ESERİN KİMLİĞİ
ESERİN
ADI: Şehir Mektupları
YAZARI:
Mustafa KUTLU
YAYIN
EVİ: Dergâh
BASKI
SAYISI: 7. Baskı Eylül 2012
SAYFA
SAYISI: 268
İÇERİK
(MUHTEVA) ÖZELLİKLERİ:
ESERDE İŞLENEN KONU:
İstanbul
ESERİN TÜRÜ:
Deneme
ÖZET:
Sabahı beklemeyiniz dostum, geceden çıkınız
yola. Olur ki uyuyakalırsınız. Sırtınızdaki çıkında ebedi gayenin dürülmüş
azıkları varsa ne mutlu size. Gece serindir, yapraklardan süzülen yel
gözlerinizdeki yaşları kuruturken ruhunuzda kainatın derin sessizliğini
taşıyarak sabaha doğru yürüyüp fecri başlatınız.
İslam şehirlerinde meydan uygulanmasına
rastlanılmaz. Meydan daha çok batı mahsulü şehirlerin önde gelen
özelliklerindendir.
Oysa bizde kanaat en tükenmez hazinedir.
Bizim medeniyetimiz, hayat telakimiz şu
kısacık ömür içinde hayatın manevi kalitesini yükseltmek hedefine yönelmiştir.
Burada maddi olarak hep zaruret içinde yüzelim, ele – güne muhtaç olalım anlamı
çıkarılmamalıdır. Ama tevazu, azla yetinme, israftan kaçınma, ayağını yorganına
göre uzatma ve daha sayacağımız birçok unsur bu hayat anlayışının temel
direklerini oluşturmaktadır.
Yeditepe’de yedi gün gül kokan şehr-i İstanbul tarihsel
serüveniyle ve dün-bugün çatışmasıyla kavrama uğraşısında olan metinlerden
oluşuyor. Kentin değişen yüzünü Osmanlılık vurgusuyla anlamaya çalışan yazarın
gelenekçi tutumunun ötesinde kente dair bi şehrengiz kaleme alma derdini dün ve
bugün çözümlemesi için oldukça gerekli bulduğunu da görebiliyoruz. Osmanlı
mimarisi ve bugünkü kent silueti arasındaki çatışmayı din-gelenek ve modernizm
algısının farklı bir reddi içinde yapan Kutlu, temelde gelenekçi çizginin
verilerini arabesk-pop ve yükselen değerler çizgisinde öykülerindeki gözlemci
yöntemini kullanarak ortaya koymayı yeğlemiş. Kentin tarihine dair
irdelemeler kadar, öznel çizgideki gözlemler bir yandan Tanpınar’ın Beş
Şehir’indeki İstanbul’u diğer yandan Ahmet Rasim’in “Şehir Mektupları”ndaki
izleri barındırıyor.
Gülhane’den, Beyazıt’a, kentin erguvanlarından, kavaklarına,
Osmanlı kültürünün yok olan kalıtlarından cumhuriyet modernleşmesinin sil
baştan ortaya koyduğu karmaşık kentli kültüre değişik başlıklarla yürüyen
metinler, öykülerinde taşralı Kutlu’nun İstanbul’u taşralı gelenekçiliğiyle
tanıma uğraşısı da sayılabilir.
Tramvaylardan, metroya, dolmuş kültürünün “göç” arka planına
kadar kente dair birçok değişim çizgisinin Kutlu’daki bu görünümleri hızlı
değişim sürecini yaşayan İstanbul’un her mevsim görünümündeki değişmeyeni
yakalama niyetini de ortaya koyabiliyor. Bu açıdan “Yağmurda İstanbul” başlıklı
yazının Tevfik Fikret’in Yağmur şiirinden Necip Fazıl’ın “bu yağmur kıldan ince
” dizesine kadar farklı bir değişmezliği taşıdığı savını da barındırıyor Kutlu.
Adeta mimari ve kültürel nesnenin ardındaki tarihi ve geleneği kavrama isteği
bu metinlerde yeni bir “kent algısı” içinde karşımıza çıkabiliyor. Bu da
Tanpınar’ın izinde İstanbul’u yeniden keşif sayabileceğimiz bir arayış.
Medreseleriyle, çeşmeleriyle, camileriyle ve yükselen büyük
beton yapılaşmasıyla düne dair bugünden yaratılan bu bakış ne kadar geleneğe ve
geçmişe göndermeler taşısa da bugünü de zorunlu bir kabullenişi beraberinde
getiriyor. Bu açıdan Sabancı Kuleleri’nden adeta hayranlıkla söz edilmiş
olması, geçmişin siluetiyle gökdelenlerin yaratacağı geleceğin pek de yazara
çelişkili görünmemesi metinlerde unutulan bir gerçekliği de ortaya koyuyor.
Metropolün yeni zenginlerinin yarattığı çok katlı yaşam kültürünün sınıfsal
eleştirisini yapmayınca düne göndermeler yaparken bugünün karmaşasını sadece
dehşetle seyreden tek boyutlu irdelemelerden hiç kurtulamamış Mustafa Kutlu. Göç’ün
gerekçeleri sağlıklı çözülemeyince adeta gökdelenlerden yükselen büyük hırsızlığı,
kentlerdeki gelir eşitsizliğini adeta görmezden gelmek istemiş Kutlu.
Geleneğin sahiplenicisi olmayı yeğleyen Kutlu’nun bu
metinleri aslında bugün muhafazakar algının düştüğü yanılgıyı da ortaya
koyuyor. “Çirkinleşen kent siluetinin inşasında yine yılların muhafazakar,
gelenekçi siyasetlerinden gelen yöneticilerin payı olabilir mi”, “bu
yöneticilerin siyasal rantlar uğruna göç zedelere kentin arsalarını parsel
parsel vermesinin arkasında hangi kültürel korumacı bakış alabilir” sorusunu
özenle sormaktan kaçınmış Kutlu sanıyorum. Kenti 50’lerden bu yana “taşı
toprağı altın” muştusuyla sanayileşmenin ve yozlaşmanın parçası kılan hangi
modernizmle ilişkilenmesi gerektiğini, bunun temelde kentin yeni burjuvalarıyla
ilişkisinin olup olmayacağını yanıtlamayı sanıyorum Mustafa Kutlu’nun
metinlerinde aramak doğa yasalarına da aykırı olsa gerek kuşkusuz. Cami ve
şadırvan köşelerinde şehrin ruhunu ararken, şehrin yoksulluğunu, rant alanlarını
ve aslında kayboluşunu Kutlu’dan sağlıklı bir biçimde çözümlemesini okur olarak
ben de pek bekleyemedim. Yine de şehre dair nostaljik bakış açısı bana biraz
daha Piyer Loti’nin oryantalizm kokan İstanbul’unu bir hayli anımsatıverdi. Bu
açıdan bugünün muhafazakarlığının modernizmin yeni liberal yüzüyle yaşadığı
kopmaz bağları görmezlikten gelemeyeceğimizi, muhafazakar algının aslında
kentin yeni ticaret sınıfıyla çelişkilerinin olamayacağını daha rahat
kavrayabiliyoruz. Aslında bugünün muhafazakarının da dünün oryantalisti kadar
batıcı olduğu gerçeğini de..
SON
BAKIŞ:
Bu kitapta yer alan yazılar taşralı bir hikayecinin yaşadığı şehri
(İstanbul) tanıma yolundaki gayretlerinin mahsulüdür. On yıl boyunca İstanbul'u
dolaştım, bu gezi izlenimlerimi Zaman gazetesinde "Bir demet
İstanbul" başlığı altında yayımladım.
"Şehir Mektupları", bu tutkulu serüvenin bir sonraki
aşamasıdır. Bu defa insan-şehir-mekan ilişkilerini okuyucularla paylaşan
denemeler olarak vücut buldu.
Şehrimizi tanımadan kendimizi, birbirimizi tanımamız zor.
Hele sevmek büsbütün müşkül.
Şehrimizi tanımadan kendimizi, birbirimizi tanımamız zor.
Hele sevmek büsbütün müşkül.
Şehir Mektupları
için yukarıda duyguları ifade eder Mustafa Kutlu. Bu denemelerin yazıldığı
gazete uzun süre ülkemizin ve dünyamızın gündemini işgal etti. Bu gazete ve
avanesi hoşgörü ile yola çıktığını hedefi nam-ı celil-i Muhammedi bütün dünyaya
yaymak olduğunu dillendiriyordu. Bu grupla Muş’tan İstanbul’a geldiğim yıllarda
tanışma fırsatım oldu. Yani lise yıllarımda, ama her hikmetse yaklaştıkça
uzaklaşıyordum onlardan. Sanki farklı bir hedefleri vardı. Görünün hoşgörü,
görünmeyen kin ve nefret. Müslüman’a nefret, ehl-i kitaba hoşgörü. Ülkemizin
eğitim alanını bütünüyle hegemonyalarına aldılar. Lise yıllarımızla bu grubun
dershanelerine giden öğrenci arkadaşlar taşıdıkları klasör ile sanki dünyanın
sayılı üniversitelerinden birinin öğrencisi imiş gibi bir eda ile yürürlerdi
okul koridorlarında. Gelinen noktada bu grubun faaliyetleri ve vatan – millet
sevgileri aşikar ortada.
Mustafa Kutlu
üstadım Ahmet Rasim’in kitabından esinlenerek şehir mektupları adı altında
gazetede İstanbul’u tanıtmak amacıyla şehri gezerek yazmaya ve tanıtmaya
başlıyor. İstanbul yazarken tarihi dokudan yani sur içinden başlıyor yazmaya.
Yazdığı dönemdeki İstanbul’u sevgi medeniyeti dönemindeki günlerini özleyerek
ve arayarak yazıyor. Köşede kalan unutulmaya yüz tutmuş tarihi eserleri
tanıtarak yazıyor. Okuduktan sonra inşallah fırsat bulursam ve nasip olursa
gidip Sirkeci Garının arkasında bulunan camide iki rekat namaz kılmak
istiyorum.
Avrupa kökenli can
dostumla şehr-i İstanbul’u gezerken ağaçların arasından, ormanların içinden
geçerek daha önce gitmediğimiz Göktürk beldesine gittik, ikimizde çok beğendik.
Hatta uzun süre can dostumun telefonunu Göktürk diye kaydettim telefonuma.
Can Dostumla
Yeditepe’de yedi gün gül kokan şehri dolaşmak ümidiyle.
NOT: Bu
değerlendirmede daha önce not aldığım bazı bilgileri son bakış kısmında
paylaştım.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder