5 Nisan 2016 Salı

ŞEHİR MEKTUPLARI

ESERİN KİMLİĞİ
ESERİN ADI: Şehir Mektupları
YAZARI: Mustafa KUTLU
YAYIN EVİ: Dergâh
BASKI SAYISI: 7. Baskı Eylül 2012
SAYFA SAYISI: 268
İÇERİK (MUHTEVA) ÖZELLİKLERİ:
ESERDE İŞLENEN KONU: 
İstanbul
ESERİN TÜRÜ:
Deneme
ÖZET:
Sabahı beklemeyiniz dostum, geceden çıkınız yola. Olur ki uyuyakalırsınız. Sırtınızdaki çıkında ebedi gayenin dürülmüş azıkları varsa ne mutlu size. Gece serindir, yapraklardan süzülen yel gözlerinizdeki yaşları kuruturken ruhunuzda kainatın derin sessizliğini taşıyarak sabaha doğru yürüyüp fecri başlatınız.
İslam şehirlerinde meydan uygulanmasına rastlanılmaz. Meydan daha çok batı mahsulü şehirlerin önde gelen özelliklerindendir.
Oysa bizde kanaat en tükenmez hazinedir.
Bizim medeniyetimiz, hayat telakimiz şu kısacık ömür içinde hayatın manevi kalitesini yükseltmek hedefine yönelmiştir. Burada maddi olarak hep zaruret içinde yüzelim, ele – güne muhtaç olalım anlamı çıkarılmamalıdır. Ama tevazu, azla yetinme, israftan kaçınma, ayağını yorganına göre uzatma ve daha sayacağımız birçok unsur bu hayat anlayışının temel direklerini oluşturmaktadır.
Yeditepe’de yedi gün gül kokan şehr-i İstanbul tarihsel serüveniyle ve dün-bugün çatışmasıyla kavrama uğraşısında olan metinlerden oluşuyor. Kentin değişen yüzünü Osmanlılık vurgusuyla anlamaya çalışan yazarın gelenekçi tutumunun ötesinde kente dair bi şehrengiz kaleme alma derdini dün ve bugün çözümlemesi için oldukça gerekli bulduğunu da görebiliyoruz. Osmanlı mimarisi ve bugünkü kent silueti arasındaki çatışmayı din-gelenek ve modernizm algısının farklı bir reddi içinde yapan Kutlu, temelde gelenekçi çizginin verilerini arabesk-pop ve yükselen değerler çizgisinde öykülerindeki gözlemci yöntemini kullanarak ortaya koymayı yeğlemiş. Kentin tarihine dair irdelemeler kadar, öznel çizgideki gözlemler bir yandan Tanpınar’ın Beş Şehir’indeki İstanbul’u diğer yandan Ahmet Rasim’in “Şehir Mektupları”ndaki izleri barındırıyor.
Gülhane’den, Beyazıt’a, kentin erguvanlarından, kavaklarına, Osmanlı kültürünün yok olan kalıtlarından cumhuriyet modernleşmesinin sil baştan ortaya koyduğu karmaşık kentli kültüre değişik başlıklarla yürüyen metinler, öykülerinde taşralı Kutlu’nun İstanbul’u taşralı gelenekçiliğiyle tanıma uğraşısı da sayılabilir.
Tramvaylardan, metroya, dolmuş kültürünün “göç” arka planına kadar kente dair birçok değişim çizgisinin Kutlu’daki bu görünümleri hızlı değişim sürecini yaşayan İstanbul’un her mevsim görünümündeki değişmeyeni yakalama niyetini de ortaya koyabiliyor. Bu açıdan “Yağmurda İstanbul” başlıklı yazının Tevfik Fikret’in Yağmur şiirinden Necip Fazıl’ın “bu yağmur kıldan ince ” dizesine kadar farklı bir değişmezliği taşıdığı savını da barındırıyor Kutlu. Adeta mimari ve kültürel nesnenin ardındaki tarihi ve geleneği kavrama isteği bu metinlerde yeni bir “kent algısı” içinde karşımıza çıkabiliyor. Bu da Tanpınar’ın izinde İstanbul’u yeniden keşif sayabileceğimiz bir arayış.
Medreseleriyle, çeşmeleriyle, camileriyle ve yükselen büyük beton yapılaşmasıyla düne dair bugünden yaratılan bu bakış ne kadar geleneğe ve geçmişe göndermeler taşısa da bugünü de zorunlu bir kabullenişi beraberinde getiriyor. Bu açıdan Sabancı Kuleleri’nden adeta hayranlıkla söz edilmiş olması, geçmişin siluetiyle gökdelenlerin yaratacağı geleceğin pek de yazara çelişkili görünmemesi metinlerde unutulan bir gerçekliği de ortaya koyuyor. Metropolün yeni zenginlerinin yarattığı çok katlı yaşam kültürünün sınıfsal eleştirisini yapmayınca düne göndermeler yaparken bugünün karmaşasını sadece dehşetle seyreden tek boyutlu irdelemelerden hiç kurtulamamış Mustafa Kutlu. Göç’ün gerekçeleri sağlıklı çözülemeyince adeta gökdelenlerden yükselen büyük hırsızlığı, kentlerdeki gelir eşitsizliğini adeta görmezden gelmek istemiş Kutlu.
Geleneğin sahiplenicisi olmayı yeğleyen Kutlu’nun bu metinleri aslında bugün muhafazakar algının düştüğü yanılgıyı da ortaya koyuyor. “Çirkinleşen kent siluetinin inşasında yine yılların muhafazakar, gelenekçi siyasetlerinden gelen yöneticilerin payı olabilir mi”, “bu yöneticilerin siyasal rantlar uğruna göç zedelere kentin arsalarını parsel parsel vermesinin arkasında hangi kültürel korumacı bakış alabilir” sorusunu özenle sormaktan kaçınmış Kutlu sanıyorum. Kenti 50’lerden bu yana “taşı toprağı altın” muştusuyla sanayileşmenin ve yozlaşmanın parçası kılan hangi modernizmle ilişkilenmesi gerektiğini, bunun temelde kentin yeni burjuvalarıyla ilişkisinin olup olmayacağını yanıtlamayı sanıyorum Mustafa Kutlu’nun metinlerinde aramak doğa yasalarına da aykırı olsa gerek kuşkusuz. Cami ve şadırvan köşelerinde şehrin ruhunu ararken, şehrin yoksulluğunu, rant alanlarını ve aslında kayboluşunu Kutlu’dan sağlıklı bir biçimde çözümlemesini okur olarak ben de pek bekleyemedim. Yine de şehre dair nostaljik bakış açısı bana biraz daha Piyer Loti’nin oryantalizm kokan İstanbul’unu bir hayli anımsatıverdi. Bu açıdan bugünün muhafazakarlığının modernizmin yeni liberal yüzüyle yaşadığı kopmaz bağları görmezlikten gelemeyeceğimizi, muhafazakar algının aslında kentin yeni ticaret sınıfıyla çelişkilerinin olamayacağını daha rahat kavrayabiliyoruz. Aslında bugünün muhafazakarının da dünün oryantalisti kadar batıcı olduğu gerçeğini de..
  SON BAKIŞ: 
Bu kitapta yer alan yazılar taşralı bir hikayecinin yaşadığı şehri (İstanbul) tanıma yolundaki gayretlerinin mahsulüdür. On yıl boyunca İstanbul'u dolaştım, bu gezi izlenimlerimi Zaman gazetesinde "Bir demet İstanbul" başlığı altında yayımladım.
"Şehir Mektupları", bu tutkulu serüvenin bir sonraki aşamasıdır. Bu defa insan-şehir-mekan ilişkilerini okuyucularla paylaşan denemeler olarak vücut buldu.
Şehrimizi tanımadan kendimizi, birbirimizi tanımamız zor.
Hele sevmek büsbütün müşkül.
Şehir Mektupları için yukarıda duyguları ifade eder Mustafa Kutlu. Bu denemelerin yazıldığı gazete uzun süre ülkemizin ve dünyamızın gündemini işgal etti. Bu gazete ve avanesi hoşgörü ile yola çıktığını hedefi nam-ı celil-i Muhammedi bütün dünyaya yaymak olduğunu dillendiriyordu. Bu grupla Muş’tan İstanbul’a geldiğim yıllarda tanışma fırsatım oldu. Yani lise yıllarımda, ama her hikmetse yaklaştıkça uzaklaşıyordum onlardan. Sanki farklı bir hedefleri vardı. Görünün hoşgörü, görünmeyen kin ve nefret. Müslüman’a nefret, ehl-i kitaba hoşgörü. Ülkemizin eğitim alanını bütünüyle hegemonyalarına aldılar. Lise yıllarımızla bu grubun dershanelerine giden öğrenci arkadaşlar taşıdıkları klasör ile sanki dünyanın sayılı üniversitelerinden birinin öğrencisi imiş gibi bir eda ile yürürlerdi okul koridorlarında. Gelinen noktada bu grubun faaliyetleri ve vatan – millet sevgileri aşikar ortada.
Mustafa Kutlu üstadım Ahmet Rasim’in kitabından esinlenerek şehir mektupları adı altında gazetede İstanbul’u tanıtmak amacıyla şehri gezerek yazmaya ve tanıtmaya başlıyor. İstanbul yazarken tarihi dokudan yani sur içinden başlıyor yazmaya. Yazdığı dönemdeki İstanbul’u sevgi medeniyeti dönemindeki günlerini özleyerek ve arayarak yazıyor. Köşede kalan unutulmaya yüz tutmuş tarihi eserleri tanıtarak yazıyor. Okuduktan sonra inşallah fırsat bulursam ve nasip olursa gidip Sirkeci Garının arkasında bulunan camide iki rekat namaz kılmak istiyorum.
Avrupa kökenli can dostumla şehr-i İstanbul’u gezerken ağaçların arasından, ormanların içinden geçerek daha önce gitmediğimiz Göktürk beldesine gittik, ikimizde çok beğendik. Hatta uzun süre can dostumun telefonunu Göktürk diye kaydettim telefonuma.
Can Dostumla Yeditepe’de yedi gün gül kokan şehri dolaşmak ümidiyle.
NOT: Bu değerlendirmede daha önce not aldığım bazı bilgileri son bakış kısmında paylaştım.




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder