11 Nisan 2016 Pazartesi

AKASYA VE MANDOLİN

ESERİN KİMLİĞİ

ESERİN ADI: Akasya ve Mandolin

YAZARI: Mustafa KUTLU

YAYIN EVİ: Dergâh

BASKI SAYISI: 7. Baskı Eylül 2013

SAYFA SAYISI: 194

İÇERİK (MUHTEVA) ÖZELLİKLERİ:

ESERDE İŞLENEN KONU: 

İstanbul

ESERİN TÜRÜ:

Deneme

ÖZET:


Mustafa Kutlu, kitabında sevgi medeniyetinin evlerini, camilerini ve şehir yapısı anlatarak başlıyor. Günümüz şehirlerinin Batı Medeniyetinin eserleri olduğundan yakınıyor. Sevgi Medeniyetinde evlerinin avlularının olduğunu, her evin bahçesinin olduğunu belirtir. Sevgi Medeniyetinde avluların ve bahçelerin bol ağaçlı olduğunu sokakların ise daha az ağaçlı olduğunu söyler. Sevgi Medeniyetinde bütün sokakların camiye çıktığını vurgular. Dolayısıyla Batı medeniyetinin aksine Sevgi Medeniyetinde şehir meydanının olmadığını toplanma ve buluşma yerlerinin cami avlusu olduğunu üstüne basa basa söyler. Her şeyden önce Sevgi Medeniyetinin öncelikleri üzerinde duruyor: Buna göre; meyve değil tohum, kabuk değil çekirdek, ceset değil ruh önemli.

Mustafa Kutlu, İstanbul'u gezmenin bir adabı olduğunu belirtir: Şehri gezmeye Eyüp Sultan’dan başlanılmalı ve fetih kapılarından birinden girilmeli şehre.

Mustafa Kutlu, kitabında özellikle de, İstanbul’un ilgi ve alaka bekleyen, unutulmaya başlamış ve de kendi kaderine terk edilmiş tarihi ve kültürel dokusuna dikkat çekmek amacıyla birtakım örnekler vererek, halkımızın ve daha üst mercideki sorumlu kişilerin bu değerlere sahip çıkması gerektiğini anlatmaya çalışıyor. Kültürel değerlerin yanında çevresel bazı sorunlara da değinmeden edemiyor yazarımız. Şehirdeki, gerek yeniden kazandırma gerekse yeşillendirme çalışmalarından, bu çalışmaya katkısı olanların isimlerini de unutmayarak söz ediyor ama eskisi gibi olmadığını da ekliyor cümlelerine. Bizzat gezip gördüğü ve üzerinde araştırmalar yaptığı birçok tarihi ve kültürel örneklerle yakınmalarında ne kadar da haklı olduğunu bir kez daha gözler önüne seriyor yazarımız. Bu çalışmaları sırasında yaşadığı bazı olayları da bazen gururlanarak bazen de sitem ederek anlatmayı da unutmuyor. Mustafa Kutlu, ayrıca, insanların artan ekonomik zorluklar ve geçim sıkıntısı nedeniyle bazı insani özelliklerini de artık kaybettiklerini birazda eskiye özlem duyarak ele alıyor. Göç olayına da değinerek bunun sonucunda şehrin kendisine has kültürel kimliğini günden güne kaybettiğini vurguluyor.Kitabın sonlarına doğru ise ülkemizdeki doğal birkaç güzellikten bahsediyor ve bunlara da sahip çıkılması gerektiğini anlatarak bu şekilde devam edildiği takdirde bizlerden sonra gelecek nesillere ne bir tarihi,ne bir kültürel, ne de bir doğal güzellik bırakabileceğimizi söyleyerek hepimize çok önemli şeyleri Yahya Kemal’in şiirleriyle süsleyerek anlatıyor.


  SON BAKIŞ:


Batı uygarlığı, insanlığın başına gelmiş en büyük felâkettir. Bütün medeniyetlerin kökünü kazıyan, hiç bir medeniyete hayat hakkı tanımayan bir uygarlık, insanlığın başına gelmiş en büyük felâket değil de nedir, değil mi?

Batılılar, farklı dinlerle, medeniyetlerle ve kültürlerle barış içinde yaşanabilecek, karşılıklı alış-verişe dayalı bir dünya kurmayı başaramadılar. Bunun nasıl bir şey olduğunu da, böylesi bir şeyin nasıl gerçekleştirilebileceğini de bilmiyorlar. Daha önemlisi de, böyle bir dertleri filan da yok Batılıların. Hiç bir zaman da olmadı zaten!
Ama bir yandan “uygarlık, insan hakları, özgürlükler” sloganlarını atıyorlar, bütün dünyayı bu şekilde ayartıyorlar, zihnen teslim alıyorlar; öte yandan da diktatörlerle iş tutuyor, kendilerine boyun eğmeyen ülkeleri istedikleri zaman işgal ediyor, liderlerini “canavar”laştırıyorlar!
Sömürgecilik, Batılıların dünyaya armağan ettikleri bir işgal yöntemi. Batı uygarlığı, tam anlamıyla bir kontrol ve kolonizasyon biçimi: Bütün insanlığa, insanlığın medeniyet birikimine saldırının zirvesi, en yıkıcı örneği.
İnsanlık tarihinde, tarihte geliştirilmiş bütün medeniyet birikimlerine saldıran, hepsinin köklerini kazıyan, ruh köklerini kurutan böylesine saldırgan bir uygarlık tecrübesi yaşanmadı!



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder