27 Eylül 2015 Pazar

VATAN YAHUT İNTERNET



ESERİN KİMLİĞİ
ESERİN ADI: Vatan Yahut İnternet
YAZARI: Mustafa KUTLU
YAYIN EVİ: Dergâh
BASKI SAYISI: 3. Baskı Aralık 2014
SAYFA SAYISI: 264
İÇERİK (MUHTEVA) ÖZELLİKLERİ:
ESERDE İŞLENEN KONU: 
İnsanoğlu yaratılış ham maddesi olan toprağı terk ederek etrafını alet ve edevatlarla çevirip gerçek olmayan bir dünya kurdu. Kendi eliyle kurduğu bu dünyada mutlu olmadığı gibi sıkılıp duruyor. Kendi tabiatlarına uygun olmayan bu sanal dünyadan kurtulabilseler, çiçekleri ve böcekleri yeniden görebilseler; toprağa ve onun sunduklarını yeniden dönseler bu gerçek olmayan âlemi hiç özlemeyecekler.

ESERİN ANA FİKRİ
Vatan ne kalkınmaya feda edilir ne ilerlemeye…

ESERİN TÜRÜ:
Deneme
ESERDE İŞLENEN TEMEL DEĞERLER:
Sanal dünya ve mutsuz insanlar.


YAZARIN ÜSLUBU:
Yazar anlatımında güzel ve pürüzsüz ana sütü gibi bir Türkçe kullanmıştır.
ESERDEN ALINTILAR:
Vatan efsaneler, masallar, destanlardır. (iş bir yerinden başladım.) Nene Hatun, Deli Dumrul, Köroğlu’dur. Vatan coğrafyadır. (Bunu kavramak zor.) Yani Ağrı Dağı, Toroslar, Ilgaz, Seyhan, Van Gölü, Tortum Şelalesi, Anzer Yaylası, Göcek, Tosya, Ermenek, Çukurova, İstanbul Boğazı, Uludağ, Palandöken, say babam say; yayladır- ormandır- ovadır- çaydır- pınardır. Bir ucu Vardar Ovası’nda, bir ucu Halep çarşısındadır. Vatan Dadaştır, Gaggoş’tur, Efe’dir; yiğitlik vurmakla – ağalık vermekledir.
Efendim oraların üretimi nüfusu beslemiyormuş. Eskiden nasıl besliyordu? Nüfus azdı da ondan. Hayır kanaat, şükür ve sabır vardı.
En tehlikeli olan şey insanları (devletleri, milletleri) şirketlerin yönetmesidir. Şirket bir mekanizmadır. Bana sorarsanız bir makine, bir robottur. Ama bir kere kurulup, programlandıktan sonra kurucularını da dinlemez, gerektiğinde onları da ezip geçer.
Hep şunu söyledik geliyoruz: Çağımızda ideoloji teknolojiyi, teknoloji ideolojiyi besliyor. Böylece hayat tarzı sürekli değişerek devam ediyor. Değişmeyen, hedefte duran tek şey: Tüketim.
Yeni dünya mahalleyi dümdüz edip dağıttı. Komşuların her biri bir yere dağıldı, o ahşap evler, o duvarlarında sarmaşıklar, leylaklar sarkan bahçeler, o dutlar, erikler, o asma çardağı altında kanaviçe işleyen ablalar yok artık.
Ne yazık ki Müslümanlar Batı tipi hayat karşısında kendi inançları doğrultusunda dünyanın hiçbir yerinde bir hayat tarzı kuramadı. Hep tenkit, hep itiraz. Yeni bir teklif ve uygulama yok.
Türkler ne zaman hayati bir hamle yapmaya kalksa gerekli gücü dinden almıştır. Din Türk’ün muharrik gücüdür. Yazının başındaki soruya cevabım şu: Modernleşme kolay bir şey değil. Türkiye bu yolda mesafe almak için yine göğsündeki imana güveniyor. Dindarlaşma bu yüzden.
Hayatımız gittikçe kolaylaşıyor. Çağdaş yaşam bizi kanatları üzerine almış uçuruyor. Mutluluk yorgunu olacağız neredeyse. Doğrudur. Gönüllü esaret böyledir. Ne demişti eskiler: Ya terakki ya intihat.
Kültür üretiminin ve tüketiminin zengin seçkinlerin tekelinden çıkması için geniş halk yığınlarının belli bir refah seviyesine ulaşması lazımdır. Bu refah seviyesi de yetmez, mesela parayı her nasılsa bulmuş bir ailenin okur – yazar, kültürel faaliyetlere duyarlı olması için en azında üç nesil geçmesi icap eder. Kültürlü olmak, kültürle ilgilenmek öyle ayda yılda bir çocuklarını lunaparka götürür gibi tiyatroya götürmekle olmaz.
İki yüz çeşit yemek. İsraf bu, haram. Ama biz artanları muhtaçlara veriyoruz. Bu daha kötü. Demek ki muhtaçları kapıda bekletip artıklarla besliyorsun.
Havai fişeklerin rengarenk patlamaları, gökyüzünü boyamaları ile misket bombasının patlatılması nasıl da birbirine benziyor. Utanmasak eğlenceli diyeceğiz.
Bizim dünyaları fetheden bir hat sanatımız var. Tezhibi, ebruyu saymıyorum. Hat sanatını dahi görsel sanat olarak görmüyorum. Bizim anlayışımızda işitmek, görmekten önce gelir. Biz görmeden inananlardanız. İman budur.
Evlerinin önü zerdali dalı
Pencereden gördüm kınalı eli.
Şairler dikkat: Zerdali rengi ile kına, dal ile bilek – parmak arasında neler var? Sevgilinin elini görmek bile aşığa aylarca yeter. Ya şimdi öyle mi? Yare ulaşmak için dağları delmek gerekmiyor. Yar sokaklarda dolaşıyor; fabrikaya, okula, işe gidiyor; canı isterse bir cafeye takılıp dondurma yiyor.
Gönül ukba, beden ise dünyadır. Gönül aşkın dostu, nefis bedenin yoldaşıdır. Nefis bir düşman, gönül bir kaledir.
Bir yer ki turistik olmuştur, çekiver kuyruğunu. Çünkü orda artık turistin borusu öter, her şey onun arzusuna göre dizayn edilir, doğal olan yerini yapay olana terk eder. Bazı kentlerdeki çağlayanlı havuzlar ne kadar acıklıdır.
Çocukluğumuzu mahallesinin ve sokağın cenazesi ile birlikte toprağa gömdük. Ve özlüyoruz.
Dost nedir? Omuzuna başını yaslayıp ağlayabileceğin, sırtını dayayıp kavgaya girebileceğin adamdır. O seni arkadan vurmaz.
  SON BAKIŞ:
Türk edebiyatında son elli yılın en güzel adamlarından biri, Mustafa Kutlu olsa gerek. Kadim hikâyeciliği ve modern öykünün getirdikleri etrafında sergilediği üslubu, tekniği, meseleleriyle Mustafa Kutlu özellikle hikâyemizin bulanımlar içerisinde kıvrandığı bir dönemde taze bir soluk olmuştur.
Hikâyelerinin yanında deneme yazmayı da ihmal etmemiştir. Denemeleri biraz da hikâyelerinin fikri arka planı olarak karşımıza çıkar.
Son yirmi yılda Yeni Şafak gazetesinde yazmış olduğu deneme yazılarını toplandığı Vatan Yahut İnternet kitabı okuyucuya Mustafa Kutlu’nun denemelerini bir bütün halinde okuma imkânı sunuyor.
Kitabı elinize alır almaz kapak resmi dikkatlerden kaçmıyor. Yeşillikler ortasında eşeğe binmiş bir dede ve eşeğin yularını çeken bir nine. Bu fotoğraf karesi modern hayatın bizden neleri götürdüğü fikri hakkında geniş bilgiler verebilir.
Mustafa Kutlu eserleri incelendiğinde insanoğlunun özüne dönmesi gerektiği açıkça belirtilir. Köyün, kasabanın kent tarafından yutulması ve toprağın terkedilmesi onun hikâyelerinde temel konu olarak işlenir. Kapak fotoğrafı bir nevi köye yani toprağa dönüşü simgeler.
Mustafa Kutlu, teknolojik aletlerin masum olduğunu düşünmüyor. Sezai Karakoç’un bir mısraını adeta terse çevirerek insanoğluna uyarıda bulunuyor. ‘Tarihte zafer sayılan yenilgiler de vardır.’ Bugün insanlığın teknolojik gelişmelerle elde ettiğini zannettiği lüks ve konforun aslında bir mağlubiyet görüntüsü olduğunun altını çiziyor.
Okuryazar çevrelerinde Mustafa Kutlu’nun her sonbaharda açılan kitap fuarına bir kitap yetiştirdiği söylenir. Hatta bu çevrelerde iki kitap dahi yetiştirse okuyucularının iktifa edecekleri de belirtilir. Her ne tesadüfse ben de Kutlu’yu sonbahar mevsiminde okumaya başladım.
Yazar kitabının ilk denemesi olarak vatanın ne olduğuna dair çok güzel tespitlerle açıklıyor. Yaşam tarzından giyim kuşama, mimariden sanata bir toplumun durumunu var eden özelliklere dikkat çeken yazar, toplumun geldiği noktada durumun hiç de iyi olmadığını söyler. Teknolojik aletlerle yaşayan insanların içler acısı hallerini belirtir.
Mustafa Kutlu’yu okumak insana iyi geliyor. Evin başköşesine oturan irfan sahibi, nüktedan, mütebessim aile büyüğünü dinler gibi hissedersiniz. Ben Mustafa Kutlu’yu daha çok köy odalarında o uzun, soğuk ve rüzgârın durmadan şarkı söylediği gecelerde etrafındaki insanlara tatlı demler yaşatan Anadolu ariflerine benzetiyorum.
Kanaat ekonomisi incelemeye değer.
Siyasi gündemin, günü birlik meselelerin çok dışında çok daha kadim ve esaslı dertler üzerine kalem oynattığından Mustafa Kutlu’nun o gün okunup unutulacak cinsten değil.










Hiç yorum yok:

Yorum Gönder