğini hikâye
ediyor. Bu arayışta en sağlam yol arkadaşı olan tasavvuf ve hal ehlinden
istifadenin nasıl zorlaştığını anlıyoruz bir kez daha Nur'un yolculuğuna eşlik
ederken. Tekkelerin kapatılması ile hayatımızdaki bu damarın nasıl
koparıldığını, işaret taşlarımızın nasıl sökülüp atıldığını ama buna rağmen her
devirde Hak dostlarının himmetlerinin üzerimizden eksilmediğini okuyoruz satır
aralarında.
Göz kamaştıran mutlu son
Kutlu'nun
kahramanlarının iki mimar oluşu da boşuna değil elbette. Birbirlerine gizliden
aşık olan Sinan ve Nur'un mesleki kaygıları da ortak zira. Sinan, düşüncelerine
tercüman olan bir röportajı Nur'a okurken biz de yazarın uyarılarına kulak
vermiş oluyoruz: "Müslüman ülkeler
meselenin farkında bile değil ne yazık ki. Onlar için beton kutsal bir malzeme
haline gelmiştir. Çünkü beton demek para demek, ne kadar çok beton dökülürse o
kadar çok para kazanıyorlar. Modern mimâri insanın yerine eşyayı ölçü alan bir
bakış açısına sahip olmuştur. Bu mimari anlayış ne yazık ki insana değil
tüketim toplumu yaratan kapitalist sisteme hizmet etmektedir. Bu düzende mimari
sanayiye, mimarlar da sermayeye teslim olmuştur artık" Nur'un mürşidini
ararken gittiği yerlerde yaptığı tespitler de yine benzer kaygıların söze
dökülmüş hâli: "Eski şehirlerimizin icabına kısa zamanda baktık. ‘Eskiyi
unut, yeni yolu tut' denilmişti. Şehirlerimiz kimliğini kaybedince insanların
tutunacak dalı kesilmişti. Nesiller arasında irtibat kalmadı. Artık ne bir
mimarimiz var, ne bir musikimiz. Sinan demişti bir kere, Tanpınar'ın sözüdür
diye: Cedlerimiz inşa etmiyorlar, ibadet ediyorlardı." Nur'un arayışı nasıl mı nihayet buluyor? Elbette
mutlu son... Ama öyle böyle değil.
Nur
hikayesini okurken ilk başlarda aşk kitabı gibi görülür. Belli bir bölümden
sonra muhteşem bir aşk (ilahi) hikayesi olduğu anlaşılır.
Nur
hikayesini okurken Bosna Hersekli yetim kardeşlerimiz geldi kardeşlerimizle
güzel vakit geçirdik. İlk önce 60. Yıl ilkokuluna, İlçe milli eğitime, İmam
Hatip Lisesine, Aybars Ak Orta Okuluna götürdük. Kardeşlerimizle çok güzel
vakit geçirdik.
Kardeşlerimizle
aramızda gönülden gönüle giden bir yol, gönül dili ile anlaşma vardı.
Bize
lisan rehberliğinde yardımcı olan kardeşimiz tasavvufla alakadar olduğu için
yolda kendisine Nur’dan söz ettim.
Benden
yeni özet bekleyen Can Dostumla telefon görüşme imkanımız oldu. Nur’un
hikayesini sabırsızlıkla beklediğini söyledi.
Bu
sabah görüştüğümüzde yazının bitmek üzere olduğunu kendisine söyledim.
Hakikatı
arayanlar, hakikatı bulanlar ve hakikatı yaşayanların hikayesidir Nur. Fedakarlığın
aşikar özetidir Nur. Sevgiliye ulaşmak için bedenen infakta bulunandır Nur. Bir
cami avlusunda başlayan ve bir hastane koridorunda sevilenin elinden tutarak
sevgiliye hicret etmenin hikayesidir Nur.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder